Çarşamba, Aralık 31

2008 Şarkıları


Bugün bütün müzik kanalları ve radyoları yılın en güzel şarkılarını sıralıyorlar. O zaman ben de karalayım böyle birşey. Benim beğenilerim değil genel gözlemimdir.
Zaten yılın ilk beş ayı asker olduğum için o günlerde çıkan şarkılara uzağım. Asker arkadaşım Togan ile yaptığımız tahmin bunun en güzel örneğidir. Yaza damgasını vuracak üç şarkı seçmiştik kendimizce. Biri Tuğba Ekinci'nin Kondom'u, ikincisi Tuğba Özberk'in Zar'ı, diğeri de Gülben Ergen'in Süpriz'i. Ama kesinlikle karavana çektik. Yaza damgasını vuran iki şarkı var bu alanda. Biri Serdar Ortaç ve Şeytan, diğeri Demet Akalın ve Bebek. Bu iki şarkı her yerde her zaman çaldı. 5 şarkının ortak özelliği de tek kelimelik isimlere sahip olması. Bu tesadüf mü, yoksa bir akım mı bilemedim.
Ne olursa olsun Fatih Ürek'in Sus adlı şarkısını da dinledik.. Hadise, Sezen Aksu şarkısı Deli Oğlan sayesinde Eurovison yolunu açtı. Sezen Aksu ise Yol Arkadaşım ile damgayı vurdu.
Aynı yarışmanın bu seneki katılmıcısı Mor ve Ötesi oldu. Deli'yi uzun süre benimsemedim ama sonrasında kanım kaynadı. Paragraf açmışken poptan rocka doğru kayalım. Emre Aydın yaklaşık 1.5 senedir aynı albümden şarkılara klip çekerek zoru başarıyor. Geçen senenin sonunda Belki Bir Gün Özlersin ön plandaydı, şu günlerde Dayan Yalnızlığım'da sıra. Umay Umay şarkısı Hareket Vakti'ne de hala klip çekmemiştir. Söz konusu cover olunca Teoman şarkılarının yorumlandığı albüm de oldukça başarılıydı fakat nedense çok ses getirmedi. Özellikle Nil Karaibrahimgil'in İstanbul'da Sonbahar yorumu gayet güzeldi.
Yabancı şarkılara gelince, ilk söz hakkı Begin, direk bir numara. Killers bir önceki sene sonunda Read My Mind ile kalpleri fethetti bu sene sonunda Human aynı etkiyi bıraktı.
The Ting Tings etkileyici bir giriş yaptı. İpod reklamı şarkısı Shut Up and Let Me Go ve That's Not My Name öne çıkan şarkıları oldu. Coldplay, Viva la Vida or Death and All His Friends'i çıkardı.İçinden boş şarkı çıkmadı.

Peki bu kadar şarkıdan bize hangisi yadigar kaldı. Tabi ki Sevda Karababa ve İçime İşlerken. Tribünlere pelesenk olan şarkı o oldu.
Hepsini dineldik, baya sevdik. Normalde böyle bir yazı yazmazdım ama yılbaşında evde durmanın sıkıntısı sardı. Benim için problem yok ama Msn'de de kimse yok, ben de bloga bunları yazdım. 2009 hayırlı uğurlu olsun.

2008 Kareleri

Yukarıdaki anı kimse hatırlamıyordur herhalde. Tamamen boşluk.
Gözler dolmuş, 119.dakikada gol yemenin hüznü sarmış. Emre Aşık havada 3 Hırvat'ın üzerinde birşeyler yaparken irkilmiş, top Semih'in ayağına gelince "ne oluyor lan"ı akıldan geçirmiş, top kaleye girdiği zaman da "yuh artık yine yaptık" demiştik. İşte o yuh artık yine anından bir sonraki an. Boş gözler ve bilinçsiz beyine rağmen avaz avaz bağırdığımız an.
İspanya nihayet Avrupa Şampiyonu oldu. Raul'u kadroya almayan Aragones, tüm eleştirilere göğüs gerdi, sonra da ülkemize geldi. Yarı finaldeki takımların hocalarından Türkiye'de çalışmamış olan tek isim oydu, o da kariyerindeki tek eksiği kapatmaya geldi. İspanya Avrupa Şampiyonu olduğunda evde maça bakıp "ah ulan Lahm, yaktın bizi" diyordum.

Phleps'in 8 madalya alacağını çoğunluk bekliyordu bence. Tek rakibi kendisiydi. Mark Spitz'in 1972 olimpiyatları sonrası Sports Illustrated dergisine verdiği pozun bir madalya fazlasını kendisi verdi. Bu kare ne zaman çekildi, ben ne yapıyordum hiç bilmiyorum.


Usain Bolt 2 rekor, 3 madalya ile döndü Çin'den. 100 metrenin sonundaki şovu,rekordan daha önemliydi bence. 200 metre rekorunu da kırması en çok Michael Johnson'ı şaşırttı. Bu kare çekilidğinde, yarış sonrası izlenimleri aktarmak için arkadaşlarımın yanına gidiyordum. Giderken de kendi kendime "vay amına koyım, herife bak" diye söyleniyordum.



Fenerbahçe,tarihinin en büyük başarısına imza attı. Sevilla'yı penaltılarda geçti, çeyrek finale çıktı. İlk maçı 3-2 kazanan sarı-lacivertliler ikinci maça çok kötü başlasa da, maçın sonunda gülen taraf oldu. Sevilla'nın 3 golüyle rahatlayıp koğuşuna dönen ben, yukarıdaki kare çekildiği zaman, Fenerbahçeli koğuşçu Hakkı'nın bağırmasına uyandım, kötü haber sonrası tuvalete gidip istifra ettim.




Elvan,bizim için olimpiyatların tesellisi oldu. 2 tane gümüş madalya kazandı, bayrağımızı Çin'de dalgalandırdı. O gümüş madalya alırken ben güneylerde yatıp, denize giriyordum.





Galatasaray ve Fenerbahçe son üç haftaya aynı puanda giriyor ve Sami Yen'de şampiyon belli oluyor. Nonda attığı golle ligin kaderini belirlemekle kalmıyor, Türk futbol tarihinin unutulmazları arasına giriyor. Bu gol atıldığı anda ben nizamiye nöbetçilerini değiştiriyordum.

Salı, Aralık 30

Dreaming


Reklamlar, kanal değiştirmek için bir gerekçe değildir. Her reklam bir kısa film sayılabilir. Tabi çok saçma reklamlar da var, onlar konu dışı. Haliyle reklamlarda çalan şarkılar, filmlerde çalan şarkılar gibi bir anda gündeme gelebilir. Nasıl Ayla Dikmen'i öğrenmek için Issız Adam'a ihtiyaç duyuluyorsa, Ağır Roman Cem Karaca'yı gençlere tanıttıysa, iyi bir reklamda çalan şarkı dayeni bir keşfe neden olabilir.

Yıllar önce, ilkokulda Opel reklamında Bittersweet Symphony' i duyunca Verve ile tanışmış oldum. Bir iki sene evvel Rolling Stones'un She's like a Rainbow'u Sony reklamında çıkınca, Amerika'yı yeniden keşfetmiş gibi Rolling Stones'a sarmıştım.

Şimdi sıra Blondie'nin. Fashion Tv'de sık sık çıkan Schwarzkopf tanıtımında Dreaming çalıyor. Ve ben yeniden sürekli Blondie dinler hale geldim. Dreaming ile başlayıp Maria ile devam ediyorum. Arada Deborah Harry'nin gençlik resimlerine bakıp iç geçiriyorum. Ve eminim ki hiçbir zaman Schwarzkopf kullanmayacağım.

Pazar, Aralık 28

Beşiktaş 66-58 Galatasaray


Yaklaşık 1.5 sene olmuştu bir basketbol maçına gitmeyeli. Akatlar'a uğramayalı ise daha da fazla.2.5 sene sonra bir daha girdim o salona. Son girdiğimde Beşiktaş şampiyonluğa oynuyordu. Tribünler dolu, biletler karaborsaydı. Oysa şimdi o heyecan kaybolmuş. Son gittiğim basket maçı 18 Mayıs 2007'de oynanan Galatasaray- Fenerbahçe maçıydı. O maçın gerginliğini, heyecanını,coşkusunu, hararetini düşününce bu maça derbi demek çok zor oluyor.
Maçın tek "olay" anı resımde pota arkasında gözüken pankart yüzünden yaşandı. "Lig Tv İade Ediyoruz" yazan pankart sakıncalı bulundu. Önce yerinden çıkarıldı. Bu sefer tribünde sallandı. Oyuncular hava atışını beklerken, hakemler içeri girmeye karar verdi. Pankart ortalarda gözükmeyene kadar maç başlamayacaktı. 15 dakika sonra sorun halledildi. Tabi bu pankartı sorun belleyen zihniyet devamlı karşımıza çıkacaktır. O nedenle sorun "geçici" olarak ortadan kalktı diyelim.
Aklı geçen haftaki futbol maçında ve bir gün önceki başkan açıklamasında olan Beşiktaş taraftarı herhalde maça konsantre olmakta çok zorlanacaktı. Maç öncesindeki tablo buydu.Ama ilk dakikalarda Beşiktaş eksik kadrosundan beklenmedik bir şekilde üstünlük kurunca, tribünler maçı hatırladı. Galatasaray ise 11 maçta sadece Efes'e alınan 1 mağlubiyete son iki senedeki Akatlar maçlarından zaferle dönmenin rehavetini ekleyince hafif bir "hafife alma" rehavetiyle başladı.Hatta son oynanan maçta elde edilen "Torino galibiyeti" bunlara eklenmiştir. Bu kendine güven gereksiz panik yapmayı engelledi ve maça denge geldi. Ama derbilerin özelliği burada ortaya çıkıyor. Kim favori gösterilirse, gösterilsin, maç ne kadar dengede olursa olsun, maçın kırılma anlarında daha çok mücadele eden maçı koparır. Cevher ve Mehmet'in takımı taşımasıyla Beşiktaş 4 maçlık galibiyet serisini 5 maça çıkardı. Galatasaray ise Akatlar'da 66 sayı yemesine rağmen maçı kazanamadı. İsteksiz ve isabetsiz hücümlar maçın kaybedilmesinde etkiliydi. Guroviç gibi bir silah sadece 3 sayıda kaldı. Cüneyt'in çabaları yetersiz kaldı.
Beşiktaş maçı daha çok isteyerek daha çok haketti. Ve haklı bir galibiyet aldı. Galatasaray ise bu maçı kısa bir süre sonra unutturabilir. Keza haftaya Fenerbahçe maçı olacak. Muhakkak ortam da farklı olacaktır ve biz de bu derbiyi unutmuş oluruz. Artık cumartesiyi beklemek farz oldu.

Cuma, Aralık 26

BJK-GS

Yarın saat 19.00'da, Akatlar Spor Salonu'nda. Haftanın en önemli iki maçından biri. Diğeri de aynı gün aynı salonda saat 15.30'da başlayacak olan tekerlekli sandalye takımlarının karşılaşması. Futbol dursa da derbiler bitmiyor.

Boca'nın Şampiyonluk Kutlamaları

Boca'yı sevindiren sadece şampiyonluk değil, River'ın sonuncu olması bunu ikiye katladı. Bu poster son günlerde en çok üretilenlerden biri olmuş.
Arabalı, bayraklı şampiyonluk kutlamaları sadece bize özgü değil demek ki...


Çoluk çocuk genç yaşlı herkes sokaklara dökülmüş. Bayrağın önünde poz veren bu çocuk gelecekte La Bombonera'da poz verecektir muhtemelen.

Bu resmi gösterip "Fenerbahçeliler, Bağdat Caddesi'nde, Divan'ın önünde şampiyonluk kutluyor" deseler inanırım.



Meşale içerde-dışarda serbest. Tıpkı konfetiler gibi. Serbest olmasa bile yasak kimin umrunda..





Çarşamba, Aralık 24

Salı, Aralık 23

Gökhan Emreciksin


Doğum Tarihi : 10 Eylül 1984
Doğum Yeri : İstanbul
Oynadığı Kulüpler : İstanbul Sinop Spor, Bandırmaspor, Boluspor, Ankaragücü
Süper Lig Kariyeri : 33 maç, 6 gol
Milli Takim Kariyeri: 1 kez, Mart 2008de davet edildi, maça çıkamadı.


Bunları niye yazdım? İyi futbolcu olduğu için mi? Evet iyi futbolcu ama sebep o değil. Gökhan'dan beklenti yüksek oldu. Fenerbahçe'ye gelirse (daha imzayı görmedik), Fenerbahçe'nin bu sezon aldığı ilk oyuncu olmayacak. Hatta Fenerbahçe'ye Anadolu'dan gelen ilk oyuncu da olmayacak. Ama öyle bir hava oluştu ki Gökhan Fenerbahçe'nin kurtarıcısı olacakmış gibi yazılıp çizilmeye başlandı. Aynı hava gelirlerse Özer ve Sercan için de oluşacak sanki. Evet bu çocuklar iyi topçular,daha da iyi olacklar ama şu unutulmasın ki bu adamlara zaman tanımak lazım.Bu bilgileri de o yüzden yazım. Daha 1 yıllık Süper Lig tecrübesi olan bir futbolcudan takımı uçuraması beklenmesin. Bu ülkenin ve Fenerbahçe'nin yeni bir Burak Yılmaz istediğini sanmıyorum.

Sığınacak Dal


Futbol mola verdi. Ligler tatilde. Dünyanın en saçma şekilde düzenlenen federasyon kupasını saymazsak bir ay boyunca takımlarımızdan uzağız. Ama kulüplerimiz mesaiye devam edecek. Türkiye'nin ikinci sporu (İsmet Badem okumasın) basketbolun ligi tüm hızıyla devam ediyor. Üstelik sezonun en gözde maçları futbol yoksunluğu çektiğimiz günlerde oynanacak.


Bu hafta Akatlar'da Beşiktaş,Galatasaray'ı konuk edecek. Futboldaki derbinin rövanşını alabilecek mi göreceğiz. Yeni yılın ilk günlerinde Ayhan Şahenk'te Türk sporunun en önemli 2 camiasının basket takımları karşı karşıya gelecek.Daha önce burada yazmıştım, yine bir yılbaşı sonrası, 2 Ocak 2005'te "gassaray-fener maçı" vardı ve Abdi İpekçi milli maçlar dışında uzun bir aradan sonra ilk defa 10.000 seyirciyi görmüştü. Şimdi Ayhan Şahenk'te sıra. Ondan sonraki hafta Karşıyaka'yı da göreceğiz. Camia büyük, basket takımı hep kafaya oynuyor. Onlar da önce Beşiktaş ile sonra Fenerbahçe ile oynayacak.


Byanlarda da heyecan sürecek. 7 Ocak günü Galatasaray ve Beşiktaş Akatlar'da karşılaşacak. Ondan 3 gün sonra da Samsun'da All Star etkinliği düzenlenecek. Yollar bir süreliğine stadyumlar yerine salonlara çıkacak. Heyecan sürecek.

Pazartesi, Aralık 22

Doksanlı Yılların Sonu Gibi


Dün bir derbi daha yaşadık. Galatasaray 4-2 yendi Beşiktaş'ı.Bilet sorunu nedeniyle maçı arkadaşlarımla televziyondan izledim. İki sene öncesine kadar Sami Yen'deki her maça elindeki kombinelerle giden 4 kişi bir evin salonuna hapsolmuştuk. Bize eşlik eden bir de Fenerbahçeli dostumuz vardı. Bu derbi ekran başındaydık tadını tam alamadık ama canımız sağolsun.Şimdi herkes sabah-akşam maçın analizini yapar,hakem konuşur. Ben hiç girmek istemiyorum buna.Ben daha farklı birşey yazmak istiyorum.

Bizim kuşak için derbiler doksanlarda başlar. Ondan öncesini hiç hatırlamayız. Benim tam anlamıyla hatırladığım ilk sezon 1992-93tür. Ondan önce oynanmış olan maçlar hayal meyal aklımda.Eski maçları hatırlayınca 21.yüzyıl derbileri ile 90ların daha farklı olduğunu zannediyorum.Belki bizim çocukluk-gençlik farklılığımızdan böyle hissediyorum,bilemiyorum.O iki dönemi ayıran sezon da, burada sıkça "efsane" diye adlandırdığımız 2000-2001 sezonudur bence. Peki bu ayrımı neye dayanarak yapıyorum?

Aslında tam somut bir cevap veremem. Ben de bu sabahtan beri düşünüyorum bunun cevabını. Yani farklar ortada, ama sebepler belirsiz. İyi bir inceleme yapmak lazım. Farklara dönelim hemen. O derbiler daha gollüydü öncelikle.Özellikle 2-2 ve 3-2 biten çok derbi hatırlarım.Ve çoğu derbide hava yağmurlu, saha çamurlu olurdu. Hırslı topçular birbirine sert girer. Kartlar çıkar. Formaların renkleri belli olmaz maçın sonunda. Yıldız topçular bütün bir sezon yatsa bile bu maçta sahneye çıkar. Atkinson, Amokachi gibi yabancılar hala derbiler sayesinde hatırlanır.

Tribünler muazzam olur. Her ne kadar o yıllarda yaş haddinden maçlara gidemesek de, ekrandan anlıyorduk. Üstelik Türk tribün tarihi için yeni bir dönemdir. Derbilerde tribünlerin yarı yarıya olma dönemi son bulmuştur. Belki de bu sebepten, dışarda kapalıyı kapma mücadelesi olmadığı için stadyum içinde tam randımanla oynar tribünler. Ama o zaman da bu yıllardaki sönüklüğün nedeni akla takılabilir.

Şimdiki derbiler daha az tempolu,daha yavaş, az gollü,topçu kavgası,gerginliği olmadan geçiyor.Bu farkın nedenleri için üç tane tezim var acaba hangisi doğrudur ya da doğru mudur, çok düşünmekteyim.

Öncelikli faktör TSYD Kupası. Bu turnuvayı sonlandıran insan bunu cevabını ahirette versin. Bir gelenek sonlandı. Neyse, dönelim konuya. O yıllarda 3 büyük TSYD oynayarak sezonu açardı. Kimi yenilir,hezimet yaşar, kimi sezona kupayla başlardı. Yenilen camialar takımdan hesap sormaya hazırlanırken 5-6 hafta sonra intikam maçı gelir. Topçunun,takımın kendini affetirme maçı. Yen derbiyi unut dertleri.Kazanan için de durum değişmez. Form düşüklüğü olmadığını,sezona umutla devem edileceğini göstermek zorundasın. O yüzden "bu maçı alacaksın başka yolu yok."

İkinci faktör Galatasaray'ın ligi domine etmesi. Şampiyonluk zora girince,sezon kaybedilince yine yukarda yazılı olan kural devreye girer. Sezonu unutturmak için kazan derbiyi. Lig şampiyonu olamıyorsan derbi şampiyonu ol.Kupa almaya hasret camialar, bir teselli alma uğraşı içine giriyorlar.

Üçüncü faktör, şu anda her puanın değerli olması.Belki şu an evsahbi takımın derbide berabere kalması bile kötü bir sonuç sayılıyor olabilir, deplasmandan puanla dönen büyük zafer elde etmiş gözükebilir. Ama sanki derbilerde "lig uzun maraton, derbiden kazasız belasız çıkalım,fazla açılmayalım,yenemiyorsak yenilmeyelim" taktikleri işliyor artık. Bu da hücüm yapmayı angarya olarak gören takımların çarpışmasını izlememize neden oluyor. Bundan rahatsız mıyız? Ben şahsen değilim,derbi derbidir.
Neyse ne aslında, çok fazla da irdelememek lazım. Altından kalkamayız, derbileri anlamanın zor olduğunu "derbilerin favorsi olmaz"dan iyi biliriz.Ama şu bir gerçek ki, dünkü derbi 1990lı yılların son yarısındaki derbilerere daha çok benziyordu. Skoruyla,tribünüyle, temposuyla,yağmuruyla,atmosferiyle. Allah nice derbileri yerinde izlemeyi nasip etsin bizlere.


Pazar, Aralık 21

Üniversiteli Duncan


Wake Forrest Üniversitesi. İlk maç 25 Kasım 1993 Alaska'ya karşı.
1997 draftlarında San Antonio Spurs tarafından 1.sırada seçildi.

Mbo Mpenza

Ligimizden böyle bir topçu geçti. Gerçi geçti demek zor. Bir dakika bile oynadığını göremedik. Lucescu'nun inadı sağolsun. Sonuçta o sezon Galatasaray şampiyon oldu, kazanan her zaman haklıdır belki de. Ama birçok kalitesiz topçunun gelip gittiği ligimizde oynamayı hakeden bir isimdi Mpenza.
Emile Mpenza ile 1996-97 sezonunda Mouscorn formasıyla Belçika ligine renk kattılar. İsimleri öyle duyuldu.Haliyle onların 3büyüklerinden biri olan S.Liege'e kapağı attılar.İki kardeş iki sezonda 20şer gol attılar.Kardeşi Emile doğru hareketler yaparken, Mbo yanlış ve şanssız tercihler yaptı. S.Lizbon'a transfer oldu, bekleneni veremedi. Sonra Mario Jardel'e karşılık buraya gelen 3 topçudan biri oldu, hiç oynamadı. Doğduğu yere geri döndü, Mouscorn'da bir daha patladı. Oradan Anderlecht yolu açıldı. Belçika'da iyi bir forvete dönüşürken dışarıya çıkınca "bir türlü yapamayanlar" sınıfına giriyordu. En son Larissa ile Yunanistan macerası yaşamak istedi, sakatlığı izin vermedi,geçtiğimiz günlerde (32 yaşında kendisi) futbolu bıraktığını açıkladı.

Necati Ateş

Sene 2004, Galatasaray'da ilk günler:
"Bu hakem bizim maçlarımızda hep art niyetli kararler veriyor. Bu hakemi (Ali Aydın) bizim maçlarımızda istemiyoruz."
Sene 2008, Real Sociedad'da ilk günler:
"Hakemler bana gol attırmıyor."
Ofsayt gerekçesiyle 2 golü sayılmadığı için.

Cumartesi, Aralık 20

Bayrak Adamlar


Raul Tamudo. 19 Ekim 1977 doğumlu.Kiralık geçirdiği iki ayrılık dışında hep aynı formayı giydi. Espanyol tarihinin en çok oynayan, en çok gol atan futbolcusu. Takımın kaptanı.23 numarayı giyer. Barcelona'dan nefret ettiğini açıklamaktan çekinmemiştir.İki sezon evvel sondan bir önceki haftada oynanan maçta Barça'ya 2 gol atıp şampiyonluğu Real Madrid'e vermiştir.

Babamın Oğlu


Hürriyet Spor'da bu hafta Ziya Doğan röportajı vardı. Hoca baya kişiye sallamış. Sert konuşmuş. Zaten en son CNN Türk'te bir programa katılmıştı orda da sertti. Merak eden alır okur, ama röportajın sonlarındaki bir cümle beni geçmişe götürdü.

Ziya Hoca'ya "Ayman'ı her takıma götürüyorsunuz o kadar iyi mi?" diye soruyor röportajı yapan Adil Demirçubuk. Hocanın cevabı beni 5 sezon öncesine götürdü:

"Ayman'ın Malatyaspor'un çıkışında büyük rolü vardır.Ayman babamın oğlu değil."

Aynısını Fatih Terim 2003 yılındaki Real Sociedad maçı sonrasında Tamas için, terkedeceği canlı yayında söylemişti.

Acaba tesadüf mü yoksa alıntı mı? Terim'i severim. Ziya Doğan da iyi yerlere gelecektir. Tamas Auxerre'de oynuyor. Ayman'dan haberim yok.

Cuma, Aralık 19

Hat-Trick


Çekirge 1 sıçradı, 2 sıçradı, üçüncü olmasın artık.
Bordeux-Galatasaray 18-19 Şubat 2008
Galatasaray-Bordeux 26-27 Şubat 2008

Şampiyonlar Ligi Kura Çekimi


Futbol sezonunun en güzel günleri kura çekimi. Farklı bir heyecan. FM oynarken bile en çok kura çekiminde zevk alıyorum. Özellikle Avrupa Kupaları farklı ülkeleri , farklı takımları kesiştirdiği için çok hoş. Şampiyonlar Ligi az önce çekildi. Uzun uzun yazmaya,tahmin yapmaya gerek yok, sadece maç günlerini beklemek gerek.

Real Madrid-Liverpool maçını uzun zamandır bekliyorduk zaten. Güzel olacak. Villareal ve Panathinakos'tan birinin çeyrek final oynayacak olması hoş olacak. İngiltere ve İtalya liginin 4 baba takımı varsa Roma ve Arsenal diğer 3 takımın altında kalan ama en iyi top oynayan takımlarıdır.İkisi karşı karşıya gelecek. Hücumcu Roma, çoluk çocuk(!) Arsenal karşısında.Zevkli olur.

Mourinho ve Ferguson yine kapışacak. Futboldan çok demeç savaşını göreceğiz.Ranieri Juventus başında Londra'ya gelecek. Güzel maçlar bizi bekliyor, ama en çok keyif alacağımız maçlara kadar olan zamanda yaşanacaklar olacak. Bir de hissedilen heyecan var.

Perşembe, Aralık 18

Teşekkür Ederim Büyükanne


Eski Türk filmlerini Peralta yazıyordu ama o askerde olunca bu ulvi görev bana düştü. Ben onun kadar ayrıntılı yazmayacağım. Geçen ay tekrar izlediğim, ergenliğe giriş zamanlarında hastası olduğum komik hoş bir film. Osman Seden imzalı.

Öncelikle filmi izleten kişi İtalyan oyuncu Sonia Viviani. Muhteşem bir güzellik. O dönem yabancı oyuncu getirmek revaçta. Sadri Alışık'ın Orospu çocuğu canı evladı Piç Rıza Robert Widmark da o ekoldendir. Viviani kendi ülkesinde orta düzey filmlerde oynamış, burada 2 film çevirmiştir. Bu filmler sayesinde Türk erkeğinin kafasındaki İtalyan kadının çizilmesine katkıda bulunmuştur.

Filmde ergen sorunları yaşayan Mete'yi canlandıran Cem Beyatlı başka filmde oynamamıştır. Oysa çok büyük renk katmıştır filme, gelecek vaadetmiştir. Abisi rolündeki Mesut Engin, Uyanık Kardeşler filmindeki Kadir İnanır'ın aynısıdır. Filmde ufak bir rolde Bülent Kayabaş bile gözükür.

Televizyonda izlerken film kesintiye uğrayabilir. Bazı sahneler açık görülmüş olabilir. Diyaloglar çok güzel, müzikler baya iyi. Yeşilçam'ın önemli filmlerinden değil ama defalarca izlense aynı keyif alınır.En azından Sonia Viviani için izlenir.

Çarşamba, Aralık 17

Galatasaray-Beşiktaş Maçlarının 7 Olmazsa Olmazı

Bu maçın, bu golün, bu sezonun muhabbeti de yapılmadan olmuyor aslında.....

1-)Tek Farklı Skor: Hemen hafızayı tazeleyelim.

Geçen sezon İnönü'de 1-0 Beşiktaş, Sami Yen'de Galatasaray 2-1 kazandı.

2006-2007 yılında İnönü'de Beşiktaş 2-1, Sami Yen'de Galatasaray 1-0 kazandı.

2005-06 sezonunda Galatasaray Sami Yen'de 3-2, inönü'de 2-1 kazandı.

2004-05 sezonunda İnönü golsüz bitti, Sami Yen'de Kral attı 1-0 oldu.

2003-04 sezonunda İnönü golsüzdü, Olimpiyat çilesi 2-1 Kartal lehine sonlandı.

2002-03 sezonunda Beşiktaş hem içeride hem deplasmanda 1-0 yendi, Sergen attı şampiyonluk geldi.

2001-02 sezonunda İnönü 2-2 sonlandı, Sami Yen'de Fleurquin tek golü atan oldu.

Gelenek o sezon başladı, keza 2000-01 efsane sezonunda maçlar 3-1 ve 2-0 sonlandı.Arada bir de Süper Kupa oynandı o da 1-0 bitti.

2-)Çarşı: Muhakkak her tribün grubu bir renktir, hepsinin bir farklılığı vardır. Çarşı'da çok el üstünde tutulması gereken bir grup değil. Ama derbi olayını en iyi yaşayan grup onlar. Semt kültürü ile alakalı olabilir. Mahalle maçına gider gibi gelmeleri(vapurla,otobüsle), eski maçları unutmamaları(8-0 veya Madida tezahüratları), pankartları( Bakirelik gitti-Korkak Tavuk Ortega). Hepsi derbiye tat katan unsurlar.

3-)Mert Nobre Golü: Geldiğinden beri Galatasaray'a atıyor. Fener'de başladı, Beşiktaş'ta devam ediyor. 2sezondur Beşiktaş'ta 2si ligde 3 golü var Galatasaray'a. Sami Yen'de golü yok siyah-beyazı giydiğinden beri ama Fenerbahçe'de oynarken onu da yapmıştı.

4-)İnleyen Nağmeler: Yakınlarda bir Beşiktaş derbisi olduğunun işareti. Gizli slogan, parola gibi. İnleyen nağmeler dendi mi anlayın ki Galatasaray Beşiktaş'la oynuyor oynayacak veya oynadı.

5-)Ayhan Akman: Anlatmaya gerek yok. Sahada 21 kişi kendi maçını oynarken, kenarda hocalar savaşırken, Ayhan Beşiktaş tribünleri ile maçını yapar. Derbi içinde derbi. 2006 mayısında oynanan maçta o yoktu ama İnönü kapalısı nerede olduğunu sormayı ihmal etmedi.

6-) Penaltılar: Tek farklı skor gibi gelenek değil ama penaltılar çok sık olur bu derbide. Geçen sene Arda'nın düşmesi hala tartışılıyor. Bir sezon evvel Ricardinho attı Beşiktaş kazandı, ilk yarıda Karan attı Galatasaray kazandı.Ondan önceki iki sezon üstüste İnönü'de önce Hakan sonra Necati aynı kalenin aynı direğine nişanladılar.Serinin başlangıcı 2004te Ali Aydın'ın çaldığı düdükler oldu.

7-)Fulya Yokuşu: İster Dolmabahçe'de olsun maç, ister Mecdiyeköy'de. O yokuştan geçmeden stada giderseniz, derbinin tadını alamazsınız. Komşu iki semtin rekabetini, geçmişini hissedemezsiniz.


Biletix Klasiği



Biletlerin saat 10.00 da çıkacağını öğrendik. Rağbet olacağını muhakkak biliyorduk. Erken gitmezsek alamayacağımızı da. O nedenle erken kalkıp birimiz Caddebostan'da birimiz Maltepe'de beklemeye koyulduk. Ben Maltepe'de daha önce sıraya girdim, ama önümde daha çok kişi vardı. 3-4 sene sonra ilk defa Sami Yen'deki bir maç için kuyruğa girdim. Kombinenin gözünü seveyim.

İnönü ve Kadıköy için sıraya girdiğimde bile bu kadar rezillik görmedim.Bugün Biletix kendini aştı. Deplasman olduğumuz zaman daha çok olay çıkıyordu, daha fazla karmaşa oluyordu. Ama normaldi, çünkü talep çok yer az oluyordu. Şimdi ne oldu belli değil?

Gişeler açıldı ilk söz eski açık bitti oldu. 5kişi aldı yeni açık üst bitti. Ondan sonra ben zorlamadım zaten döndüm eve. Acı olan bunun niye olduğunu hepimiz az çok biliyoruz. Yani sistem çöktü,ilgi çoktu zırvalarına karnımız tok. Biletix bunu hep yapıyor. Karaborsacılar rant yapıyor da Biletix'in hiç mi payı yok bunda. Biletix hiç mi karaborsa değil? Herkese 5 tane sınırı varken nasıl oluyor da bilet alanlar ellerinde tomarla çıkıyorlar. Bana da böyle imkanı verseler ben de yaparım. Karaborsacının ne suçu var. Yıllar önceki Arena programını unutmadık hala.

Biletix için söylenecek en güzel tanımlama "vergisini veren yasal karaborsa"dır. Bugüne kadar hangi hizmeti kime verdiğini bilemedik ama hizmet bedelini ödedik. Farklı ve ilk olduğu için, güzel kızları, ağzı laf yapan genç çocukları çalıştırdığı için, güçlü bir holdinge ait olduğu için göze klas geliyor. Ama stad gişelerinden bilet alsak aynı çileyi daha az paraya çekerdik. Sonuçta bilet satarak para kazanan bir zihniyet.

İşin en ilginç tarafı bugün Maltepe'de baltalı bir adam karaborsa yapacak olan kaynakçılara satıştan önce daldı. Kimse 20 metre ileride Emniyet Müdürlüğü'nün olduğu sokakta elinde baltayla saldıran bir adamı yadırgamadı.En güzel lafı da saat 09.00 civarında yoldan geçen kamyonun sürücüsü söyledi. Olacakları bilen adam belli oluyor. Abi "araya kaynak almayın akıllı olun" diye bağırdı bize. Büyük sözü dinlemedik böyle oldu. Bundan sonra kombine alırken sadece parayı düşünürsem kombinem kırılsın.

Rory Delap

Tek işi taç atışları değil.



Bu sezonun en çok konuşulan ismi İrlandalı Delap. Sadece onun taç atışlarını izlemek için Stoke City maçlarını takip edenler var.32 yaşında yani kariyerin sonunda. Bugüne kadar Derby, Southampton, Sunderland formalaraını giydi artık Stoke için oynuyor. 1998 yılından beri , 10 senede toplam 19 gol atmış bir gol fakiri.Milli takımı formasında hiç golü yok. Belki de bu yüzden, bana göre futbolun en zevksiz olayı olan taç atışını günah çıkartır gibi gole dönük hale getirmiş. 6-7 tane gol attırdı bu sezon. En çok Stoke City'den 2 gol yiyen Wenger kızıyor ona. Fransız hocaya göre deplasmanda taçlar etkisiz çünkü kendi sahaları sırf o taç atabilsin diye ufaltılmış.Hoca haklı sayılır çünkü bu gollerin hepsi iç sahada atılmış.


Neyse ne, sonuçta taçlara zevk geldi. Bana soracak olsanız futbolda 2 orta hakem mi olsun, ofsayt kuralı mı değişşin, çizgiye-topa çip mi konulsun ben hiçbirini tercih etmem. Önce şu ayak topunda taç atışları da ayakla kullanılsın. Autlar bile ayakla kullanılırken taç niye elle atılır anlam veremem.

Kolay mı?


Türk Pop Müziği bizim için uçsuz bucaksız bir deniz. Tribünde yıllardır söylediğimiz tezahüratların esin kaynağı orası. İşin ilginç yanı, bizim akranlar o şarkıları bilmez, büyüklerimiz unutmuş olabilirken biz herkesten daha çok sahip çıkıyoruz o şarkılara. Radyoda eski bir şarkı çıkınca babam "vay be sene 74..." diye girer söze bense "bir gün yine Sami Yen'deyiz" diye geçiririm.

Şimdi şu saatlerde en çok sevdiğim sabah programını izliyordum. Jess Molho'nun sunduğu Kabul Günü. Oraya Metin Özülkü konuktu. Şarkı söylemeye başladı. Benim umrumda değildi şarkı. Nakarata gelince başladı "Kolay ...." diye girmeye. Meğer bizim yıllardır söylediğimiz " kolay mı sami yende aslan cimbomu yenmek" in orjinaliymiş. Şarkı da güzelmiş. Akrep Nalan söylermiş asıl.Sözlerini yazayım da tam olsun.


bu yalnızlığın sadece bilinen yüzüne

unutursun avunursun yalancı sözlerle

soran gözlere kaygısız hesap verse de

yüreğindir sana küskün çarpar öylesine

kolay mı ağlamadan kabullenmek her şeyi?

kolay mı güçlü olmak en zor anında

kolay mı bir alışkanlık zinciri boynunda

hükmeder benliğine istemesen de

düşündün mü olanları gitmeden önce

alt tarafı geçici bir öfke uğruna

değer mi silivermeye yaşananları

yüreğindir sana küskün çarpar öylesine

kolay mı ağlamadan kabullenmek her şeyi?

kolay mı güçlü olmak en zor anında

kolay mı bir alışkanlık zinciri boynunda

hükmeder benliğine istemesen de

Salı, Aralık 16

Che Hangi Takımlıydı?


Ülkemizin en çok tartışılan konularından biri Mustafa Kemal'in hangi takımı tuttuğudur. Herkes kendi camiasına dahil eder Gazi'yi. Pankartlar açılır, demeçler verilir ama sonuç çıkmaz.Arjantinliler daha şanslı. Onlar da kimin hangi takımı tuttuğu belli.

Ernesto Che Guevara futbolu çok severdi. Hastalığı yüzünden oynamakta zorlanırdı, o yüzden kaleci olurdu. Albert Camus'da kaleciydi zaten de yazı çok entel bir konuma giriyor, öze dönelim.

Che zengin bir ailenin çocuğu olarak Buenos Aires şehrinde dünyaya geldi. O zaman River Plate taraftarı mı oluyor? Hayır.

Yoksul halkın önderiydi. Sadece Arjantin tarihinin değil dünyanın en büyük futbolcusu Maradona onun dövmesini taşır.Maradona'nın takımı Boca Juniors'ın altyapıdaki çocuklara öğretilen en önemli sloganlarından biri "Maradona olabilirsiniz ama Che asla." O zaman Che Boca taraftarı mı? Hayır.

Che'nin takımı sarı-lacivert renkli Rosario Central. Ezeli rakipleri ise Newell's Old Boy. Yani Maradona'nın bir dönem oynadığı takım.

Rosario dün sona eren Apertura'yı, Maradona'nın ezeli düşmanı River'ın üstünde sondan birinci bitirdi.Boca 2. oldu, Newell's beşinci.Arjantin işte böyle garip bir lig, böyle garip bir ülke.

Pazartesi, Aralık 15

Yorumsuz


Süper Lig beşincisi Ankaraspor'un teknik direktörü.
Bank Asya beşincisi Altay'ın teknik direktörü.
Milli Takım yardımcı antrenörü.
Süper Lig lideri Sivasspor'un teknik direktörü.

Pazar, Aralık 14

CNBC-E Güzelleri # 1


Bazı diziler uzun yıllar boyunca devam edince karakterler ailenin bir parçası olur. Özellikle çocuk karakterlerin büyümesine tanık olmak dizi izleme kültürünün en güzel parçasıdır.Bunun en bilindik örneği bizler için Bizimkiler dizisi ve Atilay Uluışık olmuştur.

Sopranos, Bizimkiler kadar sıradan bir dizi değildi. Haliyle karakterler de öyle.Tony Soprano'nun kızı ilşk başta küçükergen kızdı. İlk bölümlerde gizli gizli esrar kullanıyordu,babasına yakalanmaktan korkarak.Sonra yavaş yavaş büyüdü.Erkek arkadaşları oldu,üniversiteye gitti. Biz de baktık ki hakikaten bu kız büyüyor.Büyüdükçe güzelleşti.

Dizide İtalyan asıllı bir kız olduğu için mi yoksa gerçekten güzel olduğu için mi bu kadar beğendim bilmiyorum. Ya da demin anlatmaya çalıştığım şeydi. Büyümesine tanık olmak cezbetti. Yüzde 99 bu 1 numara çok beğenilmeyecek. Eva Longoria, Molly Sims,Mischa Barton gibileri varken niye bu kız 1 numara. Adı bile çok bilinmez.Biz de adını yazalım o zaman herkes öğrensin.

Jamie Lynn Sigler, 1981 New York doğumlu.

Boşuna Çarşı demiyor: Sarışın mı esmer, esmer olsun esmer

Cumartesi, Aralık 13

En Büyük Asker Bizim Asker

Geçen sene bu gün. 5 aylık askerliğimi yapacağım kışladaki ilk gecemi geçiriyorum. Anlatılamayacak bir his. Askerliğin en zor zamanları belki son günlerdir ama en unutulmyacak, en farklı günü ilk gün, ilk gecedir.
Askerdeyken en büyük lüksümüz hayal kurma özgürlüğüne sahip olmamızdı. Herkes gönül rahatlığıyla "ben çıkınca şöyle yapacağım, böyle yapacağım" diyebiliyordu. Kafalardan neler geçiyordu. Benim hayallerimin, isteklerimin bir kısmı gerçek oldu çok şükür. Geri kalanı da olur inşallah.
Konu dağilmasın, o hayallerde, ve buraya dönünce gerçekleştiği anların çoğunda başrolü Peralta oynamıştır. Şimdi şu saatlerde, ben bu satırları yazarken o da peygamber ocağına doğru, Manisa'ya gidiyor. Yola çıkmadan 2 saat önce telefonla konuştuk. Akabinde süreç başladı. Allah'ın izniyle 5 ay sonra aynı şekilde geri dönecek.
Türkiye Ligi'nde yıllar evvel oynanan maçta hangi golün ortası kimin tarafından yapıldı, hangi oyuncu değişikliği kaçıncı dakikada oldu? Bunların hepsini hatırlayabilecek bir hafızaya sahip. O yüzden umarım Peralta Lig Tv olan bir yere düşer de 2008-09 sezonu için yıllar sonra Google'da zaman kaybetmek zorunda kalmayız.
Biz de bir Manisaspor maçına denk getirip onu ziyaret ederiz inşallah.
Vatan ona blog bize emanet.

CNBC-E Güzelleri # 2


Eva Longoria için konuşmak bile yersiz. Muhteşem bir kadın. Şu lisetdeki 10 hatunun 9 tanesini sadece Cnbc-e izleyen veya yabancı film-dizi meraklıları tanır. Oysa Eva Longoria Türk halkının içine girmiş durumda. Kuaförlerin camlarında resimleri var artık. Sonuçta öyle veya böyle muhteşem bir hatun. Tek falsosu diyelim; kısa boyu. Madem o kadar güzel neden 2 numara. Çünkü onu herkes 1 numara yapar, maharet 2ye koymakta diyerek kendime pay çıkarıyorum.

Perşembe, Aralık 11

10lar Artık Sembol


Böyle Fotomaç benzeri başlıkları atmak çok hoşuma gidiyor. Bu ayrı konu. Asıl konu onlar. Yani alfabetik sırayla söylersek Alex-Delgado-Lincoln. Sıralama aynı zamanda ülkemize ayak basış tarihlerine göre oldu. Neyse bu da ayrı konu.

Önce Alex geldi. Pierre daha gözdeydi. Hollandalı gitti Alex kaldı. Rakamlar çok üst düzeyde. Oynadığı maç sayısı bir Brezilyalıya ve o fizikteki bir adama göre çok fazla. Attığı gol sayısı, yaptığı asist sayısı da çok yukarılarda. Bir de gol krallığı var zaten. Haliyle takımın yıldızı. Bir de sessiz sakain bir adam olunca, FB TV'NİN Kaptan Köşkü adlı programına o çıkıyor.

De Souza'dan sonra her takım 10 numara aramaya başladı. Beşiktaş Ülker sayesinde Delgado'yu getirdi. Önce " bu hangi Delgado?" sorularına cevap arandı. Sonra Basel başkanı "o benim oğlumdu, oğlumu aldınız" deyince" beklentiler büyüdü.İlk maçında Almanya'da Galatasaray'ı tek başına yıkınca Alex'i sollayacak adam bulundu. Türkiye'deki 3.sezonuna giren Delgado için akıllarda kalan tek şey 2007 yılında Antalyaspor'a attığı muhteşem gol oldu. O maçta da Murat Şahin o golün önüne geçecek bir maç çıkarmıştı. Arjantinli şu an hala patlaması beklenen yıldız konumunda. Ama geldiği günden tek bir farkı var. Kolunda taşıdığı kaptanlık pazubandı.

Lincoln geleli 1.5 sene oldu. Onunla ilgilli olaylar daha taze. Havaalanındaki efsane karşılama, sezona süper başlama, Kalli'nin kadro dışı bırakması ve kayıp geçen bir sezon. Bu sene Lincoln çok farklı.Ve bu farkın karşılığını Almanya'da sahaya kaptan çıkarak aldı. Üstelik takımın 4.kaptanı Sabri olduğu bilinirken ve sağbekte oynarken. Yarın oynanacak Gençlerbirliği maçına da kaptan çıkacakmış. Zaten Hasan artık çok fazla oynayamaz, keza Karan da öyle zaten bir ayağı dışarda. Ayhan ve Lincoln kaptanlık makamını değişmeli olarak sahiplenecekler.

Bu 3 oyuncu gol atsın, derbilerde coşsun, taraftarı stada çeksin diye gelen yıldızlardı. Yani aslında kısa vadeli başarılar için kullanılacak sonra da daha iyisi bulununca veya iyi paraya alıcı bulununca elden çıkarılacaktı. Oysa şimdi işin boyutu değişti. Bizlerin sidik yarışlarına malzeme olmaktan, külüplerin "unutulmaz kaptanlar"ı sıfatına ulaşmak üzereler. Kapışma yeni bir şekle girdi, heyecanla ve merakla izliyoruz.

CNBC-E GÜZELLERİ # 3


3 numarayı görünce kimi diyecek ki "bu mu 3 numara, burun çarpık, göğüsler ufak vs vs.." Son derece haklılar. Ama güzellik kavramı nasıl anlatılır o başlı başına muamma olmuşken, ben nasıl anlatayım bu hatunun neden güzel olduğunu. Okulda öğretilen "popüler kültürün bize dayattığı.." başlangıçlı cümleleri hiç sevmediğim için uzun uzun entel cümleler kuramaya gerek yok.


Bu kız yani Sarah Michelle Gellar benim listemin 3 numarası. 15 yaşındaki bir delikanlı, fanatastik-bilimkurgu tarzı şeylerden hiç hoşlanmamasına rağmen, her perşembe günü okuldan eve dönünce saat 19.00da vampirli canavarlı bir dizi izlyorsa bunun nedeni başroldeki hatundur. Ve o çocuk 20li yaşların ortasına geldiği zaman bile o kişiyi unutamaz, gönlünde yer eder. Gönül borcunu da bir şekilde öder. Bu 3 numara gönül borcudur. Zaten 3 numaralar daima özeldir. Bakınız: Bülent Korkmaz..


Bu listenin bir diğer güzeli 5 numara Hewitt ile aynı filmde oynamışlığı var. Beraber ünlü oldular diyebiliriz. O filmdeki bazı sahneler de külttür. Bu listenin son sarı saçlısı diyerek ipucu verelim.

Çarşamba, Aralık 10

Nereden Nereye


Yıllar evvel Ricardo Quaresma Barcelona'ya transfer olduğunda herkes çok heyecanlanmıştı. Barca'nın yeni Figo'su gelmişti. O sıralar ortalarda Ronaldo diye sadece Brezilyalı olanı koşuyordu. C.Ronaldo yoktu piyasada.

Quaresma beklentileri karşılayamadı, ülkesine geri döndü. O dönerken C. Ronaldo Manchester yolunu tuttu. Aynı ülkenin aynı mevkide oynayan aynı şartlarda yetişen aynı yaşlardaki iki yıldızı farklı yönelere doğru yol almaya devam ediyordu. 7 numarayı kapınca "bu mu efsane numranın yeni sahibi" denilen Ronaldo şu an dünyanın en iyi futbolcusu konumunda, ödülleri topluyor bu sene. Diğeri şansını bir kez daha denemeye, vatandaşı olan hocasının kanatları altına İnter'e geldi. O da bir ödül aldı İtalya'da. 2008 yılının en kötü futbolcusu. Biri zirvede biri dipte.

Bu hikayeyi en iyi Burak Yılmaz okumalı. Ronaldo'ya benzemeye çalışırken Quaresma olan o çünkü.

CNBC-E GÜZELLERİ # 4


Bu hanım kızın adı Ali. Asıl ismi Alison Larter ama o Ali Larter ismini kullanıyor. Bu da biz Türk erkeğinde bir tedirginlik yaratıyor. Heroes adli dizinin Niki Sanders'ı. 1976 doğumlu ama hiç 32 gibi durmuyor. Canlandırdığı karakter nedeniyle aynı anda farklı mimikleri yapması gerekiyor, bu da oyunculuğunu yükseltiyor. Bizim için şu an oyunculuğu hiç önemli değil zaten. Kanal değiştiriken onu görürüsem, sahnesi bitene kadar izliyorum diziyi, yoksa hiç takip etmeyeceğim bir yapım.

Geleceğin Yıldızları


Fotoğraftaki bayanlar Şili'de düzenlenen FİFA 20 Yaşaltı turnuvasının yıldızları. Solda Sydney Leroux, sağda Alex Morgan. Özellikle Morgan'ı ben çok beğendim. Güzelliğinin de payı var, resımde biraz kötü çıkmış. İkisi de şampiyon olan takımın, ABD'nin, forvet ikilisi. İkisi de final maçında Kuzey Kore'ye gol atarak 2-1lik galibiyette büyük paya sahipler.
Leroux turnuvada 5 gol atarak, en çok gol atan topçu oldu. 1990 doğumlu. Morgan 89 doğumlu, 4 gol attı. Bronz top ödülü de onun oldu. Bakalım ilerleyen yıllarda Mia Hamm'ın tahtına hangisi oturacak?

Salı, Aralık 9

Erman Hoca


Erman Toroğlu garip bir adam. Seveni yok sevmeyeni çok. Fındık dallarının kadim dostu oluyor çoğu zaman. Ama muhakkak izleniyor, okunuyor. Çünkü muhabbeti güzel. Bazıları bunu aşağılıyor ama olması gereken o. Menfaatçi, çıkarcı, fenerli, cimbomlu, beşiktaşlı, her türlü şey denilebilir. Ama futbolu biliyor, ve bizimle bizden gibi biri konuşuyor. Argoyu sevmemek mümkün değil, o da bolca kullanıyor. Dün konusu geçen Nihat Genç yazısında bu konu işleniyordu. Ciddi konuşanlar ve argolu bağırıp çağıranlar. Futbol programları bu iki grup arasında. Erman Hoca birinin en önemli temsilcisi.

Bu hafta yine imcileri saydırdı hoca. Önce Beşiktaş maçını soran Şansal Büyüka'ya "hocam maçı anlatmadan önce şunu söyleyim. Maçtan önce ilk sana tersten gittiler, sonra o bitti bana şöyle bi girdiler, sonra da lig tv ye saydırarark son noktayı koydular" dedi.

Sonra Fatih Terim katıldı programa. Ona da "bir kulüp takımına dönsen de Fatih, biz sana girsek, sen bize girsen. Özledik vallahi.." dedi. İmparator da 8 Aralık 2002 gününe atıfta bulunarak "ben de özledim, bir arayıp canlı yayına bağlanmak istiyorum" diyerek verdi cevabını.

Nihat Abi okunmalı, Erman Hoca izlenmeli.

Zeki Ama Çalışmıyor


Geçen hafta Hacettepe maçındaki Galatasaray tribünlerini eleştirmiştim. Yazının sonunda da bu kadar üzerinde durmamın nedenini bir potansiyel olmasına bağlamıştım. Bu haftaki Ankaragücü maçında potansiyel açığa çıktı. Ankara ne kadar deplasman sayılır o ayrı konu ama Sami Yen'den daha organize, daha güçlü, daha mantıklı bir tribün izledik.Sami Yen maçlarında sinir bozma nedeni işte bu. Öğretmenlerin çok sık dile getirdği zeki ama çalışmayan çocuk niteliğinde Galatasaray tribünleri.. Kendini verince neler yapıyor, ama aklı haytalıkta.

İki takımın tribünleri karşılıklı atışmalardan sonra birbirlerine jest yaparak girdiler maça. Ankaragücü "Alparslan ölmedi kalbimizde yaşıyor" derken Galatasaray'da "Cemal Aydın istifa" diyordu. Galatasaray taraftarı sayıca çoktu sesi çok çıktı. Ama hiç de susmadı. İstanbul grubu baya etkiliydi. Sami Yen'in kapalısından geldikleri belli oluyordu. Gollerden sonra iş makaraya sardı, basına sallamaya geldi. Basına sallarken Ankaragücü'nden destek istendi. Kale arkası desteği verirken maratondaki sarı-lacivertliler "s..ilmiş İstanbul" diye bağırmayı uygun gördü. Bu dakikadan sonra Ankaragücü tribünü de karıştı.

Bir iki satır onlar için yazmalı. Belki de satır değil üzerine kitap yazılması gereken camialardan Ankaragücü. Dün yine karışıktı, kaotikti. Maçta tribünler birbirine girdi, başkana baya ciddi tepkiler vardı, oyuncular durumdan hoşnut olmadıklarını söylerken maç sonunda hoca da istifa etti. Hayatımı anlatsam roman olur derler ya Ankaragücü bunu demeyi hakeden bir camia. Dikkatle izlemeye devam.

Sonuç olarak maça gidince sadece maç izlenmez bazen tribün de izlenir, ayrı bir zevktir. Köklü camiaların maçlarını izlemek bu yüzden başka bir tecrübedir.Galatasaray tribünleri ne yapacağı kestirilmeyen bir tribündür. Ankara güzel bir şehir değildir. Ankaragücü ,Ankara'dan daha renklidir.

Pazartesi, Aralık 8

CNBC-E GÜZELLERİ # 5


Hiç herhangi bir Enrique İglesias klibinde çok güzel olmayan bir hatun gördünüz mü? Resimdeki hatun, listenin 5 numarası, Hero adlı klipe oynamış olan Jennifer Love Hewitt. Ama biz onu bir korku kisvesi altındaki komedi filmlerinin en kültü olanı "I Know What You Did Last Summer" ile izledik.18 yaşındaydı. O zamanlar çok daha güzeldi erken yaşlanmaya başladı sanki. O yüzden ilk3e giremedi. Bir nevi Okan Koç. 1979 Texas doğumlu.

Blowup

Herşey üstüste geldi. Önce Michelangelo Antonioni'nin izlerken çok sıkıldığım ama güzel bir eseri olan, sinema tarihi için önemli bir yeri olan Blowup filmini izledim. Sonra Ahmet Çakar'ın yıllar evvel oynanan Beşiktaş- Fenerbahçe maçında verdiği tartışmalı karar "piero" sayesinde sonuçlandı. Tam bunlar olurken büyük usta Nihat Genç'in yıllar evvel yazdığı "Yeni Türk Şenlikleri" adlı yazısını okudum. Son olarak da Deivid'in golü noktayı koydu. Son 1 haftada yaşanan bu tesadüf silsilesi nedeniyle Nihat Abi'nin o yazısının bir bölümünü noktası virgülüyle buraya aktarıyorum. Sözlük ağzıyla "copy paste değil alın teri."
"Hakem hataları kamerayla tartışılır. Ünlü İtalyan yönetmen Antoini'nin çok tartışılan basit bir filmi vardı. Filmin adı Blow Up( büyütme). Genç bir adam, parkta öylesine bir fotoğraf çeker. Evinde, çektiği fotoğrafları karanlık odada yıkarken, çalılıkların içinde bir adamın cinayet işlediğini görür.Kendi çıplak gözüyle görmediği birşeyi, fotoğraf görmüştür, hayrete düşer.
Ve film boyunca şu soruyu sorar kendine ve hepimize: Ben gözlerimle gördüğümle mi sorumluyum? Eğer çıplak gözlerimden sorumlysam, olaya müdahele etmeyeceğim, ama fotoğraf makinesinin objektifinden de sorumluysam, polise gitmeliyim, cinayeti anlatmalıyım. Yani, vicdanen bu toplumsal olayın içine girip üstüme düşeni yapmalıyım.
Hakemin çıplak gözle göremdiğini, kameranın gördüğüyle yargılamak, maç sonrası yorumlarda gerçekçi gibi sunuluyor. Oysa kamera bakışının gerçekliği yoktur. Çünkü hakem çıplak gözlerinden sorumludur, bizler kamera-objektif üzerinden değerlendiririz.
Antoini'nin filmi enteresan sahnelerle biter, parkta, pandomim oyuncuları tenis oynar, ama top yoktur, ağ yoktur, onlar olmayan birşeyi oynar. Sonunda olmayan topu pandomimci gider, çimlerin içine atar. Yani hayal bir oyun olan pandomim, olmayan top, tekrar bilinmeyen gizliliğe atılır.
Maç sonrası kamerayla değerlendirmeler, olmayan bir oyundur, hayal bir oyun. Bu oyun üzerinden, neticesi alınmışmaçlara, yeni neticeler yazmaya çalışırız.Sahadaki skoru beğenmez, yeni sonuçlara ulaşmaya çalışırız."
Yazı buradan giriş alarak devam eder.Ama biraz daha farklı şeyler anlatır Nihat Genç. Futbol programlarına başka bir açıdan yaklaşır. Bizi yine ters köşeye yatırır, ama hislere de tercüman olur. Yazının devamı da okunmalı.Nöbetçi Yazılar isimli kitapta var. En kötü gdin bir kitapçıya, kitabı satın almadan 10 dakikada okuyun. Ben bazen yapıyorum öyle.

Blowup:
Yapım Yılı: 1966
Yönetmen: Michelangelo Antonioni
Oyuncular: Vanessa Redgrave, Sarah Miles, Jane Birkin, Gillian Hills, David Hemmings
1967 Oscar'ına 2 dalda aday olmuştur.

Cuma, Aralık 5

Unutulmayan Maçlar # 3'e ek

Aslında Kutay'ın yolladığı postun yorum bölümünde paylaşacaktım o unutulmayan finalle ilgili yorumlarımı, ancak çöp hafızada yer etmiş bilgiler o kadar çok ki, nereden gireceğimi şaşırdım. Bir kere şu formadan gireyim, o zamanlar kiminin rüyası kiminin kabusuydu bence, Onur şahsen benim karşıladığım forvetler içinde en ürktüğüm adamdı. Bir kere ayakları çok çabuktu, ben Lugano gibiydim, ağırdım, belim zor dönerdi, Nobre gibi forvet isterdim karşımda, Onur çabuktu, hareketliydi.
***
Maça çıkarken benim üzerimde ise bordo Torino forması vardı. Rizitelli'yi çok severdim, hem Hakan'a pas vermezdi, hem de çirkef şahane bir topçuydu, sevilecek adamdı Rizitelli, biz de onun hatrına gidip Torino forması almıştık. Daha sonraki yıllarda Barcelona'nın Kappa forması olsun, Fenerbahçe'nin Rifle forması olsun, Trabzonspor'un kopkoyu iğrenç bordo forması olsun çok forma geçti sırtımızdan... O gün maçın sürdirek favorisiydik aslında, Işıl gibi hakettiğimizin peşindeydik, o bilinçle oynuyorduk. Rakip sınıfın As takımını o haftaiçi Mert Han'ın gözüne kaza eseri parfüm sıkıldığı için 1 kişi eksik oynamamıza rağmen 4-1 yenmiştik. Bir de özgüven girince işin içine baskılı oynayıp, yanlış hatırlamıyorsam ikinci yarıda golü bulduk. Önde olan takım psikozu yaşadık, manasız yere geri çekildik ve Kutay cezayı kesti. Sınıfa girip sinirden sıralara vurduğumu çok net hatırlıyorum, üzülmüştük, biz daha iyiydik belki ama kazanan onlar olmuştu.
***
Bizim takımın çekirdeği zamanla değişti, ben yıllarca o takımda stoper oynamaya devam ettim. Güzel olan şuydu; daha 13-14 yaşında o bilinçle oynuyordum ya... Aman ileri çıkayım, gol atayım, kahraman olayım değildi mevzu, biz bir takımdık ve benim takımdaki görevim topu kalemden uzak tutmaktı. O sene yaşayamadığımız şampiyonluğu daha sonra yaşamak nasip oldu, hele hele resmen dayak yiyerek elendğimiz 11 Sosyal maçından sonra, o sınıfın birkaç çirkef elemanının da dahil olduğu okul takımını 2-0 geriye düştüğümüz maçta 3-2 yendiğimiz günü unutamam. Ancak yine de Kutay'ın attığı o golün acısı çıkabilmiş değil... Ulan Selim, yemeyecektin arkadaş o golü, yaktın bizi! Selim'in kaleciyken en büyük numarası kolay kurtaracğı topu terse yatıp uçarak tokatlamasıydı, iyi numaraydı ama yemezdik... Yine de severiz Selim'i, can'dır...

CNBC-E GÜZELLERİ # 6


Bu özene bezene hazırladığım listenin en eskisi. Yaş olarak değil dizi tarihi olarak. Roswell dizisi kanalın bize sunduğu ilk dizilerden. İlk göz ağrımız. Isabel rolündeki Katherine Heigl gibi. O da ilk göz ağrısı. Onu görünce Roswell izlemeye başladım. Enfes bir hatun enfes bir dizi. Olsa da bir daha izlesek. Alman asıllı bu hatunu hala izlemek mümkün ama. Grey's Anatomy'de oynuyor ve canlandırdığı karakterin adı yine İsabel.

Genelde uzun saçlarıyla görüyoruz ama Roswell de saçlarını kısaltınca başka bir güzel olmutu. Her haliyle güzel.

Unutulmayan Maçlar # 3


Bu sefer mahallede değilim. Ortaokul yılları. Orta 1 hatta. Bugünün deyimiyle 6.sınıf. Bahar mevsimi ve ergenlik birleşmiş akranlar kız peşine düşüyor yavaştan. Ama biz hala top peşindeyiz. Okulda çok önemli bir turnuva var. Zaten lise sona kadar her turnuva büyük önem arz etti.

Okuldaki ikinci yılımız. İlk seneki turnuvaya, hazırlık sınıfı ve orta 1 sınıflarının katılıdığı turnuvaya, üst sınıflardan çekindiğimiz için katılmamıştık. Bu sene büyük olan bizdik.

3 tane orta1 sınıfı toplam 5 takım çıkarmıştı. Bir tane de canavar gibi gençlerden kurulu hazırlık sınıfı katıldı aramıza. Toplam 6 takım kupa için mücadele edıyordu. O zamanlarda bahis bilinci yerleşmemişti. Eğer yerleşmiş olsaydı en az şans bize verilirdi. Bizim sınıfın diğer takımı ezeli rakip yan sınıfın 2 takımı bizden daha güçlüydü. Avrupa'dan gelen Türk öğrencilerin oluşturduğu sınıf futbol stiliyle hepimizden bir adım daha önde olmasına rağmen disiplinsizlik ve takım olmada yaşanan sıkıntılar onların bır adım geride olmasına neden oluyordu. Ama bizim takımı en kötü hallerinde bile yenerler diye düşünülüyordu.Turnuva lig usulüydü herkes 1 kez karşılacaktı birbiriyle.

Takım turnuvaya sınıfın diğer takımının yıldız oyuncusu, Roberto Baggio formasıyla okulda ün salan Onur'u transfer ederek girdi. Bu transfer ve takımdaki kolej havası sayesinde turnuvaya iyi başladık. Yan sınıfın 2. takımını 4-2, hazırlık sınıfını 3-1, gurbetçileri 4-1 yenerek büyük süprize imza atmıştık. Ama en keyif vereni sınıfın diğer takımını 5-1 gibi bir skorla bozguna uğratan maç olmuştu. Sonuçta 4 maçta 12 puanla lider girdik son haftaya. Kimsenin tahmin etmediği bir şeydi. Şu anda Hoffenheim'in yaptığını, Anorthosis'in yaptığını 2000de Galatasaray'ın yaptığını 2004te Yunanistan'ın yaptığını biz yapmıştık. Son maç fikstürün azizliği sayesinde yan sınıfın ve turnuvanın en güçlü takımı ile yapılacaktı. Onlar da 10 puanla 2.sıradaydı. Kazanan şampiyon olacaktı berberlik bize yarayacaktı. 1950 Brezilya-Uruguay veya 92-93 yılındaki GS-BJK maçını andırıyor.

1998 senesinin bahar mevsiminde güneşli bir cuma günü okul bahçesi tarihi anlarından birini yaşıyordu. Öğle tenefüsünde oynanacak maça büyük ilgi gösterilmişti, ama bizim sonraki 3 dersimizin boş olması sınıfın çoğunun okuldan çıkmasına ve taraftar desteğinden mahrum kalmamıza neden olmuştu.

Rakip takım muhteşem bir ikiliye sahipti. Teknik kapasiteleri çok üst düzeyde olan Mehmet Ali ve Erdal sadece kendı sınıflarının değil okulun saygı duyduğu iki oyuncuydu. Keza maça da bu ikili ağırlığını koyarak başladı. Başımızı döndüren bir tempoda oynuyorlardı. Beraberliğin işimize yaraması bizi küçük düşünmeye zorladı. Planımız ikiliyi durdurup topu Baggio ile buluşturmaktı. Bu Anadolu takımı zihniyeti bize pahalıya patlamıştı. Golü yemiştik. Toparlanmamız da mümkün değilmiş gibi gözüküyordu. Yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmiştik oysa.

Maçın bitmesine dakikalar kala bu sefer geriye yaslanan onlar olmuştu. Artık tüm hatlarıyla yüklenen bizdik. Sağ tarafta topla buluşan Onur topu yerden bana uzattı. Kaleyi tam cepheden görüyordum ama top sağ ayağıma doğru geliyordu. Oysa ben solak bir topçuydum. O esnada topu soluma alacak vakit yoktu. Sağ ayağımla topu kaleye yolladım. Kalede bu blogun en sıkı takipçisi Velociraptor vardı. Okulun kendi kuşağındaki en iyi kalecilerdendi. Gelecek vaadediyordu. Ama o şutun devamı onun Fevzi Tuncay günlerinin başlangıcı oldu. Topu ayağıyla kurtarmak istemesi çok pahalıya mal olmuştu. Ayağının altından geçen top file olmadığı için filelerle buluşmadı ama gol hazzı aynı şekilde hissedildi. Kalan dakikaları hatırlamak mümkün değil. Başka gol olmaması bizim için yeterliydi. Turnuvada attığım 3. gol en anlamlı gol oluyordu ve henüz ilk defa katıldığımız turnuvada şampiyonluk yaşıyorduk. Otoriteler bize 2000 yılının takımı diyorlardı ama sonumuz Dinamo Kiev'den farklı olmadı. Uzun yıllar, kazandığımız tek kupayla bir çırpıda sona erdi.

Bu blogdaki takım arkadaşım, o maçtaki rakip stoper Peralta'nın bu maç hakkındaki yorumlarını bizlerle paylaşamasını çok isteriz.

Perşembe, Aralık 4

CNBC-E Güzelleri # 7


Amanda Righetti. Kısa bir rol ama ama yine hafızalardan çıkmayan bir hatun. The O.C.de gördük kendisi. Seth Cohen'in teyzesi olarak semte(!) dönüyor, dönünce Ryan Atwood'u görüyor onu baştan çıkarmaya çalışıyor. İlk görüşümüz öyle oldu. İlk izlenim önemlidir diye boşuna dememişler. Birkaç bölüm sonra başka bir dizi için ayrılmış biz de ondan uzak kaldık. Sonra tekrar geri döndü, hasreti dindirdik.

1984 Las Vegas doğumlu. FHM'e kapak olmuşluğu var. Resim derginin çekimlerinden.