türkiye kupası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
türkiye kupası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çarşamba, Aralık 21

Şampiyona Elenenler

Şampiyona elenmek turnuvaların teselli kaynağıdır. Tabi ki finalde yenilmekten bahsetmiyorum. Tamam, ikincilik de güzel bir duygudur, başarıdır ama sonuçta finali kaybetmenin yükü de ağırdır. Oraya kadar gelip, ufak farklar nedeniyle bir alt basamakta kalıyorsun. Orası acı verici...

Oysa ilk turda elendiğin bir takıma yenilince, sezon sonunda güzel bir teselli çıkıyor ortaya. "Oğlum bizim yenildiğimiz takım şampiyon oldu. Biz eleseydik biz şampiyon olurduk" diyenler her zaman vardı, daima olacak. Olmalı da... Bu işin tadıdır.

Öyleyse, tam da Türkiye Kupası'nın yeni sezonunun en alevli turunun başladığı şu günlerde kupa tarihine bir bakalım. Şampiyona elenen kaç takım var, en çok kim elenmiş gibi soruların cevaplarını arayalım.

Öncelikle, finalde yenilenleri bir kenara bırakalım. Finalden önce şampiyona elenmiş 83 farklı takım var. Aralarında bilinen takımlar var ama futbol tarihimizde çok iz bırakmamış ekipleri de görebiliyoruz.

Mesela Beşiktaş'ın amatör takımı... Bir dönem, Süper Lig takımlarının amatör takımları da vardı ve kupaya katılabiliyorlardı. 1988-89 sezonunda Beşiktaş'ın amatör takımı kupada yer aldı. Bayrampaşa ve Zeytinburnu'nu yenerek 3. tura çıktı. Ve burada kulübün ağabeyleri ile eşleştiler. Tabi ki kazanan A takımdı. O Beşiktaş da sezon sonunda Les Ferdinand'ın slalom yaptığı finalde Fenerbahçe'yi yenerek kupaya uzanacaktı.

Denizgücü, Muhafızgücü gibi ordu takımları, Ereğlispor, Balçova Yaşamspor, Kızılcabölükspor gibi ilçe takımları, Alibeyköyspor gibi semt takımları, Düzcespor, Bartınspor gibi futbol ortamında önümüze pek çıkmayan şehir takımları ve ne olduğunu unuttuğumuz Mobellaspor gibi ekipler; zamanında şampiyonlara elendiler. Tarihlerine bu gururla devam ediyorlar mıdır bilinmez...

En bahtsız takım ise Ankara'dan çıktı. Normalde, kupanın her sezonuna katılan ve doğal olarak çoğunda da elenen dört büyüklerin şampiyonlara sık sık takıldığını düşünebilirsiniz. Aslında haklısınız da... Beşiktaş 12, Fenerbahçe ve Trabzonspor 11 kere şampiyonlara elenmiş. Fakat onlarla aynı seviyede olan bir takım var.

Geçen sezon şampiyon olan Sivasspor'a da elenen Ankaragücü tam 12 kere şampiyonlara takılmış. Beşiktaş ile beraber en yüksek sayı.

Bu arada kupa beyi Galatasaray için bu rakam sadece 5! Karşıyaka ve Ankara Demirspor kadar... Zonguldakspor, Gaziantepspor, Eskişehirspor, Konyaspor gibi takımlar Galatasaray'dan daha çok yaşaış bu duyguyu.

Öte yandan 10 kez şampiyonlara elenen Bursaspor'u da atlamayalım... Öte yandan dokuz kez şampiyona elenen bir takımın olmaması da ilginç...

Peki finalistleri de dahil edince neler oluyor?

En çok final kaybeden Fenerbahçe (11), tam 22 kez şampiyonlara yenilmiş oluyor bu sayede. Beşiktaş 17, Trabzonspor 16'ya çıkıyor. Ankaragücü 15'te kalıyor, kardeş takımı Bursaspor da aynı rakamla yanına geliyor. Altay finaller dışında dört kez şampiyona elenirken, beş final kaybederek, yani daha çok sayıda finalde kaybederek, ilginç bir istatistiğe imza atıyor.

Yine de ben finalistleri bu listeye katma taraftarı değilim. Sebebini de yukarıda yazmıştım.

Yazıyı da toparlayalım. İşte şampiyonlara elenenler sıralı tam liste (umarım yanlış hesap yapmamışımdır):  

12 kez: Ankaragücü, Beşiktaş

11 kez: Fenerbahçe, Trabzonspor

10 kez: Bursaspor

8 kez: Konyaspor

7 kez: Eskişehirspor,

6 kez: Zonguldakspor, Gaziantepspor, Kocaelispor, Rizespor, Samsunspor

5 kez: Karşıyaka, Ankara Demirspor, Galatasaray, Kayserispor

4 kez: Altay, Adanaspor, Boluspor, Gaziantep FK, Gençlerbirliği, İstanbulspor, Orduspor

3 kez: Antalyaspor, Ankaraspor, Mersin İY, Diyarbakırspor, Denizlispor, Manisaspor, Sarıyer, Sivasspor

2 kez: PTT (Türk Telekom), Alanyaspor, Hacettepe, Bandırmaspor, Başakşehir, Erzurumspor, Dardanelspor, Karabükspor, Kasımpaşa, Malatyaspor, Hatayspor, Sakaryaspor

1 kez: Akhisarspor, Adana Demirspor, Beşiktaş Amatör, Bartınspor, Balıkesirspor, Bucaspor, Ereğlispor, Erzincanspor, Denizgücü, Denizli Belediyespor, Elazığspor, Göztepe, Karagümrük, Erciyesspor, Kastamonuspor, Konya Şekerspor, 1922 Konyaspor, Yeni Malatyaspor, Osmaniye Gençlik, Pendikspor, Şekerspor, Şanlıurfaspor, Tarsus İdman Yurdu, Trabzon 1461, Tokatspor, Ümraniyespor, Vefaspor, Vanspor, Alibeyköyspor, Lüleburgazspor, Düzcespor, Muhafızgücü, Mardinspor, Mobellaspor, İnegölspor, Balçovaspor, Diyarbakır BB Spor, Kızılcabölükspor, Keçiörengücü

Perşembe, Mayıs 26

Kupa Finali İçin Birkaç İstatistik

 

Kayserispor tarihinde ikinci kez final oynayacak. İlk ve tek finalini 2008 yılında oynamış, bir başka Anadolu takımı Gençlerbirliği'ni penaltılarla yenerek kupaya uzanmıştı.

Sivasspor ise tarihinin ilk Türkiye Kupası finaline çıkacak.

2008'deki Kayserispor - Gençlerbirliği maçının 0-0 bittiğini düşünürsek; iki takımın da henüz finallerde golü yok.

Dört büyük takımın taraf olmadığı 11. final...

Aynı zamanda bir İstanbul, Ankara ve İzmir takımının olmadığı 6. final. Trabzonspor'u da devre dışı bırakırsak, bu dörtlü dışında oynanan 3. final olacak.

Atatürk Olimpiyat Stadı daha önce 3 kez finallere ev sahipliği yaptı. Bu üç finalde toplam 12 gol atıldı.

2007 yılından sonra oynanan finallerde kazananlar ya normal sürede ya penaltılarla belli oldu. Yani uzatma sonunda kazanan olmadı. 2007'deki finalde bir diğer Kayseri ekibi Erciyesspor, Beşiktaş'a 101.dakikada yediği golle mağlup oldu.

Son altı finalde atılan 14 golün sadece birini Türkiye doğumlu bir futbolcu kaydetti. O da Abdülkadir Ömür'dü.

Sivasspor kupayı kazanırsa, Rıza Çalımbay takımını üst üste üçüncü sezonda Avrupa kupasına taşımış olacak. Bunu bir Anadolu takımı ile başaran sadece iki isim var. Adnan Süvari (Göztepe) ve Ertuğrul Sağlam (Bursaspor)

Hikmet Karaman bu kupayı daha önce kazanmıştı. 2002'deki finalde (20 sene önce)  Kocaelispor, Beşiktaş'ı Cihan Haspolatlı, Lazarov, Kaan Dobra ve Serdar Topraktepe'nin golleriyle 4-0 yenmişti. Rıza Çalımbay'ın ise henüz kupası yok...

İki takım daha önce kupada üç kez eşleşti. Beş maç yaptılar. Sivasspor normal sürede bu maçların hiçbirini kazanamadı ama 2014-15'te penaltılara kalan maçta turlamayı başardı.

Cumartesi, Eylül 28

Pendikspor 0-3 Turgutluspor


Sezonun ilk maçı için, son dönemde sık başvurduğum adreste; Pendik'teyiz. Kağıt biletle girebildiğimiz nadir stadyumlarından birinde Türkiye Kupası maçı izliyoruz.

Geçen sezon yakından takip ettiğimiz Pendikspor, yaz döneminde birçok oyuncusunu üst liglere yolladı. Yine de 2. Lig'in güçlü ekiplerinden biri. Gerçi sezona kötü başladılar. Kulüp genel olarak genç oyuncularla oynamayı seviyor. Bu maçta da yine ilk defa karşımıza çıkan oyuncular oldu. Almanya'dan gelen 22 yaşındaki savunma oyuncusu Enes Aydın, Beşiktaş altyapısından çıkan Marlon, 19 yaşındaki hücum oyuncusu Semih Kayan benim radarıma ilk kez katılan isimlerdi. Ayrıca sezon içinde sık sık şans bulamayan isimler de kupa maçında şans bulmuştu.

Skordan da belli olduğu üzere, bu noktada ev sahibi ekipten beğendiğimiz bir oyuncudan bahsetmemiz zor. Zaten takım halinde de Pendikspor etkili bir oyun ortaya koyamadı. Topa daha çok sahip oldu ama bunu genç oyunculardan kurulu 3.Lig takımı Turgutluspor karşısında bir yaratıcılığa dökemedi. Gerçi maçın ilk yarısında çok önemli fırsatlar yakaladılar ama özellikle Ozan bunları cömertçe harcadı.

Ozan Papeker, beğendiğim oyunculardan biri. Maçtan önce; onu izleyecek olmak beni heyecanlandırmıştı. Fakat bekleneni veremedi. Hatta tribünde saç baş yoldurdu. Ozan gibi yetenekli bir oyuncunun neden üst liglere çıkamadığını merak ediyordum. Turgutluspor maçı bir referans olabilir. Çok bencil. Çok fazla  top tutuyor. Çok fazla zoru deniyor. Başaramayınca daha çok deniyor ve en sonunda takımına zarar veriyor. Geçen sezondan gözüme kestirdiğim 24 yaşındaki Ahmet Yazar da sahadaydı. Sol tarafın savunma kısmında oldukça başarısızdı. Öne geçtiğinde de iyi gününde olmadığını gösterdi. Yaşını da düşününce bu sezon da esas patlamasını yapamayacak ve bu liglerde kalacak gibi duruyor. 

Turgutluspor neredeyse tamamı altyapısından çıkan oyuncularıyla kurulu ilk 11'iyle oldukça olgun bir oyun ortaya koydu. Onlar da bir yaratıcılık gösteremedi ama en azından sahada doğru durmayı becerdiler. Bu sayede 0-0 biten ilk yarının ardından üç gol atarak tur atlamayı başardılar. Özellikle oyuna sonradan giren 19 yaşındaki Ferhat Katipğlu'nun golü enfesti.

Pendikspor rotasyon yaptı diye bir alt lige takımına elendiğini düşünebilirsiniz. Fakat 3.Lig'de sezona iyi başlayan ve şampiyonluk hedefleyen konuk Turgutluspor da rotasyona gitmişti. Ve buna rağmen Pendikspor'un gücü yetmedi. İşler kötü gidince bu sezon ligdeki 4 golü de atan Oktay Balcı bile oyuna girdi ama o da bekleneni veremedi. Pendikspor'un yedekleri oynayıp kendilerini gösterecekleri bir plaftordam eksik kaldılar. Onlara üzüntü vermesi gereken bir müsabaka...

Benim açımdan da kötü bir skordu, zira ben Pendikspor'un yola devam etmesini ve bana gidilecek birkaç maç fırsatı daha vermesini beklerdim. Olmadı... Diğer yandan Turgutluspor tribününde sadece bir kişi vardı. Hafta içi gündüz maçına gelecek çok insan olmaması normaldi ama bir kişi nedir? Bu ülkede tutkuyla sevilen futbolu kimler izliyor? Kimse izlemiyorsa bu organizasyonlar neden yapılıyor!

O arkadaş için sevindim. O takımını bir maçta daha destekleme şansını bulacak. Ben ise hem kötü sonuçla hem de tatsız bir maç izlemenin üzüntüsü ile Pendik semtinden ayrıldım.

Bu maçtan iki gün önce Beşiktaş - Başakşehir maçı oynanmıştı. Birçok kişi Dolmabahçe'deki karşılaşmanın çok kötü olduğunu söylüyordu. Pendikspor - Turgutluspor maçını stadyumda izledikten sonra ise Beşiktaş - Başakşehir gibi maçların değeri benim gözümde daha da artıyor....

Perşembe, Aralık 6

Bahane



Hafta içi öğlen saatlerinde Keçiörengücü - Galatasaray maçını izliyorum. Maç öncesi bazı tahminlerim var. Neyle karşılaşacağımı az çok biliyorum. Köhne bir stad, az kapasiteli ama dolu tribünler, kötü çekim açısı...

Alt lig maçlarını veya Türkiye Kupası'nın ilk turlarını izleyen inatçı futbolseverler için aşina bir durum. Üstelik büyük takımları da böyle şartlar altında izlemenin de ayrı bir zevki vardır. Bir de o büyük takım genç ve isimsiz oyuncularla sahaya çıkarsa tadından yenmez. Galatasaray da altyapı ağırlıklı bir kadroyla sahaya çıktı.

Bizim için her şey normaldi. 'Her şeyin en iyisine' alışan futbolsever için zor bir durum olabilir. Futbolu, sadece tuttuğu takımın maçlarından ibaret sayanlar için büyük ihtimalle hoş bir manzara değildi. Üstelik bu insanlar Twitter sayesinde tepkilerini, beklentilerini çok rahat dile getirebiliyorlar. 

Müşteri her zaman haklıdır. Herhalde bundan dolayı olsa gerek, maçın spikeri Cüneyt Şen, anlattığı maçı kötülemeyi tercih etti. Daha doğrusu maçı değil ama şartları yerin dibine soktu. Maçın kendisinden çok stadın ne kadar kötü olduğundan, o yüzden rahat çekim yapamadıklarından bahsetti. Büyük ihtimalle gelen tepkileri yumuşatmak için böyle bir yol seçti. Tepkinin adresini başka bir yere yöneltmek onun hedefiydi.

Türkiye'deki her takımın, her futbolcunun iyi şartlarda futbol oynaması en büyük isteğimiz. Bunu dile getirmek de herkesin hakkı ve hatta görevi. Bu konuda bir sıkıntı yok. Fakat Türkiye Kupası'nın yayıncısı maç boyunca şikayetlerini dile getirince bir çelişki ortaya çıkar. 

A Spor'un Türkiye Kupası yayınlarken en büyük motivasyonu; Türkiye'nin her şehrinden maç yayınlamaktı. Devamlı reklamlarında ve programlarında bunu vurguluyorlar. Bunu gerçekleştiriyorlar da... İlk turdan itibaren çok çeşitli ve birbirinden farklı stadyumlardan maç yayınladılar. Fakat hemen hiçbirinde spikerler, stadyumların kötü şartlarını dile getirmedi. Hatta tam tersine zaman zaman en 'kalitesiz' durumu bile dünyanın en iyi futbol olayıymış gibi sundular. O nedenle Galatasaray taraftarı rahat rahat maç izleyemiyor diye Keçiörengücü'nün bir sezon boyunca oynadığı stadyumdan yakınmak adil gelmedi.

Gözümüzü Süper Lig'den aşağı kaydırdıkça bu tip stadyumları çok fazla görürüz. Süper Lig yayıncısı beIN Sport'ta bu gerçekleri göremeyiz ama A Spor'da denk geliriz. Onlar bize nasıl anlatır bilemem ama  bu maça özel bir durumun yaşanmadığından eminiz. Şimdi çıkıp şikayetçi olmak, öncesinde ise bu 'romantik ve nostaljik' şartların ekmeğini yemek hoş bir tavır değil.

İşin daha geniş bir boyutu da var. EURO 2024, Türkiye'ye verilmeyince A Spor'da günler boyunca UEFA'nın ne kadar taraflı ve gerçeklerden yoksun bir karar verdiğini dinledik. Onlara göre Türkiye tam bir futbol ülkesiydi. Stadyumlar harika, yollar muazzamdı. Belki de adaylık dosyasında, yani göz önünde olan stadyumlarda ve şehirlerde sıkıntı yoktu. Fakat Türkiye'nin kusursuz bir futbol ülkesi olmadığını en iyi, sezon boyunca 7 bölgede maç anlatan A Spor spikerleri bilmeliydi. Fakat onlar yetersizlikleri yok sayıp, bir haksızlığa uğrandığını dile getirdi.

Bilmediğim bir konu ama bir tahminde bulunabilirim. Keçiören, Ankara'nın bir ilçesi.  Keçiörengücü, başkent Ankara'nın bir takımı. Büyük ihtimalle Berlin'in ikinci lig takımları benzer bir stadyumda maç oynamak zorunda kalmıyordur.

O yüzden bu gerçekleri stüdyolarda saklamaya devam ettiğiniz müddetçe, maç anlatmaya gittiğinizde "Keşke balkonda olsak" dersiniz.

Cuma, Eylül 28

Pendikspor 2-1 Altınordu



Passolig olmayınca gidebileceğimiz maçların sayısı çok azaldı. Sezonda üç maç bile zor yakalıyoruz artık. Bir de tembellik kısmı var. İnsan ona da alışıyor. Hafta sonu kalkıp şehrin bir ucunda 2.Lig maçı izlemektense evde oturup dünyanın her liginden maç izlemek çok daha kolay ve cazip geliyor. Eskiden bu şekil futbolseverlere biraz tavırlanırdım ama artık ben de onlara dönüştüm. Bana kalsa yine stadyumda olmak isterdim ama o seyyahlığın güzelliği çeşitliliğindeydi. Elimizden alınan kısım o oldu. Kartalspor maçından çıkıp Galatasaray - Beşiktaş derbisine gittiğim, hafta içi Şampiyonlar Ligi maçı izleyip hafta sonunda kendimi Kasımpaşa'da bulduğum günler geride kaldı. Zaten Kartalspor, Beylerbeyispor, Maltepespor gibi takımlar amatöre kadar düştü. Semtlerde o eski heyecan da kalmadı. Hatta stadyumlar da yok oldu. E her hafta da Pendik'e gidilmez ki...

Fakat hafta içinde Türkiye Kupası maçı olunca işler değişti. Evde izlenecek daha iyi maçlar yoktu. Üstelik takımlardan biri 1.Lig ekibiydi. Son yılların en popüler kulüplerinden biri olan Altınordu'yu canlı izlemek pek mümkün değil. Onları, İstanbul'da kupa maçı oynayınca ancak yakalayabildik. Gerçi kadrosu eski ışıltısından uzak. Bu sezon altı maçta bir galibiyet alabildiler. Cengiz, Barış gibi oyuncular gidince parlama adayı bir oyuncu da pek kalmadı. Meşhur kaleci Erce bu maçta kadroda yoktu. Barış'ın ikizi Kerim yedekti. Bir tek savunma oyuncusu Yusuf Acar vardı Altınordu ailesinden çıkıp dikkat çeken isimlerden. Zaten bu senenin kadrosu ligin 'kaşar'larından oluşmuş. Serdar Deliktaş'tan Berkay Samancı'ya kadar tüm gezginler İzmir'de buluşmuş. Sefa Yılmaz bile kadroda. Bu sezon neyi hedefliyorlar acaba, anlamak güç. Ligdeki konumları da doğru yolda olmadıklarını işaret ediyor sanki.

Pendikspor'dan ise çok beklentim yoktu. Geçen sezon vasatlardı. Bu sezon da heyecan verici transferler yapmadılar. Ligin ilk iki maçında gol atamayınca sönük bir sezonun haberini verdiler ama sonradan toparladılar. Altınordu maçında ise daha öncesinde haksızlık ettiğimi kabul ettim. Oldukça hızlı, atletik ve hücumda iyi organize olan bir takım vardı sahada. İzlemesi keyifli, ne yaptığını bilen bir takım. Savunmada bazı zaaflar görüldü ama sonuçta oynadıkları takım bir kategori yukarıdan geliyordu. Kusursuz olmaları beklenemzdi.

İlk golü atan Batuhan Kırdaroğlu'nun tribünde seveni çoktu. Oysa ilk defa hafta sonunda oyuna girmişti. Bu maça da 11'de çıktı. 2000 doğumlu bir çocuk. Verilen şansı iyi kullandı. Belki seneler sonra anlatırız. Şimdi Celta Vigo'da oynayan Okay Yokuşlu'nun Altay formasıyla ilk maçında Kartal'a geldiği günleri de hatırlarız. Batuhan'ın maç tecrübesi yok ama altyapıdan çıktığı için tribünün bir aşinalığı vardı herhalde. Golü atınca da ilgi çoğaldı. Gol dışında da oldukça iyi oynadı. Sağ tarafta beraber oynayan Mahmut Caner Alioğlu (21) ve Ahmet Yazar (23) ikilisi de radarıma takıldı.

Pendikspor maçı daha rahat kazanabilirdi. Süper Lig görmüş Berkan Afşarlı'nın bireysek oyunu ve kaçırdığı penaltı işleri zora soktu. Yine de canı sağolsun. Kanseri yenip sahalara dönen bir futbolcuyu tribünden izlemek her zaman rastlanan bir durum değil. Tam devre biterken gol yemek de şanssızlıktı. Sefa'nın golü Altınordu'yu daha uzun maçta tuttu. Pendikspor'u da biraz daha stresli hale getirdi. Fakat yine de 2-1 kazanmasını bildiler. İyi ki de uzamadan 2-1 bitti. İstanbul'daki soğuk havaların ilk gününde tribünden maç izlemek yeterince cesur bir hareketti ama normalden daha uzun sürmesi de bundan sonraki maçlar için heves kırardı. İçimiz yeniden alevlenmişken tatların kaçmasına gerek yoktu.

Maça gelmeden önce tarafsızdım. Maç başlamadan önce "İyi futbolcu iyi birey iyi vatandaş" mottosu sayesinde Altınordu'ya döndüm. Fakat Pendikspor kazanınca sevindim. Türkiye Kupası'nda bir tur daha oynayacaklar. Belki yine İstanbul'da olurlar. Belki iyi bir rakip gelir. Hatta belki bir Süper Lig takımı ile eşleşirler. Bunları düşündükçe benim için en iyi skorun çıktığına kanaat getirdim.

Tabi tüm bunların yanında maçta ulusal basında haber olacak kadar önemli bir olay yaşandı. Maçın sonlarına doğru Altınordu'dan Kerim Alıcı sakatlanarak oyundan çıkmak zorunda kaldı. Takım üç oyuncu değişikliği hakkını kullandığı için kalan süreyi 10 kişi oynayacaktı. Bunun üzerine Pendikspor teknik heyeti kendi takımlarından bir oyuncuyu çıkararak kalan süreyi eşit (10-10) oynadılar. Bu karar tribünde şaşkınlık yarattı ama kamuoyunda büyük alkış aldı.

Tüm eleştirilere hazırım ama bence biraz gereksiz bir karardı. Kerim'in sakatlanması kötüydü. Hatta sakatlanma anından hemen sonra sahadaki oyuncuların ve hakemlerin sağlık ekibini çağırma şeklinden çok daha kötü bir durum olduğunu bile düşündük. Ambulansla giderken bile endişeler kalkmadı. Fakat futbol sahalarında olabilecek bir durumdan bahsediyoruz. Bir oyuncu pozisyon gereği sakatlandı ve oyundan çıkmak zorunda kaldı. Yapacak bir şey yok. Teknik direktörleri bu riskleri düşünerek üç oyuncu değişikliği hakkını kullanmıştı. Eğer rakibe yapılan sert ve kasti bir faul söz konusu olsaydı böyle bir hareket anlamlı olabilirdi. Oysa oyunun doğasında var olan bir durumun ardından böyle bir harekete gerek var mıydı emin değilim. Fakat karşı çıkacak sözüm de yok. Kendi kararlarıdır. Herhalde karşıdaki rakip Altınordu olunca bu kararlar daha kolay alınıyor. llginç geldi. Gittiğim bir maçta yaşanması da güzeldi. Yıllar sonra abarta abarta anlatacak bir anı işte... Zaten bu yüzden gitmiyor muyuz maçlara?

 

Pazar, Mayıs 13

Duruş



Tribün cemaatine son yıllarda kırgınlığımız var. Futbol izlemeyi seven ve ara sıra maçlara giden insanları bir kenara bırakıyoruz. Derdimiz her maça giden, sosyal hayatını fikstüre göre dizayn edenlerle. Yani bir zamanlar bizim olduğumuz gibi. Meselemiz onlarla, zira yakın geçmişte ikiye bölündük. İlk başta biz çoktuk, şimdi az kaldık. Her şey Passolig ile başladı. Birileri karşı çıktı, bazıları aldı. Daha sonra karşı çıkanların da bir kısmı kaldı. Fakat problemin özü Passolig değildi.

Bu sorunun kaynağı Türkiye'de var olmayan 'dik duramama' problemiydi. Öyle bir problem ki, dik duramamanın, tavır koyamamanın yokluğunda insanlar bıçkın ağız kullanmayı dik duruş zannediyor. Oysa dik durmak zor bir iştir.  Haklarını korumak uğruna sevdiği şeylerde feragat etmeyi gerektirir.

Akhisarspor, altı sene önce alt liglere mücadele eden, varlığı ile yokluğu Türkiye genelinde belli olmayan bir ilçe takımıydı. Şimdi ise, yani tam bu hafta, Türkiye Kupası'nda final oynadılar. Diyarbakır'daki finalde rakipleri ülkenin en büyük güçlerinden Fenerbahçe'ydi. Ve öyle bir karar alındı ki eşi benzeri yok. Tarafsız sahada oynanması gerektiği için Diyarbakır'a (yani iki takımın şehrinden kilometrelerce uzağa) alınan finalde Fenerbahçe taraftarına daha çok yer ayrıldı. Kararın nedenine de güvenlik gerekçesi dendi. Bari finale Kadıköy'e alsalardı, en azından daha çok futbolsever maç izlerdi. Gerçi o zaman Fenerbahçe taraftarı cezalı olabilirdi!

Akhisarsporlu taraftarlar, kulüp tarihinin en büyük maçına, en büyük kupasının kazanılacağı finale, belki bir daha ulaşamayacakları noktanın sembolü olan maça gitmediler. Kararı protesto ettiler. Bizim hasret kaldığımız hareketlerden... Oysa onlara da muhakkak Akhisar ilçesi içinde "Arma yalnız kalmaz beyler", "Cezayı siz takıma kesiyorsunuz, olmaz öyle" diyenler olmuştur. Yine de dönmediler karardan. Ciddi anlamda beni çok mutlu etti. O sayede seslerini duyurdular. Hem maç içinde hem maçtan sonra bu duruma dikkat çekildi.

Bir işe yaradı mı ya da yarayacak mı emin değilim. Ne de olsa burası Türkiye, adaletsizliklerin alışkanlık oluğu bir yer. Fakat yine de isyan bulaşıcıdır. Belki birilerine örnek olur. En azından o gece bazı tribün çocukları, gece yataklarına huzurla girdiler. Huzurun tek nedeni de kazandıkları kupa değildi...

Çarşamba, Aralık 24

Fair-Play Ama Adil Değil



Beşiktaş - Adana Demirspor maçında Veli'nin başrolünü oynadığı hareket hemen gündeme oturdu. Henüz üzerinden 2 saat geçmedi. Yine de çok konuşuldu. Sıkıcı ve anlamsız Türkiye Kupası formatında böyle bir olay yaşanınca konuşulacak bir şey çıktı. Hemen iki üç satır da buraya yazalım.

Öncelikle, benim derdim "Siz böyle yaptınız, biz böyleyiz" çıkarımları yaparak, diğer insanlara üstünlük kurmak değil. Öyle bir amacım yok. Fakat saha içinden bakınca da olayın iyi niyetli olduğunu görmeme rağmen yanlış sonuç elde edildiğini söylemeliyim.

Yapılan hareket burada. Kırmızı kartlık bir pozisyon. Aslında gariptir, böyle pozisyonlara Türkiye'de kırmızı kart çıkmaz. Özellikle daha zayıf olan takımların oyuncular, güçlü rakiplerini bu tarz müdahalelerle yıldırmaya çalışır fakat hakemler de genel olarak "temas yok" gerekçesiyle bu tip pozisyonlarda kartına başvurmaz. Suat Arslanboğa ilginç bir şekilde kartını çıkardığı gibi, kırmızıyı da gösterdi.

Bu zaten başlı başına bir şaşkınlık vesilesi. Bir hakemin böyle bir pozisyonda kırmızı kart göstermesi aslında sevindiriciydi. Şampiyonluğa oynayan takımların en büyük çilesi artık son buluyor sanmıştık. Derken Veli, Atiba ve diğerleri hakeme itiraz ederek kartın rengin değişmesini istediler. İlginçlikler arka arkaya devam ediyordu. Genelde Beşiktaş gibi takımların oyuncuları, bu tarz hareketler yüzünden çok sıkıntı çeker. Hakemlerin de bu pozisyonlara kartsız yaklaşımları futbolcuları rahatsız eder. Bu sefer kırmızı kart çıktı ama Beşiktaşlı futbolcular yine memnun olmadı. Fair-play kısmını bir kenara bırakıyorum, kırmızı kartın iyi niyetle sarı karta dönüştürüldüğünü görüyorum. Ama sonuç olarak hak yerini bulmamış oldu. Doğru gerçekleşmedi. Beşiktaşlı futbolcular bu hareketi yaparak ilkeleri uğruna maçı kaybetmeyi göze aldıklarını göstermeye çalıştı belki ama ortaya çıkan karar adil değildi. 

Benim şahsi fikrim bu tip pozisyonlarda futbolcuların hakemin işine fazla karışmaması yönünde. Çünkü futbolcular saha içinde çok hızlı hareket edip, çok fazla duruma odaklandıkları için pozisyonları kaçırabilirler. Geçen sene Semih Kaya'nın korneri de benzer bir durumdu. Semih, zaten bir ikili mücadele içindeyken topun tam olarak kimden çıktığını göremeyebilirdi. Hakemin işi zaten onu görmek. Bu pozisyonda da öyle.. Topu kurtarmaya ve sahaya hakim olmaya aynı anda çalışan Veli ve diğer oyuncular o telaş içinde pozisyonu iyi süzemeyebilirler. Zaten hakem o yüzden var. Yine de futbolcuların hakeme yardım etmeye çalışmaları olumlu..

Beşiktaş için bu pozisyon, bu kart, bu maç ve belki de bu turnuva çok önemli değil. O nedenle rakiple maç boyunca 11e11 oynamak istemiş olabilirler. Bu konuda bir sıkıntı yok. Fakat bu sefer de Adana Demirspor'un bir sonraki haftada oynayacağı maçın dengesi değişti. Gerçi statüler o kadar birbirine girdi ki, kırmızı kart gören oyuncu bunu kupada mı yoksa ligde mi çekecek emin değilim. Sonuç olarak haraketi yapan Hakan'ın ceza alması gerekiyordu ama  almayacak ve bir sonraki maçta sahaya çıkabilecek.

Olayın diğer aktörü de hakem. Beşiktaşlı oyuncuların itirazını anında değerlendirip kartın rengini değiştirdi. Kendi kararına körü körüne bağlı olmaması bir açıdan güzel. Fakat sonuç olarak yanlış karar verdi. Hatta doğrusunu yapmışken yanlışı uyguladı. Benim tahminim tam bu noktada Türkiye Kupası faktörü devreye giriyor.

Beşiktaşlı futbolcular ve hakem Arslanboğa, organizasyonun öneminin düşük olması nedeniyle bunu daha rahat yapabildiler. Burada "sıkıysa ligde yapın" anlamı çıkmasın. Fakat, daha tolore edilebilir, daha riske edilebilir ve göz önünde olmayan bir maç için sahada yer alıyor olmaları eylemin gerçekleşmesine ön ayak oldu. Bunu da inkar edemeyiz. Futbolcular, lige nazaran daha az baskı taşıyarak sahadaydı ve oyundan zevk almayı biraz daha öne çıkarmış olabilirler. Hakem için de benzer bir durum söz konusu. Ve belki de bilinç alıtında "Zaten Türkiye Kupası, az kişi izliyor, bir yanlış bile olsa unutulur gider" düşüncesini taşıyordu.

Yayıncı kuruluşta çalışanların son dönemde çok fazla (ve rahatsız edici şekilde) vurguladığı "İşte bunlar kupa maçlarında oluyor" güzellemelerine ilave olacak. Fakat bu da kupanın güzelliğinden değil, tam tersi oyuncuların ve hakemlerin bile kupaya full konsantre gelmemelerinden kaynaklanıyor...

Sözün kısası, bana kalırsa futbolcunun hakeme fair-play duygusuyla karar değiştireceği pozisyonlar oldukça kısıtl.... Oyuncunun kendi aksiyonu bu sınıfa girebilir. Elle oynadığını veya kendini yere attığını söylebilir. Fakat rakibinin hamlesini değerlendirmesi yanlış sonuç doğurabilir. Hatta bence "Top benden çıktı" demesi bile fazla cesaret gerektiriyor. Çünkü gerçekten futbolcular pozisyonların içinde yer almalarına rağmen pozisyonlara o kadar da hakim olamıyorlar. 

Bir de hepsi bir yana, Türk futbolunda tarz haline gelen bu gaddarlık ve sertlik tam ceza alacaktı, yine kurtuldu. Bu da işin en kötü tarafı. 

Cuma, Aralık 19

Cizre'nin Galibiyeti



Cizrespor önce Aydınspor'u yendi. Bir sonraki turda da bir başka Ege takımı Göztepe'yi. Açıkçası Aydınspor maçı baya olaylıydı. Fakat Göztepe maçında benzer durumlar pek yoktu sanki. Olaysız diyemeyiz ama maçın skoruna etki etmiş miydi? Tartışılır. 

Aydınspor maçı standartları aşmıştı ama Göztepe maçı, herhangi alt lig maçında son haftalarda görmeye alıştığımız görüntülerden daha fazlası değildi.

Maça giden bazı Göztepeliler de benzer cümle kurdu. Sonuç olarak Cizre iki takımı da yenerek gruplara kaldı. Bu andan sonra olay bir anda Türk-Kürt konusuna geldi. Ülkenin batı kesimi Cizrespor'a inanılmaz şekilde bilendi. "Bizle aynı gruba düşsünler, bizim sahamıza gelsinler bakalım neler oluyor" dendi. Şans Giresunspor'a güldü! Karadeniz zaten milliyetçi bir bölge, bu eşleşmeye oldukça sevindiler. Yaşananlardan dolayı gazı alarak maçı beklemeye başladılar.

Bu gaz lafta kalınca çok seviniyorum. Kof milliyetçilik sadece ergen eğlencesi olarak kalıyor. Zaten daha ileri gitmesi de acı sonuçlar doğurabilir. 

Giresunspor - Cizrespor maçında rakip takıma cehennemi yaşatacağını iddia edenler stadyumu dolduramadı. Cizrespor'un kupada oynadığı ilk deplasman maçında futbol dersi alacağını söyleyenler, Cizrespor'un 2-1'lik galibiyetini izledi. İyi oldu.

Öte yandan bu Cizrespor'da ilginç bir şeyler olduğu gerçeğini de inkar edemeyiz. Bilmiyorum işin aslını ama normal değil. Sanırım bahisle ilgili mevzular var.  

Çarşamba, Mart 26

Galatasaray 2 - 2 Bursaspor




Bu sene 4. defa Türkiye Kupası maçına gittim. Sanırım benim kadar Türkiye Kupası maçını stadyumda izleyen TFF yetkilisi yoktur. İlgi gösterilmediği doğru, değerinin düştüğü yadsınamaz ama tamamen önemsiz de denemez. Spor kulüplerinin birinci amacı sahaya çıkmak ve maç kazanmaktır. Özellikle büyük kulüp olarak adlandırıyorsan kendini, yarıştığın her kulvarda iddianı ortaya koyacaksın.

Arena'ya en son gttiğimde yine Bursaspor ile oynuyorduk. Fenerbahçe, Eskişehirspor'a yenilmişti, ben de Eskişehir'den dönmüştüm. Fenerbahçe'nin kalan bir çok maçında puan kaybedeceğinden emindim (hala eminim) ve tek istediğim bunun farkına varan Galatasaray'ın sezonun ilk yarısındaki tutukluktan kopup sahada gücünü göstermesydi. Öyle de oldu. O hafta 6-0 kazandık. Ertesi hafta 3-0. Fenerbahçe yine yenildi. Şampiyonluk şansımız artıyordu. Hatta Fenerbahçeli arkadaşlara göre yüzde 50-50 kıvamına gelmişti. Rakip titremeye başlamıştı ki biz kendi ayağımıza sıktık. Defalarca. Sonuç olarak lige havluyu attık.

Dün akşamki Bursaspor maçına çıkarken değişen çok şey olmuştu. Lig gitti, Avrupa bitti. Geriye kalan tek şey Türkiye Kupası sanılsa da alsında Fenerbahçe maçı. Ona da 10 gün var. O 10 günün hatrına bazı şeyler içe atılıyor, bekleniyor. Yeter ki Bursaspor ve Konyaspor maçları sağ salim geçsin. Amaç buydu. Erken gelen gol, sonra bir penaltı. İlk yarı 2-0...

Rakibin hocası yok, topçusu isteksiz, taraftarı başkanla atışıyor, motivasyonu zayıf... Bu maçta artık tehlike yaşamayız derken soyunma odasından çıkıldığı anda skor 2-1'e geliyor. Tek farklı skoru uzun süre korumak çok zor. Belli bir süreden sonra, hele rakip de çok ısırgan değilse, maçı bitirdim havasına giriyorsun. Gerçi Bursaspor da ısırmadı diyemeyiz. Sayısız gol kaçırdı. Ama herhalde "bugün şanssızlar" güvencesine mi tutulduk nedir, maçın 2-2'ye gelme ihtimalini tribünde heğ göz ardı ettik. Burak'ın kaçırdığı gollerin maç sonunda "kırılma anı" olarak hatırlanacağını düşünemedik. Bizim düşünememiş önemli değil, aha içindekiler de aynı rehavete kapılmış olmalılar. Bursaspor oyuna Ferhat'ı alarak muhteşem bir hamle yaparken, Galatasaray'da Yekta oyuna girdi.

O Ferhat topu taşıdı, sahanın en diri adamı Bekir golü attı. Geride 2 dakika vardı. Gaziantep BB Spor maçı da böyle olmuştu ama bu sefer bizi kurtaracak 30 dakika + penaltılar yoktu. Bundan sonrası Bursa'daki maça kaldı. Kaldı da o güne kadar kimin kalacağı bile meçhul.

Taraftar protestolarında, eğer protesto edilen kişi yüz kızartıcı bir şey yapmaışssa, dozun abartıldığını düşünürüm. 2011'de bile böyleydi. Tarihin en kötü sezonlarından birinde suçun futbolcularda olmadığını düşünen, Ayhan ıslıklanınca kavga eden, Mustafa Sarp ıslıklanınca stadı terk eden biriyim. Fakat bu sene öyle bir sene değil. Taraftar protestolarını anlamamak mümkün değil. Son iki senede kupalar kaldıran bir takımı isteksiz ve enerjisini kaybetmiş şekilde görmek sinir bozuyor. 11 puan gerideyken şampiyonluğa inanan insanlar hayallerinin, kendilerine dahi inanmayan futbolculara bağlı olduğunu görünce bir akşam aniden şalteri indiriyor. Kayserispor maçından sonra Bursaspor maçını da bu şekilde bitirmek kötü bir tesadüf oldu. 2-0'dan 2-2'ye dönmek, 2. golü son dakikada yemek..Sadece bu maçı değil sezonu sıralarsak; Kayserispor maçındaki son dakika golü, deplasmanlarda kazanamamak, ilk yarıda oluşan puan farkı... İstesen hepsi denk gelemez. Daha önce de çok takım tepki gördü ama çoğu "başarıya tapan taraftarın hezeyanları" olarak görülebilirdi, somut neden bulamayanlar "şampiyon olamadık"ın yanına ikinciyi zor eklerdi. Bu sefer hiç öyle olmadı. Taıkm resmen her maç defalarca kendi eliyle malzeme verdi.

Yine de şanslı bir tarafları var. Bundan sonraki ilk iç saha maçı Fenerbahçe maçı. Karşılaşma öncesi tribün hiçbir şekilde protestoya girmez diye tahmin ediyorum. Derbinin önemi, içerideki husumetleri bir kenara artar. Maç kazanılrısa geçmişe sünger çekilir. Kaybedilirse kimsenin tutunacak dalı kalmaz. Bugün duyulan "Aysal istifa" sesleri de "kimsenin" kısmının altının çizilmesine yarar.

Cuma, Ocak 17

6 Yabancı vs. 0 Yabancı




Daha önce biri yazdı mı emin değilim. Ama tekrardan da zarar gelmez zaten. Bu yabancı kuralı, büyük bir saçmalık ve aslında Türkiye'de yöneticilerin sadece "durumu idare etmek" ile görevlerini sürdürdüğünün büyük bir kanıtı olarak karşımıza çıkmaya devam ediyor.

Tokatspor maçı öncesi kafamda bir kadro yazıyorum. Muslera ve Drogba'yı almıyorum. Melo ortaya,öne Wes, kenarlarda Bruma, Amrabat ve Riera'yı yazdım. 6.adam Chedjou mu olmalı Hajrovic mi? Peki Telles gelseydi ne yapacaktım? Tokat maçı böyle de Antalyaspor maçında Muslera'yı koymak gerekebilir, o zaman kim çıkacak?

Derken rakip takımın bu tip sorunlarla boğuşmadığını farkettim. Aynı turnuvada karşılaştığımız bir takım sahada. Bir TFF organizasyonu. Bir takım sahaya 6 yabancı oyuncu ile çıkabilirken, karşı takıma böyle bir hak verilmiyor. Haksız rekabetin, eşitsizliğin en büyük örneği. İnanılmaz saçma bir durum. Ve senelerdir böyle. Tamam bazı takımlar arasında gelir farkı olabilir. Başka türlü konulardan doğan uçurumlar olabilir. TFF bunları en aza indirmek için var. Oysa tam tersi; bu eşitsizliği aralarında dağlar kadar güç farkı olan takımların karşılaşabileceği tek turnuvada bile gözler önüne seriyor.

Bana kalırsa olması gereken; bir Süper Lig takımı kupa maçında başka bir lig takımıyla oynuyorsa, o lige tanınan yabancı hakkı ile sahaya çıkmalı. Eğer 2.Lig takımı rakipse, sahaya 18 yerli oyuncu ile çıkmak zorunda olmalısın.

Bakınca, bu bile saçma geliyor. Ama zaten kuralların çoğu saçma. Alt lig kulüplerini Süper Lig takımlarının altyapısı olarak görünce, onları sadece "yetiştirici kulüp" olarak adlandırınca böyle sıkıntılar doğuyor haliyle. Umarım bu adaletsizlik en kısa zamanda bir şekilde çözüme kavuşur, ülkenin bütün profesyonel takımlarını ve bazı amatör takımlarını (bu da adaletsizliğin başka bir konusu) bir araya getiren turnuvada daha eşit şartlarda oynanan karşılaşmalar izleriz.

Perşembe, Ocak 16

Galatasaray 2-0 Tokatspor



Maçın başında kafamda bir kadro, daha doğrusu bir kadro yapısı kuruyordum. Mancini buna çok yaklaştı.

Genelde bu tip maçlarda büyük takım hocaları yedek takımı sahaya sürüp, karşılaşmaya hazırlık maçı havası katardı. Aslında o tarz maçlar da yedek oyuncular için çok önemlidir. O maçta koyacakları performans kariyerleri için belirleyici olur ama yedek oyuncular o maçlara gereken saygıyı göstermez.. Mesela, Gaziantep BB Spor maçında bunun farkında olamayan Engin Baytar, Tokatspor maçını göremedi.

Yedek oyunculara fazla duyulan güvenin, zarar olarak geri dönebileceğini gören Mancini, bu sefer yedeklere ağırlık vermedi. Dengeli bir kadro kurdu. Semih, Melo,Sneijder,Burak,Umut,Riera,hatta Balta ve Bruma gibi ilk 11 ve ilk 11'i zorlayacak oyunculardan kurulu bir kadro hazırladı. Mesela böyle bir maçta Muslera'ya ve Drogba'ya gerek yok. Bazen Ufuk'u  görmek ve bazen Drogba'ya nefes aldırmak, onları oynatmaktan daha önemli. O nedenle çıkan kadro çok hoşuma gitti.

Ve aslında asıl mesele. 8 puanlık farkın nasıl kapanacağını soran gazeteciler "Bütün maçlarımızı kazanmalıyız" cevabını veren Mancini için çok değerli maçlar. İlk yarının sonunda elde edilen kazanma alışkanlığını devam ettirmek için önemli bir köprü. Eskişehirspor, Bursaspor gibi dişli takımların da grupta yer almaması büyük şans. Hatta çoğu taraftar için angarya gözüken Türkiye Kupası, sanılanın aksine böyle bir sezonda sırf bu nedenlerle önemli bir katkı sağlayabilir takıma.

Zaten bu maça gitme nedenim bu değişimi görmek içindi. Normalde böyle maçlarda alt lig takımlarını izlemek için giderdim. En son Gaziantep BB Spor maçı bile bu bağlamdaydı. Ama bu sefer durum değişti. Çok farklı bir Galatasaray var. Tamamen olumlu anlamda demiyorum ama dikkat çekiyor. Değişik, yeni, farklı. Satranç oynar gibi takımla oynayan bir hoca. Ve aslında sert bir Tokatspor karşısında böyle "yeni" bir takımı izlemek çok heveslendirdi beni.

Tokatspor gibi bir takıma karşı 70 dakika gol atamamak, maçı 2-0 kazanmak, kağıt üstünde rahatsız edebilir. Ama oynana oyun, kafadaki mantalite beni oldukça tatmin etti. Hücumda, top gezdirmede, rakip kaleye gitmede güzel işler yaptı takım. İki gol atılsa da birçok pozisyona girildi. Tokatspor'un yedek kalecisi Mehmet, bu sezon oynamadığı maçların acısını Arena'da çıkardı. 

 Arka tarafta ise sıkıntılar vardı, fakat Tokatspor'un çok adamla ileri çıkmamaya özen gösteren hali savunmayı zorlamadı. Yine de Balta,Melo,Semih üçlüsü bence iyi bir üçlü değil. Felipe Melo dilenciliği ne kadar üst seviyede olsa da ben Melo'ya sonsuz güven duyamıyorum. Sanırım hala daha 2010 Dünya Kupası etkisi. O nedenle savunmanın merkezinde, üstelik Semih Kaya'dan talimat alacak kadar ilgisiz olduğu bir bölgede ona görev vermenin büytük risk olduğunu düşünüyorum. Zaten bence üçlü savunmayı dünyanın en iyi stoperlerinden kursanız bbile her zaman risk altında olunacağını düşünüyorum. 

Yine de bütün düşüncelerimiz ve gözlerimiz bir yana, biz bunları yazıp çiziyoruz ama Mancini öyle bir güven veriyor ki tribüne (veya sadece bana) tarif edilemez. Belirli bir kalıba bağlı kalmıyor. Geldiği günden beri sürekli bir değişim ve arayış halinde. "Hala mı arıyor" diyenin kaygısını ciddiye alırım ama bu arayış esnasında hem takımı gruptan çıkardı hem de çoğu denemesinden de olumlu sonuç aldı. Böyle hocalara büyük saygı duyup biraz zaman vermek zor bir şey değil.. Adam çalışıyor, üetiyor, deniyor, kurcalıyor. Ve en önemlisi bunu yaparken de kazanmaya devam ediyor. İç sahada 10.resmi maçında 10.galibiyet. Aralarında Tokatspor maçı da var Juventus maçı da... Böyle devam ettiği takdirde, kısa sürede tabanca gibi bir takım oluşturacağından eminim.

O nedenle böyle güzel bir hazırlık maçı iyi oldu. As oyuncuların oynadığı bir resmi-hazırlık maçı. Takım kazandı, oyuncular yeni yerlerini, yeni sistemi denedi, hoca bu maçta da birşeyler gördü ve bir sonraki maç ona göre planlar hazırlayacak. Tam anlamıyorum ama sanırım her şey iyi gidiyor galiba... Ve eğer şampiyon olursak iç sahada böyle maçları yakalamış olmanın tadı daha da güzelleşecek.


Perşembe, Aralık 5

Fenerbahçe 1 - 2 Fethiyespor



48'in ekmeğini Muğla Belediye Başkanı benim kadar yememiştir. Bu sefer hakikaten sınırı aştım sanırım. Hayatımda hiç gitmediğim Fethiye'ye ve o beldenin kulübüne ufak bir sempatim vardı. Ama hiçbir zaman aidiyet hissetmedim. Bodrum ile aynı plakayı kullanıyor olmaları aidiyet duygusunu yüzde 1 oranında arttırdı belki. PTT 1.Lig'de oynamaya başladıktan sonra, bir de doğup büyüdüğüm Kadıköy'de Fenerbahçe'ye rakip olması güzeldi.

Maç öncesi hafif goygoyla kendi kendime "Tarihi bir gün" diyordum ama işlerin bu şekilde sonlanacağını tahmin etmiyordum. Kim tahmin edebilir ki? Fethiyespor Basın Sözcüsü İsmail Türk bile turdan ümidini kesmişti. Haksız da sayılmazdı. PTT 1.Lig'in en zayıf takımı ile, Süper Lig'in lideri karşılaşıyor. Üstelik İstanbul'da. Fethiyespor'a ufak bir şans vermek bile akla mantığa sığmıyordu.

İki gün boyunca ilginç maçlar izledik. Gaziantep BB Spor'u penaltılar sonunda elememiz  Fenerbahçeliler'in hoşuna gitmiş, bir gece boyunca baya dalga geçmişlerdi. Biz bu şakalara karşı bir kez bile "Oğlum sizin de yarın maçınız var" demeyi düşünemedik, çünkü o kadar zor ihtimaldi. Haliyle Fethiyespor maçından keyif almak yeterliydi, kazanmak akılda bile yoktu. 

2010 yılında Fenerbahçe, Trabzonspor karşısında şampiyonluğu kaybetmeden saatler önce Trabzonsporlu Tanju kardeşimiz, deplasman tribünü biletlerinin bır kısmının satılmadığını söyleyerek bizi tribüne davet etmişti. Biz ise Fenerbahçe'nin şampiyonluk kutlayacağını ve maç sonu stadyumdan ayrılmamızın gece geç saatleri bulacağını tahmin ederek davete icabet etmemiştik. Tarihi günü ıskaladık. 

Bu maçta da buna benzer bir hikaye yaşadım. Fethiyespor tribününe girip senelerdir süren "Kadıköy deplasmanı" hasretimi bitirebilirdim ama Fenerbahçe'nin arka arakaya atacağı golleri izlemek için 20 lira vermeyi göze alamadım. Yiğit'le, Sencer'le, Fenerbahçeli arakadaşlarımla oturup rahat rahat maç izleyip boşa düşen kombineyle de maçı beleşe getirmek daha doğru geldi.. Tarihi bir güne bu sefer tanıklık ettik ama yine yanlış yerdeydim. 

Fakat bu sefer de senelerdir özlediğim sesi duydum. Son 2-3 yılda, gittiğim hiç bir maçta, deplasman tribününden gelen ve bütün stadın üzerine çöken o ince "goool" sesini duymamıştım. Kendi sahanızda bunu duymak hiç güzel değil ama bu tribün rekabetinin ve futbolun en güzel (tatlı-sert) anlarından biri olduğu gerçeğini de inkar edemeyiz. Kaç zamandır hangi stadyuma gitsek o tribünler bomboştu. Veya çok az kişi vardı. Veya gol atamıyorlardı... Bu sefer Fethiyespor tribünü deplasman tribününü nispeten doldurdu. "Kadıköy'e çıkarma yaptılar" diyemeyiz ama o buz gibi gelen "gooooll" sesi geldi.

Maç hakkında yazacak çok fazla cümlem yok. 80 dakika boyunca uyuduk. Fenerbahçeliler durumu kendilerine göre daha iyi analiz ederler. Şahsi fikrim; yedek futbolcular kendi ayaklarına kurşun sıktılar. Sezon boyunca oynayıp göze girmelerine neden olacak maçları ellerinin tersiyle ittiler. Bundan sonraki dönemi Ersun Yanal 14-15 futbolcuyla bile çekip çevirebilir. Ama yenilginin faturasını oyunculara kesmek de yersiz. Türkiye Kupası'nın bu turları yedek oyuncularla kazanılacak maçlara sahne olmuyor. Rotasyon, iki farklı takımdan oluşmamalı. Skor zora girince Emenike veya Umut Bulut'u oyuna sokmak yeterli olamayabilir. Daha karma bir 11 sürülebilirdi. Yeni gelen yabancı teknik direktörlerin yedek oyuncularına haddinden fazla güvenip sahaya sürmesini anlayışla karşılayabilirim ama Ersun Yanal gibi, ülkenin en başarılı ve alt liglerin tozunu yutarak gelmiş bir hocasından bunu beklemezdim. 

Daha büyük şaşkınlık yaratan şey ise Fenerbahçe tribünleri oldu. Ligin açık ara önde olan takımlarını, angarya Türkiye Kupası'nda elendikleri için ıslıklamaları hoş olmadı. Ama Fenerbahçe taraftarının da hissetiklerini anlıyorum. Amaçsız gözüken bu tip maçlar taraftar için duygusaldır. Bütün maç sonunda, soğuk havada ve boş stadyumda sadece tezahürat söylersin. Kazansan da kaybetsen de önemli değil dersin ama böyle bir maçta stada gelip sahada mücadele etmeye gerek duymayan topçuları izleyince kendini aldatılmış ve (lafın gelisi) salak yerine konmuş hissetmen çok normal. Ama bu kötü sonuca rağmen Fenerbahçe için korkulacak bir şey olduğunu düşünmüyorum.

Fethiyespor takımını ise bu sene hiç izlemedim. Arada özetlere bakmıştım. Ligin en zayıf takımıydı, ama sahada çok iyi durdular. Kendi hatalarından basit bir gol yediler, pozisyon vermediler. İkinci yarı çok iyi geldiler. 3'ü bile attılar ama gol sayılmadı. Ben en çok Konyaspor altyapısından çıkan Ali Dere'yi beğendim. Onun dışında Krasniqi de farkını topu ayağına her aldığında belli etti. Ama böyle maçları kazanan takımlardan herhangi birinin öne çıkmaması gerekir. Takım oyunu, futboldaki kalite farkını en aza indirmeye yarayan en önemli olgudur.

İki gün boyunca iki  unutulmaz maçı tribünde izledim. Üstelik iki maçın da bu sıfata ulaşacakları öngörülemiyordu. Özelikle 78.dakikada Fethiyespor golü atınca biraz korktum. İki gün üst üste dondurucu soğukta izlediğim maçların bir de uzatmaya kalması düşünmek bile istemiyordum. 2-1 olunca maça yeniden dahil olduk ve heyecanlı bir karşılaşma izledik. Yani 10 dakika içinde "efsane" bir maça dönüştü izlediğimiz oyun. Futbol böyle işte, hiç ummadığınız maç size çok güzen anılar bırakabilir. Türkiye Kupası; gözden düşen saçma bir organizasyon olma yolunda hızla ilerliyor ama bu maçları stadyumda izlemek sanıldığından daha keyifli oluyor. 

Maç öncesi "Boş kombine var gelir misin" soruma,  "Bir dahaki maça artık" cevabını veren Fenerbahçeli arkadaşlarım bu güzel maçlar için 1 sene daha beklemek zorunda kalacak.


Çarşamba, Aralık 4

Galatasaray 2 -2 Gaziantep BB Spor (6-5)



Böyle maçların güzellemesini çok yaptım. Hala da yapıyorum. Ama bu blogda bu tarz yazıların misyonu doldu. En azından bu maç için değil. Çünkü çok değişik bir maç yaşadık. Ve aslında sonu yine bir güzellemeye bağlanacak. Berbat bir futbol ve insanın içine işleyen soğuğa rağmen yine de çıkarken "İyi ki gelmişim" diyebiliyorum. Uzun seneler sonra bile insanlara anlatabileceğim bir maç oldu.

Tabi sahadaki futbolcular için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Konuk takımın futbolcuları belki bizler gibi unutamayacak bu maçı, çocuklarına Galatasaray'ı nasıl ellerinden kaçırdıklarını buruk ama gururlu bir şekilde anlatabilecek. Ama Galatasaray'ın oyuncuları, bu maçtan kimseye bahsedemeyecekler. Zaten artık eski dönemler gibi değil, unutulması kolay değil. İnternet, youtube, akıllı telefonlar; bu maçı kolay kolay hafızalardan silmek, unutturmak mümkün olmayacak.

Hiç altyapı seçmesi izlediniz mi? Hala aynı mı bilmiyorum ama biz çocukken çok acayip ve korkutucuydu. Onlarca çocuk heyecenla sahada koşar. Kendilerini göstermek için didinir, hatta biraz bencil oynayıp şova kaçmaya çalışırlar. Hepsi kendini forvet veya 10 numara olarak görür. Fakat eğer bu çalımcı çocuklar çok çok yetenekli değilse kadroya giremez, seçilen çocuk, her zaman pasa yatkın olan, diğerlerinden farkı olan, farklı duran olur. 

Bu maçın havası da öyleydi. 11 tane futbolcu sahada resmen önümüzdeki sene takımda kalabilmeyi garantilemek için sahaya çıkmıştı. Üstelik aslında hepsi birbirinin rakibi gibiydi. Aydın, Bruma, Amrabat, Engin ve Emre Çolak; doğrudan "Kim Gitsin" yarışması düzenleyebilecek bir beşli. Aynı şekilde Hakan-Ceyhun-Dany üçlüsü de... Belki de bu "seçme"yi sağlıklı ve adil hale getirme çabası, Mancini'nin 90 dakika boyunca oyuncu değiştirmemesine neden olmuş olabilir. Daha mantıklı bir açıklama bulmak zor. Ama işin acı boyutu, bu hissiyatı sahadaki oyuncuların beslememiş olmamasıydı. Kaşar topçular Gökhan Zan ve Hakan Balta olayın ciddiyetinin biraz daha farkındaydı sanki. Ama geri kalanı, sanki Türkiye Kupası maçında oynama fırsatı bulan yedek topçu değil de formayı kapan yıldız adayı topçu görünümündeydi. Yine de bütün bu isteksizliğe rağmen işler yolunda gitti ve devre 2-0 sona erdi.

Uzun senelerdir bu tip kupa maçlarında çok hüsran yaşadık. Daha geçen seneki 1461 Trabzon yenilgisi çok taze. 2-0 olunca en azından bu maçı kazasız belasız atlattığımızı düşündük. Ama Türk futbolundaki Gaziantep BB Spor gerçeğini çoğu kişi ilk defa gördü.

Yıllardır aynı istikrarı koruyan, yabancı oyuncu transferine bile sıcak bakmayan, kadroyu bozmayan, oyun stilini dğiştirmeyen Gaziantep BB Spor, her zaman taş gibi bir takım olmuştur. PTT 1.Lig'in en sert ve en sağlam savunma yapan takımlarından biridir. Üst lige çıkmanın yanına bile yaklaşamaz çünkü hedef maçları koparamaz. Buna rağmen birçok şampiyonluk adayına çelme takar ve artık bu çelmeler sürpriz olmaktan çıkmıştır. Bunu da en iyi Karşıyaka, Boluspor gibi senelerdir bu ligde takılıp kalan güçlü camialar bilir. Ve soru tam bu esnada karşımıza çıkar: Acaba Mancini daha önce hiç PTT 1.Lig maçı izledi mi? Veya Tugay Kerimoğlu ona, bu ligin (1.Lig) dinamiklerinden ve takımlarından bahsetti mi? Eğer bahsettiyse Galatasaray'ın santrforsuz ve birbirine benzeyen oyunculardan kurulu bir 11'le çıkmasının bir açıklaması olmalı... Hızlı, yumuşak ve boş alan arayan oyuncuların, açık vermeyen ve berabere hareket etmeyi bilen sert savunmaya karşı etkisiz kalacağını görebilmek için rakibi incelemek gerekiyordu. Ama sorun değil, böyle hataları diğer hocalar da yapmıştı. Geçen sene Fatih Terim de yaptı. Başka hocalar da. Mancini'nin şansı, böyle acı bir tecrübeden gülerek çıkmış olması...

İnatçı Gaziantep BB Spor, maçı 2-2'ye çevirmeyi başardı. Maçın yıldızı olan Serdar Deliktaş, yıllardır alt tarafın en çok gol atan isimlerinden biriydi. Onu ilk defa böyle düzgün bir zemin ve modern bir stadyumda oynarken izledim. Kalitesini böyle bir ortamda bir tık daha arttırdı. En sonunda golünü de attı ve takımının maça ortak olmasına neden oldu.

Uzatma dakikaları ve penaltılar aslında sadece tur atlayan takımı belirledi. Çünkü elenen Gaziantep BB Spor maçı kazanmış sayılabilirdi ve mutluydu. Galatasaraylı futbolcular, o maçı artık 5-2 bile kazansa en az yarım saat daha soğukta kalacak taraftarını memnun edemez, kendilerini de aklayamazdı. Olmadı zaten. Maçın her uzayan dakikası, kaçan penaltılar bile, tribünlerin sinirlerini bozmaya yetti. Ufuk'un kurtardığı son penaltıdan sonra 5 saniyelik kısa ve toplu bir sevinç sonrası ıslıkların yükselmesi bunun en büyük işareti. Kazanmak rahatllttı ama kimseyi de tatmin etmedi.

Bu maçtan çok hikaye çıkardı. Engin Baytar, Yiğit Gökoğlan, Sabri, Umut, Galatasaray altyapısından çıkıp eski takımını turdan etmeye çok yaklaşan kaptan Cihan Can, yukarıda bahsettiğimiz Serdar.. Ama hiçbr bireysel hikaye, son iki seneyi 4 kupa ile kapatan takımın bu kadar kısa sürede dibe çakılmasından daha ilginç bir hikayeye neden olamaz. Çok ilginç bir maçtı. O yüzden böyle bir mücadeleyi tribünden izlediğim için kendimi şanslı sayıyorum. Ve aslında keyif aldığımı da itiraf ediyorum. Gaziantep BB Spor'un turu hak ettiğine inanıyorum. "Hasan Özer hoca taş gibi bir takım yaratmış".

Ve aslında içimdeki en derin düşünceyi açığa vurmam gerekirse, bu tip maçların keyfi Ali Sami Yen'de çok daha başkaydı....

Perşembe, Şubat 28

Fenerbahçe 2-3 1461 Trabzon



Uzun bir aradan sonra Kadıköy'deyiz. Anlamsız ve formalite niteliği taşıyan bir maç olmasa gidemezdik. Bu sene Fenerbahçe tribünü sezonun hakkını verdi gibi. Bu tarz maçları değerlendirme dışında bırakmak lazım.

Maçın özellikle ilk devresinde ilginç bir şey görmek zordu. Fenerbahçe tribünün 90 dakika boyunca Beşiktaş'a sataşması bir derbi geleneğidir, bu geleneği, gelecek sene oynanacak stadyum konusuna da dayandırarak daha da sert devam ettirdiler. İlginç olan Okul Açık'ın bu isyanı Maraton Tribünü'ne bile ulaşmamış. Çok ilginç bir akustiği var bu Kadıköy'ün.

Bir ara UEFA da küfürlü tezahüratlardan nasibini aldı. Buna anlam veremedik ilk başta ama devre arasında olayın perde arkasını çözdük. Maçın geri kalanında gündem maddesi UEFA'ya verilen ceza oldu. Zaten maç boyunca "maç hakkında ne yazabilirim ki" diye düşünüyordum. Onu da ayrı yazdık. Maçı kısa geçelim.

Fenerbahçe'nin ilk golünde sahaya giren çocuklara yapılan muameleyi merak ediyorum. Tribün, "Çocuğu bırakın orospu çocukları" diye bağırsa da sanırım bırakılmadı. Yaşları 10-12 gibi olan iki çocuk acaba 6222'den mi yargılanacak. Tek istekleri Krasiç'e ve Semih'e sarılmak olan iki çocuğun fişlenmesi mide bulandırır.

Maçın ikinci yarısı daha fazla aksiyona sahne oldu. Goller geldi. Trabzon biraz daha istedi maçı. Fenerbahçe iyice maçı bıraktı. Trabzon'un forveti Mustafa Tiryaki'yi çok beğendim. Çok güçlü. İyi mücadele ediyor. Fenerbahçe'de Salih'e negatif gözler baktım. Genç oyuncu sevgisine karşı muhalif kalmak istedim ama başardım. Çocuk oynuyor. Temiz oynuyor.

Maçın sonunda Trabzonluların sevinci abartıydı bence. Gerçi futbolcuları anlamak mümkün. Genç isimlerin Fenerbahçe'yi yenmesi kariyerleri için de, futbolculuk dönemi anıları için de önemlidir. Prim de kazandılarsa sevinmek en doğal hakları. Ama Trabzonspor taraftarı olan arkadaşların zafer çığlıklarına anlam veremedim. Sonuçta bir formalite maçı. Grupta sonuncu olmuşsun, rakibin sana yedeklerle çıkmış, taraftarı bile maça gelmemiş sen de yenmişsin. Hak etmişsin. Ama bunu abartmaya gerek var mı? Yerel basın bile bugün destana çevirmiş bu galibiyeti.

1461 Trabzon'un bu sezon İstanbul'da kazandığı iki galibiyeti de tribünden izledim. İlkinde Galatasaray'ı yenerken sempatiklerdi. Hak etmişlerdi. Bu sefer bir şeyler eksik kaldı sanki. Belki de sahada rakip olmadığı içindir.



Pazartesi, Şubat 11

Galatasaray 57 - 63 Fenerbahçe




Efes'i yendik.. 1 gün sonra Banvit'i yendik. 3 günde finale çıktık. Diğer taraftan ise Fenerbahçe çıktı. Bütün planalr, programlar değişti. Beklenmeyen bir gelişme. Fikstüre endeksli hayatlar dediğimiz işte tam olarak bu. Aylar sonra pazar günü bir boşluk ve ortaya çıkan tarihi bir final. Tarihi final; çünkü 28 senelik kupa tarihinde Galatasaray-Fenerbahçe finali ilk kez oynuyor. Eskişehir'e gitmek için güzel bir neden. AMK Spor güzel yazmış; Papaz'ın Çayırı'nda başlayan rekabet Porsuk Çayı'nda devam ediyor.

Bu rekabet İstanbul sınırlarının dışına çıkalı seneler oluyor. En yakın örnek, iki takım Türkiye Kupası'nda ilk tur gruplarında da karşı karşıya gelmişti, İzmir'de. Oraya da gitmiştik. Bu kadar şube, bu kadar organizasyon. Sürekli karşı karşıya geliyorsun. Galatasaray için şehir şehir gezmek çok güzel. İzmir'de de salonda vardık, Eskişehir'de de. Keşke İzmir'de ekim ayında başladığımız kupa serüveni Eskişehir'de kupa ile noktalansaydı.

Eskişehir'e üçüncü gidişim. 3 senedir gidiyorum, her gidişimde biraz daha hoşuma gidiyor, daha çok seviyorum. Mart ayında bir maç daha var. Bakalım o zaman da gider miyiz? Saat 7'de otogardaydım. Maç saat 15.00'te. Şehrin sokakları bomboş. Yürüyorum. Yürünecek bir şehir zaten. Tramvay yolunu yakip ederek her yere ulaşabilirsin. Otobüs yolculukları güzel ama artık treni çok özledik. Trenle gidip gelmenin keyfi bambaşkaydı.

Salon, üniversitenin salonu. Üniversitenin kampüsü ise şehre biraz uzak. Saat 12'de salon çevresinde olunca maç başlayana kadar yapacak birşeyimiz olmadı. Tribünler yavaş yavaş doldu. Hatta tam dolmadı. 8'li finallerin riski. Beşiktaşlı bir adam bu finale bilet aldıysa niye gitsin? Aynı gün Fenerbahçe'nün futbol takımı Mersin deplasmanında, Galatasaray'ın İstanbul'daki rakibi lig ikincisi Antalyaspor. İstanbul'da yaşayan bir taraftar tercih yapmak zorunda. Galatasaray tribününün abileri, tercihlerini Eskişehir'den yana kullanmış. Fenerbahçe tribününün yükünü ise Anadolu'da yaşayanlar çekmiş. Hal böyle olunca üstünlük kuran bizimkiler oluyor. Her iki tribünün de ortak sorunu Anadolu örgütlenmeleri. Nicelik çok yüksek ama etki çok düşük. Galatasaray'ın Avrupa örgütlenmesi bile Anadolu'dan daha iyi. Neden "bile" dedim onu da bilmiyorum, sonuçta her hafta Avrupa'da maç yapan bir şubemiz oluyor.

Maç öncesi konuşulan birinci konu, maddi sıkıntılar. Şube yne krize girmiş. Biraz biliyordum ama bu kadar ciddi boyutlara ulaştığını bilmiyordum.  

Maça kötü başladık. Hatta erken kopacağımızı bile düşündüm. Fakat devre sonunda 13-1'lik bir seri yakalayarak öne geçtik.Momentum dedikleri şey bize geçmişti. İyi oynadık, iyi savunma yaptık.Kötü hücum ettik sayılabilir ama Fenerbahçe bizden daha kötü hücum etti. Andersen'in girişi biraz dengeyi boza da maç genelde bizim kontrolümüzde gitti. İki tane sıkıntımız vardı, şutlar girmiyordu, ribaund alamıyorduk. Fenerbahçe, bir hücumda 4 kez şut deniyordu neredeyse. Bu.hem onların ne kadar hücum ettiğiniz, hem de bizim ribaund sıkıntımızı gösteriyordu.

Üçüncü periyot tatlı tatlı giderken, Fenerbahçe ağırlık koydu. Terazideki dengeyi bozan ise üzgünüm ama hakem kararları oldu. McCalebb'in potaya dokunuşunu es geçmelerini anlıyorum, görülmemiş olabilir. Hatta potaya dokunmasa bile top giriyordu denilebilir,  Ama Engin'in pozisyonu tam bir saçmalık. İşin ilginci Bo'nun pozisyonuna dair her yerde videoya-fotoğrafa rastlamak mümkün ama diğer tartışmalı pozisyonları (Gordon'un atılması vs...) hiçbir yerde göremedim.

Böyle yenilgilerden sonra hakemler hakkında konuşmak üzüyor. Maç zaten başa başa giden bir maçtı. Son topta da kaybedebilirdik. Hatta iyi niyetli ama yanlış hakem kararıyla da yenilebilirdik. Bu kadar koymazdı. Ama bir yerden alınıp diğerine vermek.... Basketbol hakemlerinin iyi niyetlerine inanmıyorduk. 3 Temmuz'da ortaya çıkan bazı tapelerden sonra bazı hakemlere hiç güvenmiyoruz zaten. Yine aynı isimler aynı şeyleri yaşatınca artık nefret eder duruma geliyoruz. Şu bir gerçek; futbol hakemlerine de zaman zaman taraftar psikolojisi gereği tepki gösteriyoruz, ama iki grup arasında çok büyük bir fark var. Futbol hakemleri; sadece kötü hakemler. Kötüler yani. Tribünden etkilenirler, etiketlenmiş oyuncuya karşı önyargılıdır, psikolojiden anlamaz, düzgün rapor yazamaz, üzerine tükürük geldi mi gelmedi mi onu bile kavrayamaz, sahada kavga çıktığında düdüğünün peşinden koşar vs...

Fakat basketbol hakemler böyle değil. Onların hataları bu kadar insani gerekçelerle oluşmuyor. Aslında onlar hata da yapmıyor. İstediklerini yapıyor. Kafalarına göre. Hata dediğin biraz istem dışı oluşur. Bizim Banvit maçı da böyleydi. Banvit 14 sayı geriden gelirken, tehlikenin farkında değillerdi, idare etmek adına Orhun Ene'ye teknik çalamadılar. Sonra baktılar maç Banvit'e gidiyor, son hücumda faulleri vermediler. Maç uzadı, ilk olarak Orhun Ene'yi attılar. Rüzgar nereden eserse... Neyse, çok yazmamak lazım, bunlar senelerdir değişmeyen şeyler, alıştığımız şeyler. Biz değişme ihtimali olan şeyleri yazalım.

Maddi sorunlar gittikçe büyüyor. Ben bu yazıyı yazmaya başladığımda var olan karamsar ortam, siz yazıyı okurken çok farklı bir hale gelebilir. Çarşamba günü Kazan maçı var. Perşembe ve cuma günü kazanan özgüven ve yaratılan umut bir anda sona erdi. Kimse ne olacağını bilmiyor. Oyuncuyu ve hocayı da böyle bir durumda yargılamak yakışık alan bir durum olmaz. Fakat ben ödemelerin, özellikle internette oluşan hava sayesinde, 1-2 gün içinde yapılacağını öngörüyorum. Eğer öyle olursa, takım içinde çok farklı bir örgütlenme olur, birlik beraberlik olur. Ergin hocam oradan bir "OHAL durumu" çıkartırsa, 3 ay boyunca hırs yapıp "Oynayın çocuklar"a girersek önümüz açık. Zaten dünkü oyunumuz her türlü ligi götürecek durumdaydı. Sadece iki şeye ihtiyaç var. Birincisi ödenmesi gereken maaşlar, ikincisi Arroyo'nun ceza şutları. Arroyo kritik anlarda iki tane şut soksa, takım devamını getirecek zaten.




Cumartesi, Şubat 9

Telaş Yok




Muhteşem başlayan sezonun kötü dönemi. Aksilikler üst üste gelirken, araya sıkışan bir Türkiye Kupası. İlk rakip Efes. Efes, belki de son yılların en formda dönemini yaşıyor Avrupa'da fırtına gibi. Söylenenler, tahmin edilenler; ilk turdan İstanbul'a döneceğiz.

Maça da iyi başlayamıyoruz. Ama son virajı güzel dönüyoruz. Efes'i yenip yarı finale yükselmek, böyle bir zamanda, yarı finalden bile daha önemli belki.

Bir sonraki rakip, bir sonraki gün Banvit. Ligde yenildiğin takım. Zirve hedefi olan kadro. Evet, maçın içinde olan biteni yazarsak canımız sıkılır ama onları da yeniyoruz. Sonuç: Finaldeyiz.

Finalde olmaktan daha öneml, arka arkaya Efes'i ve Banvit'i yenmek. Ama final yeniden önem kazandı, çünkü rakip Fenerbahçe. 28 yıllık kupa tarihinde ilk kez Fenerbahçe ile finalle oynuyormuşuz. Bize denk geldi. Sonu güzel biter inşallah.

Pazar, Ocak 13

Pazar Keyfi


Siz Liverpool-United maçı izlerken, aynı saatlerde ben futbola doydum.

Aslında yalan olmasın, önce ofisteki dilo kardeşlerimizin hatrına İngiltere'ye takıldık. İlk yarı sıkıntıdan patlayınca, devre sonunda Sivas'a döndük. Tam bir futbol şöleni. Sakatlık olmaması da sevindirici (Eneramo son anda nazar boncuğu oldu).



Yapımda emeği geçen futbol emekçilerine teşekkürler....