Euro 2012'ye evsahipliği yapacak Polonya'da inşa edilen National Stadium için çalışıyorlar. Aşkla, sevgiyle, milletçe birlik ve beraberliğe ihtiyaç duydukları bu günlerde...
Perşembe, Aralık 30
Komşumuz Tim Abi
Everton'ın yıldız orta saha oyuncusu Tim Cahill'in Bodrum'da bir villa aldığı öğrenildi. 31 yaşındaki Avustralyalı yıldızın sürekli tatilini geçirdiği güney sahillerini çok sevdiği ve buradan bir ev aldığı ifade edildi. İngiltere Premier Ligi’nde top koşturan Cahill’in “Bodrum’un özellikle iklimi ve denizi çok hoşuma gidiyor. Ayrıca Avustralya’dan hem ailem ve hem de arkadaşlarımla ortak bir buluşma noktası özelliği taşıyor” diye konuştuğu bildirildi.
Kaynak: Fanatik Gazetesi
Cahill doğru yolu bulmuş. Bize komşu gelmiş. Evi tam olarak nereden almış öğrenmek lazım. Bodrum yıllar önce Serkan Balcı'yı uğurladı, Tim Cahill'i aldı. Doğru bir transfer hamlesi. Buradan da sevgili Tim'e (yavşakça)sesleniyorum."Hacı yazın yıllık iznini iyi ayarla; Eski'de tekila içeriz Körfez'de takılırız." Tim'in de misafiri çok olur, Kylie Minogue olsun, Nicole Kidman olsun. Lan; peki Harry ve Lucas da bizi görecek mi?
Selam Yine Ben
Leonardo bence geçen sene girdiği sınavdan geçer not almıştı. Zor durumdaki takıma şampiyonluk heyecanı yaşattı. Bu sezona iyi başlayan Milan'ın temellerinde Leonardo imzası vardır.
"Leonardo sadece Milan'da şans bulur, o da eski takımı olduğu için" diyenler; mayıs ayında haklı olduklarını düşündü. Ama 2010 bitmeden Leo, yeni bir takımın başına geçti. Üstelik yine Milano şehrinde.
Hem Inter'i hem Milan'ı çalıştıran kaç teknik direktör vardır? Bunu 41 yaşında gerçekleştiren kaç teknik direktör vardır? Bunu 1 sene içinde başaran kaç teknik direktör vardır?
Peki Brezilyalı; Inter'de ne yapar? Milan'da 1.5 sene önce enkaz devralmıştı. Şimdi ne olursa olsun son Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olan takımın başında.
Hayat çok enteresan. Mayıs ayında Inter kral, Leonardo yetersiz hocaydı. Aralık ayında Inter'i kurtaracak kişi olan seçilen isim Leonardo.
Leonardo, solaktır, sol kanattır, ve çocukluk kahramanımdır. O nedenle başarılı olmasını isterim. Inter'i ise pek sevmem ama Leonardo Inter'i hoş görmek için yeterli bir sebep.
Serie A yeni bir hikaye ve rekabet kazandı. Milano ise Leonardo ve Allegri gibi iki büyük takım tecrübesi yetersiz ve kupasız 2 hocaya sahip. İtalya garip bir futbol ülkesi, Serie A sinema filmi gibi bir lig. İlgiyle izliyoruz.
Galatasaray 67-56 Fenerbahçe
Dün yazdım. Görev bilinciyle gidilen bir maç gibi hissediyordum. Ayaklarım geri geri gidiyordu nerdeyse. O Topkapı-Salon arası yolu yürümek ızdırap olacaktı, öyle oldu. Soğuk bir yandan, rüzgar bir yandan. Kafada U-17 olayları. Bir de hayatı siken, sikmese de zorlayan 2010 senesi. Kısaca maç öncesi ruh hali;berbat.
Salonun önündeyim. Biletler veriliyor içeri giriliyor. Pek kalabalık yok sanki. Daha dolmamış. Hani tüm biletler bitmişti. Nerede bu millet. Maçı bekliyoruz. O sırada Işıl ve Arda'yı görüyoruz. Arda'ya sevgi gösterileri. Takım ısınıyor o esnada. Rakip de ısınıyor. Rakip takım basketbolcularına en ufak bir hamle yok.
Artık maç başlıyor. Yalçın Dümer kadroları sayıyor. Engin Kennerman'ın adı duyulunca ıslıklar artıyor. Fenerbahçe kadrosundan kimsenin ismini duyamıyoruz. Sonra Galatasaray'ın evlatları.
Joshua, Caner, Preston, Taylor, Tutku, Luka, Radoslav, Haluk, Evren, Ermal. Koç Oktay Mahmudi. Sene başından beri sert savunma yapan ve hucumda paylaşımı öne çıkaran bir takımımız var. Fenerbahçe ise ligin en güçlülerinden. Eurolig takımı. Kafa kafaya oynayabiliriz. Yeneriz ama biliyoruz ki kırılma anlarında her zaman gereken hamleyi yapamıyoruz. Bilinç altında, daha önce oynanan maçlar var. Hatta daha önce oynanan kız basket maçları bile.
Maç kötü başlıyoruz. Fenerbahçe 5-15 önde. Başka zaman olsa tribün çökerdi. Kaçıncı kez aynı başlangıç. Kaçıncı kez "bu sefer olacak" diyerek gelip maçın başında kopmak. Futbolda, basketbolda, voleybolda. Başka zaman olsa tribün çökerdi. Bu sefer çökmedi.
Oyuna Tutku ve Schumpert girdi. Tutku sahaya girdi. Tribün salona çöktü. Önce 12-15 ile periyot bitti. Sonra 16-15 ile periyot başladı. İkinci periyot futbol tabiriyle hazırlık paslarıyla geçti. İki takım da birbirini ölçtü tarttı.
Kaya Peker ve Mirsad Türkcan. Maça gidenler anlamıştır cümlenin sonunu. Zaza Enden ruhu hiç mi eksilmez? Yavaş yavaş "aman çocuklar, yapmayın çocuklar" otokontrolüne giriyoruz. Basketbol maçlarında 5 faul alan her zaman bizim tribün olmuşuz, çoğu zaman maçın sonunu görememişiz. İlk küfürlü tezahürat olan "hakem ne oluyor götün başın oynuyor"a anonsu yemişiz. Üstelik daha ağırlarını Galatasaray'a, Galatasaraylı'ya eden bir hakem sahada maç yönetirken. İlginçtir, 3.periyotta 10.000-15.000 veya 18.000 (kaç kişi varsa artık) tarafından içten ve tek bir ağızdan edilen "Allah belanı versin" tezahratları anonsu gerektirmedi. Demek ki hakemlerimizde Allah korkusu yok. Şahsen ben olsam; bana 15.000 kişinin küfür etmesini 1000 kişinin bela okumasına tercih ederim.
Devre arası. 2 sayı gerideyiz. Ama artık nedense umutluyum. Olacak bu iş diyorum. Hatta 10 dakikalık ara sonrasında skorboarda bakınca geride olduğumuzu görünce şaşırıyorum. Ulan madem gerideyiz ben niye bu kadar umutluyum.
3.periyot başlıyor. Bir basketbol maçının en önemli periyodu; 3.periyottur. 3.periyottan sağlam çıkabilen son periyodu mental olarak güçlü oynar. 3.periyodu kötü oynuyoruz. Schumpert oyuna girince; şimdi kopardık diyorum, tam tersi oluyor. Üst üste şutlar kaçırıyor, Mert Schumpert. Bir de top kayıpları. Neyse ki savunmamız muhteşem. Fenerbahçe farkı açamıyor. Evren kaçırıyor, Rancik kaçırıyor ama fark artmıyor. O dönemde giren tek şut; faul düdüğünden sonra Tutku'nun öylesine salladığı şut. Tabi ki sayı değil ama sayı kadar önemli belki de.
Fark 6 sayı mı, 8 sayı mı ne; öyle bir şey. Tutku çıkıyor. İlk periyotun sonunda yaptıklarını yine yapıyor. Deja-Vu. 2 sayı geride giriyoruz.
Son periyot. Bu periyot sonundan ya lider çıkacağız, ya da salondan 2010'a küfür ederek çıkacağız. Olmadık fauller çalınıyor. Yanlış adamlara fauller çalınıyor (Veya biz öyle görüyoruz,ama tribündeyiz, öyle görebiliriz) Sonuçta Tutku'yla izliyoruz maçı. O pozisyonları tekrar görmek lazım. Bakalım akşam Erman hoca ne diyecek?
Oysa eve gelince Ömer'in pozisyonu geliyor ekranlara. Sonrasında çalınan teknik faul. Kaya Peker'e yapılan faulü Oğuz Savaş'ın kullanması es geçiliyor. Akla Sırbistan maçı geliyor. Ömer Onan basketbolu iyi biliyor. Buradan askerdeki arkadaşımız Davut'u da analım; "Sırbistan'ın hakkından Fenerbahçe gelir."
Hasan Ali Atasoy kenarda çıldırıyor. Teknik faul alıyor sonunda. Maç kopuyor. Oktay Mahmudi bütün maç kendi kendini yedi oysa. Hem kendi karakterinden dolayı hem tribün gaza gelmesin diye. Bunun bir getirisi olacaktı.
Öne geçiyoruz. Ama rahat değiliz. Geçmiş aklımızda. Maçı kazanırız belki ama maçın bitmesine 5 dakika kala bile salondan çıkma korkusyla yaşıyoruz. Nefes alana; "nefes alma lan, hakemler kızıyor" diyecek noktadayız. Herkes nefesleri tutuyor zaten o esnada. Yıllardır görmediğimiz bir Galatasaray izliyoruz. Fenerbahçe'yi 56 sayıda tutan bir Galatasaray. Takım elbiseyi çekmiş Damir. Büyük basketbolcudur. O olsaydı işler değişirdi belki. O yok, Tutku var.
Maç bitiyor. Üçlüler, parmaklar, mutluluk. 2010'u tüm badirelere rağmen lider bitiryoruz. 2010'u tüm badirelere rağmen mutlu bitiriyorum. O Salon - Topkapı arası yol, ne güzel bir yol...
Çarşamba, Aralık 29
2010 Şarkıları
Daha önce 1-2 seneyi daha böyle uğurlamıştım. 2010 yılında hayatımın bir dönemine veya tüm yıla eşlik eden şarkılar. Listelemek gerekiyor, saygı olarak. 2010 şarkıları demek yanlış anlaşılmasın; bu şarkıların çoğu 2010 yılına ait değildir. Eski şarkılardır. Ama bu sene bana çok yardımcı olmuşlardır. Bazen neşe, bazen keder, bazen totem. İlk 4-5 şarkı çok önemlidir, bütün yıla yayılmıştır, önemli totemlere ev sahipliği yapmıştır, diğerleri biraz daha mevsimsel kalmışlardır ama hepsi candır. Gönül isterdi ki size Fizy linkleri vereyim ama Youtube ile idare edecekseniz. İlginçtir 2010'un çoğunda yasaklı olan Youtube'du, biz Fizy'den dinliyorduk bunları.
1-) Fleet Foxes / Mykonos: Fleet Foxes'i çok az bilirdim. O çok az şarkının arasında Mykonos yoktu. Borges sayesinde keşfettim şarkıyı, yalan yok. Linki de oradan verelim.
2-) Kemo The Blaxin / La Recata: Paz Vega ile Morgan Freeman'ın oynadığı 10 Itmes or Less adlı filmin şarkılarındadır. Paz Vega'nın üzerini değiştirdiği bir sahnede çalar. Bu sene nasıl olduysa sık sık dinledim, oysa filmi hiç izlememiştim; bu şarkıyla totemler yaptım. Güzeldir.
3-) Pulp / Common People: Pulp ile 2004'ten beri haşır neşirim. Common People'ı o yaz sık sık dinlemiştim. Bu sene de bir dayanak oldu, güzel oldu.
4-) Mirkelam / Yollar: 2010 çıkışlı şarkılardan. Mirkelam ilginç adam. Ayrı bir yazı konusu. Şarkıyı dinlerken insanın yollara çıkası geliyor haliyle. Bir gece ansızın kendimi Bodrum'a giderken bulunca otobüste bu şarkı çaldı. 2010'da çıkanların en güzeli.
5-) Placebo / Every You Every Me: Bu da bir Bodrum şarkısı diyebiliriz. Kışın; Bodrum'a nasıl giderim'in planını yaptım. Sonra iş zora girdi. Bir gece ansızın kendimi Bodrum'da buldum. Bodrum'a gitmeden önce bu şarkıyı dinliyorum 1-2 hafta, Adamik'e girince bu çaldı, huzur geldi.
6-) Marianne Faithfull / Nobady's Fault: Geç saatlere kadar çalışılan dönemlerin şarkısı. Adamı bazı zamanlarda sikertebilir.
7-) Sıla / Bana Biraz Renk Ver: Sıla gol olur. via Coşkun Çelik. İlk başlarda bu hatunu sevmiyorum, Kenan Doğulu ile beraber söylediği şarkı ve çektiği klip nedir. Sonradan ısındık.
8-) U-2 / Party Girl: İlginçtir, bu şarkıyı yıllar sonra dinlememe vesile olan Serkan Korkmaz'dır. U2'nun konser için geldiği günlerde, U2'nun konseri için İstanbul'a gelen birine..
9-) Tim Yuro / As Long As There Is You: Güzeldi bu da; Dream Tv çok çaldı.
10-) Maradona / La Mano des Dios: 2010 Dünya Kupası yılıydı, 2010 Dünya Kupası Maradona kupasıydı. Yalan yok çok dinledik. 10 numaralı şarkı O'nun tabi ki.
****
Şimdilik bu kadar; basketbol maçına yetişmek gerekiyor, aklıma gelince ilave olacak.
İlaveler:
K Grubu
18 Ocak: Caserta - Galatasaray
25 Ocak: Galatasaray - Estudiantes
1 Şubat: Galatasaray - Nymburk
15 Şubat: Nymburk - Galatasaray
22 Şubat: Galatasaray - Caserta
1 Mart: Estudiantes - Galatasaray
Dürüst Olmayan Maradona
1986 Dünya Kupası’nda İngiltere’ye attığın ve ‘Tanrı’nın Eli’ olarak tarihe geçen golden dolayı suçluluk duydun mu?
"Kendimi asla suçlu hissetmedim. Rakibinize karşı oynarken daima bir üstünlük kurmaya çalışırsıız. Bunun için elinizi de kullanırsınız. Çünkü daima kazanan taraf sandviçleri alır! Eğer yaptığınızı hakem görmezse, bu çok daha iyi bir şeydir. Bir keresinde Napoli’de oynarken Zico’lu Udinese’ye karşı elimi kullanarak bir gol atmıştım. Zico da ardından yanıma gelip, “Elinle gol attığını hakeme söylemelisin” demişti. Ben de ona elimi uzatıp, “Seninle tanıştığıma memnun oldum Zico. Ben Diego... Yani dürüst olmayan Maradona” cevabını verdim."
Maç Öncesi
Son derbide sahaya adam girdi. Kızların finalinde tribünde maçı bitiremedik. Bundan önceki maçlarda da aynı sıkıntı. Maça gidesim yok. Hele bir de U-17 maçında yaşananlar ve sonrasında oluşan ortam. İsteksizim. Biraz ayak alışkanlığından gidiyorum.
Galatasaray, ya iyi oynayıp Fenerbahçe'yi yenecek ve sıkıntı olmayacak. Ya da Galatasaray'ın zorlandığı anlarda dışarıdan bir etki olacak ve Galatasaray yine maçı kazanacak. Aynısı Fenerbahçe'nin sahasında oynanan maçlarda da geçerli. Anca yeni bir Cemal Nalga olayı çıkacak ki Fenerbahçe bu maçın galisi sayılsın.
Olay çıkmasın, gidelim izleyelim. Yenelim veya yenilelim. En azından farklı bir şey olsun. Son periyotu görebilelim, 1.5 saatlik maç 3 saatte bitmesin, her periyot 10 dakika durmasın. Sporcular da tahrik etmesin, tribüne hareket çekmesinler, kafalarında havluyla gezmesinler. (Evet havludan tahrik oluyoruz).
Bu Galatasaray-Fenerbahçe maçları da 5 senedir ilginç zamanlarda oynanıyor. 2006 ve 2007de aynı gün Kadıköy'de futbol maçı vardı, 2008'de 3 Ocak'ta oynandı, yani devre arasıydı, 2009'da milli maç haftası olduğu için futbolda maç yoktu. Yani bütün gözler basketbola kayıyordu ister istemez. O gün Kadıköy'e gidemeyen Galatasaraylı salona geliyordu veya futbol maçı olmadığı için haftayı basketbol derbisiyle dolduruyordu. Bugün de yine futbol gündemi boş, ve herkes basketbola kanalize oldu. Bu arada hafta içi olmasına rağmen biletlerin maçtan 1 gün önce bitmesi de enteresan. 2008'de Ayhan Şahenk'teki maça elimizde bilet olmasına rağmen girememiştik. Bu 5 maçta da Fenerbahçe tribünü yoktu. Zaten en güzel maç 2005 2 Ocak'ta oynanan maçtı. Biz deplasmandaydık ve 1 pota arkasında biz vardık. Fenerbahçe yenmişti ama 12.000 kişi tek bir olay çıkarmamıştı.
Saha içine geldiğimiz zaman; bu sene iyiyiz. Fenerbahçe zaten yıllardır iyi, belki bu sene daha da iyi olabilir. Ama derbide durumlar değişiyor. İbre sanki bizden yana. Fenerbahçe'nin sahasında oynasak belki en az 10 sayı fark yerdik ama bugün kazanırız gibi hissediyorum.
2004 Aralık ayından beri tribünde doğru düzgün bir Fenerbahçe galibiyeti göremeyen ben, ya bugun hasreti dindirir, ya da belki bir daha derbiye gitmez.
Yazıyı okuyanlara Vizontele'den gelsin: Olaylara Karışma.
Salı, Aralık 28
Sağlıklı Yaşam İçin Spor
Öncelikle Arel Üniversitesi ve LOSEV'in adlarını analım böyle bir panel düzenlendiği için. Neler konuşuldu bilmiyorum ama panelin adı ve katılımcının Emre olması çok ironik, manidar, metaforlu; ne dersen de..
Aklından 2001'i çıkaramayanlar için kahkaha nedenidir, Sağlıklı Yaşam ve Spor adlı bir panelde Emre'nin konuşmacı olması. Herkesin sandığının aksine Galatasaraylılar (veya çoğu Galatasaraylı'nın aksine ben) Emre'yi Fenerbahçe'ye transferi ile yargılamamaktadır. Onun çok daha öncesi vardır, 2001 baharına tekabül eder.
Aklından 2001'i çıkaramayanlar "sağlık için spor yapmıyoruz" cümlesini de hiç unutmazlar. Gördükleri, duydukları yerde akıllarına Emre gelir.
Brezilya Alex'i İstiyor
Fanatik Gazetesi birkaç gündür Alex'i Brezilya'ya yolluyor. Sürekli bir kulüp yetkilisi Alex hakkında konuşuyor veya bir gazete Alex hakkında haber yapıyor. Ne kadar doğrudur bilemeyiz, ama şimdiki haber daha doğru.
Globoesporto; bir anket yapmış. Hangi takımın taraftarları en çok hangi futbolcuyu istiyor. Tabi Maicon'lar, Alves'ler'in adı geçmediğine göre demek ki biraz ayağını uzatabileceğin yorganı seçme durumu var.
3 tane kulübün taraftarları en çok Alex'i istemiş ki; bu kadar çok istenen başka bir futbolcu yok. Sao Paulo taraftarının yüzde 95'i, Palmeiras taraftarının yüzde 96'sı, bu sene lige yükselen Coritiba'nın %92'si Alex'i istiyor. İlginç olan takım Sao Paulo. Alex futbola Coritiba'da başladı, oradan Palmeiras'a transfer oldu. Bu iki kulüpte güzel anılar bırkamış olması muhtemel. O nedenle eski topçularını istiyor olabilirler. Ama Sao Paulo niye bu kadar sevdalanmış Alex'e anlamadım.
Alex'in asıl efsane olduğu takım Cruzeiro. 2003 yılında 100 puanla şampiyon olan takımda; Nobre, Deivid, Maldonado, Edu, Tottenham kalecisi Gomes, Benfica'ya giden stoper Luisao gibi isimler yer alıyordu. Alex, o takımın en golcü ismi olmuştu. Buna rağmen Cruzeiro taraftarının en çok istediği isim şu an Lucescu'nun S.Donetsk'inde oynayan Marcelo Moreno. Moreno Ukrayna'ya Cruzeiro üzerinden giden bir isim. Henüz 23 yaşında.
Listede en çok istenen futbolcu ise bir diğer Fenerbahçeli. Sarı-lacivertlilerin şu anda en çok istemediği futbolcu olan Baroni, Corinthians taraftarının en çok istediği futbolcu. %97'lik bir orana sahip. Aynı orana Marcelo Moreno ve Roma'nın stoperi Juan ulaşabilmiş.
Daha önce Türkiye'de oynmaış olan isimlerden Kleberson ise; Atletico PR taraftarının gözdesi konumunda. Ze Roberto ve Juninho'yu kimler istiyor; şuradan bakmak mümkün.
Sessiz Takip
Dün yakalananlardan birini tanıyorum. Çok iyi tanımıyorum, hatta o beni sadece sima olarak bilir belki, ismimi bile bilmez. Ben de onu herkes tanıyor diye tamırım biraz da. Neyse ne. Beraber aynı masada oturmuşluğumuz vardır, ortak tanıdıklarımız vardır. Ve az çok biliyorum ki; vandal/barbar biri değil.
Onu aklama çabasında da değilim. Ortada yapılan bir yanlış var. O yanlışın cezası hukuki alanda onaverilir . Ama işlenen suçtan daha fazlasını o yakalanan 2 kişiye yüklemek; son 10 yılda işlenen bütün tribün suçlarını; sahaya atılan maddeleri, edilen küfürleri, çekilen bıçakları, hatta şikeleri, teşvikleri, usulsüzlükleri bu 2 kişiye yıkmak; hiç bir adalete, vicdana sığmamalı, böyle olmamalı. Ortalıkta ir linç kültürü var. Daha çok eski hesapların hırsıyla.Kimi bu adamı siyasi mevzulardan dolayı sevmez, kimi de patlattığı pankartlardan. Fırsat bu fırsat, düşene vurma zamanı.
Bu tribün tarafı, üstelik biraz sanal. Bir de TV durumu var; bu daha tehlikeli. Saat başı sürekli; Bu işin takipçisi olacağız demek "yargıyı baskı altında bırakmak" değil midir? Yapılan bir yanlış, hata, suç var. Olay var. Bunun cezası verilir. Olaydaki tahrik'e bakılır, sicilin temizliğine bakılır bir ceza verilir. Ben de dün ceza verilmesinden yana olan bir yazı yazdım. Çünkü bireylere ceza verilmediği zaman sıkıntıyı herkes çekiyor. Zaten temelde aynı şeyi savunuyorum yine. Sadece hakedenler, hak ettiği kadar ceza çeksin. Yasada yazılı olduğu kadarıyla. Daha fazlası değil. Hani verilecek hukuki ceza falan önemli değil de; bir de bu insanları afişe etmek. Adresini, eşinin adını soyadını vermek, internetten yaymak. Bunlar sahaya girmekten daha büyük suçlar olmalı. Umarım NTV Spor bu işin de takipçisi olur. Takipte olmak zordur, tutarlı olmayı gerektirebilir.
Bu arada dün yakalananlar "çocuk dövenler" değildir. Fenerbahçe'nin yardımcı hocasıyla kavga etmişlerdir. Teknik ekipten birine vurmak da yanlıştır. Ama "çocuklara vurdu" diye lanse edilmesi daha da yanlıştır. Ajitasyondur, yönlendirmedir, adalete inanıyorsanız, ilahi adalete de inanabilirsiniz. Ve insanları işlemediği suçladan dolayı etiketlemenin vicdani açıdan sıkıntısı büyük olur. Hemen veya çok geç zamanda. Vicdan varsa tabi.
**
Sokakta kavga eden iki adam en fazla ne kadar ceza alır? 30 saniyelik görüntülerle her şey açığa çıkabiliyor mu? Bir insan hakkında suçlama varsa; "bir dakika ağalar; siz böyle görüyorsunuz ama bunun 1 dakika öncesi de var" diyerek kendini savunamaz mı? Yoksa hukuk devleti dediğimiz şey; " evet biz gördük, kavga ediyorlar, burnu kırılan çocuk var, 2 kişi de yakalandı, hadi beyler asalım." Bu arada burnu kırılan Fenerbahçeli futbolcuyu, sahaya giren taraftarlar değil kavga ettiği Galatasaraylı futbolcu dövmüş. Burnu kırılan Fenerbahçeli'nin ifadesi öyle en azından. Sonuçta hukukun bir işelyişi yok mu? Olaylar; kişilerin isteğine göre farklı değerlendilir mi?
Başkanlar da iyi fırsat yakaladılar. 2-3 kişinin ceza almasını sağlayıp "fair-play'ci başkan" sıfatını almak istiyorlardır. Ali Sami Yen Stadı'nda "yönetim istifa" diye bağırabilmenin cezası bu olmamalıydı. Biraz sağduyu oluşsun, biraz soğusun herkes, sakin olalım. Bekleyelim. Ama şu bir gerçek; gerçek diye bir şey kalmadı, herşey sulandı. Bu yazıyı yazmama gerek yoktu. Koyardım bir Arsenal - Chelsea maçı fotosu geçer giderdim. Olay benim olayım değil, beni etkilemeyecek. Ben hayatıma dün nasılsam öyle devam edeceğim. O iki kişinin 50 sene hapis yatması ile 5 dakika sonra serbest kalması arasında hiçbir fark yok. Ama insan bazen birşey yapmak istiyor.Bazen hiç birşey yapamıyor. Bazen sadece buraya yazabiliyoruz. Kendi vicdanımı rahatlatmak için. Çok az tanıdığım bir adamdan bahsediyorum (belki de benim görmediğim 1000 tane günahı/suçu da vardır). Benle hiç bir ilgisi olmayan olaydan bahsediyorum. Ama işte vicdan, içini kemirir insanın, rahatını bozar, kimsenin haksız yere sıkıntıya düşmesine el vermez. Çoğu kişide yokmuş.
Pazartesi, Aralık 27
Bu Stadı Başlarına Yıkalım
Fotoğrafı daha önce kesin görmüşsünüzdür. Kısır, futbolsuz günlerde ben de koymak istedim; blog dolu gözüksün. Blog dolu gözüküyor ama Schalke'nin Veltins Arena'nın çatısı yoğun kar yağışı nedeniyle yıkılmış, tepesinde boşluk var. Asıl ilginç olan ne biliyor musunuz, daha önce defalarca ihalesi değişen, işçilerin hayatını kaybetmesine neden olan, yangınların çıktığı, bitmesi yılan hikayesine dönen Türk Telekom Arena Stadı yapılırken; bu stadyumdan feyz alınması. Ve artık TT Arena kendi uğursuzluğunu buradan Almanya'ya yollamış. Schalke , ucuz kurtulmuş.
Susalım
Dün bir olay yaşandı. Savunulacak tarafı yok. Ama bu kadar da çok konuşulacak mı?
Dün bir olay yaşandı. Bu olayın yaşanma nedeni, dün sahada yaşananlar değil; daha önce yaşanan olayların uzun uzun konuşulmasıdır. Yoksa değil midir?
Kan davası nasıl ilerler, nasıl gelişir,nasıl sıçrar,büyür bilinir mi? Ve bu kadar kirlenenden sonra en sonunda 17 yaş altındaki çocuklara uzanmaz mı, bilinmez mi?
Olyalar hakkında bir yazı değil. Sanıyorum ki birkaç aklı evvel dışında dünkü olayları farklı yorumlayan çıkmayacaktır zaten. Olay medyada ses buldu, emniyet, hukuk, kulüpler falan filan bu olayın peşinde olacaktır. Bundan sonra daha ne yapılır ki?
"Bundan sonra böyle olaylar olmasın diye konuşalım" diye konuşmaya başlayanlar, bundan sonra böyle olayların yinelenmesini sağlıyorlar. Gerçekten farkında değiller mı, yoksa bilerek mi böyle yapıyorlar hiç emin değilim.
Yine söz döndü dolaştı, sporda şiddet yasasına geldi. Ne tesadüf. U-17 maçında 3-5 kişi kavga çıkarıyor, o kişilerin ne ceza alacağını bilmiyoruz, emin olamıyoruz ama hala sporda şiddet yasası. Yine cezayı ben, sen, biz, siz alacak. Başkası değil.
Hiç belli olmaz belki bakarsın "bu insanlar olay çıkarıyor, bilet fiyatları artsın olay çıkmasın" diyenler yine türer. Hatta belki "PAF maçları bedava, it-kopuk artık oraya gidiyor, olay çıkartıyor" derler ve altyapı maçlarının ücretlenmesini isterler. Öğrenciler, işçiler, az kazananlar maçlara gelmesin isterler, sanki kendilerinin altyapı maçlarına gitmeme nedeni onlarmış gibi. Onlar olmasa dolu tribünlere oynanacakmış gibi.
Fuat Akdağ demiş ki (ben duymadım); olay çıkacağı belli davullarla pankartlarla gelmişler. Neyle gelinecekti, Lafonten ve Jules Verne kitaplarıyla mı? Veya davul adam mı öldürüyor, pankart internetten satılan silahtan daha mı olay çıkarmaya müsait.
Lech Poznan U-11 maçında şov yapınca el üstünde tutulur, taraftar burada pankart-davulla gittiği zaman "olay çıkaracağı belli" denir. Çok güzel.
İşin taraftar boyutu var bir de. Bu işten kimler nemalanıyor anlamıyorum. Bir taraftan "barış var, barış sağladık, gençler kan akmadan maç izlesin diye" diyenler var. Tamam artık kimse kimseyi stad önlerinde gece yarılarında bıçaklamıyor ama Fenerbahçe atkısı gören tahrik oluyor, Galatasaray forması gören kendinden geçiyor. Eskisinden daha tehlikeli, kimin ne olduğu, ne yapacağı belli değil.
Dünkü olaylarda mesela; forumları okuyunca fark ettim; Galatasaraylılar Fenerbahçeliler'den daha çok üzülüyor. Hem kulübun adı kötü bir olaya karıştığı için hem de 17 yaşındaki çocuklara saldırılması başlı başına üzücü olduğu için. Fakat kanı kaynayan Fenerbahçeliler içten içe daha bir rahatlar. Artık her şeyi yapabiliriz, bundan daha kötüsünü yapmayız, o zaman stad önünde forma araması yapabiliriz, sokakta kızlara saldırabilirz, caddede araba camlarını kırabiliriz, 1998'deki gibi GS bayrağı sallandıran eve silah sıkabiliriz. Bilinç altı bu.
Nedir bu olayın sonu veya niye böyle oldu; bunlar sorun değil. Nasıl çözüleceği bile belliyken, niye hala bu olayları konuşmak ve çözmemek daha çok işinize geliyor? Basının da, tribün gruplarının da, kulüplerinin de işine geliyor. Ama niye abi, hala çözemiyorum? Neden benim maç izlememi, davulla-pankartla maça gitmemi istemiyorlar anlamıyorum. Nasıl oluyor da 16 yaşında çocuklara atarlanınca mutlu oluyor, nasıl oluyor da dayak yiyen çocukları görünce mutlu oluyorlar?
İşte o yüzden susun. Gaza gelmeyin. Dün 1 saat forumlara girdim, biraz televizyona baktım, bugün sabah gazeteleri okudum ve ben bile gaza geldim. MSN'de Fenerbahçeli bir arkadaşımla tartışır oldum. Niye abi, bize ne? 3-5 kişi bir bok yemiş alsınlar cezasını. Neden Fenerbahçeli, 3-5 kişi yüzünden tüm Galatasaray camiasına ve Galatasaraylılara saldırır ki? Neden bir Galatasaraylı kendisinin tanımadığı insanların çıkardığı olayı hafiletmeye, suçu ört-bas etmeye çalışır ki? Yapanlar belliyken ben niye kasıyorum. Suç benim değil, suç benim sevdiğim takımın değil. Neden biz uğraşıyoruz?
Susun abi işte. Konuşmayın. Ama unutmayın da. Olay çıkaranların takipçisi olun. Karaborsa yapanları takip edin. Sahaya yabancı madde atanı, topçuya saldıranı. Ceza alıyorlar mı takip edin ama konuşmayın, savunmayın, tartışmayın. Bakalım onlar ceza alıyor mu, yoksa sapın bir ucu bizi mi buluyor? Sapın bir ucunun bize değimesi çoğunluğun daha çok mu hoşuna gidiyor? Susup, bekliyorum ben.
Perşembe, Aralık 23
Sahaya Çıkarken
Hayatımda kritik bir gün. Kritik değil belki de; önemli diyelim. Adım atıyorum. Bunun futbol olarak karşılığı sahaya çıkmak. Sahaya çıkıyoruz. Maça başlıyoruz.
Tanıdıklar olayı biliyor, taşındım. Son 5 yılda 5 ev değiştiren bir adam için sıradan bir durum. Ama 6.ev bir geri dönüşü simgeliyor. Doğup büyüdüğüm mahalleye dönmesem de ona yakınım. En azından daha bir evimdeyim artık. Üstelik bu sefer sorumluluk daha fazla olacak gibi. Kendi ayaklarımızın üzerinde duruyorduk zaten ama şimdi tökezlemenin bile telafisi olmaz. Altından kalkarız.
Yukarıdaki fotoğrafı PC'ye atmışım zamanında. Niye atmışım bilmiyorum. Bir Fiorentina - Juventus maçı. Sanırım takım sahay çıkıyor. Belki de şampiyonluk kutlaması.
Biz de sahaya çıkıyoruz. Maç başlamak üzere. Taraftarlar, sevenler sahaya çıkmadan önce çok yardımcı oldu, hepsi sağolsun. Bundan sonra baskı üzerimizde. Ama ben baskıyı severim, yeter ki ıslıklama olmasın, sabırla beklesinler. Kutay gol gol gol diye bağırmasınlar, erken gol gelmeyince uğultu çıkmasın, sabırla tezahürat yapsınlar. Yaparlar da zaten. Biz de her golden sonra tribüne koşarız. 2006 yılı pankartı; size inanıyoruz.
Giden & Gelen
Yeni Yasa
Fanatik Gazetesi'nden alıntıdır. Yeni Sporda Şiddet Yasası için amaçlananlar yazılmış. Amacım sesli düşnmek. Hukukçu değilim, bazı şeyleri bilmiyorum ama taraftarım, sürekli maça; stadlara-salonlara gidiyorum. Olay çıkarmayan münferit taraftarı, beni ve benim gibileri ne kadar etkileyecek. Kafanıza takılan olursa onları da ekleyin sorular çoğalsın?
1-) Kanunun uygulama alanı, sadece müsabaka alanlarını değil, taraftar gruplarının sürekli gittiği mekanlar, müsabakanın yapılacağı yere gidiş-geliş güzargahları, kamp ve tesis alanlarını da kapsamalı... Buralarda yapılan ‘çirkin ve kötü tezahürata’ da ağır yaptırımlar uygulanmalı.
Sokakta küfür etmenin kanunlarda cezası var mı? Varsa sokakta bağırarak küfür edenlere yaptırım var mı? Eğer varsa niye sporda şiddet yasası çıksın, var olan kanun uygulansın. Eğer yoksa, niye sokaktaki adam küfür edebiliyorken, üzerinde forma olan adam edemiyor? Öte yandan mekanlarda çıkan olaylardan; olay çıkartanlara verilen cezalar dışında başka ne cezalar verilecek, kime verilecek?
2- Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde merkezi spor birimi, il ve ilçe emniyet müdürlükleri veya jandarma komutanlıklarında ‘Spor Birimi’ kurulmalı, uzmanlaşmış kolluk teşkilatı oluşturulmalı.
3- Bilet satışları, elektronik sistem üzerinden ve kişilerin adı, soyadı, fotoğrafı ile vatandaşlık numarası yer alan kartlarla yapılmalı. Bilet satışları, koltuk numarasıyla ilişkilendirilerek yapılmalı, spor alanlarına kapasitenin üzerinde seyirci alınmamalı. Biletinin gösterdiği yere oturmayanlar uyarılmalı, karşı koyanlar dışarıya çıkarılmalı ve para cezası verilmeli. Biletsiz olarak spor alanına girenler ve onlara yardım edenler, hapis cezası ile cezalandırılmalı.
Ben bir arkadaşıma hediye olarak bilet alamaz mıyım? Bilet alırken vatandaşlık numarasını sormak zorunda mıyım? Veya ben bileti almışım ve işim çıkmış, tanımadığım kişiye (bilet fiyatı üzerinden) satamaz mıyım? Bir yere biletsiz girmenin cezası hapis midir? Yoksa sadece maça giren mi hapse girecek? Ayrıca madem Avrupa örnek alınıyor; koltuksuz bir tribün (kale arkası) oluşturmak neden hiç düşünülmüyor?
4-Kanuna aykırı davrananların tespit ve takibi için kamera ve teknik donanım kurulmalı.
5-Statlarda ‘bekletme odası’ ve güvenlik kameraları ile anons sisteminin yönetildiği ‘kontrol odaları’ oluşturulmalı... Bu odalarda federasyon ve kulüp temsilcileri bulunmalı; kayıt altına alınan görüntülerin birer örneği de kolluk birimlerine, federasyon ve her iki kulüp temsilcisine verilmeli...
6- Spor alanlarına girişi yasak maddeler tanımlanmalı ve bu konuya ilişkin uyarı levhaları asılmalı... Bu maddeleri temin edenler ve kullananlara ağır para cezası ya da hapis cezası verilmeli.
7- Her kulüp için bir kolluk görevlisi, ‘kulüp polisi’ olarak görevlendirilmeli... ‘Kulüp polisi’, deplasmanlarda da kulüple birlikte olmalı ve kendisiyle aynı görevi yapan yetkili ile kontakt kurmalı..
Şu anda bu zaten uygulanmıyor mu? Yoksa uygulananlar pilot takımlar mı ?
8-Kulüplerde görev yapan yöneticilerden biri ‘Taraftardan Sorumlu Temsilci’ olarak atanmalı... Bu kişi, kolluk kuvvetleri ve özel güvenlik birimleri ile temasta olmalı.
Taraftardan sorumlu yönetici; çok sakat duruyor. Güven vermiyor.
9- Şike ve teşvik primi suç olarak düzenlenmeli.
Hala düzenlenmedi mi?
10- Karaborsa bilet satışı yasaklanmalı, bu şekilde satış yapanlara ağır cezalar verilmeli.
Zaten yasak değil mi?
11- Elekronik kartı yetkisiz olarak üreten, satan, devreden, satın alan ve bulunduran kişilere ağır cezalar verilmeli.
Şu an ceza verilmiyor mu?
12- Yasak alanlara girenlere ağır cezalar verilmeli...
Yasak alanlardan kast edilen nedir?
13- Spor tesislerine zarar verenler, kamu malına zarar verir gibi yargılanmalı ve meydana gelen zarardan sorumlu tutulmalı...
14. madde yok; 13'ten 15'e geçmişler...) Ben en sona ekliyorum o zaman bir tane...
15- Tanımlanan suçlardan dolayı soruşturmanın başlatılması halinde şüpheli hakkında spor müsabakalarını seyirden men kararı tedbiri derhal uygulanmaya başlanmalı... Hükümle beraber verilecek ‘seyirden men cezası’, diğer cezaların infazı bittikten 2 yıl sonra sona erdirilmeli...
16- Seyirden men cezaları, oluşturulacak elektronik bilgi bankasında tutulmalı.
17- Seyirden men cezası alan kişi; takımının müsabakası yapılacağı gün başlama saatinde ve 1 saat sonra en yakın karakola başvurmalı, beyanda bulunmalı... Seyirden men cezalılar, yurt dışındaki maçlara da gitmemeli ve müsabakadan 5 gün önce pasaport ya da seyahat belgesini en yakın karakola teslim etmeli...
18- Cezaları Spor Güvenlik Kurulları değil Spor İhtisas Mahkemeleri vermeli.
19- Müsabakalarda görev yapan hakem, gözlemci ve temsilciler kamu görevlisi sayılmalı.
20- Bu kanun kapsamında verilecek para cezaları ‘adli cezalar’ olarak verilmeli.
14.madde benden; 20 madde var; niye ırkçılık için bir madde, özel bir yaptırım yok?
Adriano İmzalıyor
Adriano memleketini seviyor. Avrupa ona göre değil. Brezilya'da kendini özgür hissediyor. Bahar gelmiş Brezilya dağlarına, Adriano'da vurmuş kendini vatanına. Bakmayın burada sadece kızların ilgisi olduğuna. 3-5 fotoğraf daha var; çocuklarla, gençlerle vs...
Adriano bu sezon 5 maç oynadı, 2'sinde ilk 11 oynadı. Golü yok. Geçen sene bu zamanlarda Flamengo'nun şampiyon topçusuydu, scooter ile idmana gidiyordu.
Peter Hyballa
Borges'in olduğu yerde Alman futbolu hakkında yazmak bize düşmez. Ama biraz fırsatçılık yapalım. Tuchel'i, Klopp'u bize tanıtan Borges'den önce davranalım, 2-3 satır bilgi vererek yıllar sonra Hyballa'yı ilk ben yazdım deriz.
Dün Almanya Kupası'nda Skibbe'nin Frankfurt'unu Aachen ile yendi Hyballa. Skibbe 3 hafta içinde önce Tuchel'i, sonra Klopp'u alt etti. Unvan maçları gibi bakarsak; Hyballa unvan şampiyonu oldu diyebiliriz.
Hyballa genç hocalardan. 1975 doğumlu. 35 yaşında yani. Skibbe gibi bu işe genç yaşta başlayanlardan. Skibbe ile bir diğer ortak özellik ise kariyerinde B.Dortmund bulunması. Skibbe; Dortmund'da A takım hocası olmadan önce altyapılarda çalışmıştı.
Hyballa da B.Dortmund'un U-19 takımını çalıştırdı. Burada finaller oynadı, kupalar kazandı. Tuchel'in oyuncu olarak kazandığı turnuvayı o teknik adam olarak kazandı.
2009 yılında Tuchel'e rakip oldu; U-19 finalinde. Tuchel'in Mainz'ı kazandı. O takımda, Hyballa'nın elinde 2 tane Türk vardı. Biri Tolgay Arslan, diğeri Ekici. Ama Mehmet Ekici değil, Volkan Ekici. Volkan Ekici, bu sene başında Beşiktaş'a transfer oldu ve A2 takımında oynamaya başladı. Tolgay Arslan ise Hyballa'nın takımı; Aachen'a uzandı.
Olay budur; Hyballa kimdir, ne olur bilmiyorum. Ama yeni bir isim geliyor olabilir. Fotoğraftaki hali; Klopp çılgınlıklarını andırıyor zaten. Belki de Skibbe-Klopp-Tuchel kare ası Hyballa ile tamamlanır.
Çarşamba, Aralık 22
Kılıçla Yaşayan Kılıçla Ölür
Dün Fenerbahçe'yi İstanbul'da yenen takımın teknik direktörü Kemal Kılıç olabilirdi. Ve şu anda birçok gazete ve TV kanalı Kemal Kılıç etkisinden bahsediyor olabilirdi. Bu "halamın bıyığı olsaydı" teorisinden çok daha gerçekçi bir senaryoydu. Yapılması gereken, daha doğrusu yapılmaması gereken tek bir hamle vardı. Kemal Kılıç, Bank Asya 1.Lig'e çıkardığı Bucaspor'dan ayrılmayacaktı.
Kemal Kılıç geçen sene Bucaspor'dan ilk yarının başında ayırmıştı. Batı'dan, Güney'e geçmişti. Ailesi İzmir'de yaşayan Kemal Kılıç, bir Adanalı olarak memleketinin takımına gelmişti. Sezon sonunda dramatik bir tablo oluşmuştu. Kemal Kılıç'ın kurduğu Bucaspor, Özcan Kızıltan yönetiminde Süper Lig'e merhaba diyordu. Adanaspor ise, Bucaspor ile aynı puanı toplamasına rağmen 3.sırada kalıyordu ve Süper Lig'e çıkamıyordu. Üstelik Bucaspor rakibini sezon içinde; İzmir'de 4-1, Adana'da 3-0 yenmişti. Bu maçlardan biri berabere bitse, Kemal Kılıç şu anda Süper Lig'de Adanaspor'u çalıştırıyor olacaktı.
Adanaspor bu sezona, geçen sezon kaçırdığı şampiyonluğu yakalamak için başladı. Kemal Kılıç ise bu sefer İzmir'e geri dönmeyi tercih etti. Bu sefer Karşıyaka'ya. Kemal Kılıç daha önce de Karşıyaka'yı çalıştırmıştı. Karşıyaka'nın kazandığı son şampiyonlukta takımın başında o vardı. Yani Bucaspor'u da, Karşıyaka'yı da Bank Asya 1.Lig'e çıkaran hocadır. Rizespor'u, Samsunspor'u, Hacettepe'yi Bank Asya 1.Lig'e düşüren hoca; Erdoğan Arıca'dan görevi devraldığında herkes ondan çok umutluydu.
Sorun neydi bilmiyorum. Karşıyaka birçok maçta geriden gelerek puan kazandı. Ama istenilen yerde bitmedi ilk yarı. Cumartesi gübü Güngören ile deplasmanda 0-0 berabere kalınca sular ısındı. Üzerine hala sıcaklığını koruyan ve ne olduğu belli olmayan doping skandalı geldi. Son darbe ise geçen senenin Süper Lig şampiyonu Bursaspor oldu.
Karşıyaka ile Bursaspor arasında sebebini dışardan izleyen bizlerin çok net bilemediği bir husumet var. Ezeli rakip ifadesi hafif kaçar. Bursaspor Süper Lig'e çıktıktan sonra ilk kez karşılaştılar. Karşıyaka ile Bursaspor son karşılaştıklarında denk kuvvetlerdi. Karşıyaka tribünü "2012'de koyalım Real Madrid'e" tezahüratını söylerken bugünleri tahmin etmiş midir? CL takımı Bursaspor, Karşıyaka'nın karşısında.
Sonuç şaşırtcı olmadı. Sahaya Vederson dahil 6 yabancı çıkartan Bursaspor, elle tutulur tek futbolcusu, tek yabancısı, herşeyi Tiago'yu bile bu maçta oynatamadı. Bursaspor 2-0 kazandı. Kemal Kılıç ile yollar ayrıldı. Kemal Kılıç Karşıyaka'dan giderken; Bucaspor, Fenerbahçe'yi yenmekle meşguldü.
Bir de işin Reha Kapsal kısmı var. Karşıyaka tribünü (Çarşı) deliler gibi Reha Kapsal'ı istiyor. Evet Reha Kapsal, bu takıma son 5-6 senede yaşanmayan heyecanı yaşattı. Başarılıydı, ve bence gereksiz yere gönderildi. Ama aynı nehirde 2 kez yıkanmaz. Üstelik bu kadar kısa aralıklarda. Üstelik Reha Kapsal'a Manisaspor'a gitti diye tavır koyanlar varken. Reha Kapsal, FFT'daki müthiş yazılarına devam etsin. Kemal Kılıç'ın yenemediği Güngören ile o da karşılaşmıştı ve 2-2 berabere kalmışlardı. O günlerde Reha Kapsal'a güvenmeyenlerin şimdi Reha Kapsal'a sarılması büyük hata olacaktır.
Bu sezon Karşıyaka için bitti. Doping nedeniyle puan silme cezası gelirse yeniden başlar; hedef ligde kalmak olur. Kemal Kılıç; bu sezon 2 takım çalıştırmış oldu, onun için de sezon bitmiş oldu. Kazanan İzmir'de küçümsenmeye devam eden Süper Lig takımı, Türkiye Kupası çeyrek finalist adayı Bucaspor. Ben bir İstanbullu olarak bu yazıyı niye yazıyorum bilmiyorum. Karşıyaka'yı ve Bucaspor'u son 2 yılda niye bu kadar sevmeye başladım bilmiyorum. Karşıyaka sevgisinin temelinde Reha Kapsal olabilir, Bucaspor ise zaten herkese sempatik geliyor.
Nedenini bilmiyormuş
"Buradaki 8.yılım, ben böyle oynamaya alıştım. İlk fırsatta tepki gösterdikleri oyunculardan biriyim, nedenini bilmiyorum. Bu baskı altında oynamak çok zor, ama ben alıştım." Gülerek başladım bu sabaha...
***
Bloga hemen hemen hiç yazmıyorum, Kutay'la bile ne zamandır görüşemedik. Bu yazıdan sonra bi ararım onu ne yapıyormuş öğrenelim. Resmi site voleybol başarısıyla kaplı durumda, futboldaki başarısızlık alt satırlarda yer buluyor. Aykut Kocaman şampiyonluk demiş, belli ki gruptan çıkılacağına kendisi de inanmıyor. Mantıklı bence, inanılacak bir durum kalmadı çünkü. Dün akşam yine alınan sonuçlardan ötürü kafayı kuma gömmek zorunda olanlar bir anda hortladı Fenerbahçe başarısızlığı üzerine, Fenerbahçe'nin elenmesinin onlara verdiği keyfi, biz kupayı alırsak bir gün ben yaşar mıyım bilmiyorum. Her neyse bu işler böyle, sevmediğim bir taraftar profili olduğu için çok da ciddiye almıyorum.
***
Fenerbahçe 9 puan geride ve iyi oynamıyor. Daha ağustos ayında veda etti Avrupa Kupaları'na. Türkiye Kupası'ndaki cenabetliğimiz de yine devam ediyor. Benim hala umudum var ama dakika 80 olur takım 0-2 mağluptur, berbat oynuyordur ama siz yine de umutlusunuzdur ya, bu öyle bir umut. Oradan da elendik diyelim kısaca. Geriye kalıyor lig ve 9 puan gerideyiz ve iyi de oynamıyoruz. Şansı yanında olan, rüzgarı arkasına alan, kadrosu kısıtlı olmasına rağmen sezon başından beri ciddi bir sakatı olmayan Trabzonspor'un gerisinde bu takım ve bana göre final maçına 19. hafta çıkacak. Aykut Kocaman'ın kendisi için çok önemliydi dünkü Buca maçı. Şampiyonluğun zora girdiği bir durumda, Türkiye Kupası ve şampiyonlar ligi onu bu takımda seneye de görmemizi sağlayacak yegane bileşimdi, artık şampiyon olmak zorunda.
***
Aykut Kocaman teşhisi hemen koyuyor, yanlışı görüyor, benim şahit olduğum Fenerbahçe tarihinde ilk defa bir teknik direktör demogoji yapmıyor. Hele Daum'un Türkiye ve Aziz Yıldırım yalakalığından sonra Aykut Kocaman'ın samimi açıklamaları, açık sözlülüğü, en basitinden Okan ve Gökay, bu dürüst adamın kesinlikle daha az baskı altında çalışmayı hakettiğinin göstergesi. Ama bu mümkün olmuyor. Kafasında birşeyler var ve bunlar güzel şeyler, benimse inancım tam. Dediği gibi Gökay'ın ayakları yere sağlam basmıyor, fiziği yetersiz ama Gökay 1992 doğumlu. "Brezilya milli takımının sol beki düşünsün" diyor Brezilya milli takımının sol beki Andre Santos'un neden yedek kaldığı sorulduğunda, düşünceler güzel, söylemler güzel, ben bu adam için, teşhis doğruluğunda gördüğüm ışıktan da ötürü 2 yılı rahat çöpe atabilirim. Ama bu camia atmaz, Aziz Yıldırım atmaz, o tribünler atmaz. Bu yüzden devre arasında ne yapıp edip Fenerbahçe'yi kazanan bir takım yapmalı Aykut Kocaman. 4 yıl içerisinde iki defa son dakikada şampiyonluk kaybedip de ertesi yıl başarıdan bahsetmeyi, o travmadan kurtulmayı çok az camia yapabilir bu dünyada. Çok şükür ki tuttuğum takım böyle bir takım ve 2007'de ayağa kalkmayı yine çok düzgün bir insanla başardı onun saha içi hatalarına rağmen. Aykut Kocaman'ın Zico kadar saha içi hatası da yok bana kalırsa, sadece bu sefer ki rakiplerimiz çok az hata yapıyor. Biz eğer yere daha sağlam basarsak, onların ayakları titreyecektir. İkisi de Kadıköy'e gelecek çünkü. Bunun için mesajı 19. haftada vermek zorundayız. Veremezsek eğer Aykut Kocaman için çok üzülürüm.
***
Özetle takımın Samandıra'da topbaşı yapacağı tarihe kadar tedaviye başla hocam, teşhisin doğru ama biraz daha geç kalırsan ameliyat masasında kalan sen olacaksın. Neyse biz bir Kutay'ı arayalım...
Fenerbahçe 2-3 Bucaspor
20 liraya iki Süper Lig takımını izleme fırsatını her zaman bulamazsanız. Eviniz maçın oynanacağı stada 5 dakikalık mesafede olunca, saat 20.15'te başlayacak maç için 19.30'da "hadi gidelim" lüksünüz oluyor. Bunu ilk defa yaşadım, bundan sonra Caferağa olsun, Burhan Felek olsun daha yakın bana. Aralık ayında sıcak-güzel havayı bulunca, 3.5 sene sonra Saraçoğlu'na gittim. Saraçoğlu'na son gidişim; R.Carlos'un ilk maçı olan S.Dontesk hazırlık maçıydı. O hafta İstanbul'dan tşınıyordum, şimdi Kadıköy'e geri dönüyorum. 3.5 senenin açılışı da kapanışı da Saraçoğlu'nda oldu.
Sinan ve Yiğit ile beraber izledik maçı. Yiğit artık beni dövdürecek. Geçen seneki Trabzonspor maçı, dünkü Bucaspor maçı. İkisi de normal bir kaybediş değil. En azından maç sonu tepkileri olarak, Fenerbahçe'de bazı şeylerin sesli konuşulmaya başlandığı maçlar. 100 yıllık camiayı fişekliyorum.
Saraçoğlu'nu genelde deplasman tribününde ziyaret ettiğim için midir bilmiyorum ama stadın bu kadar güzel olduğunu fark edemedim. Daha önce kutu gibi bir stad gibi geliyordu. Sıkıntıları vardı, hem tribün açısından hem mimari açıdan. Belki de çocukluğumuzun Fenerbahçe Stadı'na alıştığımız için göz yadırgamıştı. Eskiden Çamlıca'dan esen rüzgarın eksik olmadığı, arka yoldan geçen arabaların göründüğü yerde; artık üstü kapalı, ısıtmalı, dış dünyaya kapalı bir stad var. Artısı da eksisi de var, eksiler daha çok maç sonuna doğru ortaya çıktı. Tabi bir de daha önce maça etki gibi konuları irdeleyen ergenlerdik. Şimdi maçı oturarak bile değil resmen yatarak izledik. Konfor had safhada. Deplasman tribününde olunca konforu fark etmek mümkün olmuyor.
Aykut Kocaman, diğer hocalardan farklı bir tarza sahip. Farklı konuşuyor, farklı davranıyor. Ama saha içine baktığımız zaman değişik bir şeyler göremiyoruz. Takım üzerinde farklı şeyler deneyen hocaları severim. Ama o farklılığı herkesin yaptığı gibi yapanlar ezber hocalığından kurtulamaz. Aykut Kocaman'da biraz o var sanki.
En basitinden; "kupa maçında as oyuncuları dinlendirelim". Evet bizim ülkemizde böyle bir mantık var. Aykut Kocaman "ben de yaparım, kupa maçında farklı olurum" diye düşünmüş herhalde. Fakat bu daha çok alt lig takımlarıyla karşılaşıldığında veya grupta 1-2 maç kazanıldıktan sonra yapılır, yapılmalı. Ne olursa olsun karşısınızdaki bir Süper Lig takımı ve gruptaki ilk maçı kaybetmişsiniz. Bir kaza, takımın gruptan çıkmasını engeller.
Alex yedek, Niang yedek, Emre yok, Volkan yok. Dün sadece Serkan yerine Volkan olsaydı bugün başka şeyler konuşulurdu. Daha önce Kadıköy'de yedek kaleciyle oynadığı için kaybeden bir takımın taraftarı olarak, Fenerbahçeliler için gerçekten üzüldüm. Kupadan elenmenin veya bir maçı kaybetmenin bu kadar basit bir nedeni olmamalıydı. Aynı şekilde hatalı gol yiyen kalecisini ıslıklayan taraftarın Kadıköy'de ve diğer stadyumlarda işi olmamalı. Fakat şu bir gerçek ki bu profil giderek daha fazla yayılıyor. Şunu da eklemek lazım; Fenerbahçe taraftarının "anlık tepki verme" özelliği onun bir kimliğidir ve her zaman var olmalıdır. Kendini frenlerse dışa vurum daha sert oluyor, daha zararlı oluyor. Misal geçen senenin son maçı. Dün akşamın Fenerbahçe tribün performansını hiç beğenmediğimi de eklemeliyim. Hafta içi oynanan bir kupa maçı diyip geçelim.
Bucaspor. Bülent Uygun hezimetine rağmen yine toparlanıyor. Geçen sene bu takımı çok yakından takip ettim. Sempati kralı oldular, herkesin sevgisini kazanarak Süper Lig'e çıktılar. Sonra Bülent Uygun geldi ve büyü bozuldu. Neyse ki Bülent Uygun takımı yarı yolda bıraktı. Ahlak dışı bir hareket, yanlıştan dönmelerine neden oldu. Samet Aybaba da çok beğendiğim bir hoca değil gerçi ama yine de Bucaspor'a daha uygun bir hoca olduğu gerçeği var. Aybaba, gençleri sever. Elinde de kullanabileceği inanılmaz bir potansiyel var. Dün ilk 11 oynayan Kamil Ahmet ve Civar 1992 doğumlu, oyuna sonradan dahil olan Salih (48 numarayı giyer, Marmaris doğumlu), 1994 doğumlu. Kaleci Atilla umut vermese de 1988 doğumlu, 10 numara Sercan 1988 doğumlu. Yeri gelmişken Sercan'dan bahsedelim. Geçen sene, devamlı oynayan Mehmet Batdal'ın gölgesinde kaldı belki ama yeteneği dikkat çekiciydi. Yine bir kupa maçı çin İstanbul'a gelmiş ve Sami Yen'de Galatasaray'a karşı oynamıştı. Mehmet Batdal laubali bir penaltı atışıyla takımını turdan ederken, Sercan Galatasaray defansını dağıtmakla meşguldü. Dün yine iyidi.
Bucaspor, sezon başında kaybettiği sempatikliği yeniden kazanmak üzere. Güzel olan da bu. Bu sene 3 İzmir takımını da canlı izledim. Geçen sene de izledim. Arada çok değişiklikler olsa da Bucaspor yine bıraktığımız yerde. İyi toparladı. Diğerleri ise (Karşıyaka ve Altay) sıkıntılı.
Fenerbahçe'de Yobo fena değil gibiydi. Dia istekli, Stoch isteksizdi. Gökhan Gönül kötüydü, Gökay'ı ilk kez izledim bir numarasını, artısını göremedim. Baroni aynı, Semih yitik, Selçuk faydasızdı. Uğur Boral'ın sakatlıktan çıkması sevindirici. Severim Uğur'u.
Özgür Yankaya kötüydü ama en azından maçın önüne geçmek için şovlar yapmadı. O da yeterli oluyor. Kötünün iyisi.
Bu arada Fenerbahçe'nin forması çok kötüydü. Bizim yıllar önceki buz mavisi forma ile kapışır.
Salı, Aralık 21
Afrika Ödülleri
Milovan Rajevaç. Afrika'nın başarılı hocası. Afrikalı değil; bir Yugoslav. Dünya Kupası'nda Gana'nın başındaydı. Gana ilk defa çeyrek final oynadı. 3.defa bir Afrika takımı bu noktaya ulaşabildi. Bir penaltı atışı, onları tarihi bir başarıdan alıkoydu. Yine de birysel olarak ödül aldılar. Gyan, Ayew, Boateng Afrika'da yılın 11'ine girdi. Başlarındaki Rajevaç da yılın teknik direktörü. Takım olarak da yılın en iyi milli takımı ödülü.. "Bu Gana takımınındaki oyuncular akıllarıyla oynamıyor, ilerleyemezler, hocaları da yanlış değişlikler yapıyor" diyen abilerimizi hatırladınız mı?
İstanbullu Lefter
Lefter'in futbolculuğunu bilecek yaşta değilim. Futbolculuğunu sonradan izleyecek materyalimiz de yok. O yüzden Lefter kim sorusuna eski futbolcu cevabını veremiyorum. Lefter daha farklı bir isim. Lefter bizim için dedelerimizin arkadaşı, babalarımızın abisi gibi biri.
İstanbulluyum. Babam da İstanbullu. Eski İstanbul'u bana anlatabilen bir ailem var. Bazı arkadaşlarım da İstanbullu olduğunu söylüyor ama eski İstanbul'u onlara anlatanlar yok. "Eski İstanbul daha güzeldi" ukalalığına girmem de yaşadığınız şehrin eski halini birilerinden dinleyebilmek güzel bir duygu. İşte bana İstanbul'un geçmişini anlatanlar; arada Lefter'den de bahsederdi, ki Lefter benim için biraz futbol daha çok İstanbul demek.
Mesela eskiden futbolcular maçlara kendi imkanlarıyla gidermiş. Taraftarlarla toplu taşıma araçlarında karşılaşmaları çok olağanmış. Ada'dan Kadıköy'e geçen Lefter ile aynı dolmuşa binenleri var mesela. "Ben tribüne çıktım, o sahada 2 gol attı" diyenler.
Yazları veya haftasonları Ada'ya kaçanlar onu çok defa görmüşler. Anlatırlar. Anlatmışlar. Lefter meşhur adam tabi, herkes tanıyor. Tanındığı için her hamlesi destana dönüşüyor. Lefter'i gördüm balık yiyordu. Yer tabi, herkes yiyor. Herkesin yaptığını yapıyor. Ve zaten Lefter'i güzel kılan da bu. Lefter herkesin yaptığını yaparken, aslında kendisi gibi meşhur olanların yaptığını yapmıyordu. Halkın içindeydi ama farklıydı. Güzel bir tarzı vardı.
Güzel tarzı olan iki adam vardı sanırım. Bize anlatılanlara göre öyle en azından. Biri Vedat Okyar diğeri Lefter. Güzel adamları seviyoruz.
Eğer bugün kafamızın bir köşesinde "ulan Ada'da mı yaşasak" düşüncesi varsa bunun 1.sebebi Lefter'dir. Lefter benim için futbolcu değil, Lefter; Haydarpaşa gibi, Sultanahmet gibi, İstiklal gibi Moda Burnu gibi bir değer. İstanbul'un simgesi, sembolü. İstanbul'u seven Lefter'i de sever, Leftersiz İstanbul olmaz.
Aralarından Lefter'i çıkaran kuşağa saygımız sonsuz, umarım biz de İstanbul için böyle bir değer yaratabiliriz.
Pazartesi, Aralık 20
San Siro Golcüsü
Geçen sezon Serie A'da ve Avrupa'da toplam 15 gol attı Boriello. 12 tanesi Milano'da. Bu yeterli görülmedi olsa gerek, Roma'nın yolunu tutmak zorunda kaldı. Milan elinde tutmalıydı bence. Bir önceki sezon 1 gol atan bir futbolcu, o sezon 15 gol atıyorsa ve 28 yaşındaysa elde tutulurdu. Tutulmadı.
Sonuç; Milan 7 maç sonra kaybetti. Boriello henüz aralık ayı içinde lig ve Avrupa'da 11 gole ulaştı. Milan hala lider, puan farkı 3. Ama 6 olsa daha iyi olmaz mıydı? Üstelik 2.yarıda Genova, Torino, Roma, Floransa deplasmanları varken.
Pazar, Aralık 19
Konya'nın Yeni Kahramanı
- 2006'da Aydın, 2010'da Anıl. Anıl için yazı belki daha sonra. Arda'nın 66 numarası, Aydın'ın Konyası, Hagi'nin Cafercan'ı. Anıl Dilaver, hakkında kuşkularımızın arttığı Galatasaray altyapısının gururu oldu.
- Bir de Loric Cana var, herkes ondan bahsediyor. Marsilya - Beşiktaş maçından beri hayranıyım, bugün için daha da özel birşey hissetmedim. Kavgasıyla, kartıyla, isabetsiz şutuyla, saçı-sakalıyla, kayarak müdahelesiyle, herşeyiyle seviyoruz.
- Bir de şu var; ilk yarıda; Emre Toraman'ın tavırlarına şaşıran Cana'nın Lucas'a dönüp "bu manyak ne oğlum, vurayım mı" tarzı bakışı ve Lucas'ın "siktir et değmez" tavrı.
- Emre Toraman, Sami Yen'de Galatasaray gol atınca direğe vurduğun ayağın... Beddualar bana kalsın.
- Aykut iyi kaleci değil ama Ufuk'a tercih ederim.
- 3 deplasmandır yenilmiyoruz ve gol yemiyoruz.
- Bu galibiyet gelecek için umut vermedi, sadece günü kurtardı ve günü kurtarmaya ihtiyacımız vardı.
- Bugün sahaya çıkan takımda, daha önce Galatasaray takımında stoper oynamış 6 futbolcu vardı (Çağlar buna dahil değil). Daha önce forvet oynamış sadece 1 futbolcu vardı (Anıl buna dahil değil).
- Hagi'nin harcanmasını engelleyecek her 3 puan değerlidir.
- Ne olursa olsun; "oyuncu temsilcisi" Serdar Özkan oynayacağına "kötü oyuncu" Aydın oynasın.
- Bu maçı izlerken uyumamış olmam büyük bir şans.
Cumartesi, Aralık 18
Kaptan, Topçu, Kulüp
Eşleşmeler
Aslında böyle analizler yapmayı sevmiyorum. Ama şöyle bir gerçek var, futbolun en keyifli günleri kura çekimi günleridir. Yeni yeni takımlar, yeni yeni rakipler. Farklı bir hava oluyor. Bir de yukarıdaki fotoyu koymak için uygun bir yazı. Bir iki tahmin yapıp, olaya renk katalım aylar sonra okuruz.
Şampiyonlar Ligi
İnter - Bayern Münih: Geçen senenin finali. Biri erken gidecek. İkisi de bu sezona kötü başladı. Devre arasında çok şey değişir ama bugün oynasalar Bayern eler diye düşünüyorum. Robben-Sneijder kapışması güzel olur. Bir de Inter elenirse, A.Madrid'den sonra geçen senenin diğer bir kupa galibinin elenmesi ilginç olacak.
Lyon - Real Madrid: Yeter.
Roma - Dontesk: Şimdi Lucescu, Roma'ya gidecekse akla ilk olarak şu geliyor: "Yapmayın çocuklar, Galatasaray Roma'da polis dövüyor." Ben Donetsk'i hiç sevemedim. Lucescu'yu da öyle. Renksiz geliyor. Karşılarında sarı-kırmızı Roma olunca tarafım için düşünmeye gerek kalmıyor. Roma iyidir. Srna 1-2 gol atsın, o da Donetsk'in tesellisi olsun.
Milan - Tottenham: San Siro'ya 1 sezonda 2. kere gidecek Tottenham. İki takımı da seviyorum. Ama Tottenham'ın daha vakti var gibi. Milan tecrübe, turu geçer.
Valencia - Schalke: Raul 2 senedir Valencia'ya gol atamıyordu, güzel bir fırsat olacak. Bence en dengeli eşleşme bu. Her an her şey olabilir.Türkiye Kupası'ndaki Kırıkhan-Bandırmaspor eşlemesi gibi. Bu iki takımdan biri çeyrek final görecek. Ben Mehmet Topal çeyrek final maçı oynasın isterim.
Arsenal - Barcelona: İki kolej takımı havası yaşayan iki takımın maçından ne çıkar? Lise turnuvası maçı. Arsenal - Barcelona da bu hava var. Zaten twitter'da Pique, Puyol ve Fabregas'ın birbirlerine atarlanması buna işaret. İlk maçta Arsenal yenilmez, ikinci maçta Barcelona ezer.
Marsilya - Man.United: Kötü oldu Marsilya için. Bence hiç şansı yok. Ama belli olmaz, Deschamps'ın Monaco macerasını da biliyoruz ki, o sene finalde rakibi olan Porto en baştan elemişti United'ı. Bu bağlamaya rağmen yine de zor.
Kopenhag - Chelsea: Ne olursa olsun Chelsea Avrupa'nın en iyi oynayan takımı ( güzel-Barcelona). Kopenhag onlar için en kolay kura. Ama bu Kopenhag'da değişik bir hava var. Bakalım ne yapacaklar. Güzel'i zorladılar, iyi'yi de zorlarlar, belki sürpriz olur. Bir de benim hatırladığım bu Chelsea'nin kuzey takımlarına karşı bir şanssızlığı var sanki.
UEFA Avrupa Ligi veya UEFA Kupası
Beşiktaş - Dinamo Kiev: Dinamo Kiev eski Dinamo Kiev değil. Yani? En son Fenerbahçe'yi ondan önce Trabzonspor'e elemişlerdi. Beşiktaş daha önce onları elemişti. Sheva İstanbul'a geliyor, Servet Beşiktaş'a gider mi? Bu eşleşmeden sonra artık gitmez.
Manchester City - Aris: Beşiktaş - Aris eşleşmesi olsun diye Aris'in çıkmasını isterim. Bir de Avrupa'nın 5 ülkesinden biri çıkacağına küçük ülkeler çıksın. Evet Yunanistan, ülke puanı beyler? Yapacak birşey yok. Ucuz maç bileti olup, izleyebileceğimizi bilsek İnönü'de City'i izlemek daha güzel olurdu. Bizden büyükler zamanında bir gece maçında izlemişler Dolmabahçe'de, biz de izleriz güzel olur.
Napoli - Villareal: Akdeniz derbisi. Güzel olur. İtalya-İspanya. İtalyanlar'ı severim. Serie A takımlarını severim. Napoli'yi de severim. Yürüsün çocuklar.
Rangers -Sporting: Kötü Rangers, Bursaspor'a duacı. Yoksa UEFA'ya kalacak grup bulamayabilirdi. Bence Sporting yener. Yensin de zaten. Rangers nedir abi?
S.Prag - Liverpool: Şimdi bu eşleşme garip oldu. Prag garip bir şehirdir benim için. Liverpool ise eskiden sevdiğim bir takım. Çıksın Liverpool, Prag'ın adını duymayalım. En azından ben Prag'a gidene kadar. Zaten Baros geldiğinden beri B.Ostrava'yı daha çok seviyorum.
Anderlecht - Ajax: Çok emin değilim, açıp bakmadım ama sanki bu iki takım devamlı eşleşiyor gibi geliyor. Ajax yener, Ajax eler der geçerim, renksiz bir eşleşme gibi gözüküyor.
Lech Poznan - Braga: 1-2 sene sonra Lech Poznan Türkiye olacak, az kaldı. Sevenleri çoğaldı. Ben de severim, en azından Braga'dan daha çok. Bu sene izlemedik iki takımı da, sanki Braga daha iyi bir takım gibi ama Poznan daha sert-güçlü. Hayırlısı neyse o olsun.
Basel - S.Moskova: Kesin Basel diyorum, iddialıyım. Bekleyelim görelim.
Y.Boys - Zenit: Bir İsviçre - Rusya eşleşmesi de burada. Young Boys'u bir Fenerbahçeli olmayan olarak seviyoruz tabi. Sempatik bir takım ama bence Zenit daha ağır basıyor.
PAOK - CSKA Moskova: İki Ortodoks ülke karşı karşıya. Ne alakası var. Hiç bir alaksı yok. PAOK gruptaki son maçında Katolik Zagreb'den çıkınca böyle bir giriş tercih ettim.Kadıköy'den, Zagreb'den çıkan Paok için Moskova kolay deplasman. Ama CSKA için iç saha dış saha fark etmyor.
Sevilla - Porto: Ne güzel lan. Bir maç için Sevilla'ya git. Sonra Porto'yu git. Gez, toz. Endülüs kızları, Porto şarabı falan filan. İki takım da son 8 sene içinde 2'şer kez Avrupa'da kupa kazandı. "2000'ler Süper Kupa finali" gibi.
Rubin Kazan - Twente: Ulan her yerden bir Rus çıkıyor. O sene bu sene olabilir de o Rus bu mu? Kötü espiri evet ama Twente Kazan'ır diyen iddaa yazarları kadar kötü değil. Bu da renksiz bir maç, kim geçerse geçsin. Umursamadım.
Lille - PSV: Bence en iyi maçlar burada oynanacak. Potansiyelli iki takım, iyi takım. Dönem dönem düşüşler yaşıyorlar. Hatta bazen maç içinde bile. O nedenle çılgın bir 180 dakika olabilir. İki maç 0-0 da bitebilir ama her şekilde iyi maçlar olur. Sanırım PSV eler.
Benfica - Stuttgart: İki maçta atılan gol sayısının toplamı 10'u geçer mi? Olabilir. Devre arası en çok Stuttgart için belirliyici olacak. Şu anda Benfica önde gibi.
BATE - PSG: PSG bu sene çok daha iyi. Fazla ilerleyemez belki ama saçma sürprizlere imza atmaz. Kendinden güçlü takımlara elenir. BATE onlardan biri değil. Evet küçümsedim.
Kharkiv - Leverkusen: Bu eşleşme kötü oldu. İkisine de son yıllarda yenildik. Kharkiv maçı pek önemli değildi ama olsun. Leverkusen eler sanırım.
Burak ve Trabzon
Burak Yılmaz'ı her zaman sevdim. Beğendiğim bir futbolcuydu. Antalyaspor'da zaten herkesin dikkatini çekmişti. Beşiktaş için biraz erken geldi. Aslında bence iyidi ama nedense orada sevilmedi. Oysa o sezon o takım için her şeyi deneyen adam oydu. Yaptığı bir çok şeyi yanlış ve başarısız yapsa da "yapan" oydu. Fiziği ve hızının yanında bu da önemli bir artıydı. Süper Lig'deki ilk deneyimini, ilk sezonunu İnönü Kapalısı'nın önünde, üstelik tam önünde ve hiç alışık olmadığı yeni bir mevkide yaşamak zordu. Bende elinden geldiği kadar becerse de kaçan şampiyonluğun faturası ona çıktı.
Fenerbahçe'de tam olarak ne yaşadı bilmiyorum. Savunulacak bir tarafı yok ama eleştirilecek bir tarafı da yok. Ve artık Trabzonspor'da. Tamam Şenol Güneş büyük hoca, katkısı olmuştur ama Tigana da büyük hocaydı. Ve Burak'ı en çok geliştiren odur belki. Ama camianın sahiplenmesi bazen teknik adam katkısından daha fazla oluyor.
Yukarıdaki fotoğrafta beraber 3lü çeken takımın bir parçası Burak. O yüzden gol atması şaşırtıcı değil. Bu seneki oyunu şaşırtıcı değil. Zaten ondan bu tarz şeyler bekleniyordu. Umarım devam eder. Burak gol atınca, menajeri benim kadar sevinmiyordur. Az dalga geçilmedi benle "Burak iyi topçu" dediğimde.
***
Dün maçın son 25 dakikasına baktık. İk haftadır Trabzonspor maçını izlemeye oturuyoruz ve ardından Trabzonspor maçı kazandıran golleri atıyor. Dün Engin Aktürk o golü atmasa Tomiç için 1993 yılındaki F.Layiç derdik, Sami Yen ahalisi hatırlar.
***
Trabzonspor ilk yarının lideri. Değişik şeyler oluyor. Trabzonspor zirvede, Burak Yılmaz iyi.
Trabzonspor ilk yarının lideri. Değişik şeyler oluyor. Trabzonspor zirvede, Burak Yılmaz iyi.
Cuma, Aralık 17
A.Madrid'in Aralık Sendromu
Son şampiyonların erken vedası sık rastlanan bir durum aslında. Misal 2000'de Almanya, 2002'de Fransa. Tabi onlar 4 yılda bir düzenlenen turnuvalar. Mayıs ayında şampiyon ol, 7 ay sonra elen. Bu daha büyük bir şok. Fotoğrafta kar yağıyor ama kış mevsiminin asıl zamanını şubat'ı göremeyecekler.
***
Oysa bu sene de 5 hakem vardı Avrupa Ligi'nde. İlginçtir; bu takım geçen sene de bu zamanlarda elenmişti. Şampiyonlar Ligi hüsarnından sonra yola diğer kupadan devam etmişlerdi. O grupta Rum takımı Apoel vardı; 2 maçta da yenememişlerdi. Şimdi de Aris çıktı karşılarına. Aris 10 puan topladı grupta; 6'sı A.Madrid'den. Üstelik sonuncu Rosenborg bile Aris'i yenerek bir galibiyet elde etti.
***
Geçen sene onlar ilerlerken en çok biz üzüldük. Grubu lider bitirip, kurada şampiyonlar ligi takımı çekmek şanssızlık, eşleşmeye forvetsiz çıkmak plansızlıktı. Aguero'nun sakatlanmasına sevinirken oyuna Forlan'ın girdiğini görmek... Neyse, bir tek Forlan için üzüldüm.
Perşembe, Aralık 16
Efes Pilsen 79-78 Panathinaikos
2010 yılında yerinde izleyemediğim için hayıflandığım 3 maç saysam, biri kesinlikle Türkiye - Sırbistan maçı olurdu. Dün bir boy ufağını, farklı bir tekrarını yaşadık.
Aslında maçın genel gidişatına baktığımızda Sırbistan-Efes Pilsen eşleşmesi yapmak mümkündü. Efes Pilsen'in her attığı giriyordu. Panathinaikos'a karşı 13-0'ı ve 19-3'ü yakalamak müthiş bir şey. İlk yarı Efes Pilsen için oldukça rahat geçti. Oysa bu bir final maçı sayılırdı ve bu kadar kolay geçmemesi gerekiyordu.
Hayatım boyunca basketbol hakkında bir şey öğrendiysem o da "ne olursa olsun 3.periyot'a dikkat"tır. Belki bizim Türk takımlarının özelliğidir. Maçlar bana göre, çoğunluğun fikrinin aksine son periyotta değil 3.periyotta kazanılır veya kaybedilir (ya da zor noktaya gelir).
Dün de öyle oldu. 3.periyotta sazı eline alan Panathinakos oldu. Sırbistan - Türkiye maçında; Sırbistan'ın her attığı girerken Türkiye nasıl oyunda kalmıştı hala benim için soru işaretidir. Sırbistan çok iyi oynuyordu, Türkiye tutuktu ama maça hep ortaktı. Dün de Efes çok iyi olmasına rağmen PAO oyundan düşmedi. Bir de klasik bir basketbol mottosu var; bizim kuşağa İsmet Badem ve Murathanoğlu öğretmiştir: "geriden gelen her zaman avantajlıdır."
PAO çok geriden geldiği için çok avantajlıydı herhalde. İlk yarıdaki muhteşem Efes savunması ikinci yarıda artık yoktu. Hücumdaki yüksek yüzde de kaybolmuştu. Yavaş yavaş gelen Panathinaikos kendine olan güveni kazanıyordu. Fakat şunu da ekleyelim; PAO takım olarak oyunda tutunabilmesine rağmen, oyuncular bireysel olarak çok kötü günlerindeydi, çok basit hatalar yaptılar.
Son periyotun başında Panathinaikos ilk defa öne geçti. Bu dakikalar içinde Diamantidis'in oyundan çıkması ilginçti. Hem bu kader dakikalarında kenarda oturması (Uğur Ozan'ın dediğine göre genelde bu dakikalarda kenara geliyormuş) hem de oyundan çıkarken yaptığı hareketler garipti. Diamantidis, takım arkadaşlarının konsantre olmadıları için basit hatalar yapmasına kızdı ve tabir-i caizse "sikerler" diyip sinirli şekilde kenara geldi.
Son dakikalarda Diamantidis yine oyuna girdi. Yine kritik işler yaptı. Bunlardan biri de Yunan ekibi için son hücumda şutu kullanıp takımını öne geçirmesiydi. Geriye kalan 3 saniyede Efes Pilsen'in sadece 1 şansı kalmıştı.
Efes Pilsen o dakikalarda o şansı kullanabilecek bir duruşa sahip değil gibi gözüküyordu. Ama Kerem Tunçeri yine "büyük oyuncu" olduğunu gösterdi. Kerem Tunçeri'ye önlem olmayan ve şaşkına dönen PAO savunmasının da katkısı var muhakkak. Fakat Kerem Tunçeri zekasını görmezden gelemeyiz. Sırbistan maçını en çok hatırlatan an da bu an oldu. Kerem Tunçeri sol taraftan turnikeyi bıraktı. Yine Murathanoğlu'dan öğrendiğimiz bir şekilde "Kerem Tunçeri, Kerem Tunçeri, Kerem Tunçeri...." demekten başka bir şey yapamazdık.
Efes Pilsen'i sevmiyorum. Bunu yazmaktan çekinmiyorum. Dün yenilse üzülmezdim. Ama bu şehirde fazladan 3 Euroleague maçı daha izleme şansımızın olduğunu bilmek de güzel. Dün maça gitmemin 1.amacı Diamantidis'i izlemekti. Beklediğimiz kadar iyi değildi. Beklediğimiz biraz da, geçen haftaki Olimpija maçı performansıydı, yani Superman olmasını bekledik. Yine de dün inanılmaz işler yaptı. 10 metreden attığı üçlükten sonra tüm salondan çıkan "yuh artık" sesi, yaptığı asistler muhteşemdi. Fakat Diamantidis'in aslında en önemli özelliği olan savunmasını çok net göremedik. Diamantidis dışında ortalama üzeri oynayan başka bir PAO'lu da yoktu. Takım ona ayak uydursaydı daha farklı olabilirdi. Buna rağmen Efes Pilsen'de iki Kerem, Rako, Nachbar, Thornton, Vujcic iyilerdi. Fakat işte basketbol böyle bir oyun, son top girmese bu iyi oynayan takım kaybedecekti.
Sinan Erdem müthiş bir salon. Ama Efes Pilsen'ın maçlarındaki salon atmosferi beni çok yoruyor ve boğuyor. İçerde kuru bir gürültü, gereksiz bir uğultu oluyor. Maçla ilgisi olmayan binlerce kişi var. Bir yandan sürekli çalan davullar. Ses sistemi. Bu arada Efes Kızları belki Efes Pilsen için bir renk olabilir ama umarım bizim takımlarımızda olmaz. Düşünsenize, Allah o günleri göstermiş ve nihayet Euroleague oynuyoruz. Rakip Panathianikos. Salon Sinan Erdem. Maçın son periyodu, Diamantidis bir sokuyor fark 18 sayıdan inmiş, rakip öne geçmiş. Ardından mola. Ve sahneye giren ponpon kızlar. Herkes mutlu herkes keyifli. Ne takıma gaz veren var, ne rakibe baskı yaratan, ne hakemi etki almaya çalışan. Kötü bir durum. Zaten kadının spor sahalarında metalaşmasını kabul edemem. Efes Kızları, "çamurlu sahada futbol oynayan bikinili kızlar" kliplerinin bir level altı gibi geliyor bana.
Sonuç: Güzel bir maçtı. En azından Diamantidis'i izlemedik demeyiz. Kerem Tunçeri'yi her hafta izleyebildiğimiz için de çok şanslıyız. Panathinaikos iki senedir İstanbul'a bir futbol bir de basketbol takımını gönderdi, bir sayı farkla mağlup olup döndü.