Açık sahnelerine rağmen The Dreamers, cinsel içerikli bir film değildir.
Cumartesi, Ekim 31
Superman Olmak Lazım Bazen
Cuma, Ekim 30
Sensiz Olmaz
Galatasaray - Sivasspor maçı benim ilgimi yüzde 30 oranda kaybetti. Rakip takımın yedek kulübesinde antipatı kralı olmayınca, maça özel bir hazırlanma hissedemiyorum. Keşke kalsaymış ama. Onun varlığı herkesin maça konsantre olmasına neden olurdu. Sami Yen'de olası bir sessizlik yaşanmazdı. Bu maç yaşanır mı gerçi bilmiyorum, tahmin sadece.
Bu arada Bülent Uygun da kendine yeni bir takım bulmuş. Oyunu baştan kuruyor. Futbol emekçisi şimdi de Nilüferspor'da. Hedefi takımı alıp Şampiyonlar Ligi finaline çıkartmaktır herhalde. FM 2010 çıksın diye beklemeyenler var bu dünyada.
Tepki Mevsimi
Sezon başı geçti, artık bekleneni veremeyenlere tepki koyma vakti. Ülkenin her yerinde. Bu da İzmir'de oynanan Altay maçında futbolcularını protesto eden Samsunspor taraftarları..
Foto: www.tribundergi.com
Basın taraflı olsun
Evet basın taraf tutsun istiyorum. Tıpkı İspanya'da olduğu gibi... Nasıl Marca gazetesi Real Madrid'in yayın organı gibi çalışıyorsa Türkiye'de de spor gazeteleri bu şekilde olmalı bence. Taraf tutmalılar, taraflı haber yapmaktan çekinmemeliler. En azından birer gazete böyle olursa her abuk subuk beyin özürlü haber sonrasında Fenerli medya safsatasını duymaktan kurtulurum. Belli olsun arkadaş Fenerli medya, ilkokul 3 seviyesindeki manşetlerle, ya da bir Selçuk Yula, Necati Bilgiç, yazısıyla ya da bir asparagas Fotomaç haberiyle işte Fenerli medya muhabbetini duymak istemiyorum. Çok sıktı çünkü. Çünkü Fenerli olmakla itham edilen gazeteler bu camianın en ufak bir başarısızlığında yerin dibine sokan manşetler atmaktan çekinmeyen, imzasız bir sürü zırva haberle moral bozan kendilerine küfür ettiren gazeteler.
***
Kulüple davalık olmuş, Allah bir dese şüphe etmeyecek Fenerbahçeli olmayan, her ne hikmetse derbiden bir gün önce ortaya çıkan "Fener Rijkaard'ı istemişti, sonra vazgeçip Daum'a döndü" temalı, ben seveyim veya sevmeyeyim, sevabıyla günahıyla bu takımın teknik patronu olan adamı bir anda ikinci tercih konumuna düşüren Deniz Derinsu haberleri can sıkıyor. Galatasaray maçından iki gün sonra hala ve hala internet geyiklerinin dönmesine bayılmıyorum ama, toplumun ortalama zeka seviyesi de bu. Ben de istemiyorum açıkçası Fenerbahçe taraftarının mor menekşe diye eğlenmesini, 10. yıl marşı hehehe diye rakibiyle dalga geçmesini. Ama tek değeri Fenerbahçe'nin uzun bir süredir alamaması olan Türkiye Kupası'nda takımın her elenişinden sonra bir hafta boyunca Fener en son kupa aldığında renkli televizyon yoktu, darbe yönetimi iktidardaydı diye her sene aynı lakırdıları yayınlayıp asap bozan gazeteler de bunlar. Hani o bitmeyen kupa hikayeleri, mağara adamına Fener forması giydirip internet gazetelerinde yayınlamalar... Geçtiğimiz ay, Manisa maçından sonra bir haber çıktı mesela, tarafsız olduğunu iddia eden bir spor sitesinde. Piç kurusuna 3 maç ceza diye haber yapmıştı. (sağ kroşeye de 3 maç geldi üzülmesinler) Hatta Twente maçından sonra da Fener'in pisliğini Galatasaray temizledi diye yazdı aynı site. Ya bu arkadaşlar neden kasıyor anlamıyorum. Galatasaraylı olmak, Fenerbahçe'den nefret etmek utanılacak birşey mi? Milyonlarca insan Fenerbahçe'den nefret ediyor zaten Türkiye'de. Anti x diye başka hangi takım için site var bilmiyorum ama Fenerbahçe için var. Olmasını eleştirmiyorum. İsteyen istediğini yazar çizer, yazsın çizsin de. Maalesef ultraslan forumundan mezun olup tarafsız haber yapıyoruz diyen zavallılardan bahsediyorum. Yap sitene aslanlar gibi sarı-kırmızı bir fon rengi, giydir Fenerbahçe'ye özgürce, akıt salyalarını. Engelleyen mi var? Tarafsız olduğunu iddia ediyorsan da eğer adam gibi haber yap ama...
***
Elano için stad otoparkında kahkahalar attı diye yazan gazeteler, Alex'in eşini spor salonlarında dile getirip Fenerbahçe'de mutsuz diye haberler de yaptılar, Daum'un "Mehmet Topuz toptan anlamıyor" dediğini de yazdılar. Bunlar olsun, olmasın demiyorum, tirajlara can veren haberler bunlar zaten ya da tıklanma rekoru kıranlar, ama bu aşağılayıcı haberleri yapanlar (Elano haberi de dahildir buna) iki gün sonra Fenerbahçe lehine, ya da rakipleri aleyhine bir haber yaptığı zaman fenerli medya diye sınıflandırılmasınlar. Herkesin tarafı belli olsun kardeşim. Kötü bir şey demiyorum. Ve bu durum ilginç biçimde insanların gözünü o kadar kör etmiş ki, "morartmaya geliyoruz" manşetini Fenerbahçe'yi gaza getirmek için yapıyorlar diyen arkadaşlarım da oldu. Tabi canım zaten "bu sene moruz Fener'e koruz" sloganını da Fenerbahçe tribünleri uydurmuştu. Sadece basit bir örnek bu. Kendi fikrimi söyleyeyim, gerçekten fenerli bir medya olsaydı şayet Galatasaray camiası tarafından 5 gün önceki derbide yaşanan olayların bir haftadır ısrarla 19 mayıs 2007 günü oynanan derbiyle, sahaya kesik koltuk parçaları, binlerce pet şişe ve onlarca meşale atılan, polislerin ve Galatasaraylı taraftarların yaralandığı derbiyle kıyaslanmasının olanaksızlığı hakkında Selçuk Yula vari olmayan adam gibi bir yazı ya da haber çıkardı diye düşünüyorum. Bünyamin Gezer bu maçı nasıl oynatır diye yaygara koparanlara söyleyeyim, eğer o maç ve 14 Mayıs 2006 günü oynanan Denizli maçı oynanabiliyorsa şayet dünyada oynatılmayacak hiçbir maç olmaz. Ancak tribünden sahaya otomatik tüfekle ateş açılması gerekir oynanmaması için. Ultraslan forumları da değil bahsettiğim, bizzat Galatasaray başkanının kendisi "bize 5 maç verenler Fenerbahçe'ye kaç maç ceza verecekler" tadında açıklama yaptı derbiden 1 gün sonra. Buca'nın renkleri sarı lacivert bakalım Galatasaray kazanacak mı diyen adamları ciddiye alıp da gaza gelen arkadaşlar içindir bu sözüm. Ben öyle bir basın göremiyorum arkadaşlar. Fenerbahçeli basın diye birşey göremiyorum. Sadece Fenerbahçe'nin popülaritesinden faydalanıp başarılarını gereğinden fazla öven, başarısızlıklarında ise yerin dibine sokan paçavra yığınları görüyorum.
Perşembe, Ekim 29
Fenerbahçe 75-67 Lotos
Caferağa'da maç izlemenin başlı başına keyif olduğunu söylemiştim. Oturarak, sohbet ederek bir Fenerbahçe maçı izlemek her zaman mümkün olmuyor, Caferağa'da bu rahatlığı seviyorum. Futbol dışındaki branşlara fazla önem vermemekle alakalı bu. Doğru veya yanlış, ben böyleyim. Dün oynadığımız takımın adını bloga bu postu girmek durumunda olduğum için öğrendim mesela. Basketboldan çok anladığımı söyleyemem, ama sanırım bir guard eksikliği var. Allah korusun dün 13 asist yapan Birsel'e birşey olsa, bütün yük Esmeral'ın omuzlarına binecek ki bence bir ilk 5 oyuncusu değil. Son periyoddaki kötü oyun bir ara acaba dedirtse de soğuk kanlı bir kaç isimle kazanmayı bildiler. Nevlin'e hala ısınamadığımı belirtir, devre arasında oturmaktan sıkılıp hiçbirşey yapmadan ayakta takılan Batur Abi'ye de saygılarımı iletirim. Son olarak herkes yılar, Nevriye Yılmaz...
***
Bu arada eklemeden geçemeyeceğim, bir ara elemanın biri eliyle 2-1 yaptı ve acayip sevinçliydi. Biz Buca'nın gol attığını düşündük ve ulan 2.yi de atarlarsa sen gör filmi dedik. Ama meğerse Eczacıbaşı maçından skor bildiriyormuş çocuk, sonradan anladık. Bu da böyle bir anı işte...
Gecenin En Güzel Haberi
Sami Yen'deki keyifsizlik esnasında içimizi ısıtan haber İpekçi'den geldi. Kızlarımız, geçen sene Eurocup Finali'nde yendiği Taranto'yu Euroleague'in ilk maçında mağlup etmiş. Fark bir ara 20 küsürlere çıkmış. Geçen sezonun son maçında sakatlanan Işıl, bu sezonun ilk maçında az da olsa oynamış. Nilay'ın attığı sayıları henüz içime sindiremiyorum.
Fenerbahçe ise Lotos G. takımını yenmiş. O maçın ayrıntılarını da Peralta yazar.
Galatasaray 2-1 Bucaspor
Bu maçın teknik analizini yapacak olan varsa, mail atsın yayınlayalım. Benim aklım yetmez. Bu akşamdan sonra kalbim de gitmez. Hamburg maçından sonra çöken karamsarlık 3 gün içinde geri geldi. Rijkaard, Kewell, Keita vs hepsi boş. Topçu da aynı, taraftar da. Devrim dediğimiz kendiğimizi oyaladığımız boş bir kelime.
Galatasaray, Bucaspor'u 2-1 yendi. Kewell santrfor oynadı. Sadece onu izlemek keyifli olan tek şeydi. Emre Güngör ve Linderoth'dan ise gece 01.30'a kadar hala sakatlık haberi gelmedi. Bucaspor taraftarlarını tebrik ediyorum. Galatasaray, kupada gruplara kaldı. Belki Fenerbahçe ile eşleşiriz de, içimiz rahat eder, bütün sorunlarımız hallolur.
Çarşamba, Ekim 28
Amaç Ne?
Fanatik'in manşetinin nedenini anlayabilen var mı? Galatasaay tarihine adını yazdımış onlarca ismi, Vahşi Batı filimlerindeki "wanted" posterleri gibi manşete taşımanın, üzerine "Kadıköy'de beraberlik bile göremeyenler" diye yazmanın anlamı nedir? Yılmaz Özdil araştırmış, Tamer Bağlan koymuş, bir gazeteye daha yazık olmuş.
Tamer Bağlan kendi mastürbasyonunu ana sayfaya taşımış. Capel'e "kalk ayağa it" yazdığı köşe yazıları, köşesinde kalsaymış. 10 seneden aşkın bir süredir aldığım gazetemin, iki gündür FB TV gibi çalışması hakikaten sinir bozucu.
Dün, internetteki seviyesiz espirileri sayfaya taşıdılar. Bugün de bu manşet. Ligin 10.haftasında oynanan maçın üzerinden 3 gün geçmesine rağmen hala 6 sayfayı Fenerbahçe'ye ayırmak nasıl açıklanır bilmiyorum. Çıksın açıklasın Tamer Bağlan veya Necil Ülgen veya Yılmaz Özdil.
Zaten oradaki resimlerde olmaması gerekenler de var. Vedat İnceefe, Ümit Davala, Claudio Taffarel, Hakan ünsal ve Gheorghe Hagi'nin orada olması, bu haberin ne kadar özensiz hazırlandığının göstergesi. Sanırım 3 gün 3 gecedir eğlenirken alkolü fazla kaçırdılar ve kendi bloglarına (varsa) falan koyacakken yanlışlıkla buraya koydular ve arada birkaç isim daha eklediler. Ya da daha olası bir ihtimal; Yılmaz Özdil araştırdı böyle oldu.
Buradan siyasete de uzanalım. Eğer Yılmaz Özdil AKP-CHP muhabbetlerini de böyle yazıyorsa vay halimize. Millet mail yolluyor her gün, "bak Yılmaz Özdil yazmış, AKP bunu yapmış" diye. Okuyorum ve artık şöyle diyorum: Yılmaz Özdil yazdıysa AKP bunu yapmamıştır." Bunu dememin tek sebebi, Fanatik yazılarıdır. Ve bugünkü haber bunu iyice taçlandırdı.
2001'deki veya 2008'deki kupa beraberliklerini sokmadın tamam da, 1998'i de mi görmedin be adam? Kimden duyduğunu yazdın yine? TFF sitesine bile bakmadan. Bi de merak ettim, üşenmedim, listeledim diyor. Gözümüzün içine baka baka yalan söylemek denir buna.
Neyse onu geçelim, futbolcu isimleri önemli değil. Yenildiler veya fark yediler. Hiç önemli değil. Canları sağolsun onların. Ama şu manşet için, şu anasayfa için, bunları hazırlayanlar için, Yılmaz Özdil de, Tamer Bağlan da, kimin emeği varsa; size hiçbir zaman "canınız sağolsun " denmeyecek. Sizin manşetiniz; "İnsanlardan saygı değil, merhamet bile görmeyenler" olacak.
Caferağa
Caferağa'da izlediğim maç sayısı toplasak 10'u geçmez. Ama maç izlemesi en keyifli salon bana göre. Çünkü salondan çıkınca Kadıköy havası soluyoruz gene. Fenerbahçelilikle alakalı bir durum da değil. Maça gitmek böyle uzak bir yerde bir şeyi izlemek anlamına gelir sanki. Caferağa'da izlenen maçlarda pek o durumu hissetmiyoruz. Hani biz zaten görüşecektik arkadaşlarla da, görüşmüşken bari maç varsa onu da aradan çıkaralım diye girdik salona bugüne kadar ve böylesi de daha keyifli oldu. Mesela hiç aklımızda yokken bir Türk Telekom - Alpella maçı izlemişliğimiz vardır Kutay'la. Tabi her zaman böyle doğaçlama olmuyor. Bazen derbinin yeri ve saati olmaz, yarın 17.00'de Caferağa'da ironili iletilerle renklenen genç bayan basket maçlarını izlemişliğimiz de oldu derbi hatırına. Bugün Eurolig açlışını yapıyor Fenerbahçe. Basket bu, bu gün girer yarın girmez diyen bir arkadaşla izleyeceğim için ve ben de o düşünceye sahip olduğum için çok önemli değil. Ama yine de o havayı solumak da lazım arasıra. Gerilmeden seyredilen bir Fenerbahçe maçı işte.
***
Abi o değil de, bir 7 numara vardı nooldu ona?
Maç Öncesi Maçın Hakemi
Her yerde yaşanan olay. Kadıköy verisyonu. Fenerbahçe taraftarlarından birkaçı, Kadıköy girişinde Galatasaray taraftarına birşeyler atıyor. Bu memlekette en güvenilmeyecek şeye güveniyorlar. Polise. Sonuçta oradaki FB taraftarı 3-5 kişi, Galatasaray taraftarı 1000'den fazla.
Abartalım biraz. Polis olmasa böyle bir durum yaşanmayacak belki de.. 1000 Galatasaray taraftarı kendilerine ayrılan yere girecek. Ne onlar ortada polis olmayacağı için 40.000 kişi arasında olay çıkarmayı düşüncek, ne de 3-5 Fenerbahçeli teller arkasından birşeyler sallayacak.
Abartalım biraz. Polis olmasa böyle bir durum yaşanmayacak belki de.. 1000 Galatasaray taraftarı kendilerine ayrılan yere girecek. Ne onlar ortada polis olmayacağı için 40.000 kişi arasında olay çıkarmayı düşüncek, ne de 3-5 Fenerbahçeli teller arkasından birşeyler sallayacak.
Ama sonra bir yanlışlık oluyor. Tahminen alkollü olan Fenerbahçe taraftarı, yanlışlıkla polislere isabet ettriyor fırlattığı nesneyi. Ve sahneye bu manzara çıkıyor.
GS - FB taraftarı ayırmıyorum. Bu durumun tersi de yaşanıyor. Biraz içince, pusu kültürü devreye giriyor. Ama şu sahnenin üzerinde durulması lazım.
Taraftar, taraftara birşey atınca sesini çıkarmayan polis, kendisine bir şey gelince nasıl aslan kesiliyor. Polis görevini iyi yapıyor. Kendini çok iyi koruyor, gerisine karışmıyor.
Bu arada, bu maçın hakemi de polisti değil mi? O da kendini iyi korudu zaten.
Salı, Ekim 27
Tarihi Bucaspor Maçı
Bana göre Galatasaray tarihinin en önemli maçıydı. Son 10 yıldaki. Ama konuşulanlar umudumu kırdı. Sanırım yarın, gelecek hayallerimizi kaybedeceğiz.
Ankaragücü mağlubiyetinden sonra, Trabzonspor maçımız vardı. O maç için "1996'daki Sarıyer maçının kardeşi" demiştim. Araya milli maç falan girince aslında etkiler aynı şekilde görülmedi. Ama bu sefer Bucaspor maçı, Sarıyer maçının kardeşi, hatta ta kendisi.
Daha önce Fenerbahçe'ye yenildik ve ardından protestolar oldu. Olmadı da bazen. Neyse ne. Bu maç önemli. 2 gündür yazamıyorum adam akıllı. Kafamı toparlayamıyorum. İnancımı kaybetmeye başladığım zamanlar bunlar. Yazık oluyor herşeye. Bir Fenerbahçe yenilgisi bu kadar sarsmamalıydı insanları. Oysa ben baya umutla çıkmıştım o maçtan.
Zaten, ''Seyrantepe'yi yapalım da biz de onları orada yeneriz" diyen bir zihniyet var artık. Ezeli rakibi yenmek için stadyum yapıyoruz.
Başımıza gelen en güzel şey de, bir tatlı rüya olarak gelir ve geçer. Takım dışarıda abi çekilenlere kalır. Arada şampiyon oluruz, seneyi kurtarırız, arada Fenerbahçe'yi yeneriz. Bazen onlar bizi yener, bazen onlar şampiyon olur. Biz de yaşar gideriz. Uzak diyarlara yelken açma sezonun en kritik maçı, ufak dünyalara geri dönüş yolculuğuna dönüşürse böyle olacak geleceğimiz.
Başımıza gelen en güzel şey de, bir tatlı rüya olarak gelir ve geçer. Takım dışarıda abi çekilenlere kalır. Arada şampiyon oluruz, seneyi kurtarırız, arada Fenerbahçe'yi yeneriz. Bazen onlar bizi yener, bazen onlar şampiyon olur. Biz de yaşar gideriz. Uzak diyarlara yelken açma sezonun en kritik maçı, ufak dünyalara geri dönüş yolculuğuna dönüşürse böyle olacak geleceğimiz.
Ondan sonra "Boşuna çekilmedi bunca çile" diye bağırmanın bir anlamı var mı?
Benzer yanlar
Aslında Kazım'ın ya da Kennet Andersson'un bir fotoğrafını koymak gerekirdi ama o derbiyi hatırlatması açısından bunu uygun buldum. O maçta 4-5 defa Andersson ve Bülent hava topuna çıkmışlar fauller genelde Andersson aleyhine çalınmıştı. Tıpkı 2 gün önceki derbide Kazım'la Servet'in mücadelelerinde olduğu gibi. Bu kıran kırana mücadele 6 Mayıs'ı hatırlattı bana.
Şarkı
Bir laf vardır ya. Bir adamın gerçek yüzünü sarhoşken görürüsün diye. İşte derbi sonraları da bu işe yarıyor.
Fenerbahçeliler şu anda çok mutlu. Zafer sarhoşu. Hakları eğlenmeleri.
2002 öncesi hayatları stadyumun önünden geçmemiş, futbol topunu o yıllarda bomba diye karakola götürecek insanlar bügünlerde Saraçoğlu'nun en güzel koltuklarında kombine sahipleri. Bu profil, maç esnasında stadyumda eğlenirken, maçtan sonra da sanalda veya yüzyüze eğlenmeye ve bizi kızdırmaya çalışıyorlar.
Benim Galatasaraylı olmam gibi Fenerbahçeli olan, çocukluğundan beri kafayı tuttuğu takımla sıyırmış olan arkadaşlarımın bu sene çoğunun kombinesi yok. Hatta sanırım hiçbirinin yok. Saraçoğlu profilinden, daha doğrusu doğup büyüdüğü stadyumdan yavaş yavaş ayrılıyor o grup.
Saraçoğlu kitlesi bu sene "mor menekşe" isimli şarkıyla eğleniyor. Eğlensinler istedikleri gibi. Ama bizi de kızdırdıklarını sanıyorlar. O tüylerimi diken diken ediyor.
Mor menekşeyi üzerime nasıl alıyım, nasıl kızayım. Ne kadar yaratıcılıktan uzak. Fiorentina veya Orduspor taraftarı olsam tamam da bana niye koysun bu. Üstelik kasetten çalan bir şarkı mıdır bu derbinin eğlencesi? Nerededir yaratıcı tezahüratlar?
Karşıma geçip biri mor menekşeyi söyleyip, gülümserse, veya msnde o şarkıyı ima ederek muhabbet ederse, ciddi şekilde boşluğa düşüyorum. Hani, mahallede biri gelir, sizi korkuttuğunu sanır bir şaka yaparak, sonra da der ya "aahah bak nasıl korktu". Aynı onun gibi. Cevap veremiyorsunuz, içinizden de "bu adam eskiden bu kadar salak değildi" dersiniz ya, işte onun gibi. "Bak bak nasıl kızdı" diyor şarkıyı söyleyenler(veya hareketlerinden anlaşılıyor o düşünce). Dilim tutuluyor o esnada.
Yukarıda bahsettiğim Fenerbahçeli arkadaşlarım hala, bu 10 seneyi an an yaşayan, öncesini gören insanlar yani, hala beni kızdırmak için en iyi yolu kullanıyolar. Telefonu "Avrupa fatihiymiş Galatasaray" diye açıyorlar. Tribünden doğmuş bir tezahüratla. Sinirden deliye dönüyorum o zaman. Ama bir yandan da seviniyorum. Ezeli rakibimin tamamı boş değilmiş. Ve umarım, inşallah Seyrantepe'de biz bu hale dönüşmeyiz.
Pazartesi, Ekim 26
Eski Günler Geri Dönmesin
Bugün çok canım sıkkın. Bloga yazı yazamamamdan belli. Nedeni ise FB mağlubiyeti değil. FB mağlubiyeti 10 yıldır yaşanıyor. İlla bir ara yeneriz. Ama bugün Galatasaraylılar'ın kendi arasında konuştuğu konular.
Maçın kısa bir değerlendirmesinden sonra, eski muhabbetler açılıyor. Veya Ayhan'a sataşma, Rijkaard istifa çığlıkları...
Bunları konuşan biziz ama hata konuşturanda. Şu takımın yüzde 90'ını seviyorum güveniyorum. Ama hala tam değil. Açık açık yazmak istemiyorum, yanılırım belki diyorum. Neyse ne işte.
Artık yeter diyorum sadece. Sadece parasını düşünen, maaşını düşünen futbolcu istiyorum. Sahada kazanmak isteyen, şampiyon olmak isteyen futbolcu. Çünkü şampiyon olunca maddi manevi kazanacağını bilen futbolcu onlar. Ben onları istiyorum artık.
"Galatasaraylı" topçu istemiyorum. Servet gibi bu işi para için yaptığını söyleyen topçular istiyorum. Kavga edecekse rakibi çalımlayamadığı için, kazanamadığı için siniri bozulan Keita olsun. Tamamen saha içindeki bir nedenle kavga etsin.
Maçta yenildikten sonra, "top girmedi" veya "kötü oynadık" demek istiyorum. Şampiyon olmayınca "x yavaş adam gitsin", "z yaşlandı gitsin", " şu takımda bu var alalım iyi iş yapar" demek istiyorum. Attığımız gole gözüm kapalı sevinmek istiyorum. "Ulan gol oldu, bakalım kime gidecek bu adam" demek istemiyorum.
FB TV'deki gibi, futbolcularım amaçsız bizim sokakta yaptığımız gibi arkadaş espirileri yapsın istiyorum. Bu çocuğun lafı nereye gitti diye düşünmek istemiyorum.
2000-2009 arasına geri dönmek istemiyorum.
2000-2009 arasında Kadıköy'de yenemedik rakibi değil mi? Yemin ediyorum en son onu istiyorum. Ben artık tuttuğum kulübün futbolcularına güvenmek istiyorum.
Hotel Rwanda
Yakın tarihte dünyanın gördüğü en kanlı katliamların başında gelir 1994 Ruanda Soykırımı... Temel nedeni olarak Avrupa kaynaklı ırk ayrımcılığı gösterilen bu katliamın uzun vadedeki hazırlayıcıları (özellikle Belçika ve Fransa) birbirlerinden pek farkı olmayan, hatta dil, kültür ve benzeri bir sürü ortak niteliğe sahip Hutular ile Tutsiler'i birbirine düşürmüştür. ABD ise 10 tane BM askeri öldüğü için bölgenin tamamen başıboş bırakılmasına seyirci kalmış ve Srebrenica'da yaşananların hemen hemen kopyası bu Orta Afrika ülkesinde yaşanmıştır. Tanesi 5 cent olan palalarla 100 gün içinde 1 milyon Tutsi katledilmiş, pala alacak parası olmayanlar da uçları sivri sopalarla katliamı gerçekleştirmiştir. O günlerde Rwanda'da cesetlere saldıran sokak köpeklerini bile öldürdüğü söylenir Hutular'ın sinirden. Aynı toprak üzerinde yaşayan insanların, birbirine komşu olan insanların dışarıdan pompalanan yapay bir ırksal ayrımcılıkla nasıl gözlerinin döndüğünün göstergesi.
***
Hotel Rwanda gerçek bir hikayenin sinemaya uyarlanışı. Hayatımda izlediğim en güzel filmlerden biri. Bu gece 22.15'te Cnbc-e'de... Kaçırmayın derim.
Hayata dönme zamanı
Son yıllarda Fenerbahçe'nin oynadığı derbilerde büyük bir üstünlük kurduğunu görüyoruz istatistiklerde. Lig müsabakalarında Beşiktaş'a karşı aldığı en son mağlubiyet 3-4'lük maç mesela. Keza Nonda'nın şampiyonluğu getiren golünü attığı maçtan önceki son Galatasaray galibiyetine gitmek için filmi 4 yıl geriye sarmak lazım, Necati Ateş'in gol atıp kazandırdığı maça... Her dönem mi Fenerbahçe rakiplerinden daha iyiydi, değil. Ama oyunu tuta tuta oynuyor Fenerbahçe, daha ayağa, daha sakin. Derbilerde olması gerektiği gibi. Gökhan Gönül'ün stoper oynadığı maçta bile deplasmanda kazanıyor. Bir kaç senedir böyle. 2003 diyebiliriz bunun miladı için. Arada istisnalar olsa da böyle.
***
Dün biraz kendi oyununu oynamaktan çok rakibe alan vermemeye çalıştı takım. Mehmet Topuz mesela. Hücuma tek katkısı yine bir çaba ve mücadele ürünü olarak Servet'ten kaptığı top. maçın genelinde sürekli Gökhan'a yardım etti, üretken değildi. Beni şaşırtan bir diğer şey de Emre oldu. Emre'nin farklı olmasını bekliyordum. Hatta iki takım arasında farkı yaratacak adamdı bana göre. Ama maç boyunca fazla sorumluluk almadı bence. Suya sabuna dokunmadı. Futbol açısından Galatasaray'ın hesaplarını bozan Baros'un sakatlığı oldu. Oyunda kalsaydı, Bilica ve Lugano'ya daha ters gelebilecek nitelikte olduğu malum. İlk yarıda Nonda'nın kafasına teğet geçen top, maçın sonunda Aydın'ın kaçırdığı pozisyon. İnsan haliyle Galatasaray'ın hücum gücünden daha fazlasını bekliyor. Fenerbahçe sindirdi tek kelimeyle. Yorulma emareleri göstermeye başlamıştık ikinci yarıda. Mesela ilk yarıda ve ikinci yarının başında Kazım hariç herkes top Galatasaray'da iken topun gerisine gelebilirken, 2-1'den sonra bu sayı 6'ya, 5'e düştü zaman zaman. Ama oyun 11'e 11 devam etmedi bu kez de. Keita'nın gördüğü kırmızı kart. Tanıdığım istisnasız bütün Galatasaraylılar Roberto Carlos karşısında Keita'nın performansını merak edip ellerini ovuşturuyorlardı. Maç içinde Keita pek geçemedi Carlos'u. Kafasına hatta gözüne geldiği iddia edilen pet su bardağını kenara götürmesi, Carlos'a attığı sağ kroşe taraftarın hoşuna gidecek belki ama dün Galatasaray'ı yakan adamdı bence. Oyun üstünlüğü ellerine geçmişken sayı olarak eksik kalınca direnemedi Galatasaray. Tek ataklarında da top en son gelmesi gereken adama geldi, Aydın'a.
***
Bir haftadır bu maçı düşünüyorduk, bu maçı konuşuyorduk. Bir sürü yorum yapıp tahminler yürütüyorduk. Onlar işin en tatlı yanıymış meğerse. Stresli kısmı maç izlemesi. Galatasaray kendi yarı sahasında taç atarken bile heyecanlanıyorum. Ve eminim bu iki takımın taraftarı olan milyonlar da böyle düşünüyor. Bu büyük derbiye El Sikko diyen, Premier Lig hasreti çeken ulemalara duyurulur. Varın kendi yolunuza gidin, bizim derbimize bok atmayın.
Derbinin Ardından
Yazacak çok şey var. Hakikaten çok şey. Ama bir o kadar da söylenmemesi gereken var. Derbiyi, maçı değerlendirelim mi? Gerek var mı? Bence bir şeyleri görmek için var, yoksa çok gereksiz aslında. Fenerbahçe maçı haketti. Geceyi mutlu bitirmeyi, bu sabah eğlenmeyi hakketti. İşte GS-FB arasındaki fark. Derbiye inanılmaz motive bir Fenerbahçe. Biz de ise bir Bursaspor deplasmanı gibi Kadıköy'e gidiş. İkinci yarıda derbiyi anlama, geç idraktan dolayı sinirlerin laçkalaşması. Bu camiaların derbisi. Fenerbahçe camiası, bu maça her zaman böyle hazırlanıyor. En alttan en üste. Biz de kendimizi kandırıyoruz. Önemsemiyoruz diyerek. Ve hakikaten önemsemiyoruz derbiden önce. Ve hatta derbide ilk golü yiyene kadar.
Ondan sonra şaşırıyoruz, 'ulan adamlara bak ne ölümüne oynuyor, bizimkiler de ruh yok" dıyoruz. E hani sen önemsemiyordun derbiyi. Futbolcu niye önemsesin? Ve hakikaten keşke önemesenmese. O zaman sorun yok. Ama derbide yenilince, herkesi herşeyi sorgulamaya başlıyoruz.
10 haftadır, hatta hazirandan başlayan zihniyet devrimi bir Kadıköy mağlubiyeti ile sorgulanır oldu. Sanki Kadıköy'de ilk yenilen teknik adam Rijkaard. Oysa dün çok umutlu bir gece yaşadık.
Bir tribün efsanesi vardır. Ya bi yerde (fanzinde forumda) okumuştum, ya da biri demişti. Fatih Terim'in takımı Fenerbahçe'den Ali Sami Yen'den 4 yediğinde, millet birbirine "izlediğim en iyi Galatasaray" diyormuş. O Galatasaray izlediğimiz en büyük başarıları kazandı. Ve dünkü maç. Daha kadro dizilişinden belli. Sana, 10 senedir yendiği takıma karşı, kendi sahasında santrforsuz çıkan bir takım. Sen orta sahayı kalabalık tutsan, yani "kazanalım" düşüncesini kenarda bırakıp 4 tane defansif orta saha ile çıksan belki maçı da kazanacaksın. Ama sadece maçı. Dün, zihniyetin devamlılığını kazanmıştık oysa. Ama farkedilmiyor. Ve aslında zihniyetin devam etmesi için Fenerbahçe'yi yenmek, başarılı olmak gerekiyor. Yoksa uzun süre sonra burada olamayabilirsiniz. O yüzden kazanmıştık diyorum.
Takımın en önemli adamı maçın 1 dakikası dolmadan sakatlanıyor. En önemli çünkü alternatifi yok. Diğer önemli adam, kırmızı görüyor. Böyle bir noktadasın. Maç 2-1'e gelmiş. 10 kişisin. Bu tip maçları çok gördük son yıllarda. Ve hep ne oldu? Dan dun oynamaya başladık. Sürekli doldurt boşaltlar. Dün 10 kişi oynayan deplasman takımı, (hatta forvetsiz) doldurt boşalt yapmadı. Ve belki 87'de 2-2 olacaktı maç. O zaman neler denecekti?
Türk futbolunun en pahalı futbolcusunu rakibin, senin sol açığını marke etsin diye oynatıyor. Hatta her iki açığını da iki adamla. Çok stoper değil çok bek oynuyor. Kazanıyor maçı bu sayede. Doğru hamle. Ama sadece dün gece için. Buna günü kurtarmak denir. Peki ya gelecek?
Galatasaray zoru deniyor. Galatasaray 10 tane koşan tabir-i caizse "köpek gibi koşan" adamla çıkmıyor sahaya. Daha zoru deniyor. Keita'yı, Kewell'ı, Elano'yu, Arda'yı koşturmayı deniyor. Ayhan'a, Sarp'a, Servet'e, Sabri'ye top kullandırmayı deniyor. Herşeyden az biraz olsun değil, herşeyin en iyisi olsun diye. Bunun için gereken zamandır sadece.
Ve asıl önemli olan şey. Saha içi değil tabi. Ve en can sıkıcı olan şey. Saha dışı. Eski kangren geri döndü. Dün maçtan sonra tartışılan konular daha başka. "Golü atamadık", "hata yaptık yedik" dememiz 10 dakika sürdü. Sonra başka şeyler çıktı. Canımızı sıkan da bu işte.
Tobol maçından beri dediğim şey bu. Bu bir devrimse, bunu hep beraber sağlayacaksak, beklemeye tahammül edeceksek en öndeyim ben de. Varım. Sabredelim. Ama kursağımıza kadar gelen hevesi bir Kadıköy mağlubiyeti ile yolundan şaşmasın. Bu kadar kolay olmamalı. Ve ne yazık ki bu kadar kolay galiba.
Ufak hesapların peşinde koşanlardan sıyrılmamıza ramak kaldı. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik oysa. 2008 Kalli'den başladı bu. Son aşamadayız artık. İşte yazamadığımız nokta burası.
Galatasaray'ın son 10 yılının en kritik yılının en kritik günlerinden geçiyoruz. Umarım yanlış kararlar alınmaz.
Karışık bir yazı oldu. Çünkü bugün herşey birbirine karıştı. 10 yılda yaşadığımız herşey şu an bir harman olarak gözümüzün önüne geldi bir gecede. Ya Avrupa'dan kupa alacağız, ya da yine "topçu oyundan çıkarken suratını astı mı" yı kollayacağız. Kararı biz veriyoruz. Umarım yanlış kararlar alınmaz.
Pazar, Ekim 25
Son Hareket
"Adam gol kaçırıyor, yanımdaki "son hareketi yapamıyor" diye söyleniyor. Sinirlerim ben buna. Ulan hangi birimiz son hareketi yapabildik ki hayatta? Buradayız maç seyrediyoruz, sen osun ben buyum, son hareketi yapabilsek kim bilir nerede olacağız? Memleket olarak son hareketi yapabildik mi!"
Met-Üst
Cevher
"Buca Futbol Akademisi inşa edilirken; kollarını dört bir yana uzatan hocalardan birinin kulağına bir haber çalınır. Buca Ticaret Lisesi'nin müdürü Radi Bey bir cevheri, oğlunu kulüpten saklamaktadır! Bu istihbarat üzerine operasyon başlar. Babayı ikna etmek için "çılgın insan" Seyit Mehmet Özkan tarafından on tane bilgisayar hediye edilir, internet yoluyla okul dünyaya bağlanır, sıra cevheri çıkarıp dünyaya arz etmeye gelir.
Ancak bir sorun vardır. Radi Bey konu açıldığında bile sinirlendiğinden, konu açılıp açılıp kapatılır. Bu sırada odaya kara yağız bir çocuk girer. Radi Bey, "Oğlum bak bu amcalar seni Bucaspor'a almak için gelmişler, ben de onlara olmaz, Hasan okuyacak diyorum." der. Der demesine de Hasan'dan bir yanıt alamaz. Çünkü Hasan'ın en büyük isteği futbol oynamaktır ama babasına saygısızlık etmekten çekinmekte, bu karara karşı çıkamamaktadır. Neyse ki eğitimci baba biricik oğlunun sessiz isyanına dayanamaz ve Hasan'ın, Hasan Kabze'nin Bucaspor formasına giymesine izin verir."
4-4-2 Ekim Sayısı Futbol ve Düşler Akademisi adlı Hilal Gülyurt yazısından alıntı.
Ancak bir sorun vardır. Radi Bey konu açıldığında bile sinirlendiğinden, konu açılıp açılıp kapatılır. Bu sırada odaya kara yağız bir çocuk girer. Radi Bey, "Oğlum bak bu amcalar seni Bucaspor'a almak için gelmişler, ben de onlara olmaz, Hasan okuyacak diyorum." der. Der demesine de Hasan'dan bir yanıt alamaz. Çünkü Hasan'ın en büyük isteği futbol oynamaktır ama babasına saygısızlık etmekten çekinmekte, bu karara karşı çıkamamaktadır. Neyse ki eğitimci baba biricik oğlunun sessiz isyanına dayanamaz ve Hasan'ın, Hasan Kabze'nin Bucaspor formasına giymesine izin verir."
4-4-2 Ekim Sayısı Futbol ve Düşler Akademisi adlı Hilal Gülyurt yazısından alıntı.
Cumartesi, Ekim 24
Yarın Maç Ne Olur?
Aslında soru yanlış. Maçtan sonra ne olur diye sormak lazım. Çünkü şimdi teknik-taktik analiz yapmayacağım. Onu gittiğim maçlarda yapıyorum zaten. Futbolu hayatımın yüzde 90'ını soksam da o teknik-taktik konusuna ısınamadım bir türlü. FM oynamama nedenlerimden biri bu.
Ben şimdi tamamen kişisel olarak bir yazı yazacağım. Yarınki maçtan ne sonuç çıkarsa iki camia nasıl etkilenir diye bir tahmin sadece:9 senedir yenemiyoruz.
Yarın yenemezsek 10 olacak.
Hayatım Fenerbahçe mağlubiyetleri ile geçti. Kanıksadım artık.
O nedenle deprem etkisi yaratmıyor. Deprem sık olan birşey değil. O nedenle depremle yaşamayı öğrenemedik hala ama Fenerbahçe mağlubiyetleri ile yaşamayı 1991'den beri öğreniyorum.
Fark yemekten mi korkacağım?Ona da alıştım.
Sami Yen'de 4-0'ı da gördüm, 6 Kasım'ı da.
4 yersek ne olurmuş. Ne olacak, geçip gideriz. Geçen senede 4 yedik.
7 fark olmadıktan sonra koymaz artık.
Ama
Oldu da yendik
Hele böyle sinsi bir atakla, serseri bir topla.
Atıyorum mesela son dakikada
Sabri'nin ortasına yükselen Servet mesela.
Ya da boşver hepsini.
Dakika 56 Baros atısın.
1-0 yendik diyelim.
İşte o zaman çok şey değişir.
Gerçi biz de değişen pek şey olmaz.
1 hafta eğleniriz. Hayatımızdaki bütün sorunları erteleriz. Haftaya Sivasspor yener aklımız başımıza gelir.
Hep öyle olur zaten.
Fener'i 5-1 yeneriz üç gün sonra Sami Yen'de Gençlerbirliği yener bizi.
Necati atar, 1 hafta sonra Denizli'de takılırız.
Biz de durum bu.
Ama suyun öte tarafında hiç öyle değil.
Özellikle son senelerde;
şampiyonluk kaybedilen her sezonu
Galatasaray galibiyetleri kurtardı orada.
"Şampiyon olamadık ama Galatasaray'ı yendik"
"Denizli'de şampiyonluğu verdik, ama Kadıköy'de 4 attık"
Ligde 4.olduk ama Kadıköy'de 4 attık."
İşte bir gün yeneceğiz.
Belki o gece bu sene
İşte o zaman rakibimizin varlık nedeni ortadan kalkacak.
Tamam varlık nedeni demeyelim
Ama tutunacak en önemli dalı kırılacak.
Sene sonu yaşanacak olası başarısızlıkta
Sezon değerlendirmesinde,
Artı hanesinde bir şey yazmayacak.
Belki de ters tepebilir.
Galatasaray galibiyeti yok mecbur şampiyon olmalıyız
Düşüncesine kapılabilir futbolcular ve teknik heyet.
Ama şu bir gerçek
Yarın biz yenilirsek hiç bir şey değişmeyecek, istatistik kısmına artı1 yazılacak
Fakat yenersek
İşte o zaman çok şey değişecek.
Artık başlasın
Bıkkınlık geldi derbi öncesi haberlerden. Her haber sabırsızlığımı daha da artırıyor. Basın sağolsun yok şu kadar saat kaldı, yok artılar eksiler, yok falanca kişi iki takımı da teraziye koydu, kim daha ağır bastı falan... Galatasaray'ın sağ kanadı, Fenerbahçe'nin orta sahası... Bloglarda, gazetelerin internet sayfalarında, köşe yazılarında, her yerde maç ameliyat ediliyor şimdiden. Şu şurada oynamalı, böyle olmalı gibisinden. Herkesin belli bir fikri var. Öte yandan Galatasaray kendi yarı sahasında taç atsa heyecanlanıyorum. Yani teknik, taktik, analiz hepsi Bünyamin Gezer'in ilk düdüğüyle bitecek. Son düdüğüyle yeniden başlayacak. Ve belki de kendi özümüze döndüğümüz, herşeyi unuttuğumuz, tamamen futbolu düşündüğümüz o 90 dakika hayatımızdaki en saf en temiz anlardan biri. Futbolu avam eğlencesi olarak görürken 21.yüzyılda değişen kitleden bahsetmiyorum.
***
Yaygın düşünce Fenerbahçe'nin yine kazanacağı yönünde. Açıkçası ben "bu sene de..." diyenlerden olamıyorum. Ya bu seneyse diyorum ve tedirgin oluyorum. Aynı şey Galatasaraylılar için de geçerli sanırım. Ya bu seneyse diyen, Kutay'ın eleştirdiği takım tutmayı başkalarıyla dalga geçme aracı olarak gören adamlara kulak tıkayan 2500 kişi olacak Kadıköy'de. Orada olmak isteyecek ama olamayacak binlerce kişi daha var belki de, hatta kesin vardır.
***
Bu arada GS Tv maçın oynanacağı gün 16 saat derbi özel yayını yapacakmış. Tarihi maçlar, tarihi goller, unutulmaz anlar falan filan. Aynısı FB Tv'de de olacak. Aynı gün derbiyle saatleri kesişmeyen Vakıfbank'la oynayacakları bayan voleybol ligi maçı da var üstelik. Bu sene daha iddialı Galatasaray voleybolda. Ama yayın akışında o maç yok. Hani Galatasaray camiası Fenerbahçe maçlarına önem vermez, bu vizyonsuzluktur diyenlere duyurulur... Tıpkı Özlem Özçelik'in künyesinde oynadığı takımlarda Fenerbahçe Acıbadem'in yazmaması gibi bir durum bu. Hani vizyonsuz Fenerbahçe yönetimi Emre'yi Zeytinburnuspor'dan Inter'e transfer etmişti ya...
Cuma, Ekim 23
Ömer Aysan'ın Golleri
Ömer Aysan beğendiğim bir sağ bek. Daha önce adı hep bizle anılmıştı. Gerçi Sebastian Perez sonrası bizimle adı anılmayan sağ bek yoktu. Nedense bir sıçrama yapamadım. Ben de uzun süredir takip edemiyordum kendisini.
Son iki sezonda sadece 14 maç oynayabildi. Dün ise Ankaraspor'a gelen karar nedeniyle boşta kalan futbolcu Trabzonspor ile imzaladı. Artık Trabzonspor forması giyecek.
Kocaelispor ve Bursaspor gibi şehir takımlarında canavar gibi oynayan bu topçunun Trabzonspor ile kanı uyuşur diye tahmin ediyorum.
Ömer Aysan Süper Lig'de 90 maça çıkıp 2 gol atmış. Sadece 2 gol. Ve bu 2 gol de aynı maçta. Belki de kafamdaki Ömer Aysan izlenimi bu maç sayesinde oluşmuştu. Eric Gerets'ın son maçında Bursaspor ile formalite icabı bir maça çıkmıştık. Bursa'da oynanan maçta, 2 hafta önce Beşiktaş'a 3 gol atan takım, bize de 2 tane atmıştı. O iki gol de Ömer Aysan da gelmişti, Aykut Erçetin kardeşimiz sağolsun.
O maçta oynayan Egemen Korkmaz, Rigobert Song ve yedek soyunan Ferhat Öztorun ile aynı takımda buluşacak Ömer Aysan. İşte futbolun güzelliği de biraz burada. 2.5 sene önce oynanan maçtan, her takımdan 2 futbolcu alıp geri dörtlü kuruyorsun. Merakla izliyoruz.
Soru
Kadıköy Deplasmanı
Kadıköy'e biletim yok. Gitmiyorum maça. Zaten her Kadıköy maçına gidebilen biri de değilim. Ama istisnasız her maça gitmek istemiştim. Ve şu anda olsa o maçlara yine gitmek isterdim.
Bizim çevremizdeki insanlar, Facebook'tan, sözlükten, Antu tarzı sitelerden falan besleniyor. Şu ara muhabbetler aynı. Laf soktuğunu sanan insanların cümlesi. Fenerbahçeli olanların: Niye geliyorsun oğlum, yine fark atacağız size.- Sen akıllı adamsın, Kadıköy'e niye gidiyorsun. tarzı cümleler.
Ezeli rakiplerin birbirini kızdırması normaldir. Mesela FB bizi yense, biri bir şey dese, (ben yapmam mesela, yapılmasını da istemem) mantığını kurabilirim. Sonuçta kazanılmış bir zafer var, bir şekilde kutluyor.
Fakat "Kadıköy'e gidilir mi" demek çok saçma. Aynısı Galatasaraylılar'da var. "Ne gideceğiz abi, ne gerek var" diyenler.
9 senedir ezeli rakibine deplasmanda yenilen takımın öz taraftarları en çok Kadıköy deplasmanını seviyor. Bunu bir irdelemek lazım. Bu adamlar Kadıköy olsa da gitsek diyorlar. Hatta 9 senenin cefasını çeken insanlar, ben gitmedim diye yeneceksek, uğursuzluk bendeyse, bu sene yokum" totemini ve fedakarlığını yapabiliyor istemeye istemeye.
Kadıköy deplasmanında olmak bambaşka birşey çünkü. Sevmediğiniz bir yerde, antipatik bulduğunuz bir ortamda, o kalabalıkta sadece 2.000 kişi olma duygusu. Kazanırsak çıldırırız diye gidip yenilince, stad boşalırken o karanlıkta avazı çıktığınca bağırabilmek.
Fenerium'dan, tribünün yanına gelen adamlar veya Facebook'ta saçma videoları, fotoları paylaşanlar bunu anlayamaz. Onlar kendi takımlarını sadece yenerken severler. Onlar takımlarını sadece insanlarla dalga geçmek için kullanırlar. Ve ne yazık ki bu ülkede böyle basit adamlar çok var. Bizde de, Fenerbahçe'de de, diğer takımlarda da.
Onların düşündüğü gibi, biz Kadıköy'e korkarak, çekinerek gitmiyoruz. Her sene daha büyük bir coşkuyla gidiyor gidenler. Takımın en zor gününde yanında olmak, 50.000 kişinin arasında omuz omuza durabilmek için. Hem bir isyan, hem bir bağlılık. Keşke bu sene orada olabilseydik.
Aslında çok da boş yazdım. Birçok kişi anlamayacak bunu. Ama o maça gidenler nasıl bir olay için gittiklerini iyi biliyor. Ve maçın sonucu ne olursa olsun, 66 lira verip oraya giden her bir insanı baya kıskanıyorum.
Takım Ruhu
Gecenin en güzel hareketi. Barış'ın şutu değil tabi. Arkasından yedek kulübesinde yaşananlar. Bu takım gruplaşmadan çok çekti yakın dönemde. Şimdi altyapıdan çıkan gençlerimiz ve dünya çapındaki yıldızlarımız bir arada eğleniyor. Sahadaki gurbetçi bozuldu herhalde ama onun da gönlü alınır. Devam böyle inşallah hiç bozulmadan.
Galatasaray 4-1 Dinamo Bükreş
Bu maçı iki farklı şekilde yorumlamak mümkün. Birincisi, uzun süredir bahsedilen Fenerbahçe maçı için, ikincisi genel olarak bir geleceğe bakış yorumu.
Fenerbahçe maçı için hiç tatmin edici bir futbol oynamadık. İki gün sonra çok korkutucu bir maç oynayacağız. Fenerbahçe'nin bize karşı uzun süredir devam üstünlüğü bir kenara, iki takımı kantara koyduğumuzda da her şey Fenerbahçe'nin istediği gibi.
Arka tarafta çok açık veriyoruz. Fenerbahçe bize gol atmakta zorlanmayan bir takım. Özellikle Kadıköy'de. Böyle bir Galatasaray savunması bulunca da şansı daha fazla olacaktır. Alex'in oynadığı ve oynamadığı Galatasaray derbilerinde ne kadar ters sonuç çıksa da, misal bu maç Alex'in yıldızlaşacağı bir maç olacaktır. Ve tabi ki Guiza tam bu maçın forvetidir. Alex'in sakatlığı ve Guiza'ya duyulan güvensizlik ibreyi bizim tarafımıza çevirebilir.
Rijkaard ne kadar "sezon başından beri 4-3-3 oynuyoruz" dese de, bana kalırsa dün ilk defa 4-3-3 oynadık. En azından doğru bir şekilde. Elano'nun takıma alışması yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Dün çok iyi bir Elano izledik. Arda, bu işleri yapabilen bir adam değil. Arda oynadığı zaman 4-2-4'e daha çok benziyoruz ve bu nedenle orta sahamız çöküyor. Dün nispeten daha iyi bir orta sahamız vardı.
Yanı şöyle bir sonuç çıkabilir. Pazar günü çok sıkıntılı bir maç oynayacağız ama önümüz aydınlık. Takımın her gün üstüne koyabildiğini görebiliyoruz.
Pazar için bir de şuradan bakmak biz Galatasaraylılar için teselli olacaktır. Ne zaman güçlü, kuvvetli gitsek, Kadıköy'de bozguna uğradık. Umutsuz gittiğimiz maçlarda ise galibiyeti kaçıran taraf olduk. 2004'te Yozgatlı'nın gol attığı maç veya 11 Türk ile 0-0 döndüğümüz kupa maçı gibi. Derbilerin favorisi olmaz, en çok sığınacağımız cümle olacak.
Galatasaray'ın tek eksiği topu oyuna iyi sokan bir stoper. Stoper meziyetleri çok iyi olmasa da topu kullanmayı bilen vasat bir stoper bile bizim işimiz görür. Pique tarzı.
İşin ilginç yanı, öyle bir stoper Dinamo Bükreş'te vardı. Ve daha da ilginci o çocuk daha önce Galatasaray forması giymişti. Tamas'dan bahsediyorum.
Çok genç bir yaşta Türkiye'ye geldi. Fiziksel olarak yetersizdi, ağırdı. Ama pozisyon almayı o yaşına göre çok iyi biliyordu, fundementali sağlamdı ve topu oyuna iyi sokuyordu. Ersin Düzen yüzünden Galatasaray'dan koptu diyebiliriz. Tamas, Terim'in babasının oğlu değildi, umut vaadeden iyi bir topçuydu. Bu günkü takımda da iyi iş yapardı. İnsanlarımız teknik direktörlere sallama hobisini yaşamak için, o sene bu yolu seçmişti. Terim'in Tamas tercihi sorgulanmıştı ve Tamas'ın kredisi azalmıştı.
Bizim takıma gelelim. Maçın yıldızı Kewell. Bu oyuncuyu beğenmeyenler var hala. Galatasaray'da oynayacak kapasitesi yok diyenler var. Sağlık olsun, ne diyebiliriz ki. Kısa süren bir durgunluktan sonra dün Kewell yine futbol dersi verdi.
Sabri ise profesyonellik dersi veriyor. Sene başında gitsin denilen adam, bu sezon takımın olmazsa olmazı. Önündeki Keita ile muhteşem bir ikili oldular. Sene başında yazdığım cümle hala geçerliliğini koruyor. Keita-Sabri ikilisi takımın en iyi anlaşan, en verimli ikilisidir.
Nonda klasik Nonda.. Golünü attı, görevini yaptı, bizi mest etti, tezahüratlara konu oldu, "adam gibi adam nasıl olur"u gösterdi, Baros'u dinlendirdi...
Mehmet Topal iyi değildi. Ama uzun süre sonra en derli toplu halindeydi. Stoperde oynaması akıllara geçen sezonun İnönü maçını akıllara getirse de korkulan olmadı. Yanındaki Servet için bir şey demek yersiz.
Caner'i beğenmedim. Mücadelesi yok. Kırılgan. Toparlanması lazım. Caner gibi olan diğer bir futbolcu da Aydın. Sarp kötüydü, ama kredisi yüksek. Bir maçlık hakkı var. Fenerbahçe maçında Alex karşısında en çok güveneceğimiz adam odur. Ayhan vasattı.
Tribünler sene başında daha iyidi. Son 1-2 ayın ise en iyi tribünüydü. Erken gelen goller ve Fenerbahçe konulu tezahüratlar katılımı arttırdı. Güzel dakikalar yaşandı. Eğlendik. Sabri'nin oyundan çıkarken tribünlerle yaşadığı iletişim güzeldi. Lig maçında bu kadar küfür edilse kesin ceza alırdık. UEFA'nın ve Platini'nin Türkçe bilmemesine güvenerek unutulmuş bazı tezahüratlar tekrar söylendi.
Bu arada takımın maç sonu tribüne gelmemesi canımı en çok sıkan olaydı. Hasta hasta maça gidiyorum, saat 12de maç bitiyor, eve dönüş yolum ızdırap, buna rağmen 80'de,85'te çıkmak varken maç bitsin ve takımı tribüne çağıralım diye bekliyoruz. Takım ise maç biter bitmez soyunma odasına gidiyor. Yanımdaki adam "takımı Uğur mu getirecek" dedi. Eğer getiremiyorsa o pazubandı takmayacak. Yine de Uğur'u da takımı da seviyoruz. Bizi kaale alıp da okuyan olursa, bu olaya dikkat çekilsin. 4 yiyen Bükreş takımı kendi tribünlerinin önüne gidebiliyor, biz de Sami Yen'de onları izliyoruz. Kendi takımımızı alkışlamak varken, Romanya'nın çocuklarını alkışlıyoruz.
Perşembe, Ekim 22
Steaua 0 - 1 Fenerbahçe
İyi mücadele, iyi futbol, deplasman galibiyeti ve grup liderliği. Üstelik maç öncesi ümitsizdim. Bir insan daha ne isteyebilir ki bu akşam için?
Hazırlık Maçları
Elektrik kesintisi bugün yazı yazmamı engelledi. Oysa bugün önemli bir gün. Hemen bir yazı yazmalıyım. Beni bekleyenler var Sokak'ta, yetişmem lazım.
Bugün iki takımın da derbi öncesi sahne alacağı bir gün. Bana göre hazırlık maçları. Her yerde konuşulan maç pazar günü. Zaten pazar günü dunyanın her yerinde gerginlik olacak. İngiltere'de Liverpool-United, Fransa'da Marsilya-PSG, Arjantin'de River - Boca. Ama en önemlisi Kadıköy'de.
Bugün ise hazırlık maçı. Derbi öncesi takımı son kez göreceğiz. Tribünden son kez, "geliyoruz" diyeceğiz. Bu gün, saat 12'yi geçince, biz ne desek boş olacak. Bundan sonra topçuların işi.
Bugünkü maçlara değinelim mi? Adettendir, ayıp olmasın. İki Romanya takımı ile karşılaşacak iki takım da. S.Bükreş geçen sene bize neler yaşattı ortada. Bugün onları ya affederiz, ya da antipatikliği ikiyle katlar. Dinamo Bükreş için ise söylenecek tek şey Tamas.
Tamas hakkında bir yazı yazmak da vardı kafamda ama olmadı. Galatasaray'ın eski bir topçusu bugün hayatında ilk kez Ali Sami Yen'e çıkacak.
Bugün kazanırsak Avrupa'daki 87.galibiyetimizi alacağız. Fenerbahçe'nin Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yaptığı maç sayısından 2 eksik sadece.
Fenerbahçe 3 gol atarsa (bence o kadar gollü bir maç olmaz) Avrupa'daki 200.golünü atacak. Bunlar önemli mi? Olabilir.
Olay bu. Geçen gün verdiğimiz istatistik nedeniyle şunu diyorum. Bugün kaybeden, pazar kazanır. Hayırlı uğurlu olsun iki camiaya da.
Sıkıcı Tangoya Karşı Kolbastı Kültürü
Çarşamba, Ekim 21
Gökhan yanlış öğrenmiş
Daum'un basın toplantılarını geldiği günden beri büyük bir dikkatle takip ediyorum. Söylediği her şey benim için çok önemli. Hem teknik direktörümüz olduğundan böyle, hem de tam bir demogog edasıyla konuşuyor. Bunu kötü anlamda da söylemiyorum, nasıl konuşması gerektiğini çok iyi biliyor. Gökhan Gönül de basın toplantısındaydı. 1997 yılında buradan boynu bükük ayrıldık dedi, ama yanlış biliyor. Fenerbahçe gayet moralli ayrılmıştı oradan, 0-0'lık beraberlik ve oynanan futbolla "biz bu steaua'yu burada beşleriz" diye geçirmiştim içimden ama olmadı, neyse geçen gün bahsettik zaten o eşleşmenin hikayesinden. Neticede elendiğimiz için çok da önemli değil.
***
Bir diğer şey ise her geçen gün kült olma yolunda emin adımlarla ilerleyen, onu dinlediğimde bünyede yoga yapmış hissiyatı uyandıran güzel insan Ayhan Tumani. İşin güzel kısmı resmi sitede kendisinden Tumani Hoca diye bahsedilmesi. Ne bileyim, güzel şeyler bunlar...
Barış? Balta?
Galatasaray, 6-0 sonrası Kadıköy'de oynadığı maçlarda 4 gol attı. Ömer Erdoğan, kupada Ümit Karan, ligde Ümit Karan ve son olarak Lincoln.
Bu 3 ismin ortak özelliği, hayatlarının bir bölümünü Almanya'da geçirmiş olmaları.
Bu saçma istatistik ile Galatasaray'ın derbide gole en yakın adamları; Barış Özbek ve Hakan Balta olur.
Yılmaz Özdil gibi boş bir yazı yazdım. Bu ikisinden biri atarsa "ben demiştim" derim artık.
İki futbolcunun da gol attığı hiçbir maçı kaybetmediğimizi de notlarımızın arasına ekliyorum.
Hangi Forma
Önce pazartesi günü Fox Tv'de bir demecini izledim Adnan Polat'ın. Başkan diyordu ki, "Kadıköy'e hangi forma ile çıkacağımız henüz belli değil. Yetkili arkadaşlar fikir alışverişinde bulunuyor...." Cümlenin devamı önemli değil.
Bugün de Fanatik'in manşetten verdiği habere göre, Galatasaray mor formayla çıkacakmış. İmza Serdar Dinçbaylı. İnternet forumlarda oluşan fikir birliğiyle taraftar mor formayı istemiş, yönetimi mail yağmuruna tutmuş.
Geçen sene yazmıştım derbi öncesi. Aynı şeyleri yine yazalım. Bu derbi Parçalı ve Çubuklu derbisidir. Ben gelenekçi bir adamım. Huyum kurusun. Buna rağmen Galatasaray'ın bütün maçlarına parçalı forma ile çıkamayacağını da fark edebiliyorum. Ama o maçlardan biri değildir bu maç.
Bu formanın mor olması ile alakalı değil. Mor forma ile görüşlerimi ilk çıktığı anda da yazmıştım. Bu derbinin forması bellidir yalnızca onu söylemek istiyorum. Geçen gün ya Arda ya Emre Aşık demişti. Belki ikisi de değil tam emin değilim. Neyse, diyor ki "parçalı formayı giyince kendimizi daha güçlü hissediyoruz." Bu bile önemlidir.
6-0'da üzerimizde çubuklu vardı, geçen sene turuncu giydik, 2006'nın 4-0'ında siyah forma vardı.
Fazla uzatmayalım, derbide parçalı giyelim. İsteğim budur.
Kuzeyde Güneyde
Hafta sonu Trabzonspor maçında skor 2-0 olunca Fenerbahçe maçı tezahüratları başlamıştı. Bunu yadırgayanlar da oldu. Akıl ve mantığa pek uygun değil. Ama akıl ve mantığa uygun hareket edilen bir yer değildir tribün. Orası coşkunun ve heyecanın zirve yaptığı yerdir. Her Galatasaraylı için Fenerbahçe maçı önemlidir, Her Fenerbahçeli için de Galatasaray maçı önemlidir.
Galatasaraylılar'ın forumlarda ve bloglarda söylediği bir şey var: ''Bizim için Fenerbahçe maçı önemli değil.'' 10 senedir alınamayan galibiyetin bahanesi değil bu, eskiden de böyleydi. Neden böyle bilmiyorum ama. Fenerbahçe maçını önemsemek vizyonsuzluk olarak düşünülüyor bizim camiada.
Kelimeleri, matematik formülü olarak yazınca doğruluk payı ortaya çıkıyor. Yani düşünce şu. Avrupa başarısı önemli, Fenerbahçe'yi yenmeyelim ama şampiyon olalım. Eyvallah, ben de bu düşüncedeyim. Tek maçlık zaferler günü kurtarır. Gerçi ezeli rakibimiz bizi her sene yenerek sezonu kurtarıyor. Neyse formüle dönelim.
"Avrupa önemli, Fenerbahçe maçı önemsiz. O zaman Fener'e yenilirsek üzülmeyiz, yenersek sevinmeyiz."
Böyle bir düşünce nasıl olur? Yani insan heyecanına nasıl engel olabilir. İşte bu hafta pazar günü Fenerbahçe maçı var. Şimdi bir Galatasaraylı nasıl bu maçı düşünmeyecek. Pazar günü yataktan kalkınca önemli olan Avrupa Kupası diye, acaba Panathinakos'ta eksik cezalı var mı, son maçta ne yapmış diye mi bakacak internete.
Bu haftanın gündemi Fenerbahçe maçı. Avrupa Kupası takvimi bellidir. Onun zamanı geldiğinde onu düşünürüz. Ama şimdi Fenerbahçe işte.
Sen istediğin kadar önemseme Fenerbahçe maçını. Pazartesi günü okulda, işte, sokakta densizin biri "nasıl koyduk oğlum" dediği zaman önemsemek zorunda kalırsın. Bu ülkede milyonlarca Galatasaraylı milyonlarca Fenerbahçeli var. Bu derbi sadece yeşil sahada değil, sadece maç günleri değil, hayatın her alanında karşına çıkıyor. O nedenle bu maç önemli değil demek, hele bu haftada bunu söyleyebilmek beni şaşırtıyor.
Avrupa'da kazanılan başarılar uzun yıllar tazeliğini koruyor. Onlarla gururlanıyoruz. Muhteşem duygular. Yaşayan bilir. Taksim'de gördüğüm Milan taraftarının demem üzerine, sırtını dönüp sinirle çekip gitmesi, Bodrum'daki turistlerin, "b"Galatasaraylıyım"urada Galatasaray forması nereden alabiliriz" diye sorması veya yurtdışına çıkan insanların "Papua Yeni Gine'ye gittim orada üzerinde GS formalı çocuklar vardı." gibi geri dönüşümlerinin olması, Avrupa başarıları için duyulan hazzı daha uzun ve daha güzel kılıyor. Ama bunların yeri ayrıdır.
Galatasaraylı olduğum yaşlarda en yakın arkadaşım, ilk arkadaşım, en eski arkadaşım Fenerbahçeliydi. Yaşımız 4-5 falan. Arsenal-Barcelona bilmezken, Fenerbahçe'yi bilirdim. Hatırladığım ilk Avrupa Kupası maçına kadar 4-5 tane FB derbisi hatırlıyorum. Sokakta top oyanrken Galatasaraylılar bir takımda, Fenerbahçeliler bir takımda oluyordu. Karşımızdaki çocuklar Real Madridli olsaydı her maçta kavga etmezdik. Hayatımdaki ilk büyük hayal kırklığı Tanju'nun bizden onlara geçmesidir.
Ve bu topraklardaki futbol geleneğinde, hatta sosyal hayatta bile bu ayrım vardır. Biz ve onlar. Parçalı ve çubuklu. Bunu inkar edemeyiz. Üstelik bir ligin kalitesini etkileyen şey o ligin derbisidir. Adana, İzmir derbileri gibi derbiler artık yokken, sarılabileceğimiz tek maç, yaşatacağımız tek rekabet GS-FB'dir.
Ve bir klasik. Hatta El Superclassico. River-Boca. O maç da bu hafta. Pazar günü. Bizim maçın 60.dakikası oynanırken başlayacak. Tadını çok alamıyacağız. Şimdi o derbiyi bizim futbolseverlerimiz çok önemseyecek. GS-FB'yi ise yerin dibine koymaktan çekinmiyoruz.
Bu hafta Boca-Tigre maçını izledim. Tribünler baya coşkuluydu 2-0'dan sonra. Son zamanlarda izlediğim en iyi Boca tribünüydü. Şaka yollu "herhalde haftaya River maçı var, takımı Monumental'e uğurluyorlar" dedim. Harbiden de öyleymiş. Acaba o tezahüratlar neydi? Hakikaten derbi içerikli miydi?
Pazar günü aynı saatlerde, dünyanın iki farklı yarımküresinde, iki müthiş rekabet yaşanacak. Program belli, Fener'e yenilirsek o maça döneriz, yenersek Boca, River hiç umurumda olmaz, sokağa çıkıp taşma zamanıdır benim için. Bazıları S.Graz maçını düşünsün ama.
Salı, Ekim 20
Eleştiri Kültürü
Diyorlar ya Türkiye'de futbol kültürü yok diye. Olmaz. Çünkü eleştiri kültürü var. Eleştiri konusunda ekol olduk, futbol konusunda olamasak da.
Pazar günü Sami Yen'de güzel bir maç izledim. İzlediğim en güzel maçlardan biri değildi kuşkusuz ama güzeldi. Üstelik kendi takımım bir hafta sonra oynanacak FB maçı için korkutmuştu beni. Ama gidip güzel bir maç izlemiştim. 3 puan da bizim olmuştu. Mutlu olmak için geçerliydi. Verdiğim paranın hakkını futbolsever olarak aldığıma inanıyordum.
Televizyonu açınca ise bambaşka bir maçtan geldiğimi düşündüm. Ya da ben futbolu bilmiyordum. İddia etmiyorum zaten. Futbolu çok iyi biliyor olsaydım sadece bir blogla idare etmezdim. Ama güzelin ne olduğunu biliyorum az çok.
Hemen burada bir not. Maç iyi bir maç değildi, güzel bir maçtı.
TRT'de Stadyum'u açtım. Ömer Üründül başta olmak üzere, Demirkol ve Şükür herkesi eleştiriyor. Olacak şey değil. 7 gol izleyip gelmişim, topçular mücadele etmiş, maç gitmiş gelmiş ama kimse kimseyi beğenmiyor.
Sahada Colman esti, Sabri parladı, Keita uçtu vs.. Ama hepsi yerden yere vuruldu. 7 gol atılan maçta oynayan futbolculardan en çok övgüyü gol atamayan Umut Bulut aldı. Demirkol, "Trabzon'a heykeli dikilsin" dedi. Ben de o anda farkettim Umut'un oynadığını ya neyse.
Erdoğan Arıkan ortamı sakinleştirmeye çalışıyor. Sonuçta ligin değeri, markası gibi bir zırva var. 7 gol atılan maçı kimse beğenmediyse bu programı nasıl izlettireceğiz telaşına düşmüş.
Üründül tam bir fenomen. Ona göre doğru hiçbir şey yok. Olmayabilir. Fakat öyle bir ifadesi var ki, sanki milli takım, 5-0 yenilmiş sahada ezilmiş, sorumluluları, hatalıları arıyor.
Hadi bu adamlar eleştiri olmasa yaşayamaz. Peki bloglara ne oluyor. Bloglar zaten son zamanlarda vahim bir yola ilerliyor. Güya, futbolun alternatif sesiydi. Yenilsen de Yensen de programı o nedenle yönelmedi mi bu gruba? E ne oldu peki? Saydır herkese. Yahu 7 gollü bir maç izledik. İddia'da bile oranı 17.00. Zor görülen bir şey. Ama sanki günah işlendi.
Teknik direktör eleştirmek. Benim yapamayacağım bir şey. Ama kendime göre bazı futbol düşüncelerim var. Onlar uygulanırsa hoşuma gider, uygulanmazsa gitmez. Yapacak daha başka birşey yok. Ama bir insan futbolu, Rijkaard'dan, Bross'dan, Daum'dan, Denizli'den daha iyi bildiğini nasıl iddia edebilir? Benim yaşım kadar sadece futbolculuk kariyerleri olan insanlar bunlar.
Sevgili Peralta geçen gün yazmış. Ben aklımı FB ile bozduysam eleştiririm diyor. Başka bir blogda biri daha bunu demişti. Ben izin günümü Kadıköy'e göre ayarlıyorsam eleştiririm diyor o da. Yok öyle bir şey abiler. Hele taraftarlığa sığınarak hiç öyle bir şey diyemeyiz. Ben Galatasaray ile aklımı bozduğumda 7 yaşındaydım. O zaman sokakta top oynama saatlerimi GS maçlarına göre ayarlıyordum. Ve ne tandem bilirdim, ne total futbol, ne kanat bindirmesi. Şampiyonluk gider, sezon biter o zaman yazarsın. Hele taraftarsan bu işin oluru budur. Sezon sonu gider "istifa" dersin.
Muhakkak futbola dair birşeyler yazacağız. Olmadı dersin, başarısız oldu dersin eyvallah. Ama "benim gördüğümü Bross nasıl görmez." gibi şeyler hakikaten can sıkar.
Çok uzun konu bu. Ama bu ülkede futbolun sevilmediği bir kez daha ortaya çıkmıştır. 7 gollü bir maçı "kötü" diyip geçiştiriyorsan, ya sende heyecan yoktur ya da ukalasındır.
Bu lige 18 tane Sivasspor lazım. Yığsınlar 7 tane stoper, ileride bir Mehmet Yıldız, kenarda 2 hızlı kanat adamı. İşte akıllı futbol. İzleyin izleyin zevk alın. Ondan sonra ağlarsınız maçlara seyirci niye gelmiyor diye. Ama o esnada boku tribünlere atmayın sakın.
Avrupa Kupası'nın derbiye etkisi
Bugün Ercan Güven'in yazdığı yazı kesinlikle okunmalı. Gerçi beklediğim kısmı son satırda yazmış ama olsun. İçerik itibariyle de son derece yerinde olmuş. Fenerbahçe - Galatasaray maçları öncesinde hafta içine denk gelen Avrupa Kupası maçlarının derbiyi etkilediğini düşünenlerdenim. Sadece konsantrasyonun bölünmesi ya da fiziksel yorgunluk yaratması açısından da demiyorum bunu. Alınan sonuçlar direk etki edebiliyor. Var böyle birşey... En azından bazı seneler kesin oldu.
***
8 kişi kaldığımız ve biraz da hakemin ibneliği ile 7 tane yediğimiz Sigma maçı mesela. İlk maçtan sonra Fotospor, Fenerbahçe sigmactan beter etti diye manşet atmıştı. Ancak ikinci maç pek istenildiği gibi gitmemişti. Arap İsmail hariç diğer iki kırmızının haksız olduğu kalmış aklımda. Neyse konumuza dönelim. O maçtan 4 gün sonra ASY'de oynanan maçı Aykut'un golüyle Fenerbahçe 0-1 kazanmıştı. Metin Aşık'ın başkan olduğu istikrarsız ve karanlık günlerdi. Gerçi Kadıköy'deki rövanş ve sezon sonu tatsız bitmişti ama bu ağır mağlubiyetin üstüne Galatasaray galibiyeti de ilaç gibi gelmişti. Galatasaray da bu maçın öncesinde Eintrach Frankfurt'u mağlup etmişti.
***
Her Fenerbahçeli'nin en çok üzüldüğü Avrupa Kupası maçlarından biri olan deplasmandaki Parma maçının Kadıköy'deki ilk ayağı da önemli bir derbiden önce idi. Baliç'in numaralının önünden kestiği topa Moldovan'ın vurmakla vurmamak arasındaki kafa vuruşu Buffon'un koruduğu kaleye girmişti. Maçta Parma'da Dino Baggio ve Fabio Cannavaro kırmızı kart görmüş, Fenerbahçe maçı 1-0 kazanmayı başarmıştır. Rövanşta Rüştü - Saffet Akbaş ikilisi sağolsun Parma'ya yardımcı olmuşlardır. Haftasonu ise Kadıköy'de 0-0 biten kupa mücadelesinden önceki son beraberlik gelmişti. Fenerbahçe maraton tribününde yaşanan meşale şovla ilk dakikalarında sis nedeniyle duran maçta 2-0'ı yakalamasına rağmen, Erol Bulut kaleye arkası dönük Hagi'ye attığı tekme neticesinde gördüğü kırmızı kart ve sebep olduğu penaltı ile oyuna denge getirmiştir.
***
2001-2002 sezonunda ise Fenerbahçe maçın ikinci yarısında elektriklerin kesildiği müsabakada Barcelona'ya 3-0 mağlup olmuştu. Barcelona'nın gollerini Kluivert, Patrick Anderson ve Saviola atmıştı. Haftasonu ise oynanan derbide ASY'de 6 mayıs'ın rövanşını aldı Galatasaray. Bülent Akın ve Serkan Aykut'un penaltısıyla. Penaltı pozisyonunda Arif yere düştükten sonra Rüştü, Arif'in yanına gidip "ne var lan, attın kendini gene" demiştir. Rüştü'nün dudaklarından okumak mümkündü bu cümleleri.
***
2002-2003 sezonu malum 6 kasım sezonu. Belki tarihe geçen bir skor elde edildi ancak Fenerbahçe de o sezonu 6. bitirdi. Üstelik 8 gün sonra oynanan Panathinaikos maçını da olumsuz etkilediğini söylemek lazım. Yalnız şu bir gerçek Rüştü bu maçta da rezalet oynamıştı.
***
2004-2005 sezonunda hafta içi Tuncay Şanlı'nın hattricki ile Manhester United'ı yenen Fenerbahçe hafta sonunda ASY'de Galatasaray'a 1-0 mağlup olmuştu. Haftaiçi kazanan bir Fenerbahçe, havası iyi olan bir takım, hafta sonunda ASY'de silik bir oyunla mağlup. Golü de Necati Ateş atmıştı. Mesela Sigma maçı ile biraz ters orantlı, değil mi?
***
Bu kez de doğru orantılı bir maç söyleyelim. Fenerbahçe - Milan maçı. Schalke deplasmanında 9 kişi kalınmasından ötürü bir sonraki maça yansıyan eksikliler vardı. Aurelio'nun yerine Ümit Özat geçmişti önliberoya mesela. Tamam eksikler çoktu ama iskeletle çok oynamıştı Daum o maçta. 4 gün sonra ise yine ASY'de üstün bir oyunla 0-1 kazanan Fenerbahçe vardı. Fenerbahçe Anelka ile de %100 pozisyonları değerlendirememişti. Alex'in oynamadığı bir maç olduğunu da ekleyelim.
***
2006-2007 sezonunda Fenerbahçe UEFA Kupası gruplarında oynadığı 3. maçta Canobbio'nun frikiğiyle mağlup olmuştu Celta Vigo'ya. Alex'in daha önce de yazdığım gibi Nobre'nin sahtekar olduğu Samsun maçı ve İzmir sürgünündeki Trabzon maçıyla birlikte kaçırdığı 3. penaltıydı. Maçta Fenerbahçe'nin 3 topu da direkten dönmüştü. O dönem nispeten istikrar yakalamıştı kadroda Zico. Orta sahada Aurelio - Appiah ve Deniz Barış üçlüsü iyi iş yapıyordu. Maçtan 3 gün sonra Kadıköy'de Fenerbahçe 2-0 öne geçtiği derbide -ki Kezman'ın attığı golden önce Ayhan'dan topu kapışı tıpkı Ümit Özat'ın Guinti'den 2004'te topu kapışı gibidir- Zico'nun inanılmaz biçimde tıpkı Alkmaar maçında yapmaması gibi oyuna müdahale etmemesi, oyundan düşen Fenerbahçe'nin ipleri iyice rakibe vermesine neden olmuştu. Maç bitene kadar kurdeşen dökmüştüm.
***
2007-2008 sezonu 2-0 biten derbi, bana göre 4-0 kazandığımız derbi kadar etkili oynadığımız bir maçtı. İkinci yarıda bir araba gol kaçırmıştı Fenerbahçe. Maçtan 4 gün sonra oynanacak olan CSKA maçı için endişelenmiştim ancak endişelerin yersiz olduğunu attığı kafa golünde kafası geriye giden Uğur Boral göstermişti.
***
Geçen sene 4-1 biten maç. Öncesinde Galatasaray mükemmel oynadığı Benfica maçını 0-2 kazanmıştı. 1 gün önce ise Fenerbahçe "içeride 5 yedik dışarıda Allah bilir" diye gittiğimiz Arsenal deplasmanında fena mücadele etmemiş ve 0-0'a bağlamıştı maçı.
***
Bir yığın gerekli gereksiz bilgi verdik. Ercan Güven'in yazısına dönelim. Ben Steaua maçında Fenerbahçe'nin kaybedeceğini düşünüyorum. Bunun etkisi illa olumlu olacak diye birşey de yok. Ancak hezimetle biten Sigma ve Milan maçlarının tesadüf olduğunu da söyleyecek değiliz. Yani akıllar biraz derbide. Umarım Romanya'dan puansız dönmeyiz ve derbiyi de kazanırız. Ancak bu hafta içi oynanacak maçların hafta sonuna etkisi özellikle Fenerbahçe için geçerli oluyor bunu da belirtelim. Bazen derbiden alınan olumlu sonuçların geleceğe olumsuz yansıdığı da bir gerçek. Bekleyip görelim, havaya giriyoruz.