Foto: Sinan Yılmaz
Ati kardeşim "arada dram yazıyorsun benim bile moralimi bozuyorsun" tarzı birşey dedi geçenlerde. Haklı. Bazen gece 2-3'lere kadar oturunca, arkadan da müzik verilince (ver 12 Dev Adamı) böyle şeyler yazılıyor. Biz de insanız. Arada kederleniyoruz. Bugünkü müzik seçimimi etkileyen adam Yiğit oldu, devamında Efe'de aynı yola girdi. Gençler siz siz olun, cumartesi akşamı Ahmet Kaya dinlemeyin
Bakıyorum aslında hayatım, burada anlattığım, bazı yazılarda yazdığım kadar kötü değil. 3-5 sene önce kurguladığım hayatı yaşıyorum. Maç izleyerek para kazanıyorum, her gün (televizyondan da olsa) en az 1 maç izliyorum, her gün 1 film izliyorum. Üniversite yıllarım gibi. Ve hep böyle olmasını istemiştim. Gerçekçi olduğumuz zaman istediğim hayat buydu; daha doğrusu olması en muhtemel güzel hayatı yaşıyorum, birkaç ufak eksiğe rağmen ki onlar da zamanla olur diye umuyorum. Yani aslında yaşantımla çok fazla sorunum yok ama hayatın kendisiyle bir kavga var.
Bundan daha iyisi, daha güzeli olabilirdi. Olabilir, daha maç devam ediyor. Bu dünyada yapılacak birçok şey var. Okunacak birçok kitap, izlenecek birçok film ve hepsini siktir et gezilecek, görülecek birçok yer, tanışılacak insanlar var. En önemlisi izlenecek maçlar, gidilecek stadlar var (Burasının futbol temalı bir blog olduğunu unutmadan). İnsanın bunları yapamadan öleceğini bilmesi, birkaç umut kırıntısıyla direnmesi güzel bir şey değil.
Şimdi düşünelim. Ne için yaşıyoruz. Amacımız ne? İyi bir kariyer, mutlu bir aile hayatı.. Bunlar Amerikan rüyası olarak geçiyor. Benim amacım bu değil. Hiç bir zaman olmadı.
Tek amaç var aslında. Mutluluk. Belki tam olarak kavramın adı o değil. Aslında istenen, amacımız; ne zaman olacağını bilmediğin o son nefes verme anını yaşarken "evet hacı ben güzel yaşadım şu an ölüyorum ve gözüm açık gitmiyor, bana verilen şansı iyi değerlendirdim, formanın hakkını verdim" demek olmalı. Bunun adı ya mutluluktur, ya hazdır, ya da başka bir şeydir. Muzaffer Can Mutlu bunun adını koyar.
Bu haz için yaşıyosak sadece ölürken, son nefesi verirken değil; yaşamın her anında bunu kovalamak lazım. Kovalayalım tamam da bunun için ne lazım? Bence iki şey lazım. Ya kendini bulmak zorundasın ya da kendinden vazgeçeceksin. Bu ikisini sağlarsan hazzı da yakalarsın, mutluluğu. Zaten mutluluk içimzide geyiği yok mudur? İnsan kendi içinde bulabilir bunu.
Bu iki seçenekten hangisini yapabiliriz? Aslında en zoru kendinden vazgeçmek. Çünkü yeterli düzeye gelecek kadar vazgeçemezsen, kendini kaybedecek noktaya gelemezsen acı çekersin. Ama ne yazık ki uygulanacak tek seçenek de (şimdilik) bu. Bizim (benim) şu anda kendi içimizde çektiğimiz acıların, sıkıntıların sebebi de bu. "Lan o zaman niye kendinden vazgeçiyorsun, onun yerini kendini bulsana hem acı çekmezsin hem o daha kolaymış" diyen arkadaşlara da hak veriyorum ama şu da var:
Kendini bulmak için gereken şeyi bulamıyoruz, ona sahip olamıyoruz. O şey, özgürlük. Bir insan yeteri kadar özgür olamazsa kendini bulamaz. Eğer çok eski devirlerde yaşasaydık özgür olabilirdik, daha kolay ulaşabilirdik. Modern dünya ve teknoloji bizi bu kadar ele geçirmeseydi özgürlük herkesin, her kesimden insanın ulaşabileceği bir kavram, veya her neyse artık, olabilirdi. Fakat artık öyle değil. Hatta çok uzağa gitmeye gerek yok 1950'de doğsaydık yine yeteri kadar özgür olabileceğimiz bir dönem sunabilirdi dünya. O iki dünya savaşına rağmen. Ama şu an 2000'lerdeyiz ve özgürlüğü, sokakta bulmak imkansız gibi birşey.
Peki nerede bulabilirz? Nasıl bulabilirz? Nasıl elde edebiliriz? Romantik cümlelere gerek yok? Gerçek belli. Özgürlük satın alınan olmasa da maddiyatla ölçülebilecek bir kavramdır. Yani zincir şöyle; mutluluk için gereken hazzı elde etmek için gerçekelştirmek zorunda olduğun kendini bulma eylemi için gereken özgür yaşam için gereken şey maddiyattır. Tersten okursak: maddi gücün olursa özgür olursun, özgür olursan kendini daha iyi tanırsın ve kendini bulursun, kendini bulursan her türlü hazzı yaşayabilirsin ve bu da seni mutlu eder.
Bizim ailenin malı mülkü belli. Mısır'da bilmediğim bir dedem falan yoksa kimseden yüklü bir miras kalmayacak. Ailemizdeki erkeklerin yaşadıkları ve benim önceki takımlarımdaki performanslarım göz önünde tutulursa, çalışarak çok fazla para kazanamayacağım. Geriye tek bir şey kalıyor: Şans oyunları.
Şans oyunlarına olan ilgimi bilen bilir. Bazı arkadaşlar, mesela Selim; 65 yaşında tutturursun, 3 sene sonra da ölürsün diyorlar. Haklılar. İşte bugünkü yazının konusu bu. Yaşanmış büyük bir bir dram var. Gerçek bir dram. Daha önce gece yarısı yazdığım melankolik yazıları unuttun. Hepsi alkolün veya bazı müzisyenlerin eseri.
Yukarıdaki fotoğrafa baktıktan sonra çıkan numaralara tıklayın. Tek kolon oynamışız ki, genelde böyle şans oyunlarını tutturanlar ya son parasıyla ya da hayatlarında ilk defa oynadıklarından tek kolon oynarlar. Ben onlardan değildim ve sanırım burada ıskaladık. Yazılan numaralar, 6-16-34-35-41-48 çıkan numaralar 7-16-33-34-43-48
3 tanesi tutuyor, 3 tanesi yanından geçiyor. Kaçırılan para 2 trilyondan fazla. Özgürlük, haz, mutluluk laga luga, şu yazı, daha önceki yazılar, iş, güç, metrobüs, maaş, sigorta, kira, fatura hepsi 3 numara daha tutsaydı anlamsız kalacaktı. Gerçekten büyük bir dram var. Ama nedense şu yazıyı yazarken o kadar üzülmüyorum. Bunun nedenini de bilmiyorum, sanırım burada ismi geçen ve yazıya konu olmasa da yazının yazılmasına sebep olan insanlar sayesinde.
İsmail Abi'nin gemiyi beklediği gibi, o para bir gün bana çıkacak zaten. Ondan eminim. Bunun rahatlığı da var. Ağzımın dediğiyle kulağının duyduğunun tuttuğu hiç ben görmedim hayatımda... Ağzımı burnumu kırabilirsiniz.
5 yorum:
tenis topun fileye caprtiktan sonra kendi sahana dusmus,kismetsizlik
maalesef şans oyunları mutlu olmak için bir seçenek değil.
Allah kahretsin. Üzüldüm çok :(
@mtunay abi şans oyunu çıkmıs ama mutluluk vermemiş gibi konustun...?)
@yiğit abi allah kahretmesin, hayırlısı buymus diyelim..)
yazıda ismim yok. barça maçı biletlerini hala teslim almadın, unutma.......
Yorum Gönder