Cuma, Mayıs 18
Allied
Allied özellikle Brad Pitt'in özel hayatı sayesinde çok fazla gündeme gelmişti. O dönem Pitt ve Marion Cotillard arasında aşk dedikoduları çıkmış, bir kesim de bu dedikoduların filmin ilgi çekmesi için bilerek çıkarıldığını iddia etmişti. Filmi izledikten sonra ikinci kesime daha çok hak verdim. Zira filmin öne çıkması için kesinlikle böyle bir sansasyona ihtiyacı varmış.
Oysa kadro güzeldi. Yönetmen koltuğunda da Robert Zemeckis de vardı. Fena film çıkmazdı. Aslında kötü film de değil zaten. Fakat daha önce izlediğimiz filmlerden toparlanmış da yeni bir ürünmüş gibi sunulmuştu. Biraz Casablanca, biraz Mr & Mrs Smith, biraz diğer İkinci Dünya Savaşı filmleri...
Çok sevemedim. Oyuncular da kendilerini çok vermemiş gibiydi. Yoksa ikisini de severim. Ama olmamış işte. Eksik kalmış. 2016'nın hayal kırıklığı. Zaten yeni film izlemeyi sevmem; üç - beş sene sonra unutulurdu, benim de aklıma gelmeyeceği için izlemezdim. Onun yerine bir kez daha Casablanca izlerdim.
Perşembe, Mayıs 17
Çarşamba, Mayıs 16
Değirmen
Bir tavsiye üzerine adını duyduğum ve sonrasında bir hikaye kitabı olarak bulduğum Sabahattin Ali eseri. Bütün öyküleri oldukça keyifle okudum. Zaten Sabahattin Ali okumak büyük keyif. Akıcı, kısa ve vurucu. Aynı zamanda oldukça kasvetli. Özellikle kitaba adını veren öykü bayağı etkileyici. Üstelik yazarın genç yaşta yazdığı öyküler. Yani ustalık eseri değil. Zaten ustalık dönemini de göremedik ya...
Fakat genç yaşta yazılmasına rağmen oldukça güzel öykülerdir. İlginç olan yazarın kendisi bu öyküleri pek sevmezmiş. Daha doğrusu çok hatası olduğunu söyler. Fakat öyküler yayınlanırken düzeltme yapmaktan kaçınır. "Neyse o!" demiş ama bence kendine de haksızlık etmiş.
İyi ki bana tavsiye edilmiş, iyi ki okumuşum.
Bu arada aynı adlı Reşat Nuri romanı ve o romanın 1986 yapımı bir filmi de varmış. O da ilgi çekti. Onu da izlemek için uğraşacağım.
Kitaptaki diğer öykülere gelirsek; toplam 16 tane öykü vardı. Hepsini kısa kısa anlatmak yersiz olur. Onun yerine tüm öykülere verdiğim puanları paylaşıyorum:
Değirmen: 8
Kurtarılamayan Şaheser: 7
Kırlangıçlar: 8
Violonsel: 7.5
Kandil: 6
Delikanlı: 6
Gemici: 8
Orman: 8
Kazlar: 7
Firar: 7
Kanal: 7
Candarma Bekir: 8
Sarhoş: 7
Cinayet: 7.5
Fanila: 8
Komik-i Şehir: 6
Salı, Mayıs 15
Pazartesi, Mayıs 14
De Marathon
Son dönemde birkaç tane Hollanda filmi izledim. Çok popüler olmayan, ülke çapında çok izlenen ama kıta içine çok duyulmayan iki üç film. Açıkçası hiçbiri beklediğim etkiyi yaratmadı. Hollanda, bilmediğimiz bir sinema ülkesiydi. İzledikten sonra belki "Vayy Hollanda sineması iyiymiş" der, bunu da sinefillerin bulunduğu ortamda satacağımı düşünmüştüm ama planlar uymadı.
Yine de izlediğim filmler arasında en iyisi De Marathon'du. İşin içinde spor olması beni biraz etkilemiş olabilir. Bir de tabi orta yaşlı erkeklerin kaygılarını barındırdığı ve mizah ağırlıklı olduğu için güzeldi. Tam evde izlemelik çıtır filmlerden. IMDB puanı da fena değil. Harika bir film değil ama insanın izlerken sıkılacağını düşünmüyorum. Tabi bu filmi internet ortamında nasıl bulursunuz hiçbir fikrim yok. Anca festival festival taranacak da öyle belki karşınıza gelecek.
Pazar, Mayıs 13
Duruş
Tribün cemaatine son yıllarda kırgınlığımız var. Futbol izlemeyi seven ve ara sıra maçlara giden insanları bir kenara bırakıyoruz. Derdimiz her maça giden, sosyal hayatını fikstüre göre dizayn edenlerle. Yani bir zamanlar bizim olduğumuz gibi. Meselemiz onlarla, zira yakın geçmişte ikiye bölündük. İlk başta biz çoktuk, şimdi az kaldık. Her şey Passolig ile başladı. Birileri karşı çıktı, bazıları aldı. Daha sonra karşı çıkanların da bir kısmı kaldı. Fakat problemin özü Passolig değildi.
Bu sorunun kaynağı Türkiye'de var olmayan 'dik duramama' problemiydi. Öyle bir problem ki, dik duramamanın, tavır koyamamanın yokluğunda insanlar bıçkın ağız kullanmayı dik duruş zannediyor. Oysa dik durmak zor bir iştir. Haklarını korumak uğruna sevdiği şeylerde feragat etmeyi gerektirir.
Akhisarspor, altı sene önce alt liglere mücadele eden, varlığı ile yokluğu Türkiye genelinde belli olmayan bir ilçe takımıydı. Şimdi ise, yani tam bu hafta, Türkiye Kupası'nda final oynadılar. Diyarbakır'daki finalde rakipleri ülkenin en büyük güçlerinden Fenerbahçe'ydi. Ve öyle bir karar alındı ki eşi benzeri yok. Tarafsız sahada oynanması gerektiği için Diyarbakır'a (yani iki takımın şehrinden kilometrelerce uzağa) alınan finalde Fenerbahçe taraftarına daha çok yer ayrıldı. Kararın nedenine de güvenlik gerekçesi dendi. Bari finale Kadıköy'e alsalardı, en azından daha çok futbolsever maç izlerdi. Gerçi o zaman Fenerbahçe taraftarı cezalı olabilirdi!
Akhisarsporlu taraftarlar, kulüp tarihinin en büyük maçına, en büyük kupasının kazanılacağı finale, belki bir daha ulaşamayacakları noktanın sembolü olan maça gitmediler. Kararı protesto ettiler. Bizim hasret kaldığımız hareketlerden... Oysa onlara da muhakkak Akhisar ilçesi içinde "Arma yalnız kalmaz beyler", "Cezayı siz takıma kesiyorsunuz, olmaz öyle" diyenler olmuştur. Yine de dönmediler karardan. Ciddi anlamda beni çok mutlu etti. O sayede seslerini duyurdular. Hem maç içinde hem maçtan sonra bu duruma dikkat çekildi.
Bir işe yaradı mı ya da yarayacak mı emin değilim. Ne de olsa burası Türkiye, adaletsizliklerin alışkanlık oluğu bir yer. Fakat yine de isyan bulaşıcıdır. Belki birilerine örnek olur. En azından o gece bazı tribün çocukları, gece yataklarına huzurla girdiler. Huzurun tek nedeni de kazandıkları kupa değildi...
Cumartesi, Mayıs 12
Sarmaşık
İzlediğim bir filmden sonra Ekşi'ye bakmayı severim. Oradaki yorumların çoğuna sallasam da aydınlatıcı üç beş cümle için zaman harcarım. Sarmaşık'ı izledikten sonra gözüm korktu. Film, 2016'da çekilmişti. Ben ise 28 Ekim 2017'de izlemiştim. Bir senede sözlükteki başlık 128 sayfaya ulaşmıştır diye tahmin etmiştim. Oysa sadece sekiz sayfa vardı. Üstelik ilk altı sayfa sarmaşık kelimesi ile alakalıydı. Filme verilen sadece iki sayfaydı. Meğer filme dair ayrı bir sayfa varmış. Eskiden burası böyle değildi. Filmlerin, şarkıların kendine ait sayfası olmazdı. Bilmeyenler olabilir. Ben yeni fark ettim. O nedenle yazıma bu bilgiyle ve linkle başlamak istedim.
Kesinlikle Türkiye'de son 15 yılda çekilen in iyi filmlerden biri. Ben hepsini izlemedim ama izlediklerim arasında Bir Zamanlar Anadolu ile zirveyi paylaşırlar. Diğer tüm filmleri izlesem bile ilk 5'in dışına çıkacağını sanmıyorum.
Tolga Karaçelik, özellikle son filmi Kelebekler sayesinde giderek popüler oldu. Kelebekler benim çevremde pek sevilmedi. Hakkında iyi yorum sadece tek bir kişiden duydum. Yine de şans verip izleyeceğim muhakkak. Fakat Sarmaşık'ın, Kelebekler kadar konuşulmadığını belirtmek gerek. Oysa Sarmaşık, kesinlikle izlemediğim Kelebekler'den daha güçlü bir film.
Bir filmin hiç mi eksik tarafı olmaz? Kurgu harika. Mekan en sevdiğimizden. Hem tek mekan, dar bir yer, sınırlı bir dünya hem de zaten orası bir gemi. Gemide, daha doğrusu denizde geçen filmleri severim. Oyuncular muazzam. Şu an nerelerde olduğu bilinmeyen Nadir Sarıbacak ise efsane statüsüne çok yaklaşmıştı! Türkiye'nin hali hazırdaki en formda oyuncusu ortalardan kayboldu. İnsan üzülmeden edemiyor. Zaten Sarmaşık'ın ana akımda en fazla yer bulduğu an Nadir Sarıbacak'ın Antalya Film Festivali'nde olay yaratan konuşmasıydı. Neyse ne işte... İnsan şu an bir dizide, bir filmde onun gibi bir oyuncuyu görmek isterdi. Fakat ne yazık ki benzersiz bir yetenekten mahrum kaldık.
Yönetmen, senarist, filmin her şeyi Tolga Karaçelik çok iyi iş çıkarmış. Filmin ardından verdiği röportajları okuyunca filme çok fazla emek verdiğini görmek mümkün. Kısıtlı bütçeyle harika bir iş. Filmdeki gemiyi nasıl bulduklarını anlatması bile ortaya ayrı bir senaryo çıkarır. Tabi filmi izleyen hemen herkes (ben dahil) Kürt karakteri ve Adana Demirspor ürünleri görünce hemen Türkiye'nin güncel durumuna göndermeler yapmaya çabaladı. Biraz zaman geçip düşününce, bunun ne kadar beyhude bir çaba olduğunu fark edebiliyoruz. Evrensel ve zamanın ötesinde bir filmi öyle harcatmaya gerek yok.
Gerçi evrensel diyoruz ama yabancı birinin bu filmden bizim kadar tat alacağını zannetmiyorum. Karakterlere o kadar yerel ki, onların hissettirdiklerini ancak yaşayan anlar. Kullanılan argo, küfürler, lokal şakalar... Tamamen buraya ait bir film. Fakat bir o kadar da Türkiye'yi aşan bir film...
Filme bir çok benzetme yapanı gördüm ama en ilginç ve benim en aklıma yatanı filmi beraber izlediğim arkadaşımdan geldi. O filmdeki karakterleri One Flew Over The Cuckoo's Nest'tekilere benzetti. Kızılderili Kürt, hemşire kaptan, (Nicholson) Jack Cenk olmuştu. Gayet tutarlı. İktidar ve otoriteyle derdi olan herkesin, her çağın bir sorunu. Bu siyasi bir film değil. Metaforu da yok. Hayatın her anında karşımıza çıkan bir problemin, üzerimize çöken bir sorunun başka bir versiyonu. Sadece, altı erkeğin yaşadığı bir gemide geçiyor. Tek fark bu. Bu bir akıl hastanesi de olabilirdi, bir okul da, Mozambik de, Brezilya da....
Neyse işte... Şimdiye kadar bu filme dair çok yazı ve yorum okumuşşunuzdur. Bu da onlardan çok farklı değildi. İnsan daha farklı ne diyebilir. İzlemek lazım. Adam yapmış. Ve demiş:
"İktidar işlevini kaybettiği zaman hiyerarşiyi ve o statükoyu devam ettirmek için neler yapar? Gemi gitmiyorsa gemi değildir. O zaman kaptanla ne yapacağız? Benim için esas sorun buydu."
Cuma, Mayıs 11
Kim Gelsin?
Rizespor ve Ankaragücü'nden sonra Süper Lig'e yükselecek son takım 10 gün içinde belli olacak. Siz bu satırları okuduğunuzda büyük ihtimalle yarı finallerin ilk maçları sona erecek. Yine de biz gönlümüzden ve aklımızdan geçenleri yazalım.
Boluspor, Ümraniyespor, Gazişehir ve BB Erzurumspor dört adayımız. Şahsi olarak hiçbir takıma yakınlığım yok. Fakat bazılarına çok uzağım. İktidarın son projesi Ümraniyespor bunlardan biri. Son dönemde üst üste lig atladılar ve 1.Lig'deki daha ilk sezondan play-off'a kaldılar. Ne İstanbul BB Spor gibi geniş bir çatısı var ne Kasımpaşa gibi köklü bir tarihi... Üstelik bu sezon lehlerine yapılan hakem hatalarıyla da sempati toplama şanslarını da kaçırdılar. Oldukça da sıkıcı bir futbol oynuyorlar. Çoğu maçı 1-0'la kazandılar. 17 galibiyetin 7 tanesini 1-0, 10 tanesini tek farkla kazandılar. Zaten diğer yedi galibiyeti de ligin son dört sırasında yer alan takımlardan aldılar. Teknik direktörleri Bayram Bektaş, henüz kalitesini ispat edemedi. Yaşının gençliğine verebiliriz bu durumu. Zaten Süper Lig'de beş tane İstanbul takımı var, altıncısını istemeye gerek yok.
Bir diğer istemediğim takım Gazişehir.. Bu takım eskiden Gaziantep BB Spor'du. Gaziantep Büyükşehir Belediyesi de eskiden CHP'ye aitti. Celal Doğan'ın Gaziantepspor'a altyapı oluşturma isteğinin ürünüydü. 2004'e kadar bu şekilde devam ettiler. Daha sonra 2004'te AKP'den Asım Güzelbey seçilince takım daha yarışmacı bir kimliğe büründü ama yine de kendi yağında kavrulan bir ekipti. Süper Lig'den genç oyuncuları kiralayıp, çok fazla yabancı oyuncu oynatmazlardı. Sert ve enerjik bir futbolları vardı. Üst sıraları pek zorlamaz ama yukarıdaki her takıma çelme takarlardı. Mesela Karşıyaka çok çekmişti onlardan. Küme düşme tehlikesi de pek yaşamadılar. Sonra Fatma Şahin yönetiminde yeni Türkiye'nin gelişimine ayak uydurdular. Hem isimleri hem karakterleri değişti. Yıldız oyuncuları yüksek paralarla kulübe getirdiler. Üretim yok edildi, tüketime kapılar açıldı. Kimya o kadar uymadı ki geçen sezon az kalsın küme düşüyorlardı. Bu sezon ise Süper Lig kapısındalar. Öte yandan şehrin bir diğer takımı ve asıl kulübü Gaziantepspor'un kasası boşaltıldı, oyuncuları yalnız kaldı, taraftarı unutuldu. Böyle bir durumdayken Süper Lig'i ve Anadolu futbolunu seven biri Gazişehir'in başarılı olmasını istemez. Biz de istemiyoruz.
Geriye iki takım kalıyor. En çok istediğim Boluspor. 90'ların başında hayal meyal Süper Lig'de hatırlıyorum onları. Zor deplasmandı. Kar yağardı. Sonra küme düştü, gözlerden uzak kaldı. 2007'den beri bu ligdeler. Bu ligin tüm kahrını çektiler. Play-off da kaybettiler, ligden düşmekten son hafta kaçmayı da başardılar. Açıkçası takıma bir sempatim yok. Nötr yani. Fakat bu kadar kıdemden sonra artık Süper Lig'e çıksınlar. Çok beklediler, çok çektiler. Hak ettiler. Hatta direkt ilk ikiden bile çıkabilirlerdi ama Fuat Çapa'ya çok şans verdiler. İlk 10 haftada sadece iki galibiyet alabilmişlerdi. O sayı üç veya dört olsa şu an Süper Lig kutlamaları yapılıyordu. Geç olsun güç olmasın, Ümraniye ve Gazişehir'in olduğu yerde onlar çıksın.
Diğer takım ise BB Erzurumspor. Erzurum kentinin bizde uyandırdığı hissiyat olumsuz. Belediye desteğini alınca gümbür gümbür çıkmalarını istemeyiz. Zaten lige yeni çıkan bir takım; ne gerek var. Biraz burada darbe alsın, büyüsün, gelişsin, sonra güçlü bir şekilde çıkar. O nedenle, en azından şimdi istemem çıkmasını. Fakat Süper Lig için renktir. Zor deplasmandır. Rakım yüksektir, hava soğuktur. Çatır çatır maçlara neden olurlar. Bir de en önemlisi; teknik direktörleri Mehmet Altıparmak, sevdiğimiz biridir. Kartalspor en güzel günlerini onunla yaşadı. İnsan başarılı olmasını istiyor. Hakkı verilemeyen teknik direktörlerdendir. Onun etkisiyle ikinci sıramda Erzurumspor var.
Kısacası olabilecek en kötü şey Ümraniyespor - Gazişehir finali olur. Umarım olmaz. Bursa'daki Boluspor - Erzurumspor finalini de rahat rahat izleriz. Yine de iyi olan kazansın...
Room
Bu kadar etkileyici bir filmi karşımda bulacağımı düşünmemiştim. Afişiyle, fragmanıyla, hatta son yıllarda sinemaseverlerin muhabbetlerinde çok az yer bulmasıyla beni hiç heyecanlandıramamıştı. Bir de IMDB'nin top 250 listesine girince iyice elimi ayağımı çekmiştim.
Fena yanılmışım. Tabi ki dünya tarihinin en iyi 250 filminden biri değil ama insanı etkiliyor. Hikaye kısaca şöyle; bir adamın saldırısına uğrayan kadın bir evin odasına hapsedilir ve tecavüze uğrar. Oğluyla berabere beş sene boyunca orada yaşar. Sonra kaçarlar ve kadın gerçek dünyaya geri döner. Çocuk ise gerçek dünyayla ilk defa tanışır.
Filmi ikiye bölmek mümkün. İlk bölüm o dört duvarın arasında geçiyor. İkinci bölümde ise yeni dünyaya adapte olması çabası. İlk bölüm muazzamdı. İzleyeni kötü, gergin ve rahatsız hissettiriyor. Oyuncular harika iş çıkarıyor. Esasında ikinci bölüm de oldukça derin çıkarımlar yapmaya müsaitti. Fakat nedense o kısmı nispeten başarısız buldum. Beklediğimden sönük kaldım. Mesela Willam H. Macy'i görünce heveslendim ama o da bir girdi bir çıktı. Oğlana odaklanılsaydı çok daha ilginç bir şey çıkabilirdi ama biz daha çok annenin hezeyanlarını izledik. Yine de her film veya roman sonuyla notunu alır. Burada da son kısmı ile seyirciyi duygu yoğunluğuna itebilmiş. Yani son tahlilde; puanı iyi...
Gerçek hikayeymiş. Bunu öğrenmek çok kötü yapıyor insanı. Fakat kurgu olarak kalsaydı belki "Aman canım abartmışlar" der geçerdik. Hiç ısınamadığım Brie Larson, kariyerinin en iyi işlerinden birini çıkarmış. Hatta yılın sonunda Oscar da aldı. Fakat yine de filmin en iyisi olmayı başaramamış. Böyle çalışmalarda küçük çocuklar biraz iyi rol yaparsa yıldızlaşırlar. Jacob Tremblay rolün hakkını veriyor. Bu arada görsellik işinde oldukça başarılıydılar. Sanırım teknik açıdan başarılı bir film izledik.
Yalan yok salondan çıkarken ağlamamak için zor tuttum kendimi. Bu kadar etkileneceğimi tahmin etmemiştim. Bu kadar melankoliyi Çağan Irmak verseydi çok küfrederdim ama Room'a bir ayımcılık yapabilirim. Ne de olsa Jack'in her "Ma" deyişi beni benden aldı.
Haliyle, herkesin Anneler Günü kutlu olsun...