Salı, Nisan 29

Çıldırtan Hesaplar

Ligin bitimine iki hafta kaldı. Galatasaray Sivas deplasmanında, Fenerbahçe evinde 1 puan alsa kümede kalacak olan Gençlerbirliği ile oynuyor, bir türlü yarıştan kop(a)mayan Beşiktaş, Bursa&Ankaragücü kardeşliği ile olay çıkmasını beklediğim maçta Ankara deplasmanında. Sivasspor-Galatasaray maçında en mantıklı skor beraberlik bana kalırsa. Nasıl oynarsa oynasın bir türlü pozisyon üretemeyen bir Galatasaray var. Oyunun her alanında baştan sona üstün oldukları maçta tek gol pozisyonları Ümit'in direkten dönen topu. Sivasspor evinde hem Fenerbahçe'ye hem de Beşiktaş'a yenilerek büyük fırsat tepti bana kalırsa. İki maçta da Bülent Uygun her zamanki oyun düzeninden vazgeçti mağlup oldular. Bu maçı alsalar bile Fenerbahçe lider olamayabilir, Manisaspor küme düşen Kasımpaşa ile oynayacak, kazanacağını tahmin ediyorum. Bu yüzden Gençlerbirliği mutlaka 1 puan almak isteyecektir, çünkü son hafta da Sivas ile oynayacaklar. Hele hele Kadıköy'de geciken bir gol ki bu sene Fenerbahçe'nin erken gol bulup çözdüğü maç sayısı bir veya iki, tribünlerden de homurtuların yükselmesine neden olacaktır. Ama Manisa'nın işi gene zor çünkü, son hafta İnönü'de Intertoto'yu küçümseyen Beşiktaş'ın karşısına çıkacaklar belki de ölüm kalım maçına. Kümede kalması için 1 puan alması gereken bir başka takım ise Konyaspor. Kendi sahasında Gaziantepspor'u bence yenecekler. Beşiktaş son iki maçını kazanırsa ligi ilk üçte bitirebilir.

Pazartesi, Nisan 28

Kurtiniadis

Kurtiniadis benim 2006'dan beri en beğendiğim safkan. Müthiş kaliteli, sprinti bitirici. Şanssızlığı Ribella ve Sabırlı gibi şampiyonların kariyerlerinin en formda dönemine denk gelmesi. Geçen Ankara'da 1600 çimde 1.33.82 yapmış ki olağanüstü bir derece. Türk yarışçılığnda rekorları alt üst eden at Sabırlı idi, 1200'de 1.08 lere kadar çekmişti çıtayı. Eskiden 1.36 , 1.35 gibi dereceler mükemmeldi 1600 çimde, artık vasat kalıyor. Bu arada foto 2006 Anafartalar Koşusu'ndan. İçteki at Kurtiniadis.

Appiah ve diğerleri

Appiah beklentileri çok yukarı taşıdı. Öyle bir 2005-2006 sezonu oynadı ki... Ne kadar koşasalar da Selçuk'un Deniz'in yaptıkları en ufak hatalar göze batar hale geldi. Kimse ama kimse hatta Alex bile onun kadar sevilmedi o dönem. 2006 Ağustos'ta Fenerbahçe kaptanının bile yuhalandığı Dinamo Kiev maçında top her ayağına geldiğinde alkışlanan yegane isimdi. Düşük konçlarını, her golden sonra İbrahimovic ve Del Piero'ya gönderdiği selamını özledik açıkçası. Dün Maldonado'nun performansını gördükten sonra Appiah'ı aramamak ve yönetimi eleştirmemek mümkün değil. Maldonado'ya kızmıyorum, adamın tarzı bu, 28 yaşından sonra değişmesi pek mümkün değil. Yönetim bunu görmüyor mu peki, kasetten izlenip alınan Simao (ki kendisi ayrı bir post konusudur) transferi gibi mi bu da? Appiah ve diğerleri demek hoşuma gitmiyor ama öyle.

Kareografi ve Ercan Saatçi

Bana kalırsa süper bir kareografi. Galatasaray taraftarı bunu iyi yapıyor, zaten Ahmet Cömert'te bile yapmışlardı benzer şeyleri ki basket maçında görmek pek mümkün değildir bu görüntüleri. Ercan Saatçi, "sarı-kırmızıyı anladık da yeşliin ne işi var" demiş. 22 yaşında olduğumu aşağıdaki postta belirtmiştim, şimdiye kadar böyle saçma, böyle çirkin bir yorum duymadım hiç bir spor yazarından. Allah akıl fikir versin...

Peri masalı (!)

Galatasaray borç batağına saplanınca değil de, daha çok Fenerbahçe mali gücünü artırınca lig yarışında ortaya çıkan bir senaryo var, acayip sinirimi bozuyor, ve gerçek de değil. Fenerbahçe yanlısı denen Fotomaç'ın "zenginler sustu, yürekler konuştu" manşetini görünce aklıma geldi. Galatasaray acıların takımı, büyük badireler atlatarak buralara geldi, hiç kimse parasını alamıyor ama öyle bir ruh ki, her zorluğu atlatıyor. 2006-07 sezonunda o ruhu gören olmadı ama olsun. Bunlara bu sene yenileri eklendi. 11 Türk ve teknik direktörsüz takım. Bouzid ve Carrusca'yı Aziz Yıldırım transfer etmedi, hayatında mr çektirmemiş Linderoth'u da o sakatlamadı. Lincoln'e hiç değinmiyorum. Peki birader sormazlar mı adama bu fasfakir takım nasıl 10 küsur transfer yaptı bu sene diye. Nonda, Lincoln, Linderoth öpücükle mi geldi?

Galatasaray 1-0 Fenerbahçe

Evet yanlış bir 11'le çıktı Fenerbahçe sahaya. 1 aydır devam eden Colin ısrarı, Vederson'dan Deivid'e kadar kenarlardaki taşları yerinden oynattı. Evet Volkan gene komik bir hata yaptı, kötü oynanan devre 0-0'a bağlanacakken skor dezavantajına da düşüldü. Evet Galatasaray müthiş pres yaptı. Ama çubuklu yu sırtına geçiren kimsenin bu şekilde oynamaya hakkı yok, hele ki bu sezon finali anlamını taşıyan bir maçsa, hele ki bu bir Galatasaray maçıysa, hele ki bu sezon boyunca önemli maçlarda geriden gelip alınan zorluk derecesi yüksek maçlar mevcutsa. Yaşım 22, kendimi bildiğim ve hatırladığım tarihten itibaren izlediğim Galatasaray maçı sayısı 40'ı bulmaz. 5-1'lik kupa finalini 6-5 bitirebilecek pozisyonu bulmuştu Fenerbahçe, ama 1-0'lık lig finalini 1-1'e bağlayacak değil pozisyon, atak bile yapamadı. Sen mücadele etmedikten sonra yemişim istatistiğini, topla oynama oranını.

Cuma, Nisan 25

"Top adeta direği yaladı sayın seyirciler"

Derbi geldi çattı... Hiç skor tahmini yapamam, genelde de tutmaz, 5-10 dakika oyunu görebildikten sonra birşeyler söyleyebilirim ancak. Tek diyebileceğim 15-20 dakikalık Galatasaray presini kartsız ve golsüz atlatan bir Fenerbahçe bu maçtan en az beraberliği koparır gibime geliyor. Maçı izlemeyi pek düşünmüyorum, ama evde oturmakla da olmuyor ki, illa radyoyu açıyorsun işte. Radyoda maçı anlatan spikerler de maşallah öyle bir anlatıyor ki sanırsın maçta inanılmaz gol pozisyonları olmuş, top bir o kalede bir bu kalede, 90 dakika sonunda kafada saç kalmaz alimallah. "Çok tehlikeli bir Fenerbahçe atağı" der, maçın tekrarını izlerken bakarsın ki o "çok tehlikeli" atak Selçuk'un 30 metreden vurup yeni açığa yolladığı topmuş. Ulan bu pozisyon yüzünden mi saçımı başımı yoldum? Benzer örnekleri çoğaltmak mümkün. Heralde radyo spikeri o an nasılsa dinleyen görmüyor diye pireyi deve yapıyor. Bir gün gideceğiz kapten de ne zaman...

Ne diyorsun hocam sen??

Kazım Kanat'ı sevmem, futboldan anlamaz, objektif değildir, teknik hiçbir yorumu doğru değildir, fanatiktir vs.. Bunlar sevmeme nedenlerim. Aurelio "mehmet" olunca bu konu onu çok rahatsız eder, ama yıllarca milli takımda gol atmış, rekor kırmış Hakan'a giydirir durur kendi çapında. Nobre, Vederson ve Aurelio için şunu yumurtlamış bugün:"Hayatlarında tek inandıkları para olan bu Türkçe bilmeyen Türk vatandaşlarına hayır!"

Perşembe, Nisan 24

Kafkaslı

Amacım uzun uzun Kafkaslı analizi yapmak değil, zaten neyi iyi yaptığı veya yapamadığı malum. Benim gözümde hala bir Yavuzhan değil hatta Özgünhan bile değil ama şampiyon işte. 2006'yı kötü bitirip, 2007'ye kötü başlamıştı, sonradan eylüle kadar inanılmaz bir form yakalamıştı ama Enternasyonal Koşu'da bizim Araplar maalesef senelerdir çok gerilerde kalıyor. Bu seneye iyi başladı, az evvel izlediğim koşusunu da çok rahat kazandı, ama Kafkaslı'da içime sinmeyen, bir şampiyona yakışmayacak kadar çok koşturulması. Bir gün Bursa, 4 gün sonra İstanbul, haftasonu Ankara derken atı da maymuna çevirdiler ama kazanıyor işte, kazanadur Kafkaslı.

Çarşamba, Nisan 23

Gökhan Telkenar'ın bahsi yattı

Riise'nin son saniyedeki hatası turu götürebilecek cinsten. Ama ben golü falan unuttum açıkçası. Fenerbahçe gol yediğinde Sevilla'dan, bu kadar üzülmemişti Telkenar. Çöktü kaldı resmen, inanamadım. Bahis oynadı heralde, başka açıklaması yok bu üzüntünün. Gerrard'a maçın başında iki kere Lampard diyen adam zaten, Liverpool sempatizanı olamaz. Bense sonuca sevindim, millet olarak garibanın yanındayız ya kıl oluyorum İngiliz medyasına. Grant'e yüklendikçe onlar, başarılı olmasını istiyorum adamın.

Salı, Nisan 22

"Fergie doğulmaz, olunur"

Dün Futbol Kulübü'nde harika bir şey söyledi Mehmet Demirkol:"Alex Ferguson doğulmaz, olunur". Mevzu malum, Galatasaray'ın yeni teknik direktörünün kim olacağı konusu idi. Kulübün içinden çıkacak bir hocaya, burada Okay Karacan, Hakan Şükür örneğini verdi, camia gerçekten sabır gösterebilecek mi? Ferguson ilk yıllarında başarılı değil, ama 90'lara damgasını vuran takımı oluşturdu daha sonra. Bizdeki problem sabırsız zihniyet. En kurumsal denilen Fenerbahçe bile bana göre kendisine çağ atlatan hoca ile hala sözleşme yenilemedi, sadece geçen sene tepeden tırnağa dökülen oyuncuların bu seneki inanılmaz gelişimi bile 5 yıllık sözleşme imzalattırır adama.

Cuma, Nisan 18

Halı saha topçusu

Genellikle bu deyim bizim ligimizde Yusuf Şimşek için kullanılır ki kısmen katılırım. Yine de topu aklıyla oynayan ender adamlardandır Yusuf. Delgado da sanki biraz halı saha topçusu gibi, hem koşmuyor hem zayıf ama tekniği iyi. Halı saha topçusunun kafalarda uyandırdığı ilk çağrışım, top tekniği iyi ama fazla koşmayan oyuncudur. Tam tersi örnek ise heralde İbrahim Üzülmez. Hem çok koşuyor hem de top tekniği iyi değil. Ama halı sahada oynasa bence yıldız olurdu. Şöyle sol tarafta, kafa önde, tellerden gide gide...

Perşembe, Nisan 17

Salon adamı#2

Abdullah Avcı, Belediye ile bir yıl daha uzatmış sözleşmesini. İyi ve inandığım bir teknik direktörün rakip takıma gitmemesine sevindim ancak beni daha çok mutlu eden parladığı ilk sezondan sonra hemen daha büyük bir kulübe giden teknik direktörler gibi davranmaması oldu.
Ertuğrul Sağlam Kayseri'de geçirdiği iyi bir sezonun hemen ardından Beşiktaş'a gitti mesela, Anadolu takımları içerisinde şampiyonluk potansiyeli en çok olan takımı şampiyon yapmayı ya da bulunduğu mevkiden ileri götürmeyi, o takımla birlikte büyümeyi düşünmedi. Ersun Yanal ve Bülent Korkmaz örneklerini de verebilirim ama Ertuğrul Sağlam en belirgin olanı çüknü yönettiği takım da iddialı ve güçlüydü. Keza Bülent Korkmaz herkesin takdir ederek ikinci lige uğurladığı Erciyes'te bir sezon daha kalsaydı, bugün hem kendisi hem de Erciyes daha farklı bir konumda olabilirdi. Bu sene içinse dileğim Uğur Tütüneker'in Kasımpaşa'da devam etmesi.
Önümüzdeki yıl Avcı'nın Belediye'deki üçüncü yılı olacak, bakalım Erman, Efe ve Tjikuzu'dan başka daha kimleri izleyeceğiz.

Çarşamba, Nisan 16

Miroslav Stevic

Medyada yer alan Maldonado yorumlarını okuduktan sonra aklıma geldi Stevic. Transfer edildikten sonra oynadığı ilk maç deplasmandaki Feyenoord maçıydı, o maçta onunla ilgili aklımda kalan tek sahne bugün Chelsea forması giyen Solomon Kalou'nun kasıklarına basması ve şans eseri kırmızı kart görmemesiydi.
Onur Belge'ye göre Türkiye ikinci liginde bile onun gibi 500 tane futbolcu bulunuyordu ama pek de öyle olmadığını ilerleyen zamanda kanıtladı bence. Zaten çok kötü olan bir takımda defansif orta saha oyuncusunun harikalar yaratmasını beklemek saçma olurdu ki harikalar yaratmamasına rağmen ligi 6.sırada bitiren takımın Tuncay Şanlı ile birlikte en iyi oyuncularından biriydi. Gerek AIK Solna maçında 35 metreden attığı frikik golü, gerek Galatasaray maçında Serhat'ın attığı, skoru 3-0 yapan golde kestiği ve bugün Türkiye'de oynayan çok az oyuncunun kesebileceği cinsten ortası aklımda kalan sahneler Stevic'le ilgili.
O dönem bütün takım Ortega-Lorant krizi ve alınan başarısız sonuçlarla çalkalanırken, Stevic işini yapıyordu sadece. Ne Diyarbakır deplasmanındaki gibi kendi takım arkadaşıyla kavga edenlerin konumuna düştü, ne de yarı yolda bıraktı takımı. Fenerbahçe'ye geldiğinde 32 yaşındaydı, Lorant'ın transferini onayladığı belki de tek futbolcu Stevic'ti.
Bu arada foto Dortmund yıllarından, hatırlamadığım bir Liverpool maçında Gerrard ile girdiği ikili mücadele.

Fotomaç ve yaratıcılık

Daha geçen hafta "sahada Ballack, sahnede yalak" gibi saçma sapan bi manşet atmışlarken Gençlerbirliği maçı sonrası attıkları manşet acayip hoşuma gitti. Bir dengesi yok Fotomaç'ın, bazen abuk subuk manşetler ve fotolar koyabiliyorlar, bazen ise 8-0'lık Liverpool maçının ertesi gününde attıkları manşet (Plakasını aldınız mı?) gibi yaratıcı olabiliyorlar.

Eski toprak

Kimleri görmedi ki Manchester kalesi Peter Schmeichel'dan Massimo Taibi'ye kadar. Ama Schmeichel'dan sonra kaleye geçenler içinde Van Der Sar kesinlikle en istikrarlısı. 90'ların ortasına denk gelen çocukluğumda müthiş performans gösterip de halen aynı şekilde devam eden çok az isim kaldı, kale mevkii için bu isimler içinde onu tek geçerim. 38 yaşında şu anda, 41-42'ye kadar devam edeceğini düşünüyorum.

Salı, Nisan 15

Chelsea - Wigan

Premier League'de 34. hafta sonunda iki tane şampiyonluk adayı kaldı. Bir tanesi 1-0 geriye düştüğü maçta Arsenal'i yenerken, diğeri 1-0 önde götürdüğü maçta 90. dakikada yıkıldı. Tamam futbol bu her sonuç normaldir ama bu fark bile iki takım arasındaki oyun konsantrasyonunu açıklamak için yeterli bence. Artık Chelsea'nin Stamford Bridge'de Man Utd'i yenmesi de yetmeyecek ki yenmeleri de oldukça zor. Bu arada Kirkland, Arsenal maçından sonra Chelsea maçında da harika oynamış, alınan 1'er puanın mimarı bence.

Pazartesi, Nisan 14

Gelen ve Giden

Bana kalırsa bu sene Beşiktaş'ın yaptığı en iyi yabancı transferi Diatta idi. Hatta Beşiktaş'ın elinde bulunan bütün mevcut savunmacılardan daha iyiydi. Ama burada işler farklı yürüyor, herkes yeni transferin ilk maçta harikalar yaratmasını bekliyor. Hele stoperseniz, işiniz daha da zor, kendinizi beğendirmek daha da zor. 3 maç üst üste 90 dakika oynamadan yollandı Diatta. Şimdi Ertuğrul Sağlam, Diatta'ya göstermediği sabrı sezon sonunda yönetimden bekleyecek takımda kalmak için.


Peki transfer edilen isim kim? Gordon Schildenfeld diye biri. Şöyle bir örnek vereyim, Stjepan Tomas gibi vasat bir savunmacının 50 küsur kez oynadığı Hırvat milli takımında bir kere bile oynamamış bir oyuncu. Ne özelliği var bu adamın diye düşünürsek, "çok iyi ofsayt bozar" diyebiliriz. Adama da fazla kabahat yüklememek lazım, içinde bulunduğu defans bloğunun rakibi durdurabilmek için yaptığı en verimli şey ofsayt taktiği, çünkü başka türlü durduramıyorlar.

Bir huysuz adam

Sorun penaltı kaçırması değil kesinlikle, Alex de o penaltıyı kaçırabilirdi; nitekim çok daha önemli bir deplasmanda, Celta Vigo maçında penaltıyı kaçırmıştı. Sorun Kezman'ın kendisi, varlığı sorun. Kabına sığmayan egosu... Sorun penaltı pozisyonundan iki dakika sonra sol çaprazdan pas vermesi gerekirken, önü kapalı olmasına rağmen o açıdan kaleye vurması. Dünden sonra kesinlikle şuna inandım, Kezman için önemli olan gol atması, takımın ne yaptığının zerre önemi yok. Sorun, öyle veya böyle kariyerinde bu kadar golü olan adamın, bir penaltı için Alex'e yalvaran gözlerle bakması. Sorun, Gaziantep deplasmanında maç 0-4 iken kendisine geç pas atan Deivid'e bağırıp çağırması. Sorun, basından şikayet ederken, sakatlığı boyunca Semih'in 7-8 haftada gösterdiği performansın yarısını iki senede göstermiş olsa aynı basının neler yazacağını düşünmeden, rekabet ettiği takım arkdaşını düşünmeden atıp tutması. Sorun, kendisini dünyanın en iyi golcülerinden biri zannetmesi ama 2004'ten beri Kezman'ı gören yok ortalıkta. Londra'da olmadı, bir küçüğü Madrid'te olmadı, buraya geldiğinde Türkiye ligini Katar ligi zannettiğinden olsa gerek "30 tane atarım, 40 tane atarım" diye atıp tutuyordu, burada da olmadı, ve olmayacak da. Takımı yakan isim falan değildi dün için, ama uzun vadede bütün oyuncuların mutlu etmek için uğraştığı yılda 3 milyon avroluk bir sorun yumağı Kezman.

Mauro Zarate#2

10 gün önce bu postta bahsetmiştim kendisinden, Everton maçında harika bir kesmeyle frikikten attı golünü, bu adamda gelecek var. Bu yaşta Premier League'e gelip de tutunan Arjantinli çok azdır, daha tam manasıyla tutundu diyemesem de gelecek vaadediyor.

Pazar, Nisan 13

Ayıp

Post'a uygun başlık ve resim aradım, düşündüm ama aklıma fazla birşey gelmedi. En heyecanlı ligi kötü spikerlerin anlatması, sezon başından beri oynasa da oynamasa da Tuncay'lı Middlesbrough'nun maçlarının verilmesi ve haftanın en önemli maçlarının verilmemesi sezon başından beri FOX tv'nin futbolseverlerin kara listesine eklenmesi için geçerli sebepler. Sezon başından beri yayınlamadıkları kritik maçları tek tek yazacak değilim, zira çoğunu da hatırlamıyorum. Ama Premier League'in yayın haklarını alıp da Man Utd - Arsenal maçını yayınlamazsanız, insanlar size ağzıyla gülmez, üstüne de sinirlenir. Bizim memlekette olduğu gibi İngiltere'de de kritik haftalara girildi ve üst üste çok önemli maçlar oynanacak. Nitekim bunlardan biri de Man Utd - Arsenal maçıydı fakat FOX tv an itibariyle "Bez Bebek" in zannediyorum ki tekrar bölümünü vermeyi yeğledi. Gerçekten inanılır gibi değil, bunun üstüne yapabileceğimiz bir şeyler olmalı, ama sanırım hiçbir şey yok. Umarım önümüzdeki sene bu gudik kanaldan alınır Premier League'in yayın hakları, benim gönlümden geçen Okay Karacan ve Haberturk.

Cuma, Nisan 11

Elaine

"Get out!"
Elaine Marie Benes

Güzel oyun futbol

Heralde iki kulübün de tarihine geçecek, hatta UEFA kupasının tarihine geçecek bir maç oynandı dün gece Madrid'de. Tamamını izleyemedim, sadece görüntüleri izleyebildim. 114dk 10 kişi oynadı Getafe, 89.dakikada 1-0 öndelerdi, 114.dakikada 3-1 öndelerdi ve hepsi bu değil. O kadar çok kırılma anı var ki maçta... Kahn'dan sıyrıldıktan sonra, Braulio'nun ayağının kayıp boş kaleye topu yuvarlayamaması, direk kucağına gelen topta kalecinin yumurtlaması ve 3-2 olması, kırmızı kart pozisyonunda Ribery'nin frikiğinin direkten dönmesi, Bayern'in iptal edilen iki golü. Çok istiyordum Getafe'nin turu geçmesini,çok da yaklaşmışlardı ama olmadı, 3-3.

Perşembe, Nisan 10

Bir reklam#2

Vazgeçtim, son günlerin en berbat reklamı posta gazetesinin değil. Otobüslü alpet reklamını tek geçiyorum. Osman Tanburacı'nın fren efektleri de cabası. Ordaki herkesi anlarım da, ah be Ziya kaptan...

Arsene Wenger başarılı mı?

Başlıktaki soru bazılarına ciddiye alınmayacak kadar komik gelebilir. Tam 3 nesildir Arsenal'de Wenger. 1996'da takımın başına geçtiğinde "Arsene who?" denmişti, geçtiğimiz dönemde Arsenal yönetimi ömür boyu sözleşme teklif etti diye duymuştum, teklif doğru mu veya Wenger kabul etti mi bir bilgim yok.
Arsenal onu takımın başına geçirdiği günden bugüne 3 lig şampiyonluğu ve 3 FA cup alırken iki kez de biri UEFA olmak üzere avrupa kupası finali oynadı. Birinci nesilde Seeman, Bergkamp, Dixon, Adams, Suker varken Henry ve Vieira gibi ikinci dönemin en iyi oyuncuları o yıllarda yeni yeni takımda yer buluyorlardı.
Bana kalırsa Wenger'li Arsenal'in en iyi futbolu oynadığı dönem 2002-2004 dönemidir. Namağlup şampiyon olunan sene de bu periyod içinde. 2004'te Old Trafford'da 49 maçlık namağlupluğun bittiği, Mike Riley'nin ucuz bir penaltı çaldığı maçtan sonra o sene büyük düşüşe geçen takım için Mourinho "artık Arsenal maçlarını izleme gereği duymuyorum" demişti. Wenger'in ikinci neslinde Henry, Vieira, Sol Campbell, Ljungberg ve Pires başroldeydi. O zaman da Fabregas ve Van Persie gibi isimler yeni gelmişti takıma, hatta Fabregas çocuk denilebilecek yaşta sahaya çıktığı için kulüp tarihine bile geçmişti.
Bu kadar oyuncu bulan, oyuncu yetiştiren bir kulübün 12 yılda sadece üç kere lig şampiyonu olması ve avrupa kupasının olmaması anlaşılır gibi değil. Sonuçsa eğer önemli olan, Arsene Wenger'in başarısı gayet sorgulanabilir. Bu seneki düşüşlerinin bence yegane sebebi, takım kötü sonuçlar aldığında ya da saha içinde kötü oynadığında sorumluluk alacak bir lider oyuncunun olmayışı. Alex gibi bir hareketle oyunu çeviren bir isim değil bahsettiğim. Arsenal'in yaş ortalaması peşinde olduğu hedefler için fazla düşük bana kalırsa. Kulübün finansal yapısı Man Utd ve Chelsea'nin gerisinde de olsa, son 15 yılda yalnızca iki İngiliz takımı (Man Utd ve Liverpool) şampiyonlar ligini alma başarısı da gösterse, bütün bunlar dönem dönem üstüne geçse de Man Utd' nin bu kadar gerisinde kalmasını açıklamaya yetmiyor işte.
Arsene Wenger'i tartışırken ilk akla gelen argüman genç oyuncuları bulup yetiştirmesi ve Arsenal'de oynayacak seviyeye getirmesi. Ama ligi ara dönemler hariç (Arsenal'in altın jenerasyonu ve Mourinho'lu Chelsea) her zaman Man Utd domine ediyor.

Çarşamba, Nisan 9

Chelsea maçına üzülmek

Chelsea maçından sonra haliyle üzgündük. Maçtan sonra Türk takımlarının ve milli takımın İngiltere ve İngiliz takımları karşısındaki performansını hatırlatıp beni teselli etmek isteyen bir abim, "olm, senin milli takımının bu adamlara golü yok. 4.dakikada gol yedikten sonra, al kağıdı kalemi eline başla yazmaya 8'e kadar, bu yenilgiye üzülüyorsun büyük başarıdır" dedi. Aslına bakarsak öyle. 26.dakikada oyuna Hilario girmiş, eminim bütün oyuncular kaleye çekilecek ilk şutta 3.kalecinin hata yapma olasılığının fazla olduğunu biliyordur. Ama öyle bir savunma ki Chelsea savunması, bırakın pozisyon vermeyi şut çektirmediler doğru düzgün. Yine de mümkündü işte, serseri bir gol atılabilirdi bu takıma ancak, o da atılıyordu az kalsın. Olmayınca olmuyor işte.

Liverpool - Arsenal

Maçın ilk yarısını izleyebildim sadece. Liverpool'un artık Torres gibi bir golcüsü var bu çok önemli. Sadece Gerrard'ın ayağına bakmıyorlar. Muhteşem takım oyununun yanına böyle bir golcü eklendiği zaman Fenerbahçe'de olmayan birşey ortaya çıkıyor işte. Eboue'nin gereksiz müdahalesi olmasaydı bugün Arsenal'di yarıfinalist. Ne kadar üzülseler azdır, Arsenal'li olmak istemezdim. Attıkları ikinci golde Theo Walcott'un asisti inanılmaz, 70 metre falan top sürdü heralde. Yine muhteşem bir yarıfinal seyredeceğiz. Gerrard şimdiden "Chelsea'yi 3.kez eleyeceğiz" demiş.

To be continued

Daha ilk duran top Ballack'a gitti. Chelsea takımının en iyi kafa vuran oyuncusuna, bütün duran topların kesildiği oyuncuya bomboş kafa vurdurdu Fenerbahçe. Onun dışında çok dengeli bir oyun oldu. O "daha iyisini bulmak için uzaya gitmek lazım" denen ortasahayla pekala mücadele edildi, hatta seri boyunca Shevchenko ve Anelka gibi iki forvetten toplamda 5 dakika yararlanacak kalitede olan hücum hattına karşı da özellikle dün gece çok iyi direnildi. Ama o savunma bloğunu aşacak hücum varyasyonları olmayınca, sonuç da kaçınılmaz oldu. Dün belli oldu ki, daha üst düzey maçlar için sahaya sürebileceğiniz en "bilinen" forvetiniz Kezman olmamalı. Herşey bir kenara, 87. dakikaya kadar Stamford Bridge'de tur ümidini taze tutmak büyük başarıdır.

Salı, Nisan 8

Chelsea - Fenerbahce

Genel kanının aksine Chelsea'nin Olympiakos'a uyguladığı tarifeyi uygulayacağını sanmıyorum. Chelsea'ye 1-0 yetiyor, öyle haldır haldır saldıracak bir durum yok ortada. Mutlaka baskılı başlayacaklardır, erken gol atıp rahatlamak isteyeceklerdir. Makelele bu maçta oynamaz, savunmaya o kadar gömülen bir oyuncuya ihtiyacı yok Grant'in. Ön libero açığını tam da bir önlibero olmayan Essien'le kapatır. Ne Ballack ilk maçtaki kadar iyi, ne de Lampard ilk maçtaki kadar kötü olacaktır. Bütün duran topları Ballack'a gidiyor, ya indiriyor ya da kaleye vuruyor o da. Kalou ise ikinci sınıf bir hücumcu ancak.

Kezman bu maçta oynarsa ilk maçtaki gibi Carvalho ve Terry arasında tost olur, Zico bunu göremeyecek kadar kör değil açıkçası, Semih ilk 11 başlayacaktır ki zaten basında yer alan haberler de bunu doğruluyor. Gönül ister ki Colin'in böyle tempolu bir 90dakikayı kaldıracak kondisyonu olsun ama hiç sanmıyorum, ikinci yarıda oyundan düşer. Deivid'in solda oynaması, maç sonu istatistiklerine bol şut ve sol kanattan sıfır orta şeklinde yansır. Abartmamak lazım, Cudicini kesinlikle kötü bir kaleci değil. Ama Cech'in havasını vermiyor işte. Vederson'dan hiç endişe etmiyorum, Sevilla maçında harika oynamıştı bugün de benzer bir performans bekliyorum. Ve Alex... İlk maçtaki kadar boğulmayacaktır orta sahada, faha çok topla buluşacaktır. Carlos'un yokluğunda soğutucu görevi onun. Bu arada Fenerbahçe'nin Sevilla ve Chelsea gollerinde kenardan ilk önce Yasin fırlıyor fotodaki gibi, umarım bugün de fırlar.

Geri dön, geri dön...

Balık kraker, Pizza kraker ve Badem kraker.. İlk ikisi duruyor ama üçüncü kayıp, hangi bakkala, markete uüğradıysam bulamadım. Süpermarkette olmasını beklemiyorum zaten, olsa olsa vampir diş satan bakkallarda olabilir. Bir de Taç kraker vardı sarı ambalajlı, sonradan As olmuştu.

Uzun gece

Gecenin favori maçı kuşkusuz Liverpool-Arsenal. Emirates'teki iki maçta da Arsenal üstünlük sağlayamadı, Liverpool turun favorisi ama Milan deplasmanı da önümüzde duruyor Arsenal'in. Herşey olabilir. Gecenin diğer maçı Londra'da. Tur için çok kan dökmek lazım...

Bir reklam

Son günlerde değil son yıllarda gördüğüm en berbat reklamı Posta gazetesi yaptı. Farklısını beklemek de pek mümkün değildi zaten. Reklamda oynayan tipler, sözler hakikaten facia. Özellikle tam da resimdeki ablanın "Angelina Jolie haaamiiile" deyişi beni benden almaktadır. Otur sıfır!

Umuda Yolculuk

Fenerbahçe bu sene kendi tarihinin bilmem kaçıncı en önemli maçına çıkacak. Avrupa deplasmanı olduğu zaman otomatikman aklıma 2001 ağustosundaki Glasgow maçı gelir. O gün Fanatik gazetesi üst manşetten bu başlığı atmıştı. 0-0 bitmişti, ev sahibi takımın Flo ile girdiği bir pozisyon vardı sadece, biz de son dakikalarda Rapaic'le sol çaprazdan bi pozisyona girmiştik. O maça Denizli forvetsiz çıkmıştı. Kadıköy'deki ikinci maç için "%51 turu geçeriz, %51 her zaman %100'dür." demişti ama rakip Rangers'tı...

Haftanın resmi

Bu hafta bizim memlekette sadece hakemler konuşulacaktı, Fenerbahçe-Chelsea maçı olmasaydı, gündem biraz değişecek neyse ki. Cumartesi Kadıköy'de, dün de Ankara'da olanlar muhakkak birilerini kızdıracak, birilerini mahçup edecek. Dün %100 Futbol'da Güntekin Onay olaya daha farklı bir boyut getirdi, biraz insani açıdan yaklaştı, aslında en makul olanı da bu, kalıcı adaleti tesis etmek için. Tabii hakem hataları sadece burada olmuyor, Mallorca-Real Madrid maçının ilk yarısında Mallorca'nın buz gibi golü ve net penaltısı verilmedi. Dün de tartışmalı bir pozisyon vardı Barcelona lehine, bu hafta İspanya medyasının da gündemi hakemler olur.

Kalenin namusu

Barcelona-Getafe maçından sonra bu post için resim aradım sanırım en uygunu bu olur. Tam üç topu direkten döndü Barca'nın, ikinci yarıda kazanmak için herşeyi yaptılar, girmedi bir türlü. Puan farkı 5'e inseydi bile hala şampiyon olacaklarını sanmıyorum. Seneye takımda köklü değişiklikler olacak. Gunjohnsen ne güzel adamdır...

Cumartesi, Nisan 5

Almanlar'a ne oluyor?

Önce Werder Bremen elendi UEFA kupasından. Leverkusen ve Hamburg'un eşleşmesi belki şanssızlıktı, her halükarda biri elenecekti, bu Hamburg oldu. Şampiyonlar Ligi'nde Stuttgart hiçbir varlık gösteremedi. Schalke belki yeteri kadar yukarı çıktı ama onlar da büyük ihtimalle yarı finali göremeyecek. Son olarak Leverkusen kendi evinde Zenit'ten 4 tane yedi, işi mucizelere kaldı. Ve Bayern Münih... Kupanın daha ağustos ayından beri en büyük favorisiydi, kendi sahasında 90'da Contra'dan yediği gol İspanya'da onları da sıkıntıya sokacak. Getafe, Fenerbahçe ile birlikte bu yılın sürpriz takımı.

Cuma, Nisan 4

Telesekreter

"Believe it or not, George is not at home, please leave a message after beep, i must be out, or i would pick up the phone, where could i be? Believe it or not, i'm not home."

Coca Cola Kid

"It was the biggest goal of my career. As an Arsenal fan, it's extra motivation to beat Chelsea."
Colin-Kazım Richards

Namağlup

Şu karede olan ve o takımın bence %70 ini oluşturan Vieria, Henry ve Pires bugün yok. Ashley Cole Chelsea'de, Sol Campbell Portsmouth'ta. Wenger'in ikinci jenerasyonunun son demleri aslında. O sezon ilk jenerasyonun altın çocuğu olan Bergkamp yavaş yavaş Van Persie'yi ısındırıyordu, bugün takımın lideri olan Fabregas oyuna girdiği zaman eli ayağı titriyordu. Bu takımın pas trafiği bugün bile hiçbir takımda yok, inanılmaz zevk veriyordu oynadıkları futbol. Ayrıca o yılların bir başka güzelliği de Premier League'i FOX gibi gudik bir kanal vermiyordu, NTV'den izliyorduk maçları. Yukarıda saydığım üçlüden bugün sadece Pires mutlu.

Perşembe, Nisan 3

Anatoliy Tymoschuk ve Lorik Cana

Az önce biten ve Zenit'in Leverkusen'e top öğrettiği maçta aklıma geldi postu girmek. Takıma yön veren, kendini belli eden takım kaptanı ön libero kadar hoşuma giden birşey yoktur şu oyunda. Lorik Cana'yı ilk önce Marsilya-Beşiktaş maçında seyretmiştim, tarzına üslubuna hayran kalmıştım, gerçek bir kaptan bence. Anatoliy Tymoschuk da öyle, başarıya giden küçük takımın lideri. Ellerinde UEFA kupasının yükseldiğini görmek hoş olacaktır, yarı finale çıktılar diyebilirim. Bir önceki turda da bu ikilinin karşı karşıya gelip maç öncesinde birbirlerine kulüp flamasını verdiğini de ekleyeyim. Bir de Timmy Simons vardır, deplasmandaki PSV maçında Deniz Barış kendisine ağız dolusu bir "arschloch" demişti.

Mauro Zarate

FM'de iyi olan bir oyuncuyu, gerçek hayatta izlemek büyük keyif veriyor insana. Mauro Zarate de öyle. Devre arasında kiralık olarak Birmingham'a geldi, usta işi iki gol attı haftasonu City'ye. Daha yakından izlemek lazım.

Özgüven iyi de...

Uğur Boral'da enteresan bir kendine güven var. "Chelsea'yi rahat eleriz" güvenli açıklama zincirinin son halkası. Sezonun ilk yarısındaki Galatasaray maçı için, "rakip namağluptu, çünkü henüz bizimle oynanamamıştı" demişti. "Kusura bakmasın kimse, biz bu ligin en iyisiyiz". Şimdi tabi açıklamaların sivriliği bir tarafa, bu yıl sadece iki Sevilla maçında kapasitesinin üstünde performans göstermiş bir oyuncu için fazla iddialı sanki.


Drogba'da da benzer bir durum vuku buldu dün akşam. Arsenal maçındaki gibi kassa, 2 tane atabilirdi dün. "Bunlar takım değil" diye düşündü, kafasına göre oynadı, bencildi, bendine sığmadı taştı, artisliği elden bırakmadı, binbir çalımla topun başına geçtiği frikiği berbat kullandı. 60'tan sonra oyunun değişmesinde Chelsea'li oyuncuların bu fazla özgüveninin de rolü büyük. Başrolde Drogba var.

DJ!

Bir gün Colin formanın altından mikrofonu çıkarıp, "up tıss" lı tempo tutacak ama ne zaman.. Hali, tavrı, ciddiyetsiz görünüşü, yürüyüşü bizim memleketteki topçu profiline uzak. Dün gece attığı gol Hasan'ın Brezilya'ya attığı golün aynısı. Marcos ve Cudicini'nin yatışlarından, Colin ve Hasan'ın sol patlatmalarına kadar. Hasan'ın açısı daha dardı sadece. Hafıza işte...

Pek hoş

Gerçekçi olalım, bu seviyede hiçbir maçta deplasmandaki takımın ev sahibine 60dk top göstermediği olmamıştır. İki takım arasındaki fark öyle acı biçimde ortaya çıktı ki ilk 60 dakikada, "e Chelsea tabi normal" dedim. Ama hep birşeyler oluyor, illa dramatik biçimde maç kazanılıyor. Sevilla maçı 87'de 3-2 oluyor, Volkan İspanya'da hatalı 2 gol yiyip, 3 tane penaltı kurtarıyor, hakikaten enteresan. Bu maç da öyleydi, kendi kalesine gol atan Deivid, 30 metreden galibiyet golünü attı. 60'da hiç kimse 1-1 biteceğine inanmazken maç 2-1 bitti. Galibiyet galibiyettir. Londra'da ne olur bilmiyorum, Karel Brückner her zaman "bir sonraki maçı hemen düşünecek kadar profesyonel değilim" der, öyle diyorum.

Çarşamba, Nisan 2

Bizim Jussi!

Bugün ki "akşam" gazetesinde bir haber çıktı, Trabzonspor kaleci arıyormuş. Haberi okurken fotoğrafa baktım, bir yerlerden tanıdık geliyor ama kim? Meğer Bolton'lu Jussi Jaaskelainen 'miş kaleci. Ama haberde sadece Jussi diye geçiyor. Jussi dendiği zaman insan ister istemez bir afallıyor. Ya haberi yapanlar "Jaaskelainen" ismini bilmiyor ya da acayip samimiler birbirlerine isimle hitap ediyorlar. Yıllar önce de "Fenerbahçe Cavallero ile anlaştı" yazılıp, haberin resmine Brezilyalı Marcos konmuştu. O yüzden ilk şık daha mantıklı.

Sen at da...

“After we beat Seville there were 100,000 people at the airport waiting to welcome us. If we beat Chelsea I cannot imagine what will happen.”
Mateja Kezman