Pazar, Mayıs 31

Lucky Man


Söyleyecek bir şey yok. Şampiyon onlar oldu. Tebrik etmekten başka bir şey yapamayız. Doya doya kutlamak hakları. Kutlamalardan sonra huzurlu bir gece için, açsınlar Lucky Man'i dinlesinler. The Verve söylüyor. 2008-09 sezonu şampiyonu Beşiktaş.
***
happiness
more or less
it's just a change in me
something in my liberty
oh, my my
happiness
coming and going
i watch you look at me
watch my fever growing
i know just where i am
but how many corners do i have to turn?
how many times do i have to learn
all the love i have is in my mind?
well, i'm a lucky man
with fire in my hands
happiness
something in my own place
i'm standing naked
smiling, i feel no disgrace
with who i am
happiness
coming and going
i watch you look at me
watch my fever growing
i know just who i am
but how many corners do i have to turn?
how many times do i have to learn
all the love i have is in my mind?
i hope you understand
i hope you understand
oh
gotta love that'll never die
happiness
more or less
it's just a change in me
something in my liberty
happiness
coming and going
i watch you look at me
watch my fever growing i know
oh, my my
now now now
gotta love that'll never die
gotta love that'll never die
no, no
i'm a lucky man
it's just a change in me
something in my liberty

Galatasaray 2-1 Sivasspor


Benim hayatım hep böyledir. Yaz tatilini dört gözle beklerim, gelir çok kötü geçer, ama son 2 hafta muhteşem olur ve tatil sona erer. Üniversiteye girerim, 7 iğrenç dönem geçer, son dönemde ağza bal çalınır. Birşeyin hep sonu güzel oluyor. Tıpkı bu sezon gibi.

2 senelik aradan sonra kapalıya girdim bu maçta. Kafalar yine karıştı haliyle. Seneye kombineyi nereden almak lazım? Kapalı çok pahalı ama son sezonu. Bir seneyi kapalıda geçrimek büyük bir hedef benim için. Eski açıkta her zamanlar birşeyler eksik olacak.

Kapalı'da olunca maça etki ettiğini düşünüyor insan. Peralta kızar bu konulara, tribün aşkı nedir der. Ama başarısız geçen ömrümüzde işe yaradığımızı hissettiğimiz tek yer orası. Dün Volkan Yaman ile beraber savunma yaptık, Sabri ile atağa hep beraber kalktık, Arda ile içeri beraber girdik, Kewell ile oyunu beraber kurduk.

Şimdi diyeceksiniz ki, ligin son maçı şampiyonluk umudun yok ne bu atağa kalkmalar falan. Dünkü maçta bir kez daha gördük, içimizdeki Sivasspor antipatisi boşa değilmiş. Ve herhalde şampiyonluğu biz Sivasspor maçlarında kaybettik. Çünkü o maçlarda sinirler çok bozuldu. Top oynamayı beceremeyen Sivasspor bir tek şeyi güzel yapıyor. Saha içinde ve saha dışında sinir bozmak. Sinirleri bozulan bunu hırsa dönüştüremeyip saçma sapan şeylerle uğraşırsa kaybeder. Örneği bizim kırmızı kartlar, kural hataları geyiği vs.. Gereksiz şekilde sert oynuyorlar, yedikleri gole 3 dakika üzülüp sonradan itiraz ediyorlar, hocaları apayrı bir yazı.

Şampiyonluk yarışından geride kaldıktan sonra Fenerbahçe ve Beşiktaş'ı onlardan üstün oynamamıza rağmen yenemedik. Sivassppor'u ise 5 farklı yenecekken 82.dakikada bulduğumuz golle geçebildik. Hakikaten bir şanssızlık vardı bu sene.

Dün Sivasspor'u yenmek, Bülent Uygun'a taşmak, Tugay'ı görmek, sezonun son dakikalarında takımı alkışlamak hepsi çok güzeldi. Ama insan üzülüyor. Eğer bir gazetede manşet atsaydım kesin şunu atardım ki bugün de kesin bir yerlerde atılmıştır: Daha önce nerdeydiniz."

Bu topu bütün sezona yaysaydık herhalde sadece Kadıköy'de yenilirdik. Zaten yıllardır dediğimiz gibi Galatasaray'ın sorunu hiç bir zaman saha içinde olmadı. Saha dışında yaşananlar bizi ya şampiyon yaptı ya da şampiyonluktan etti. Bu sene şampiyonluk dışında bir de Kadıköy finalinden alıkoydu.

Sivasspor'un şampiyonluğu ne kadar haketmediği ortada. Büyük düşünmekten aciz bir takım. Şampiyonluk ihtimalinin olduğu maçta skor 1-1'ken zaman geçiren bir takım lütfen şampiyon olmasın. Beşiktaş'ın şampiyon olması ezeli rakiplikten ötürü sevinilecek bir durum değil benim için. Ama sonuçta Beşiktaş illa şampiyon olacaktı. Bu sene olmasa seneye veya 10 sene sonra. Ama Sivasspor mümkünse şampiyon olmasın. Bursaspor olsun, Eskişehirspor, Ankaragücü olsuni Kayserispor olsun ama Sivasspor olmasın. Olmadı da çok şükür.

Dünkü maçın güzelliğinden, duygusallığından sezon değerlendirmesini sonraya bırakalım. Biraz aklımız başımıza gelsin. Şu an bu takım,bu hoca kalsın kimse gitmesin diyesim var. Sivasspor galibiyeti gözlerimizi kör etmiş olabilir. Sağ salim bir kafayla, açık zihinle daha sonra yazarız.

Şimdi tatil zamanı. Kafayı boşaltmak lazım. Transfermiş, yeni hocaymış bunları duşunmuyorum. Çünkü bunlara kapalı üstte takıma yaptığım binde 1lik etki kadar etkim olmuyor. O yüzden takım şekillensin biz de o esnada kapalı mı eski açık mı onu belirleyelim. Ondan sonra transferleri değerlendiririz. Allah son sene bir kapalı nasip etsin. Mehmet Yıldız'ı da inşallah Galatasaray formasıyla görmeyiz.

Cumartesi, Mayıs 30

Bir bakış baktın

"İmzayı attığım gün Nevra Hanım bir soru sormuştu, hocam bu yıl şampiyon olur muyuz diye, oluruz demiştim. İlerleyen günlerde 6.lığa düştüğümüz zaman birgün kendisini tesislerde gördüm. Gözgöze geldik, bir bakış attı bu yıl da kaçtı gibisinden, çok üzülmüştüm o gün, kalbime oturdu onun o bakışı... Şampiyonluğu armağan etmek istediğim isimlerden biri de Nevra Demirören'dir."
***
Mustafa Denizli'nin şampiyonluk maçından sonraki ilk cümleleri... Tarihi kaydetmek lazım, kızlarından sonra şampiyonluğu armağan ettiği ilk isim başkanın eşi oldu. Böyle detaylar güzeldir, yıllar sonra ilk hatırlanacak demeçlerden biri bu olacak sanırım...

FA Cup


Dünyanın en eski futbol organizasyonlarından FA Cup. Belki de en eskisi. Bu sene Wembley’in rengi mavi olacak. Liverpool’un mavileri ile Londra’nın mavileri karşılaşacak. Chelsea 1 senelik aradan sonra yeniden final oynayacak. Everton ise 1995’ten sonra ilk defa Wembley’in yolunu tutacak. İki takım da son finallerinde şampiyonluk yaşadılar.
***
İki takımın birbiriyle oynadığı final maçı yok. Everton 12 defa, Chelsea 8 defa final oynadı. Everton 5 defa, Chelsea 4 defa şampiyon oldu. Everton 1984-1989 arasındaki 6 senede 4 defa final oynadı. O dönemler Everton’ın en parlak zamanıydı. Ama İngiliz takımlarına verilen cezalar bu parlak dönemin sadece yerel başarılarla geçmesine neden oldu. FA Cup ise 4 finalden sadece birinde kazanıldı. Premier Lig o dönemde 2 defa Merseyside’ın mavi yakasına geçti. Everton, daha önce hiç bir finalde bir Londra takımıyla karşılaşmadı. Bu sezon ilk olacak. Tıpkı Chelsea gibi.

Chelsea de daha önce Liverpool takımlarıyla karşılaşmadı. Onların altın dönemi şu an içinde bulunduğumuz dönem.Son 16 senedeki 6.finallerini oynayacaklar. Oynanan 5 finalden 3’ünde kupayı kaldırdılar. 1994 yılında 24 yıl aradan sonra ilk defa finale yükselmişlerdi. 1970 yılında Leeds United’ı uzatmalar sonunda devirdiklerinde ilk defa FA Cup şampiyonu oldular. Ondan önceki iki finali de kaybetmişlerdi.

Everton ise ilk kupasını kazandı. Sene 1906. Galatasaray 1 yaşında, Fenerbahçe ortada yok. FA Cup ise 35.defa sahibini buluyordu. Everton, o günden sonra 4 kez daha kupayı kazandı. Kupayı en çok kazanan kulüp ise Man.United. 11 defa kazandılar. Everton ve Chelsea 1’er kez finalde kupayı onlara kaybetti. 1884-1886 arasında Blackburn Rovers kupayı 3 kez üst üste kazandı. O günden, hatta o asırdan beri bunu başarabilen yok.

İddiacılara not. Chelsea’nin oynadığı son 5 finalde, kupayı kazanan takımlar finalde gol yemedi. Ne işinize yarayacaksa artık.

Bisset

Bu resmi görüp Mischa Barton mı o diye soran çok oldu. Algılar kısıtlıysa yapacak birşey yok. Aslında benziyor biraz. Ama o değil. Jacqueline Bisset. Dünyanın en güzel aktristlerinden. La Nuit Americaine'de aşık olunacak kadar güzel. Sene 1973. 70'ler aşık olmak için en güzel yıllarmış zaten.

Cuma, Mayıs 29

Türklerin İngiliz Futboluna Kazandırdığı 5 Yetenek


1-) Gary Lineker: Bu onur Abdülkerim Durmaz'a ait. Fenerbahçeli milli futbolcu, kült topçu, deli Nezihi, Arap İsmail, Toni Schumacher ve Miço Müjdat'ın yoldaşı Abdülkerim Durmaz otobüsten inince boşuna koşmadı Wembley'in çimlerine. Şu anda Adana Demirspor'u çalıştırıp Çukurova topraklarından Türk futboluna yeni gençler çıkartan Abdülkerim, topçuluğunda daha büyük hedeflere sahipti. Günlerden 16 Ekim 1985'di.

Gary Lineker, dünya kupalarında daha oynamamış, Barcelona'da efsane olmamış 18 yaşında çıtır bir çocuk. Ve ilk defa İngiltere milli takımı formasını giyiyor. Hocamız, hocaların hocası Coşkun Özarı daha önce hiç stoper oynamamış libero Abdülkerim'e diyor ki, "Korkma, 18 yaşında bir çocuk var, ismi Lineker sen onu tutacaksın."

Abdülkerim'in tandemdeki partneri Raşit Çetiner. Raşit hoca Hateley'i tutmakla görevli ki o yılların ünlü topçusu o. Maç 5-0 sona eriyor. 3 gol Lineker atıyor. Maçtan sonra mikrofonlar ona yapışıyor, ömür boyu da bırakmıyorlar. Abdülkerim, forma değiştirmek istiyor ama Lineker şöhrete kavuşunca onu çabuk unutuyor onu. İstanbul mahallelerin sert çocuğudur Abdülkerim ama delikanlıdır da, içerliyor bu duruma bir şey yapmıyor. "O gün ben iyi oynasam belki de adamın futbol dünyasında böyle bir yeri olmayacaktı. Boş adam değil, ama hayırsız. " diyor onun içintam bir abi şefkatiyle. Bir de maç içinde yaşanan "Lineker'i gören var mı?" , "Az önce buradydı, arkalara gitti herhalde." dialogu vardır ki, Türk futbolunun en güzel zamanlarının o yıllar olduğunun en büyük kanıtıdır.

2-) Les Ferdinand: Ferdinand, İngiltere Milli Takımı ile 17 maça çıkmış bir topçu. İngilzlerin hemen hemen hepsi -rengine rağmen- çok sever onu. İyi topçuluğunun önünde diğer İngiliz futbolcular gibi sabıka kaydı dolu değildir. Çünkü o stajını bu topraklarda yaptı. QPR takımının genç yıldızı Ferdinand 1 sene kaldı burada. Gordon Milne'in ilişkileri sayesinde Beşiktaş'a kiralandı. Belki de Türkiye'ye yurtdışından gelen ilk siyahi topçuydu. Çığır açtı o nedenle. Sadece 1 sezon oynadı. Ama unutulmazlar arasına ismini yazdırması kolay oldu. 24 maçta 14 gol attı. Newcastle'da, Tottenham'da, West Ham'da ve daha bir çok baba takımda oynadı. Ama ilk önce Ferdi olmuştu. Sonradan Ferdinand oldu.

3-) David Beckham: Dünyanın en çok tanınan futbolcusu olduğu kesin. Belki de gelmiş geçmiş en çok tanınanı. Pele ve Maradona'dan daha çok belki de . Hatta belki de en çok tanınan insanı. Üniversitelerde tez konusu da olabilir, hayatı roman da olabilir, hakkında kitap da yazılabilir. Ya da bunların hepsi çoktan yapıldı. İkon tanımının yaşayan tarifi.

Peki bu adamın hikayesi nerede başladı. Londra'nın Leytonstone semtinden başlatan da olabilir. Ama futbolun meyvesi golse, bu adamın hikayesi de bir golden başlamalı. Attığı ilk golden. 7 Aralık 1994 günü Old Trafford Stadı. Şampiyonlar Ligi A Grubu 6.maçı. Bir önceki maçta Barcelona'yı deviren Galatasaray, 3-3 biten bir önceki sene maçından sonra bir kez daha hayaller tiyatrosunda. Ama hayaller çabuk yıkılıyor. Erken gol maçın gidişatını belirliyor. Asıl öldürücüyü darbeyi 19 yaşındaki "Ferguson Babe" koyuyor. David Beckham 38.dakikada skoru 2-0'a taşıyor. İlk defa oynadığı bir Avrupa Kupası maçında, Manu kariyerinin ilk golünü atıyor. Ve ardından olaylar gelişir.

4-) Ronny Johnsen: Bir önceki senenin şampiyon takımı Beşiktaş, Norveç'ten bir takviye yapıyor. Ronny Johnsen . Arka tarafta sessiz sakin bir kuzeyli. Sakin ve gösterişsiz adam bu topraklarda beğenilmezin açık örneği. Beşiktaş ligde tökezlemeye başlayınca faturalardan biri ona kesiliyor. Hesabı ödeyip kalkıyor o da. Ancak zengin kalkışı yapmayı ihmal etmiyor. Gittiği yer Old Trafford.Oynadığı mevki bir kırmızı şeytan efsanesinin, Garry Pallister'in, boşalttığı yer.6 sene burada oynuyor. 4 defa Premier Lig kazanıyor, 1 defa FA Cup. Ve hiçbir Türk'ün henüz kazanamadığı Şampiyonlar Ligi. Ardından Aston Villa ve Newcastle maceraları yaşıyor. Premier Lig'de saygın bir yeri olan yabancılardan.

5-) Wayne Rooney: Everton'da parlayan genç topçu Manchester'a transfer oluyor. Bizdeki gibi gözler onun üzerinde. Anadolu'dan gelen topçunun ilk verilen fırsatı olumlu kullanması lazım ki kalıcı olsun. Ödenen para 25 milyon paund. Premier Lig'in Ayhan Akman'ı olabilcekken imdadına Türkler yetişiyor. Fenerbahçe karşısında 3 gol atıyor. Oynadığı ilk şampiyonlar ligi maçında hat-trick yapan 5 futbolcudan biri oluyor. Üstelik bunların hepsini ceza sahası dışından atıyor. Bunu da Sinisa Mihailoviç ile berabere başarabilen yegane futbolcu.

Jüri Özel Ödülü: Hep İngilizler olacak değil ya. İşte kendi evladımız. Tugay Kerimoğlu. Hikayesini aşağıda anlattık. Johnsen'den daha dokunaklı. Türkiye'den kendi ülkesinden kovuluyor nerdeyse. İngiltere'de kral oluyor. Biz de onu yetiştirdiğimiz için gurur duyuyoruz. Kazanan İngiliz futbolu oluyor. Bize de anılar kalıyor hepsinden, herkesten.

1993 Takımı


Bugün Raşit Altun imzalı haber. Ben bir iki bilgi sunayım, parçaları başkalaları birleştirsin, çünkü kafam almıyor artık. Haberde şu cümle geçiyor: 1993 Akdeniz Oyunları'nda şampiyon olan mill takım oyuncularını Galatasaray'a toplayıp Uefa'ya yürüyen takımı kuran Polat....

Hemen bakalım kadroya. Kaleci Hasan Gültang Galatasaray'da oynamadı. Emre Aşık Galatasaray'a Uefa'dan sonra geldi. Mutlu Topçu, Rahim Zafer ve Alpay Özalan Beşiktaş'ta oynadı. Bülent Korkmaz, Arif Erdem ve Tugay Kerimoğu 4-5 senenin Galatasaraylı topçularıydı. Abdullah Ercan ve Sergen Yalçın Galatasaray formasını çok uzun zaman sonra giydiler, keşke giymeseydiler. Taner Taşkın, Şenol Yavaş ve Cafer Aydın Anadolu topçusu olarak kaldılar. Geriye 3 isim kaldı. Biri Feti Okuroğlu. Helikopterle Sami Yen'e indi, bir daha Sami Yen'de gören olmadı. Diğerleri Ergün Penbe ve Hakan Şükür.

Yani Akdeniz Oyunları'nda şampiyon olan kadrodan Polat'ın Uefa Kupasını alan kadroya kazandırdığı sadece 2 isim var. Çocukluğumun yıldızı, kralı, süpermeni, Van Basteni Hakan Şükür transferi, zaten Adnan Polat'ın dönüm noktası oldu. Bugün hala Polat ismi ufak da olsa bir güvene neden oluyorsa bu o tranferin etkisidir. Yoksa Adnan Polat'ın asıl hatırlanması gereken hamlesi daha sonra olmuştur.

Bu 1992 senesi takımı, ilk kıvılcımı 1988de yakan takım niye Avrupa Kupası için 2000 senesini bekledi? Çünkü muhteşem bir takım bir anda bozulduve takım bir senede 5-6 sene geriye gitti. Kocaelispor'u çalıştırdığı için olsa gerek (!), takımın başına Saftig getirildi. Kuzmanovski gibi bir adam yaşlanmaları sebebiyle gönderilen Falco ve Stumpf'un yerine geldi. Kuzmanovski karşılığında takasta kullanılan isim, Galatasaray efsanesi olma adayı olan, herkesin çok sevdiği "papen" Mustafa Kocabey olmuştu. Mustafa'dan boşalan yere, Hakan Şükür'ün yanına Saffet Sancaklı getirildi. Kubilay Türkyılmaz küstürüldü. Prekazi, Simoviç, Falco, Stupmf gibi yabancılarla geçen yıllardan sonra Zimbabweli Norman Mapeza, Litvanyalı Gintras Stauce transfer edildi. Aziz Yıldırım'dan laf çalalım: "O sene takımda Benhurlar oynuyordu."

Ne kadar çok benziyor aslında. 1992 Kalli takımı ve 2008 Kalli takımı. Ardından 1995 Saftig/Müfit Erkasap ve 2009 Skibbe/Korkmaz. Başroldeki isim aynı. Sadece sıfatı, görevi farklı olan Adnan Polat. Haliyle şu an pek güvenemiyoruz başkana. Hele yanında Adnan Sezgin de olunca. Bunları hatırlamak da önemli değil ama 1993 hamlesini Polat'a mal etmek hem emeği geçenlere hem de 1995 ve 1996'da çekilen çileye ayıp olur.

Bu yazıyı bir ufak hatırlatma olarak yazdım. Peki acaba Fanatik muhabiri Raşit Altun o haberi niye yazdı?

Perşembe, Mayıs 28

98-99 sezonuna ait çok gereksiz bilgiler


* 1998-99 sezonunun kahramanı Elvir Balic'ti belki ama sezon başı gelen ve birkaç maç sonra gönderilen Sergio Nerves'i kimse unutamadı. Aynı Elvir Balic'in 4-3 biten Gaziantepspor maçının devre arasında stadı terkettiği taksi kaza yapmıştı. Bu maç 00-01 sezonunda olmuştu ama olsun...
* Hattrick yaptığı zaman Moldo-van-two-three gibi gerzek gazete başlıklarının atılmasına sebebiyet veren Viorel Moldovan o sezonun başında transfer edildi ve gönüllerde taht kurdu.
* Dino Baggio ve Fabio Cannavaro'nun kırmızı kart görüp 9 kişi kaldığı maçta o zamanlar dünyanın en iyi takımlarından biri olan Parma mağlup edildi. Rövanşta Saffet Akbaş'ı durduramamıştık. Ayrıca bu turdan önceki Göteborg maçında spiker İlker Yasin Balic'le "sağ ayağınla vurur musun, vurursun, vurdu gol!" tadında sohbete girmişti. Sevda Demirel de maçtan sonra gol sevinci sırasında tribünde taciz edildiğini iddia etmişti.
* Madem sizde Vedat var, bu tarafta da ben varım diyerek kırmızı kart + penaltı ile Kadıköy'de son kez berabere biten bir lig maçına sebebiyet veren Erol Bulut da bu sezonun önemli figürlerindendi.
* 9 maçlık galibiyet serisi vardı bir de. Samsun'lu kasap Vural'ın Metin'in ayağını kırması ile bozulan ayarlar düzeltilemedi bir daha. Metin'in gözyaşları hala aklımda... O maç 1-1 bitmişti. Bir sonraki Samsun deplasmanı Rüştü'nün dövüldüğü haftaiçini takip eden haftasonuydu. Bir sonraki Samsun deplasmanında ise şampiyonluk gelmişti.
* Forma reklamı Rifle idi, uzun kollusundan olmak üzere bir adedi de halen dolabımdadır.
* Yıldızı parlayan isimlerden biri de John Leshiba Moshoeu idi. O gerçi AHA'nın Çilibom klibine Ayşe'yi tavlayarak klasını konuşturmuştu ancak gerek 6-0 biten Adanaspor maçında gerekse de 3-2 kaybedilen (Şifo'nun son dakikalardaki nizami golü, Rüştü'nün ofsayt diye duraklaması) Beşiktaş maçnda uzaklardan attığı enfes gollerle kaldı aklımda.
* Portekizli Manuel Dimas... Güzel adamdı. Mustafa Doğan'ın İstanbulspor'lu Güven'in ayağını kırdığı maçta uzaklardan harika bir gole imzasını koymuştu ama onunla ilgili asıl hatırlanması gereken detay, transferini bitirmek üzere İtalya'ya giden Gürbüz Refioğlu'nun otel lobisinde uyumasıdır. Orada değildim, dönemin spor gazetelerinin yalancısıyım. Hem Gürbüz Refioğlu Odin ve Odinhan gibi efsanelerin de sahibidir.
* Bir önceki sene Avni Aker'den atılan ufak bir taşla Otto Baric'in yumuşak doku travması geçirdiği ve Fenerbahçe'nin haksız bulunduğu maç ile ilgili olarak kulüp bir sonraki sezonun Türkiye Kupası müsabakalarından men edilmişti. Dolayısıyla Löw'lü Fenerbahçe hiç Türkiye Kupası maçı yapmadı.
* O sezon bizi üzen en büyük olay kuşkusuz ligin sonlarına doğru Uche'nin ayağının kırılmasıydı. Aslında olaylar Rüştü'nün evde falçata ile elini kesmesi (eşi Işıl'ı kıskanıp cama yumruk attığı söylenir) ve maça bundan 8 yıl sonra sakat ayağıyla Antalya maçında Beşiktaş'ı şampiyonluk yarışına ortak edecek Murat Şahin'in çıkması ile başladı. Derken maçın başında Högh boş kaleye giden topu gereksiz yere elle çıkarıp, hem penaltıya hem de kırmızı karta sebebiyet vermişti. Beşiktaş'ın diğer golünü Ayhan Akman atmıştı. Maçı 2-1 kaybetmiştik. Diğer gol Erol Bulut'tan gelmişti. İyi futbol oynayan Löw Fenerbahçesi spor gazetesi deyimiyle derbi fakiriydi. Ama gerek Aragones'li gerekse de Turan Sofuoğlu ile geçen yarım sezondan biliyoruz ki, derbi kazanmak ligi kazanmak anlamına gelmiyor.
***
Eksiğimiz gediğimiz vardır muhakkak, aklıma geleni yazdım sadece. Fotoda gol sevinci yaşayan isimlerden biri olan Sergen ile ilgili hatırladıklarım daha çok Zeman'lı kanser sezonuna ait. Şampiyonlar Ligi'ne gitme şansını yitirdiğimiz 1-1 biten Kocaeli maçında Sadık İlhan tarafından kırmızı kartla atılması aklımda kalan tek detay.

80'lerin En Güzel 10 Şeyi


1980'lerin ortasında doğmuş biri ne kadar iyi bilebilir ki o yılları? Bilmiyorum ben de. Ama anlatılanlardan, televizyonda gördüklerimden ve başka verilerden yola çıkarak bir yazı çıkartıyorum. Oysa 1980leri hiç sevemedim. İyi ki bu yaşlarımı o yıllarda geçirmemişim. Yani aslında bu yazı, 80'leri çekilebilir kılan 10 şey olarak da geçebilir. Ağırlık futbolda muhakkak. Güzel bir yazı beklemeyin: 80'ler neydi ki onu anlatan yazı ne olsun. Başlayalım.

10-) 14 Sene Efsanesi: Bir başarının ileride kuşaktan kuşağa aktarılması için öncesinde çok kötü günler yaşanmış olması lazım. Kurtuluş Savaşı'nı iliklerimize kadar hissediyorsak bunda kaybedilen 1.Dünya Savaşı'nın payı yok mudur? Uefa Kupası, 96-2000 arası hepsi güzel ama o 14 senenin yeri de ayrıdır. Beklenen gün gelecekse çekilen çile kutsaldır anlayışından yola çıkarak, 14 senelik bu çile bitsin artık bu sene diyen bir grupun amansız bekleyişi. 1987'de, o gün doğan çocuklar kupalar içinde yüzdü. Ama herkes bizim kadar şanslı değildi, gençliğini şampiyonluk bekleyerek geçirenler de oldu bu camiada. Apayrı bir yazı konusu, apayrı bir vaka. İlla görmek için mi yaşanır güzel günler, uğruna beklemekte güzel.

9-) Breakfast Club: Bizim ülkemizde ne zaman gösterildi bilmiyorum. Ben 3-5 sene evvel izlemiştim. 1985 yapımı. 80'lerin en güzel filmlerinden olmasının yanı sıra aynı zamanda bir kuşağın zihnini de açmıştır. O yılların çok yaygın olan Amerikan gençlik filmlerinden sıyrılmıştı. Farklıdır, klasiktir, külttür. Ha, ama ne oldu. Sonuncusu American Pie serisi olan film türüne ön ayak oldu. Pek işe yaramadı yani. Bugün Breakfast Club dendi mi akla sadece bir film adı gelmez. When You grow up, your heart dies.

8-) Espana 82: Barcelona'dan başlayan, Madrid'de sona eren enfes bir dünya kupası. Futbolun endüstriyel olmadan önce oynanan son dünya kupası. Brezilya'nın en samba yapar gibi oynadığı, İtalya'nın catanaçyoyu en iyi uyguladığı, Almanlar'ın tam panzer gibi olduğu, İngilizlerin her zamankinden daha şanssız olduğu, yani her ülkenin kendini en iyi şekilde yansıttığı eşsiz turnuva. Zico-Gerets-Tigana, ayrıca Maradona,Platini, Keegan, Zoff, Schumacher.

7-) Modern Talking: Modern Talking'i adamakıllı dinlemeye 1 sene önce başladım. 80lerin en iyi grubu mu? Kesinlikle değil. Ama eğer 80ler film olursa soundtrack Modern Talking şarkılarından oluşur. Onların şarkıları olmasa ne Nuri Alço Nuri Alço olurdu, ne biz Ahu Tuğba'ya katlanabilirdik. Kimse aşırı sevmez. Fanatiği yoktur. Hatta hakkında kötü konuşan daha fazladır. Ama dinlemeyen de yoktur.

6-) Les Ferdinand'ın Fenerbahçe'ye Attığı Gol: Ülkemize staj için gelen Les, 1988-89 sezonunu İnönü çimlerinde geçirdi. Hayal meyal hatırladığım sezonun hayal meyal hatırladığım yıldızıydı. Fenerbahçe şampiyon, Galatasaray Avrupa'da yarı finalistti ama Ferdinand o sezonun en çok konuşulanıydı. Gidince özlemi daha da arttı. O sıralar özel kanallar,internet vs olsaydı reklamlarda "ben de çok özledim memleketimi" diyen o olurdu. Zaten öyle bir finiş yaptı ki, ondan iyisini 2001'de Trabzonspor maçında Hagi yaptı.

1989 Türkiye Kupası Finali. 21 Haziran günü buluşma noktası Kadıköy. Finalin ilk ayağı oynanıyor. Maçın henüz 15.dakikası. Topla sol tarafta buluşan "Ferdi", içeriye doğru sokuldu, önce Fenerbahçe'nin 4 numarasını geçti, sonra iki Fenerbahçeli'nin arasından geçti, sonra bir Fenerli daha, bir Fenerli daha, Schumacher ile karşı karşıya bir tık ve top filelerde.

Arkasından "Müjde müjde size, Ferdinand'dan müjde size..." tezahüratı. Bir gün sonraki manşet ise, Ferdinand, Defansı Çarşı'ya Gönderdi.

5-) Liverpool Şehri: 70li yıllara müzik ile damga vuran Liverpool, bu seferki on yıla futbolla adını yazdırdı. 70lerin sonunda kırmızı takımın başlattığı atağa mavilerde katılınca kupalar teker teker Merseyside'a gelir oldu. Lig şampiyonluklarına bakın: 1980,1982,1983,1984 Liverpool, 1985 Everton, 1986 bir daha Liverpool, 1987 bir daha Everton, 1988 bir daha Liverpool hatta 1990 yine Liverpool. Araya 1981'de Aston Villa, 1989'da Arsenal girebilmiş sadece. 11 yılda 9 şampiyonluk.

FA Cup'a gelelim: 1984 Everton, 1886 ve 1989 Liverpool. Liverpool'un iki şampiyonluğunda da finalist Everton. Ayrıca iki takım birer kez daha final oynayıp rakiplerine kaybettiler. Avrupa'da 1985 Heysel'e kadar, 1981,1984 ve 1985'te şehre 3 Avrupa Kupası geldi. Başarılar bir yana oynanan futbol bir şehrin iki takımının aynı anda oynadığı en güzel futboldu(muş). Heysel yaşanmasaydı şu an Merseyside, Avrupa futbolunun beşiği olabilirdi belki de.

4-) Spor ve Sergi Sarayı: Arada TRT 3'te falan yakalıyorum. Ya da her GS-FB maçı öncesi büyükler anlatıyor. Basketbolun kalbi Taksim'de atarmış eskiden. Dolu tribünler, muhteşem atmosfer. Bütün basketbol maçları orada oynanıyor. Bir haftasonunun 10 saatini orada geçiren basketbol sevdalıları, hayatını armalarına adamış takım sevdalıları. Ufak çocuklar, aileler. Herkes orada. Bayraklı, skorboard vs. Her yanı ayrı güzel(miş)

Sonra düşünüldü taşınıldı, insanları basketboldan nasıl uzaklaştıralım diye sordular. Ve karar verdiler. Maç günleri dışında at kesilen surların orada Abdi İpekçi var maçlar orada oynansın. Spor ve Sergi sarayı da kongre merkezi olsun. Bitti. Herşey o anda bitti.

3-) Diego Armando Maradona: Anlatamam. Gidin Napoli'ye veya Buenos Aires'e onlar anlatsın. Ben de gideceğim bir ara İspanyolca öğrenip. Sırf Maradona hikayeleri dinlemek için.

2-) Cevat Prekazi: Aslında adı Cevad. Ama içimizden birisi o. O yüzden Cevat derim her zaman. Bileklere inmiş çoraplar, enseden uzun saçlar, kısa şort. O günlerde mahallede top oynayan her çocuk böyle oynardı futbolunu. Çünkü Prekazi de böyle oynardı. Prekazi idoldü. 90lı yılların ikinci yarısında çocuk olma sırası bize gelmişken mahalle takımı forma yaptırıyor. Bana 8 numara düşüyor. Bunun bir sebebi olmalı. Cevad da 8 giyerdi. Monaco'ya atılan gol, numaralının gölgesi, koşsam Real'de oynarım lafı. İşte budur Prekazi.

Bir de Hagi ile ortak iki hikaye. Yıllar önce Galatasaray Uefa'yı almış veya alacak. Televizyonda bir haber bülteninde, sanırım Ali Kırca ve Atv, bazı eski/faal futbolculara soruyorlar. Türkiye'ye gelmiş en iyi yabancı kim? Çoğunluk Hagi diyor, arada Uche, Schumacher, Şota, Ferdinand diyenler oluyor. En son Hagi'ye gidiyorlar. Diyorlar ki, "Hagi, herkese sorduk, çoğunluk senin adını verdi. Türkiye'ye gelen en iyi yabancısı sensin.". Commandante şaşırıyor ve soruyor. "Nasıl ya, kimse Prekazi demedi mi?.

İkinci anı 24 Nisan 2005'ten. Rüya takım maçı. Herkes teker teker çağrılıyor. Önce 1 numaralar, sonra 2 numaralar.. Öyle gidiyor. 8 numaradan bir kişi çağrılıyor. Şaşırıyoruz. Bütün herkes çıkıyor. En son assolist çıkıyor. Prekazi geliyor. Yıllardır girdiğim tribünümü ilk kez öyle görüyorum. O nasıl bir taşma. O nasıl bir sevgi. Maç başlıyor Hagi sıfırdan gol atıyor. Santra yapılıyor. Top Cevat'ın ayağında. Yine hırs yapıyor. Sol ayağıyla hemen hemen Monaco'ya attığı yerden çakıyor. Üst direk sallanıyor. Abiler gülüyor, "ulan Cevat" diyorlar.

Maç bitiyor. Herkes soyunma odasına gidiyor. Prekazi gidemiyor. Tribünler sürekli onu çağırıyor. Kapalı 2-3 defa geri döndürüyor. Geçenlerde yine geldi. Dilinde aynı şarkı. Bknz. 10.sıra-- Seni Sevmeyen Ölsün.

1-) Yarı Yarıya Tribünler: Çok sancılı, kanlı tarafı da var. Doğruya doğru çok özenilecek durum değil belki. Ama stad içinde yaşananlar bambaşkaymış. Sonuçta bir emek var, bir mücadele var. Şimdiki gibi 5 dakika kala stada girmek yok. O yüzden her başarıda bir pay sahipliği var. Şimdi Peralta diyecek ki, "Ne bu tribün tribün, boşversene." Belki de haklı. Ama o günleri yaşayan insanlara bakıyorum, gerçekten çok farklılar. İstanbul'un içinde çok farklı bir hayat tarzı. Keşke biri gelse de anlatsa. Masal niyetine dinlesek.

Galatasaray-Sivasspor Maçı


Galatasaray-Sivasspor Maçına Gitmek İçin 5 Neden:

1-) Tugay Kerimoğlu'nun Sami Yen'e gelecek olması

2-) Tugay Kerimoğlu'nun Sami Yen'e gelecek olması

3-) Bahar ayının sıcaklığında, maçın ilk yarısının gündüz maçı gibi olacak olması

4-) Sezonun son maçı olması

5-) Sivasspor'un şampiyon olma ihtimali

Galatasaray-Sivasspor Maçına Gitmemek İçin 5 Neden:

1-) Pahalı biletler

2-) Eş-dostun maça gelmemesi

3-) Hakemin Cüneyt Çakır olması

4-) Aynı anda Lig Tv'den birçok maçı eş dostla takip edebilecek olmanın cazipliği

5-) Sivasspor'un şampiyon olma ihtimali

Çarşamba, Mayıs 27

Tarzıyla dövüyor

Geçen %100 Futbol'u çok dikkatli seyrettim. Aziz Yıldırım hala aynı Aziz Yıldırım. Rıdvan ve Güntekin'den güzel sorular geldi arada, onları öyle bir cevapladı ki adamlar soracaklarına pişman oldular, özellikle Güntekin "hı hı" diye kafa sallayarak geçiştirdi, halbuki devam ettirmek lazım tartışmayı... Rıdvan, Zico'nun yollanmasını sordu, Lyon örneğinden yola çıkarak. Lyon devamlı şampiyon oldu ancak hocası değişebildi, Fenerbahçe şampiyon olamadığı her sene hocasını yolladı, hocanın kalması için illa şampiyon olması mı gerek sorusunu Aziz Yıldırım hayır diye yanıtladı. Halbuki evet de işte, Fenerbahçe her sene şampiyon olmalı, aksi düşünülemez de. Çünkü Aziz Yıldırım böyle düşünüyor, işte 11 yıllık tarih ortada. Fevri zamanlarında sezon sonunu beklemeden hocayı kovdu, daha olgun zamanlarında sezon sonunu bekliyor. 2001'deki Aziz Yıldırım olsa Aragones sezon sonunu görebilir miydi?
***
Koyulan 3 yıllık hedefe bakıyoruz, 3 sene üstüste şampiyon olmak. Avrupa'da bir kupa kazanmak değil. Otomatikman 3 yıl üstüste Şampiyonlar Ligi'nde mücadele etmek oluyor. Bir de olay büyük insan Zico'ya geldi bir ara. Başkanın Zico bahanesi, Zico'yu kim tanıyordu ben getirene kadar demek. Yahu bir kere bu başarılı biriyle yolları ayırmak için bahane olamaz, ben getirdim kimse tanımıyorken, yollarken mi kıymetli oldu gibi bir bakış açısını kabullenemiyorum. Ayrıca Zico Fenerbahçe'ye imza attığında 2006 Temmuz'du. Geç kalınmış bir imzaydı. Bunun nedeni de Fenerbahçe'nin Scolari'yi beklemesiydi. Parreira ismi de geçti o dönem, Zico belki de B hatta C planıydı yönetimin. Kaldı ki Aziz Yıldırım, Zico'nun Japonya'ya oynattığı futbolu beğendiği için ya da, o modeli benimsediği için de getirmedi Zico'yu. Bayağı bir geç kalınmıştı, biraz ismi olup da, -üstelik Brezilyalı- en ucuza mal edebileceği isim Zico idi.
***
Bununla birlikte Zico'nun birinci yılında Fenerbahçe'ye oynattığı futbol kötüydü. Az Alkmaar maçı kalplerde yaradır hala, benim kalbimde öyle en azından. Appiah'ın sağ kanatta heba olduğunu da unutmayalım. İkinci sene, biraz da Kezman döküldüğü için mecburen Semih girdi takıma, Deivid'in ve Gökhan Gönül'ün müthiş katkısı ile bambaşka bir takım oldu Fenerbahçe. Takımdaki iyileşmede Aziz Yıldırım'ın katkısı az, aslanpayı Zico'nun, bunu da yadsıyamayız herhalde. Ayrıca kalışıyla her ne kadar çeyrek final oynandıysa da doğrusu, 2007 mayısında hem Zico hem de Deivid ile yolları ayırmaktı. Sadece şampiyon olunduğu için ikisinin de kalmasına tahammül edildi.
***
Santra'ya konuk olduğunda da bu sefer sıkıştırırlar, işi zor diyordum ama Aziz Yıldırım ekranda kimseyi konuşturmuyor, halbuki cesurca üstüne gitmek lazım, Rıdvan'ın bunu yapamamasını anlayabilirim, ama Güntekin'den daha çarpıcı ifadeler beklerdim. Sadece bu gerçekleri dile getirseydi bile biraz daha itiraf alabilirdik başkanın ağzından.

" Babam Nasıl Böyle Galatasaraylı Oldu"


Kız kardeşimden sonra dünyanın en güzel kız çocuğu. Dr Oetker reklamında, babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi? diyen kız. Geçen pazar Peralta ile Bağdat Caddesi'nde muhabbet ettik. Yıllardır herşeyi konuşan biz ilk defa baba olmayı konuştuk. Böyle bir kızım olsa güzel olur. Eskiden oğlum olsun Sami Yen'in numaralısında ben maç izlerken o sette tepişsin isterdim. Artık Sami Yen olmayacağına göre kızım olsun. Voleybol takımında oynasın, oranın Işıl'ı olsun. Hayaller de hayaller...

Hoca Trafiği



En son ne zaman böyle bir durum oldu acaba? Fanatik Gazetesi'nin ilk sayfasında 3 büyük takımın haberi var. Buraya kadar normal. Ama ligin son haftasına 3 gün kala, sezonun en ateşli döneminde çıkan gazetede 3 haber de teknik adamlarla ilgili.

En fazla yer Mustafa Denizli'ye verilmiş. Denizli diyor ki, '' Dünyada aynı ülkenin 3 büyük takımını şampiyon yapan başka hoca var mı, ben Ortaçağ'a kadar baktım bulamadım." Buradan da anlıyoruz ki, Denizli 1987-88 şampiyonluğuna kendisine pay çıkarıyor. Benim bildiğim, Denizli'nin Galatasaray'da 1.adam olması 1988-89'da başlar. O günleri hatırlamadığım için yanlış bir şey demeyelim, büyüklerimiz uyarır. Galatasaray tarihinde buna benzer bir de Coşkun Özarı-Brian Birch karmaşası vardır zaten. Bir kaç sene sonra geçen sezonun şampiyonluğu da böyle bir karmaşa içinde anılabilir.

Diğer haber, Bülent Korkmaz'ın İBB ile görüştüğüne dair. Abdullah Avcı ayrılıyormuş kulübünden. Burada Bülent'in gidişi öne çıkarılmış ama Avcı'nın nereye gideceği sorgulanmamış. Daha önce 2 kere adı Galatasaray ile anılan biri boşa çıkıyor. Başlık enteresan: BELEDİYE MEMURU OLUYOR

Son haber Fenerbahçe'nin. Scolari son 6-7 yılda 143.defa Fener'i bekliyor. Bir hafta önce Faruk Süren'e mail atan, Adnan Polat'a face'den add a friend yollayan Scolari, şimdi Aziz Yıldırım'dan onay bekliyor.

Mustafa Denizli, bu hafta sonu kravatını takacak büyük ihtimal. Bakalım seneye de takabilecek mi. 1 sene sonra bu sayfalarda kimler olacak?

1991 Finali


Barcelona'nın Manchester United ile oynadığı son final. 1991 Avrupa Kupa Galipleri Kupası. Muhteşem bir kapışma. Bunun en somut örneği iki takımın teknik adamları. Johann Cruyff ve Alex Ferguson. Sir o zamanlar daha sir değil, ligi daha domine etmemiş. Fa Cup kazanılan ilk kupa olmuş ve bu sayede Kupa Galipleri Kupası'na katılmış. Eğer bir sene önce kazansa FA Cup'ı, bu kupa gelmeyecekti. Çünkü 1990-91 sezonu İngiliz takımlarının cezasının sona erdiği ilk sezondu.

Ferguson Babe's daha ortada yok. Yeni yeni kendini gösteren Ryan Giggs var sadece. Takımın yıldızları Paul Ince, Bryan Robson, Mark Hughes, Lee Sharpe, Steve Bruce, Brian McClair...

Barcelona'nın Cruyff ile 1990'ların ilk yarısına vurduğu damgayı hatırlatmaya ise gerek yok. O takımın ilk kıvılcımları belkı bu sezonda atıldı, ve o takımı ilk izleynelerden biri Türklerdi. O sezon Kupa Galipleri Kupası'nda ülkemizi temsil eden Trabzonspor, kupanın finalisti olacak takımı, kupanın ilk turunun ilk maçında Avni Aker'de mağlup etmişti. O sezon kupa finalinde Ferguson tarafından tuş edilen sarı fareyi ilk alt eden Özkan Sümer olmuştu.

Barcelona kadrosunda Albert Ferrer, Hristo Stoichkov, Andoni Zubizaretta, Jose Mari Bakero, Beguristain, Goigochea gibi isimler yer alıyor. Şimdinin hocası "Pep" Guardiola, o sezon ilk defa A Takım kadrosunda yer alan genç bir topçu.

Hollandalılar'dan Koeman'ı kadrsounda bulunduran Cruyff, Feyenoord'un De Kuip Stadı'nda Manchester'ın karşısına çıktı.İlk yarısı golsüz sona eren maçın ikinci yarısında beyaz formalı "kırmızılar" golleri buldu. Mark Hughes biri çok beleş, diğeri enfes iki gol attı. Ona cevabı vatanında oynayan Koeman frikikten verdi. Son 25 dakikada "üst" olan maç 2-1 sona erdi. Kupayı kazanan United, 1985 yılında aynı stadyumda aynı kupayı kazanan Everton'dan sonra Ada'ya Avrupa Kupası getiren ilk takım oldu. Barcelona ise bu kupayı bir daha 1997 yılında kazanabildi. Rakip PSG idi, ve ne ilginçtir ki stadyum yine De Kuip'ti. Ve ne ilginçtir ki finalde kaybeden takım bir Türk takımını üstelik ilk maçı kaybetmesine rağmen yine elemişti.

Salı, Mayıs 26

ich


Bizi okur mu takip eder mi bilemem. Ama biz kendisini, takip ederiz, çok da severiz. Muazzam gözlemler, inanılmaz hafıza. Sokakta görsek tanımayız belki ama onun dediklerini, yazdıklarını çok konuşuruz. İşte yıllar önce sözlükte yazdığı bir Tugay Kerimoğlu enrtysi, iste yıllar sonra bir Tugay Kerimoğlu röportajı:

"mac sonrasi roportaj yaparken soru soran spikere bakmazdı..spiker soruyu sorduktan sonra tugay one burnunu ceker ardındanda elini kulagının icine sokup tribunlere bakar konusurdu, periyodik olarak burnunu cekmeyide unutmazdı.bi de frikik kullanmaya hazırlanırken agzındaki tukurugu biriktirir calkalar ve oyle tukururdu. gec ya$ta avrupa'ya gidip oldukca ba$arılı olan biridir tugay severiz sayarız."

Yarı Final


26 Mayıs Salı 20:00 Türk Telekom – Fenerbahçe Ülker (Ankara Atatürk Spor Salonu)

27 Mayıs Çarşamba19:00 Efes Pilsen – Galatasaray (Ayhan Şahenk Spor Salonu)

28 Mayıs Perşembe Türk Telekom – Fenerbahçe Ülker (Ankara Atatürk Spor Salonu)

30 Mayıs Cumartesi Galatasaray – Efes Pilsen (Ayhan Şahenk Spor Salonu)

31 Mayıs Pazar Fenerbahçe Ülker – Türk Telekom (Abdi İpekçi Spor Salonu)

1 Haziran Pazartesi Galatasaray – Efes Pilsen (Ayhan Şahenk Spor Salonu)

2 Haziran Salı Fenerbahçe Ülker – Türk Telekom (Abdi İpekçi Spor Salonu)

4 Haziran Perşembe Efes Pilsen – Galatasaray (Ayhan Şahenk Spor Salonu)

5 Haziran Cuma Türk Telekom – Fenerbahçe Ülker (Ankara Atatürk Spor Salonu)
Gönülden geçen final Fenerbahçe-Galatasaray, mantık Efes-Fener diyor. 30 liraya basket maçı bileti satan Efes yönetimine tebrikler. Bazılar " ne yapsın adamlar" diyor. O zaman biz niye 90 liraya derbi bileti satan Beşiktaş yönetimine kızdık ki? Neyse ne, bakalım finali kim oynayacak. Bir süpriz yapalım, bu sene baskette tarih değil destan yazalım.

Barcelona, Roma, Akdeniz


Hava hep güneşli olsun, üstümüzde sadece formamız olsun, hep güzel kızlar olsun, herkes gülsün, hayat bayram olsun. Cennet, Akdeniz gibi olsun.

Şampiyonlar Ligi


Şampiyonlar Ligi yarın Roma’da sahibini bulacak. Takımlar Manchester United ve Barcelona. İki takım da ilk kupalarını Wembley Stadyumu’nda kaldırmıştı. Manchester United 1968’de Benfica’yı yenerek. Barcelona ise 1992’de Sampdoria’yı yenerek şampiyon olmuştu. Şimdi bu iki takım İtalya’nın başkenti Roma’da karşılaşacak.
***
Önce Roma kentinden başlayalım. Roma Olimpiyat Stadı bilindiği gibi Lazio ve Roma’nın ortak kullandığı bir stadyum. Avrupa’nın en fazla final gören stadyumlarından. 4.defa Şampiyon Kulüpler Kupası/Şampiyonlar Ligi Finali’ne ev sahipliği yapıyor. İlk iki finali kazanan takım Liverpool oldu. 19977’de Alman B.Mönchengladbach’ı 3-1, 1984’de ev sahibi Roma’yı Grobbelaar’ın unutulmaz şovuyla penaltılarda yendi ve kupaya uzandı. 1996’da yine bir İtalyan, Juventus bu stadyumda final oynadı. Rakip Ajax’tı ve yine penaltılarla kazanan belli oldu. Bu sefer gülen İtalyanlar oldu.
***
İtalya’nın ev sahipliği yaptığı ilk final 1966’da San Siro’da oynadı. İnter, Benfica’yı 2-0 yenerek şampiyon oldu. 1970’de yine İtalya’ya San Siro’ya gidildi. Bu sefer gelenler Feyenoord ve Celtic’ti. Kazanan 2-1 ile Feyenoord oldu. Daha sonra 2 Roma evsahipliğinden sonra, İtalya 90 sonrası ilk kupada 1991’de Bari kenti şampiyonu alkışladı. Kızılyıldız ve Marsilya’yı buluşturan mücadelenin 120 dakikasından gol sesi çıkmadı. Penaltılarda kazanan Yugoslavlar oldu, daha sonra Yugoslav diye bir şey kalmadı. 2001’de yine bir San Siro macerası yaşandı. Yine normal süre berabere sonuçlandı. Penaltılarda Valencia’yı yenen B.Münih oldu. O günden sonra ilk İtalyan soslu final bu olacak.
***
70lerde,80lerde,90larda hep bir finale evsahipliği yapan şehir, 21.yüzyılın ilk 10 yılını da boş geçmiyor. Ve bu sefer ilk defa İspanyollar’ı konuk ediyor. İspanyollar( Barcelona için İspanyol deme muhabbeti olmasın) bu kupayı alırsa en fazla kupa kazanan ülke olacak. Aynı şey İngilizler için de geçerli. İki ülke toplamda 11 defa kupa kazandı. İtalya ise bu finale ev sahipliği yapacak ve en fazla kupa kazanan ülke olma sıfatını kaybedecek. İtalyanlar da toplam 11 kupa kazandı. Son 12 yılda sadece Milan ile 2 kupa kazandılar. Bu sürede İngilizler 3, İspanyollar 4 kupa kazandı. Almanlar bile 2 defa kupa kaldırdı. Ama İtalyanlar’ın sahip olduğu bir sıfat var. En fazla final oynayan ülke. Toplam 25 final oynadılar. Aynı zamanda finalde en çok kaybeden ülke İtalya. Bunu kulüpler düzeyinde en çok beceren(!) takım yine bir İtalyan, Juventus. 5 kere finalde kaybettiler. Bu rekoru Benfica ile beraber paylaşaıyorlar. En fazla şampiyon olan takımın Real Madrid olduğunu yazmaya da gerek yoktu aslında.
***
Manchester United 2’den fazla final oynayıp hiç kaybetmeyen tek takım. 3 final oynadılar, hıç kaybetmediler. 1968’de Best ile Wembley’de, 1999’da Beckham ile bu seneki rakibi Barcelona’nın stadı Nou Camp’ta, 2008’de C.Ronaldo ile Moskova’da şampiyonluğa ulaştılar. Barcelona ise 1961’de Bern’de Benfica’ya, 1986’da Sevilla’da S.Bükreş’e, 1994’te unutulmaz finalde, Atina’da Milan’a mağlup oldu. Kazandığı ilk kupa 90larda geldi. Sampdoria’yı 1992’de 1-0, Arsenal’i 2006’da 2-1 yenerek kupayı kaldırdı.
***
Yarın ki maç 3.defa bir İspanyol-İngiliz finali izlememize neden olacak. Gerçi benim için 2. İlk 2 final Paris’te oynadı. 1981’de Liverpool, Real Madrid’i 1-0 mağlup etti. 2006’da gülen İspanya tarafı oldu, Barcelona, Arsenal’i yendi.
***
Geçen sene kupayı kazanan Manu, bu sene de kazanırsa 19 yıl sonra bir ilki gerçekleştirecek. 1989’da S.Bükreş’i (orada biz olabilirdik finali), 1990’da Benfica’yı yenen Milan’dan sonra bir daha iki sene üst üste kupa kazanan olmadı.
***
Yine bir Milan rekoru verelim. 1969’dan beri yani 40 senedir bir Şampiyon Kulüpler Kupası/Şampiyonlar Ligi finalinde 3 gol atan futbolu yok. Bunu en son başaran isim Ajax’a, Madrid’de 3 gol atan Pierino Prati.
***
Şampiyon Kulüpler Kupası / Şampiyonlar Ligi finalinde gol atıp yolu Türkiye’den, Türk takımlarından geçen tek isim Luis Aragones.
***
Şampiyonlar Ligi’nin son 46 senedeki en gollü finali İstanbul’da oynandı. 6 gol atılan unutulmaz maç ayrı bir yazı konusu. Eğer o tarihlerde blog yazarı olsaydım en güzel yazılarımı yazardım, daha da üstüne çıkamam diye başka bir şey yazmazdım, zirvede bırakırdım. Şimdi biz yine uzaklardan izlemeye devam edelim. Allah ileride nasip etsin bize, Roma’da, Paris’de orada burda final izlettirmeyi.

Hatıralar güzeldir...

Shell'in hatıra paraları vardı bir dönem. Bende Elvir Bolic vardı, Kutay'a sordum az önce onda Bekir Gül varmış. Ben Tugay Kerimoğlu'nun da vardı diye hatırlıyorum. Gittigidiyor.com vb. sitelerde 5 liradan satılıyor bu paralar, Tugay bugünlerde prim yapmış olabilir gerçi... Suat Kaya'yı görünce gülümsedim. Satışa çıkaran eleman çok temiz yazmış altına... Sanki araba anasını satayım. Bir de asıl dikkatimi çeken şey, paranın üstündeki adamın Suat'la alakası yok... Yine de hoşuma gitti, reklamsız sessiz sedasız elimize geçmişti diye hatırlıyorum bu paralar. Takım otobüsleri gibi Osman Tanburacı tarafından yapılan fren efekti eşliğinde reklamları yapılmamıştı.

Black Mamba

Kaan Kural: En son böyle bir sahneyi National Geographic'de gördüm, bir sonraki sahnede antilopu yutmuştu...
Murat Kosova: Heh heh...
Güzel ikilinin, Kobe'nin Denver potasına giren kritik üçlüğü sonrasındaki mimiği ile ilgili yorumları... Ayrıca, güzel adamsın Trevor Ariza...

31 Mayıs 1987


Bizim kuşak 14 Mayıs 2006'yı hayatının en unutulmaz günü olarak belledi ama 31 Mayıs 1987 bambaşka bir günmüş. Bizim yaşlar yetmiyor. 14 sene sonradan gelen şampiyonluk herhalde birçok şeyin kırılma anı olmuştu.

İşte o şampiyonluğun geldiği maç Ali Sami Yen'de oynanmıştı. Ama sahada Galatasaray yoktu. Beşiktaş vardı. Denizlispor ile karşılaşıyordu. Atılan gol olmasa belki bugün Beşiktaş'ın başında Mustafa Denizli olmayacaktı.

Ya aslında vazgeçtim şimdi bu yazıyı yazmaktan. Beşiktaş, Denizlispor ile berabere kaldı ve şampiyonluğu kaybetmişti. Biz de şampiyon olmuştuk. Anlatılanlar, dinlediklerimiz çok hoştu. Antalyaspor deplasmanı dönüşü üzerinden 22 sene geçmesine rağmen hala göz yaşlarıyla hatırlanıyor.

Ama sırf Beşiktaş son hafta yine Denizlispor ile oynayacak diye bu yazıyı yazmayı yediremedim. Eğer Beşiktaş, Denizlispor'a puan kaybederse Sivasspor şampiyon olacak. Bunu istiyor muyum? Tabi ki hayır. Sivasspor şampiyon olacağına, üstelik bu turu Sami Yen'de atacağına Beşiktaş şampiyon olsun. Evet, doğrusu bu bence, o yüzden eski anıları deşmeyelim. Eğer Trabzonspor şampiyon olamayacaksa, Beşiktaş olsun diyorum. Sokakta, mahallede bize laf atacak Sivassporlu olmyacak, Beşiktaşlılar 6 senenin sonrasıyla etrafı naftalin kokusuna saracak ama olsun. Antipati liginde Bülent Uygun haklı çıktı, şampiyon Sivasspor oldu, bakalım birinci kim olacak?

Allah'ın Lütufları

Allah bize de nasip eder inşallah. Tugay, bir gün Sami Yen'de jubile yapar da biz de onu ayakta alkışlarız. Kapalı'nın önüne kadar gelir şu sahneyi yaşarız inşallah. Tribünde maç izleme alışkanlığını 2000-2001 sezonunda kazandım. Haliyle Tugay yoktu, Hagi'nin son senesiydi. Doyamadık. Klas ve yetenekli adamlara hasret kaldık. Ta ki bu sezona kadar.
Tugay Türkiye'den Ada'ya gitti. O da Ada'dan Türkiye'ye geldi. Allah bize en azından onu nasip etti. Geç bulduk, çabuk kaybetmeyelim. Tugay'ın yaptığını yapma. Nazan Öncel'in dediği gibi;
Bugüne kadarmış, buraya kadarmış deyipte gitme, lüften gitme..

1.Lig'e Son Bilet


25 Mayıs 2009 Pazartesi
1.Maç: Saat 14:00 Tarsus İdman Yurdu - Çorumspor
2.Maç: Saat 17:00 Şanlıurfaspor - Konya Şekerspor
26 Mayıs 2009 Salı
3.Maç: Saat 14:00 Trabzon Karadenizspor - Dardanelspor
4.Maç: Saat 17:00 Denizli Belediyespor - Tokataspor
27 Mayıs 2009 Çarşamba YARI FİNAL
5.Maç: Saat 17:00 1.Maç Galibi - 2.Maç Galibi
28 Mayıs 2009 Perşembe YARI FİNAL
6.Maç: Saat 17:00 3.Maç Galibi - 4.Maç Galibi
31 Mayıs 2009 Pazar FİNAL
7.Maç: Saat 17:00 5.Maç Galibi - 6.Maç Galibi

33.Hafta


Öncelikle göreve talip olduğumu açıklamak istiyorum. Teknik direktör eleştirisi yapmak istemiyorum, çünkü diğerlerinden farkımız kalmıyor. Bu isim yıllarca aşık olduğum Bülent olunca iş daha da zorlaşıyor. Üstelik iyi oynadığımız bir maçtan sonra yazarsak skor yazarlığı da yapmış oluruz. Ama işe de biraz mizah katmadan olmaz.

Olay şu. Maddi sıkıntım yüksek. İyi para kazanmak lazım. Futboldan da az çok anlıyorum. Galatasaray'ı da taniıyorum, biliyorum. Camianın içinden gelen biriyim. Ben Galatasaray'a teknik direktör olmak istiyorum. En azından para almasam da maç izlerim bedava. Oyuncu değiştirmeye de gerek yokmuş. Oturur izlerim. Ayağa da kalkarım. Kimse "çök çök" de demez. Ama ıslık çalmayı bilmiyorum. O yüzden biraz zorlanabilirim. Hakan Ünsal'a giderim o öğretir bana. İki de gönlünü hoş tuttum mu kimse sırtımı yere getiremez. Evet, göreve talibim.

Şaka bir yana. Veya ciddilik bir yana. İyi oynadı Galatasaray. Beşiktaş ve Denizli yine şanslıydı. Bunu inkar etmeye gerek yok. Şans çalışanın yanındadır o da ayrı. Mustafa Denizli, farkı şeyler deneyen bir teknik adam. Farklı şeyler deneyen insanlara saygı duymak gerek. Bizi 8 sene sonra yine yıktı. Ve yine Yusuf ile yıktı. Yusuf, Fenerbahçe'de, Denizlispor'da, A.Sebatspor'da gol attı bize. Dün listeye Beşiktaş'ı da yazdırdı.

Mustafa Denizli şanslıysa, Orkun da bir o kadar şanssız. Leverkusen'den 5 gol yedi, üstüne Türkiye'nin en iyi frikik atan topçulardan birinden Sami Yen'de gol yedi. Bir daha oynayamadı. Dün oynadı, Mehmet Topal'ı durduramadı.

Takım iyidi. Sabri bile canavar gibiydi. Hep böyle Sabri olsa kimse ona bir şey diyemez. Nonda, Yeşil Yol'daki John Coffey gibi sanki. İri yarı bir fizik ama hep bir iyi niyet. Bundan sonra yolumuz ayrı olur herhalde, Allah gönlüne göre versin herşeyi. Geçen sene attığı gol yeter. Sezon değerlendirmesi yapınca her futbolcuya değiniriz ama şunu demeden de bu haftayı es geçmeyelim. Adamsın Kewell!
3 Galatasaraylı 3 Fenerbahçeli maçı beraber izledik. Ortak duruş sergiledik Galatasaray yensin diye. Hayatımda ilk defa bir Galatasaray golüne bir Fenerbahçeli le beraber sevinmiş oldum. Devamı gelmedi. Mahçup olduk çubuklu arkadaşlara.

Dün gol yağmuru vardı. Hangi kanalı açsak gol yakaladık. Guiza bile 2 gol attı. Ceyhun Gülselam bile oynamadı oynamadı bu hafta gol attı. Kuponlarımızdan biri tuttu. Süpriz yoktu. Konyaspor'un işi zorlaştı. Bundan sonra işi mucizeye bağlı. İş 2li 3lü averaja kalabilir. Aynı şekilde Uefa içinde durum karışık. Trabzon, Fenerbahçe'yi biz Sivasspor'u yenelim. Beşiktaş yenilsin. Bakalım ne olur öyle bir durumda. Ama biz yenilip, bir de Bursaspor yenerse bu sefer hem Sivasspor Sami Yen'de şampiyon olur hem de biz Uefa'ya elveda deriz. Aynı şekil alt sıra için geçerli. Kumandayı ver birine 6 maç izle haftası değil. Elde puan durumu ve kalem bulunmalı.

Ankaragücü'nün ligde kalması sevindirici.Keza Eskişehirspor'un da. Konyaspor'un düşmesini daha çok isterim. Konyaspor demek o bozuk zeminli saha demek, Uğur'un sakatlığı demek, zevksiz yeşil formalar demek, Cihan, Fahri, Veysel gibi kafa yoran topçular demek. Gidip kendilerine reset atsınlar. Gereklı böyle bir şey.

2 sezon önce bu hafta kombinemizle Sami Yen'deyedik. Boşluk yıllarıydı. Geçen sene bu hafta kışladaydık, bu sene bu hafta Bağdat Caddesi'nde Peralta ile. Seneye haftaya nerede? 33.haftaların heyecanı hep yüksek olsun ki kafamız dağılsın.

Cumartesi, Mayıs 23

Avrupa Ligleri ve Maç Saatleri


Bence maç saatleri çok güzel seçiliyor Avrupa'da. Ya da biz alıştık ondan öyle geliyor. Almanya Ligi dedik mi cumartesi saat 16.00 mesela.
****
Almanya Ligi, nam-ı diğer Bundesliga pek bir keyiflidir. Bol gollüdür, pozisyonludur. Tribünler doludur. Buna rağmen çok fazla gerginlik olmaz. Relax bir ligdir. Cumartesi günü, hafta sonuna girerken fazla gerginlik yaşamaya gerek yok. O yüzden bu saatte Bundesliga izlemek çok daha güzel oluyor.
****
İngiltere Ligi cumartesi 17.00. Hafta sonuna artık yavaş yavaş giriyoruz. Tam sosyal aktivite zamanı. Şov zamanı. Premier Lig'de bir şov bisnıs. Cumartesi günü ofisten çıkan bir insan -o gün biraz erken çıkılır hatta- ya sinemaya gider, ya bir davete katılır. Veya bu ayarda bir şey yapar, gider Premier Lig maçı izler.
****
İtalya Ligi pazar saat 16.00. Gerginlik, sertlik, sinir, asabiyet, skandal, olay. İşte Serie A bu. Her an her şey olabilir. O yüzden maçlar sakin kafayla tam konsantre izlenmeli. Pazar günü geç saatte kalkılır, yorgunluk atılır maçlara full konsantre olunur. Ve aynı anda en az 6 tane her an herşeyin olabileceği ( evet her şey olabillir, tribünden scooter bile atılabilir) maç takip edilir. Cumartesi günü bu kadar kendinizi veremezsiniz. Pazar günü geç saatte bu kadar çok olayı yakalayamazsınız. En iyi saat budur.
****
Türkiye Ligi'nin belli bir saati yok. Kaos, karmaşa. İşte Süper Lig. Her hafta sürekli şu soruyu soran birine rastlanır: Bizim maç kaçta abi? Üç büyükler biraz ayrılıyor. Onarın ki hep 19.00 tam 19.00. Ama geri kalanı tamamen belirsiz. Herşey doğaçlama, gelişmeler spontan. Sistem yok, alışılmış yok. Tıpkı sahadaki futbol gibi.
****
İspanya Ligi pazar 18.00. Pazartesiye hazırlanırken son maçlar. Kafayı boşaltan seyirler. Bol gol, az gürültü. İspanya Ligi'ni pazar gün ortasına koysan uyursun. Ama pazar akşamı yemek hazırlarken arada bakarsın. Tam öyle bir ligdir. Yemeğin sosudur İspanya.
****
Eğer pazartesi iş yoksa veya uyku problemin varsa yapacak birşey yok. Avrupa uyuyor. Ama Arjantin Ligi var bu sefer de. Uyku problemi olan insan biraz manyak olur o saatte. Kendimden biliyorum. Boş boş bakar ekrana, seslere takılır. Arjantin'den maç izlerken de öyle oluyor. Boş boş baktırıyor insana. Top oynuyorlar ama amaç gol atmak değil sanki. Başka hülyalarda herkes. Tribünler de öyle. Beynine vuran sesler var. Takılıp kalıyorsun. Başka yere odaklanamıyorsun. Maç bitince gözün ve beynin o dalgınlıktan çıkıyor ve uyumak daha kolay oluyor. Evet Arjantin Ligi'nin de saati tam ona göredir.
****
Liglerin saati tam liglere göre bence. Ya da ben çok gelenekçiyim ve herşeye iyi yönden bakıyorum.

20 demek için

Turbo bugün Ankara kumunda geçilmezlik ünvanını 20. kez korumak için ilk defa bu kadar uzun (1900) bir mesafede koşacak. Yarışa yaklaşık 1 saat gibi bir süre var. Bu geçilmezlik ne zaman son bulur bilemiyorum ama artık Turbo geçilsin istiyorum. Kadıköy'de 24 maç üstüste kazandığımız zaman da basit bir lig maçında yenilmemizi istiyordum içten içe, çünkü o stresi kaldıramıyordum. Biz gittik derbide yenildik ve tarihi değiştirdik. Turbo'nun geçilmesi için bundan iyi fırsat olamaz, Süt Kupası, Ankara kumu vs... Böyle bir yarışta geçilirse göze batmaz. Daha büyük gruplarda fırtınalar estirmeye devam etsin daha sonra...

Gereksiz Bilgiler


Galatasaray-Beşiktaş maçlarında atılan gollerden yola çıkarak bazı bilgiler vereyim. Hafızamın yettiği yere kadar yani 1993 yılına kadar problem yok. Ondan öncesine de TFF'den ulaşılamıyor. Haliyle 1990'dan başlıyoruz. Ve sadece lig maçlarını dikkate alıyoruz.

Misal şu var. Geçen maç Sami Yen'de 3 gol atan Milan Baros 1990-2009 arasında bunu başarabilen tek futbolcu. Daha önce olmuştur muhakkak, ama derbilerde son 20 yılda hat-trick yapan başka futbolcu yok.

2 gol atan ise çok var. Norman Mapeza'dan İbrahim Toraman'a, Sasa İliç'ten Mehmet Özdilek'e kadar. Mehmet demişken, 3 sezon üst üste rakip takıma gol atan son futbolcu o. Hatta son yıllarda 2 sezon üst üste gol atan bile çıkmıyor.

İki maç üst üste gol atan son futbolcu Fleurquin. Hatta bir sezonda iki ayrı maçta da gol atan tek futbolcu.

Beşiktaş'ın genelde yabancı futbolcularla gol attığını görüyoruz. Siyah-beyazlılar en son 3 sene önce bir Türk futbolcuyla İnönü'de gol attı. Tümer Metin, Galatasaray'ın 2-1 yendiği maçta tek golü atmıştı. O maçta Hasan Kabze'nin attığı 2 gol hala akıllarda. Hasan Kabze yaklaşık 10 sene sonra Beşiktaş ağlarına bir maçta 2 gol atan Türk futbolcu olmuştu. Bunu en son başaran isim 1996'da Hakan Şükür oldu. 2006'daki maçta, tek gollü maçlar dışında, 7 sene sonra ilk defa bir maçta sadece yerliler gol atmış oldu.

Beşiktaş'ın attığı son 6 golü yabancılar attı. Bunlardan hiçbiri daha 2.defa Galatasaray ağlarını sarsamadı. Bobo, Ricardinho, Tello, Nobre, Delgado ve Holosko Beşiktaş formasıyla ligde Galatasaray'a birer gol atabildiler.

İki takım arasındaki maçlarda en az gol atılan sezon 2004-05. İlk maç İnönü'de 0-0. Sami Yen'de Hakan Şükür'ün golüyle 1-0. En çok gol atılan sezon ise 2005-06. Sami Yen'de 3-2, İnönü'de 2-1. Kazanan hep Galatasaray.

Böyle saçma istatistikler veriyorum. Daha da yazardım ama gerek yok. 33.haftayı benim için bu kadar heyecansız hale getiren başta Galatasaraylı futbolcular ve Beşiktaş yönetimi olmak üzere herkese teşekkür ediyorum. Onların sayesinde bu gereksiz bilgileri verdik.

Paça sıvamak

Dün %100 Futbol'da konuk Aziz Yıldırım'dı. Yine burnundan kıl aldırmayan tavır, nezaketen arada "herkes hatalı, ben de hoca da, topçular da" diyerek kendini arada kaynatma çabaları falan... Seviyoruz bu adamı ama olsun. Kulübün geldiği noktayı göstermek için Rıdvan'la konuşurken bir örnek verdi Aziz Yıldırım. Cümlenin tamamını hatırlamıyorum ama "...Fenerbahçe yine büyük olurdu da, tesislerden içeri paçaları sıvayarak girerdik.." dedi. Rıdvan afalladı biraz, ilkin anlayamadı. Dereağzı'ndan farelerin kovalandığı günler... Meğerse bizim başkan espri de yapabiliyormuş. Resimdeki toraman amca kim bilmiyorum ama karşıya geçerken problem yaşayacağı kesin.

Cuma, Mayıs 22

Tugay


Tugay hakkında bir şey yazmasak olmaz. Ama Tugay hakkında yazılacak yazı çok güzel olmalı. Bizi aşar. Ama sınırları zorlayacağız artık.

Bu hafta sonu son maçını oynayacak Tugay. Herşey 1987 yılının yazında başladı. Başlamış daha doğrusu. Ben daha iki yaşındayım. Tugay’ı bilmiyorum. Türkiye yeni yeni öğreniyor. Bazıları ise ismini duymuş defalarca. Bizim Arda’ya, Uğur’a, Özgürcan’a yaptığımız muameleyi abilerimiz Tugay’a yapıyormuş. “Alttan süper bir çocuk geliyor abi.” “Kim bu çocuk abi.”

O çocuk büyüdü ve futbolu bırakıyor bu hafta sonu. Onu ilk defa Galatasaray kadrosuna alan Mustafa Denizli, bu hafta Galatasaray karşısında belki şampiyonluğu garantileyecek. O ise binlerce Adalı’nın alkışları arasında son kez topunu oynayacak.

80’lerin sonuna geri dönelim. İsmimden dolayı Tugay’a bir yakınlık hissediyorum. Her çocuk gibi adımı söylemekte zorluk çekiyorum. Aslında ben söylüyorum da karşıdakiler anlamıyor. Adın ne sorusunu tekrar sordurmamak için kestirme cevap veriyorum: Tugay. Herkes çok rahat anlıyor. Zaten Kutay desem de yine Tugay anlıyolardı.

Tugay, Türk Futbolu’nın beklediği yıldızdı. Avrupa maçlarındaki şanssızlığımızı o kıracaktı. Yetenek vardı, oyun okuma vardı, tarz vardı, hırs vardı. Türk futbolseverinin beklediği yıldız oydu. Biz de artık bir Laudrup’a, Matthaus’a sahip olacaktık ve Avrupa’ya diklenecektik.

Hatırladığım, birebir yaşadığım ilk Galatasaray şampiyonluğunun en güzel maçı. Sene 1993, aylardan nisan. Galatasaray, Kadıköy’de. Ben ilkokuldayım. Küçük bir çocuk olmama rağmen o sıra Kadıköy korkum yok. Şimdi askerliği bile yedik ama Kadıköy korkum en büyük olayım. Tugay gittiğinden beri Kadıköy’de maç kazanamamız acaba tesadüf mü?

1992-93 sezonunun baharına geri dönelim. Galatasaray, Fenerbahçe’yi 4-1 ile geçiyor. Tugay muhteşem bir gol atıyor. Muhteşem bir top oynuyor. Başta Feldkamp var. Başlattığı gençlik hareketinin başında olan isim Tugay. 21 yaşında takım kaptanı oluyor Tugay. Futbol Şube Sorumlusu Adnan Polat. Şimdiki tabloya nasıl da benziyor. Ama Tugay yok işte sadece.

Sezon sonu şampiyonluk geliyor. Şampiyonluk demek Şampiyonlar Ligi’nin kapısı demek. Kapı açık ama önümüzde İngilizler var. Şu an Tugay’ı baştacı eden İngilizler. Öyle bir halleri var ki, sanki açık kapıdan ilk onlar geçip bize harekete çekecekler. Sonra da her zamanki gibi kapılar kapanacak. Öyle olmuyor işte. Şampiyonlar Ligi’nin formatını, statüsünü değiştiren maç oynanıyor. Orada 3-3, burada 0-0. Tugay yine muhteşem. Sami Yen’de omuzlarda. Maçtan sonra “Beşiktaş’ın intikamını aldık” diyor. Beşiktaş bir gün önce bir takıma elenmişti, kimle oynamıştı acaba? Hatırlamıyorum şimdi. O zamanlar Türk takımları biraz daha çok desteklenirdi Avrupa maçlarında. Aradan yıllar geçince Beşiktaş 8 yedi Ada’da. İçimizin yağları eridi. Zaman çabuk değişiyordu 90’larda ve sonrasında. Ve Tugay hep bunun içindeydi. Ama hiçbir zaman baş aktörü olmadı. Olması bekleniyordu ama hep geri planda kaldı.

Türk spor basını da değişiyordu çünkü. Eleştirmek, yerden yere vurmak modaydı artık. Hakan Şükür bile eleştiriliyordu. Ama onun bir avantajı vardı. Sezon içinde 30’dan fazla gol atıyordu. Tugay atmazdı. Tugay yan pasçıydı. Tugay sorumluluk almazdı. Tugay takım kaptanıydı. 1995’di sanırım, kaptanlığı alındı elinden. Bülent’e verildi. Beraber A Takım’a çıktığı dostu pazubandı devraldı. O sayede “büyük kaptan” oldu. Devamında Uefa Kupası’nın kaldırıldığı resimlerin hepsinde Bülent olacaktı. Nasıl ki şimdi yedek kulübesinde o varsa. Tugay baş aktör olamadı o yüzden hiç bir şekilde.

Tugay’a kumarbaz dediler, alemci dediler. Belki de öyleydi o dönem. Küçüktüm bilmiyorum. Belki bir geçiş dönemiydi onun da. Ama Arda’yı kollamak için çok uğraşan insanlar, o dönem Tugay’a cezayı basıyordu. Yönetim de basıyordu, tribün de basıyordu. Doğruya doğru çok küfür yiyordu Tugay.

1996’ya geldik. Türk futbolunun miladına. 1992’yi yaşatan Altın Kuşak rüştünü ispat etmiş, 8 sene sonra Tugay’ın bu sefer yalnız gideceği Ada yolunu tutmuştu. Her ne kadar gol atamasa da makus talihi değiştirmişti o takım. Başta Terim vardı. Turnuva sonunda Terim, yıllarca top oynadığı, kaptanlığını yaptığı, defalarca eleştirildiği ve şampiyonluk yaşamadığı takıma gelecekti. Buraya dikkat, aşağıda enfes bir bağlama yapacağım. Ben yaptım diye değil harbi güzel bağladım.
Neyse sevgili okuyucular, 1996-2000 arasını bir kez daha anlatmaya gerek yok. Zaten şu an mayıs ayını en buruk şekilde yaşarken herkes o dönemi anlatıyor. Bir de biz yazmayalım. Neler olduğu biliniyor. Ama herşeyin başlangıcının ekimde Berlin’de oynanan bir maç olduğunu da unutmamak gerek.

Galatasaray’ın UEFA Kupası’nda yoluna devam etmesi için 5-0 kaybettiği Chelsea maçından sonra oynayacağı 2 maçı da kazanması gerekiyordu. İlk maç, Berlin Olimpiyat’ta Hertha Berlin karşısında. Maçın yıldızı Tugay. Belleklerden çıkmayan gol sevincinin yanında oynadığı futbolla da maça damgasını vuruyor. Galatasaray, bir sonraki maç Milan’ı da devirince artık UEFA Kupası macerası başlıyordu. Ama bir eksikle. Tugay Kerimoğlu sessiz sedasız Ada’nın, İskoçya’nın yolunu tutuyordu. Yaşı 30lara gelmiş bir adam Avrupa’ya gidiyor. Tahmin herkes de aynı. “2 sene içinde Türkiye’de.”

2000 bitiyor, 2001 biterken Tugay geliyor Sami Yen’e. Ama Rangers formasıyla maç yapmak için. Maçtan sonra dönüyor Ada’ya. Biz bekliyoruz o gelmiyor. 1996’nın nisanında yine Kadıköy’de, benim hala Kadıköy fobim yokken, bayrağı santraya diken Souness, Tugay’ı Blackburn’e götürüyor. Yıllar geçiyor, Tugay yaşlanıyor. Futbolu bizde bırakacak diyoruz. Öyle umut ediyoruz. Ama futbolu da bırakmıyor. Ali Sami Yen’in ortasahasında, beğenilmeyen Tugay’ın yerine İnamotolar, Petreler oynuyor. Tugay’ın ayak baş parmağı olamayacak olan Ayhan Akman son yıllardaki en iyi orta saha oyuncumuz oluyor. Tugay hala yok.

Arada Sami Yen’e maç izlemeye geldi. Tribünlerin ağzına iki parmak bal çaldı gitti. Ailesiyle mutlu bir şekilde yaşamaya devam etti. Ailesi demişken, örnek bir aileydi bizim için. Yaşam tarzı falan hikaye. Bugün herkes Işıl-Arda evlensin geyiği yapıyor ya( ki bence çok saçma bir muhabbet, kapanmalı artık) Tugay onu çoktan gerçekleştirmişti. Eşi Etkin Kerimoğlu basketbolcuydu, Tugay ise yıldızdı. Evlendi iki Galatasaraylı sporcu. Çocukları da oldu. Ve Allah bozmasın çok da mutlular.

Şimdi gelelim yukarda bahsettiğim bağlama olayına. Fatih Terim ve Tugay arasındaki benzerliğe. Terim Galatasaray’da oynarken şampiyonluk yaşayamaz . Çok uzun bir süreç. Kaptan olmasına rağmen kupayı kaldıramaz. Onun bıraktığı sezon Galatasaray kupayı alır. Terim uğursuz damgası yer. Zaten her zaman çok eleştirilen bir isimdi(miş). Terim 1996’da Galatasaray’ın başına geçer ve futbolculuğu döneminde alamadığı kupaları 4 senede toplar.

Tugay ise A takıma çıktığı ilk sezonda Galatasaray Avrupa Kupaları’nda yarı final oynar. Kulüp, bir Avrupa Kupası kazanacaktır bundan emindir camia. Ama gelmez bir türlü. Tugay kaptan olur, yıldızdır ama çok eleştirilir. Değer verilmez. 2000 yılının başında takımdan ayrılır. O gittikten 5 ay sonra hasret sona erer, Galatasaray ve Türkiye, Avrupa Kupası kazanır. Bu şekilde benzerlikler olduğuna göre, yıllar sonra Tugay Galatasaray’ın hocası olursa, Galatasaray Avrupa’da kupaları toplar mı, bu da merak konusu.

1996-2000 yılında kadroda olup başarı kazanan bir sürü topçu var. Şu an çoğunu iyi anmıyoruz. Tugay ise hep bir farklıydı. Ve en önemli başarılarda o çoktan gitmişti. Bazı şeylere dahil olmadı ve en iyi fırsatla buradan ayrıldı. O hareketi yapmasa belki kariyerinde bir Avrupa Kupası olacaktı. Belki daha da fazlası olacaktı. Ama diğerlerine bakınca anlıyoruz ki, eğer gitmeseydi şu an çoktan futbolu bırakmış olacaktı. Ve eğer gitmeseydi büyük ihtimal şu an böyle bir yazı yazmayacaktık. İyi ki gitmiş, ama artık dönsün.

Hayata Dönüş Operasyonu


Birşeyler karalamak istiyorum ama konu yok, gündem boş, işler yoğun. En kötüsü hava kötü. Sıcak ama kapalı. Kara bulutlu ama yağmurun damlası yok. Haliyle isteksizlik ve keyifsizlik var. Kısa notlarla geçelim. Bu keyifsizliğin baş nedeni Uefa Finali'nde gerekli atmosferi yaşanmamış olması.

Senelerdir bu günü beklemiştim, gele gele Lucescu ve Bremen geldi. Bir Akdenizli, bir Adalı gelseydi ne keyif alırdık. Bomboş fanzonelar, bomboş sokaklar. Maç saati stadyum çevresinde Alman'dan çok Sami Yen Kapalısı'ndan insanlar.

İnönü biletleri de 90 Lira. Can sıkıcı nedenler. İstanbul'a geri döneli 8 ay oldu. Ne Uefa Finali, ne Saraçoğlu-İnönü deplasmanı yapabildik. Avrupa Kupası maçı da izlemedik. Sık sık yaptığımız şeylerden bile uzaklaşıyorken hayal kurmak daha da anlamsız kalıyor.

Ofiste işler yoğun, geceleri geç çıkmaya devam. Dün de öyle oldu. Ama koymuyor. Çünkü gidecek yerim yok. Bu da can sıkıcı. Dün gidecek tek yerim vardı. Akatlar. Oraya da tek gidecektim. İş var diye gidemedim. İyi ki de gitmemişim. Play-Off'ta 40 küsür sayı fark yiyen bir takımın taraftarıyım. Bunu canlı canlı izlememek kötünün iyisi oldu.

Yaz geliyor. Ligler bitiyor. Yapacak şeyler azalıyor. Top oynamaya daha fazla zaman ayıracağım. Başka birşey yok çünkü. Yukardaki resmin olduğu yerden başka, gidecek yerim yok. Gitmem de zaten.
Hayata beraber başladığım insanların beni yakalamasını bekliyorum. Çoğundan daha ilerideyim. Ama kesinlikle daha iyi bir yerde değilim. Korku filmlerinde önden yürüyen salak çocuk gibiyim şu an. İlk beni yakalayacaklar. İlerde olmak güzel değil. Arkadan gelen avantajlıdır. Bu nedenle Trabzonspor'un şampiyonluğundan daha çok umutluyum.

Askerden Peralta geldi, daha yüzünü göremedik. Kombineler satışa çıktı daha almadık. Bu durgunluk nereye kadar bilmiyorum. Bunların bir çok nedeni var. Ama Hamburg maçının son 35 dakikası yok mu? Hayatımı mahvetti. Bugün ne kadar mutlu olabilirdik oysa. Yemek yiyip kendime geleyim. Eskiden bu vakitler namaza gidiyorduk o da yalan oldu.
Başlıkla ilgili, hayata dönüş operasyonu için iki kişiye bakıyorum. Adnan Abiler. Bu yaz yapacakları, hayatıma yön verecek. Bekliyorum.

Perşembe, Mayıs 21

Tabii ki Aziz Yıldırım

Post'a ikinci bir Aziz Yıldırım fotosu koymaya gerek yok sanırım, üstüste hoş durmaz. Biz soruyu yanıtlayalım. Bunda düşünülecek ya da tereddüte değer bir nokta olduğunu bile zannetmiyorum, dolayısıyla camianın dışından birinin "al birini vur ötekine" yorumunu bile tuhaf karşılıyorum.
***
Aziz Yıldırım futbolu çok sevmesine ve transferinden taktiğine kadar tepeden tırnağa futbolla ilgili her işi kendisinin yapmak istemesine rağmen işi aynı ölçüde bilmediği için müthiş bir ekonomik büyümeye ve tesisleşmeye karşın futbol takımı ile elde ettiği başarılar son derece yetersiz kaldı, doğrudur. 4 şampiyonluk, birkaç tane Türkiye Kupası finali (başarı saymamak gerekir), ve de en önemlisi bir adet Şampiyonlar Ligi çeyrek finali. Fenerbahçe'nin daha fazlasını gerçekleştirecek potansiyele sahip olduğunu düşünüyorum. Aziz Yıldırım da böyle düşündüğü için "Fenerbahçe her sene şampiyon olmalı" diye yola çıkıyor ve şampiyonluk getiremeyen hoca ile hemen yolları ayırıyor. Şimdiye kadar yalnızca Aragones ile sezon sonunu getirdi. Daum ve Zico'nun kaçan son iki şampiyonlukta 34. haftaya kadar şansı devam ediyordu. Bugün Fenerbahçe başarısızlığı çok daha fazla göze batan bir kulüp haline geldiyse, son 6 sezonun 5'inde 34.haftaya iddialı girdiyse bunda da Aziz Yıldırım'ın kurduğu yapıyı gözardı etmemek gerekir. Ama yok Fenerbahçe'nin şampiyonluğu zaten normal olan sonuçtur, başarısızlığın başarıdan daha fazla abartılmasının nedeni de budur diye bir düşünce varsa kamuoyunda, saygı duymak gerekir.
***
Bugün neresinden izlersek izleyelim rahat ettiğimiz ve konforla maç izlediğimiz bir stadımız var. Hoş bilet fiyatları pahalı ve gittikçe de fiyatlar artıyor ama bu başka bir olay. Ortada, taraftar profilinin bilet fiyatları ve yönetimin tutumu nedeniyle değişmesi gibi bir durum olduğunun da bilincindeyim çok şükür, ancak 10-15 sene önceye döndüğümüzde bugün Fenerbahçe'nin geldiği nokta rüya gibi. Ligi kaçıncı sırada bitirirse bitirsin Fenerbahçe önümüzdeki sezon ve bu sene ki istikrarsız durum devam etmediği sürece birkaç sene daha yerel kulvarda katıldığı her yarışmada favoridir. Sevabıyla günahıyla kabul etmek ve bunları sağlayan adama vefa borcumuzu ödemek gerekir diye düşünüyorum, belki de fazla duygusalım, ama sonuçta bir Fenerbahçeliyim ve taraflı olmam normal.
***
Kaldı ki ortada bir alternatifsizlik de söz konusu. Gerçekten ciddi eleştiriler ve projelerle olaya yaklaşan bir muhalefet söz konusu olsa, acaba dedirtebilirdi. Ancak Şadan Kalkavan'ı en son Vefa Küçük'ün kel kafasına rakı bardağı koyarken gören genç nesil için herhangi bir ciddiyeti söz konusu değil. Ekibin içinde Fener takımı diye diye bizi yıllardır kahreden Selim Soydan ve Santos'tan şu an Chelsea'de oynayan Alex'i almaya gidip Fabio Luciano gibi savunma özürlü (kendisini severiz o ayrı konu) bir stoperi alıp gelen Hakan Bilal Kutlualp'in olduğunu görünce biraz da gülümsedim. Kimse şimdi aynı Kutlualp Anelka'yı getirdi demesin, yemem.
***
Bir de en önemlisi, ben Aziz Yıldırım'ın Fenerbahçe'yi en az benim kadar sevdiğine inanıyorum. Parası çok olan ama futboldan anlamayan bir Fenerbahçe taraftarı Aziz Yıldırım, bu yılın başında yaptığı hatalardan gereken dersi almıştır diye düşünüyorum ve umuyorum, ve yeni dönemde de onu başkan olarak görmeyi temenni ediyorum.