Salı, Mayıs 24

Ateşler İçinde İki Sene




Bu video bundan 2 sene önce çekildi. 2 sene yetmez az biraz daha öncesini hatırlayalım.

Sezonun ilk yarısını 9 puanla kapayan Sakaryaspor, iknci yarıya da yenilgiyle başlıyordu. Artık imkansız gibi bir şeydi ligde kalmak. Olmayacak şey oluyordu ama. Sakaryaspor'u ilk başta taraftarı ayağa kaldırdı. İnandıklarını hissettirdilier. Bütün krizlere, sorunlara rağmen ligde kalabileceklerini düşündüler. Ardından buna futbolcular da inandı. Belki de futbol tarihinde ilk defa bir takımın iyiliğini bu kadar çok isteyen, taraftarı kadar isteyen bir takım çıktı ortaya. Üstelik Okan Koç'un, Özgürcan'ın olduğu bir kadroda.

Üst üste alınan galibiyetler ligde kalmak için yeterli olmadı. 33.hafta maçında Samsunspor'u iç sahada 1-0 yenebildiği için son hafta küme düştü. Eğer akaryaspor o maçta 1 gol daha atsaydı ligde kalan onlar olacaktı. Bu sene Süper Lig'e çıkan Samsunspor'un hikayesi de belki o maçtan başlayarak yazılmalıydı.

Ligin son maçı İstanbul deplasmanı. Sakaryaspor, Kasımpaşa (o sezon Süper Lig'e yükseldi) karşısında 1-0 önde. Ama yeterli değil. Altay, (bu sene düştü) K.Erciyesspor'a yenildiği için düşen takım Salaryaspor olacaktı. İşte tam bu anlarda, Sakaryaspor'un küme düşmesinin hemen hemen kesinleştiği bu anlarda; İstanbul'da bu tezahürat patlıyor. O sezon defalarca söylenen tezahürat son defa söyleniyor ve sezonu kapatıyor...

Ve ondan sonra TFF 2.Lig'de geçen 2 sezon...

Pazar günü hasret sona erdi. Göztepe'nin 7 sene, Adana Demirspor'un 6 sene gezindiği yerlerde Sakaryaspor sadece 2 sene kaldı.

Bu sezon yine Şaban Yıldırım göreve geldi. Takım Play-Off'a girdi. Finalde Bandrımaspor'u yendi. Buralar bilinen hikayeler. Çok konuşulacak. Ama aslında herşey 2 sezon önce başladı. O günleri hatırlamak lazımdı.

2 sene içinde seviyorum seni tezahüratı Türkiye'de tüm tribünlerin söylediği bir tezahürat oldu ama hiçbiri Tatangalar'ın söylediği kadar güzel olmadı. Çünkü içten gelen ve inanarak söylüyorlardı.

Pazar, Mayıs 22

Bitti

Uzun uzun yazmaya gerek olacak mı? Belki yazın sıkılınca, belki bundan sonra hiçbir zaman..


Umarım bitmiş olan sadece sezondur..

Perşembe, Mayıs 19

İmparator Korukır



İlk yarıda sadece 12 puan alabilen bir takımın başına geldi Engin Korukır. Zaten hep tramva yaşayan takımların başına gelirdi. 2009 yılında Bank Asya 1.Lig'den son maçta kazanmasına rağmen küme düşen Sakaryaspor'un bir sezon sonrasında; TFF 2.Lig'deki ilk sezonunda takımın başında o vardı.



Diyarbakırspor, Süper Lig'den düşünce onu çağırmıştı göreve. Zaten bu sezon Diyarbakırspor tek bir maçta galip geldi, o da Engin Hoca'nın yönetiminde Denizlispor'a karşı.



Korukır, şampiyonluk favorisi Denizlispor'u bu sezon iki kere iki farklı takımla yendi. Birinde Denizlispor'un namağlup ünvanını bitirdi, diğerinde ilk 2 hayallerini bitirdi.



Gerçi hedefi Denizlispor'u yenmek veya camialara tramva atlatmak değildi. Kartalspor'u ligde tutmaktı. 2009'da 17.sırada aldığı Giresunspor'u da ligde tutmuştu. Yine yapabilirdi.



Değişik bir hoca. Belirli bir tarzı yok aslında. Doğaçlama takılıyor. Rakibe göre ve kendi takımına göre sistemler belirliyor. Bazen Erhan, Önder, Savaş ile beraber çıkıyor sahaya; bazen Erhan gibi adamı yedek oturtuyor. Sürekli arayış halinde. Ama ne yaptığını da iyi biliyordu. En iyi yaptığı da bitik ve özgüvensiz takımı toparlamaktı. Penaltı atmayı dahi beceremeyecek kadar özgüvensiz takıma 22 puan kazandırdı.



Korukır takımın başındayken Samsunspor'dan, Orduspor'dan, Tavşanlı'dan puan alındı, Rizespor penaltı golüyle kaçtı, Denizlispor ve Adanaspor gibi şehir takımlarını yendi ama herşeye rağmen son maçlar öncesi en sıkıntılı takım yine de Kartalspor'du. Tek avantajı, kendi ipini kendi kesecek olmasıydı. Play-Off hedefleyen Boluspor'a karşı deplasmanda böyle bir vaziyette çıkıldı.



Kartalspor o maçı kazandı. Tarihinde hiç küme düşmeyen takım, yine ligde tutundu. Maç sonunda, yukarıdaki kare ortaya çıktı. Korukır ve gözyaşları. 10 otobüsle Bolu'ya giden Kartalspor taraftarı onu selamlıyor. Engin Korukır, büyük bir iş başardı, bu sezon hikayelerinden biri ona ait; hakkının verilmesi gerekiyor.

Hikayenin Sonu


"Sonu ölümle biten her hikaye acıdır. Oysa aslında her hikayenin sonunda ölüm vardır. Ama biz o hikayeyi bize anlatıldığı kadarıyla bildiğimiz için, sonunda ölüm yokmuş gibi yaparız. Tıpkı yaşarken “hiç ölmeyecekmiş gibi” yaptığımız gibi."

Ege Görgün

Kilitli Oda


"Hikayeler ancak onları anlatabilecek olanların başından geçer demişti biri bir gün. Aynı şekilde, belki de yaşantılar, onları yaşayabilecek olanlara sunarlar kendilerini."
***
Fanshawe (artık her kimse) gibi insanları saygıyla selamlıyorum.. Tanrı bize de hikayeler nasip etsin ve onları anlatalım.

İlk Yarının Son Dakikası


- Cruyff sözü ile başlayalım; Ne yaparsan yap ama ilk yarının son dakikasında gol yeme.

- Braga kötü oynamadı, hatta bu sezon Porto karşısında en iyi mücadele eden takım onlar oldu.

- Falcao'nun gol atması ve rekor kırması hoş oldu, güzel oldu. Severiz.

- Uefa Kupası Finali'ni güneş altında izleyenler.

- Emre Tilev artık bıraksın, gitsin. İlker Yasin çok seviyorsa Star'da başka bir iş versin, sesini duymayacağımız bir iş yapsın.

- Hikmet Karaman oyunun sadece taktik kısmını yorumluyor. Ama sıkılıyoruz bir yerden sonra. Yorumculuk ayrı bir iş.

- Vandinho'nun adını her duyduğumda Mandingo'nun akla gelmedi. Mandingo'yu bilir misiniz?

- Helton ne güzel çalım attı. Hatasını unutturdu.

- 1 hafta boyunca Villas Boas'a dilenenleri okuyalım artık.

- Kupaya FC Porto adı yazılırken garip olmayan Glaatasaraylı var mı?

- Kavga için adam lazım deseler önce Hulk ve Guarin'i çağırırım. Bakışları bile korku salıyor.

- 2000 Finali'nde 120 dakika çalan telefon > 2011 Finali'nde iki defa çalan telefon

Çarşamba, Mayıs 18

Pankart Açan Takım

Tevez reisin aklına gelmiş forumda duyurmuş, toplanmışlar Manchester Parkı'nın arkasındaki otoparkta toplanıp bütün gece boyamışlar.

Öyle değil tabi ama yine de anlamlı olmuş.

Dikkat Edilecek Hususlar


1964'te olaylı Bulgaristan maçı ile açılan ve hemen ardından kapanan Ali Sami Yen Stadı, birkaç sene sonra kapılarını bir Avrupa Kupası maçı için açıyor. Galatasaray, Sion ile oynayacak ve yeni stad İstanbullu'nun hizmetine açılacak. Stadı Milliyet Gazetesi böyle tanıtıyor.

Taurasi Meselesi


Taurasi transferi geçen hafta çok konuşuldu. Sanal ortamda 1 numaralı gündem maddesi. Galatasaraylılar mutlu. Benim hoşuma gitmeyen birşeyler var oysa. İlk başta anlamadım, sonrasında anlaşılmadım, anlatamadım. Forumlarda gezinirken benim gibi düşünenler olduğunu gördüm, sevindim. Bu yazı benim gibi düşünenlerin cümlelerin ortak karması.

Özellikle bir kadın basketbolcunun bu kadar gündem yaratması, rekabet ortamının ne kadar boş olduğunun göstergesi. Konu ve aktörler Galatasaray - Fenerbahçe olunca herkesin ilgisi buraya çekildi. Normaldir. Büyük ihtimalle Galatasaray - Samsun Basket maçını salonda 150 kişi izlemeyecek. Fenerbahçe derbisi dışında herhangi bir maçtan önce görseller hazıranmayacak. Bu takım yine aynı kemik kitle önünde oynayacak. Çok konuşulan Taurası bile buna dahil. Onu canlı izleyen pek olmayacak.

Bu kötü müdür? Kötüdür belki ama normaldir. Merak uyandıran bir lig ortamı yok. İskoçya Futbol Ligi'nden hallice. Harcanan para düşünülünce Avrupa futbolunun La Ligası. Ama ilgi o kadar da değil. Eskiden de böyleydi, ilgi azdı ama harcanan para da azdı.

Eskiden Galatasaray nasıldı? Eskiden şöyleydi. Galatasaray basketbol şubesinin hiç parası yoktu. Bugün peşlerinden koşulan, forumlarda, bloglarda yazılan çizilen takım 5-6 sene önce küme düşmüştü. Ahmet Cömert'te gözyaşları. Bu takım yeri geldiğinde erkek takımının formasını giymek zorunda kalacak kadar birçok sıkıntı çekildi. Zor zamanlardı. Taurasi falan bilmezdik. Bengi Türk, Tuğba Taşçı falan vardı, idare ederdik.

Sonra ayağa kalkıldı. Sponsorlar oldu, yabancılar geldi. En önemlisi Avrupa Kupası geldi. Fakat çok beklenen lig şampiyonluğu, o 1990'ların yenilmez armadası hala geri gelmedi. Çok yaklaştı. Olacak diye bekledik, olmadı. Sağlık olsun. Olur veya olmaz. Bu blogdan Işıl'a, Esra'ya, Tuğba'ya, Yasemin'e çok salladım ama onlara hem güveniyorduk, katkılarını görüyorduk hem de kızıyorduk; çünkü karşımızdaki takımın bize fark yaratma nedeni onların Türk sporcularından kaynaklanıyordu. Dünyanın en iyi basketbolcusuna ihtiyacımız yoktu, Işıl Birsel'e üstünlük kursa, Horasan Nevriye'ye nefes aldırmasa olay bitecekti.

Galatasaray bir dönem Türkiye'de yenilmez armadaydı. Peki ne oldu da Fenerbahçe hakimiyeti başladı. Fenerbahçe bir sene bizle final oynadı, Play-Off öncesi gitti Clarissa Davis'i aldı. Clarissa Davis, çocuk aklımla belki abartıyorum ama salonda 10 Augustus, 5 Taurasi gücündeydi. Ve tabi bazı Türk transferler. Bizim takımı dağıtarak bize üstünlük kurmuşlardı. Herşey legaldı, kurallara uygundu ama etik değildi sanki, gibi. Fenerbahçeliler kızacak belki ama tam Fenerbahçe hamlesiydi.

Galatasaray bizim için farklı anlamlar taşır çünkü. Taşırdı. Onlar Tanju'yu bizden alırken, biz 1 sene sonra 21 yaşındaki Hakan'ı çıkarırdık karşılarına. Onlar bizden daha fazla verip Baliç'i, Tuncay'ı, Stoch'u herkesi alabilirdi. Hatta transfer etme nedeni bazen sırf Galatasaray istediği içindi. Biz ise bazen transfer bile yapamazdık.

Neyse işte, geldik bu seneye. Bu senenin basketbol takımına. Küme düşen takım, erkek takımının formasını giyen takım, artık finaller oynuyor. Kazanamıyor, bir şekilde kaybediyor. Kimine göre federasyon diyet ödüyor, bana göre teknik kadronun yetersizliği ve sahadaki basit hatalar. Fakat yine de gurur duyuyoruz, çünkü diyorum ya çok kısa sürede nereden geldi bu takım biliyoruz, hatırlıyoruz.

Ve şimdi, bir sponsor destekli bu takımın cebinde basına yazana göre 1.2 milyon dolar var. Bunu hiç çekinmeden tek bir sporcu için kullanabiliyor. Nerdeyse bir futbolcu fiyatına. Futbol takımında Arda gibi uç örnekler dışında bu kadar para kazananan sporcu var mıdır? "Taurasi de Mustafa Sarp kadar kazansın amk" diyenler olacaktır. Detaylı bilmiyorum ama Tutku, Andriç, Shumpert, Ermal ne kadar kazanıyordur?

Ve Taurasi sadece iyi diye mi alındı sizce? Fenerbahçe geçmişi olmasa, Fenerbahçe taraftarının sevdiği bir isim olmasa yine peşinden gidilir miydi? Taurasi, basketbolun Messi'si diyorlar. Peki geçen sene şampiyonluğu size göre hakem hatalarıyla, hatta oyunlarıyla kaybeden bir takımın Messi'yi ihtiyiacı var mıdır? Bence fark o kadar değildi. Ve ayrıca, illa Messi mi lazımdı? Bu basketbolda bir Ronaldo, Kaka, Xavi yok muydu? Messi olmasaydı onlar olsaydı yine bize yetmez miydi?

Peki bu ödenen diyet meselesi. Geçen sene ligin kaderini bozan olayın aktörü değil miydi Taurasi. Haklı veya haksız, onun yüzünden "bu kızların şampiyonluğu çalındı" diye bağrılmadı mı? O zaman ona sarılmak niye?

Taurasi transferi de, Taurasi de içime sinmedi. Adına siteler kuran bir taraftar grubuna sırtını dönüp ezeli rakipte oynamayı kabul eden bir isme kolay kolay güvenemem. Yarın Taylor "gel Beşiktaş'a gidelim beraber oynayalım" dese, oraya da gidecek. Bazı şeyleri kanıtlaması lazım. Kanıtlar da. Zaten Taurasi önemli değil de, ne olacak bu transferle mutlu olup rakibe nispet yapma hali.

Takımı sahiplenen, Avrupa Kupası getiren Augustus'u gözden çıkarmak bu kadar kolay mıydı? Bu kadar parayı sadece ezeli rakibe nispet yapmak için harcamak? Taurasi rahat olsun, Rancik'in formasını giymeyecek.

Pazartesi, Mayıs 16

Buenos Aires'in Maçı

Benim için bu derbiyi anlamlı kılan ne tribün ne futbol kalitesi. Öncelikle şehir. Sonra da şehrin insanı için anlamıı. Boca tribünü, Buenos Aires'in bir bölümü. Şemsiyeler açılmış. Rakibe verilmek istenen mesaj ne acaba; stada (yersen) giren şemsiye açılmaz mı?

Herkesin, her tribün bir kahramana ihtyacı vardır. Boca tarihi boyunca kahraman sıkıntısı çekmeyen bir kulüp oldu. Hatta dünyanın en büyük futbol kahramanı oradan çıktı. 21.yüzyıldan arda kalan ise -şimdilik- Martin Palermo (Riquelme ile birlikte). Maçın 2.golünü atan o attı. İlk golü ise River'ın kalecisi Carrizo kendi kalesine attı. Adı Galatasaray ile anılıyor.

Boca tribünü Maraton Alt'ta, üst taraf deplasmana ayrılmış; River Plate'de. Bu kadar yakın yer alan iki ezeli rakip. Türkiye'de olsa meşale savaşları başlardı.

River'ın da kahramana ihtiyacı var. Yenilen takımlar o gün daha çok ihtiyaç duyar kahramanlara. Almeyda yaptığı atarla maçın önüne geçti. Bunu İstanbul'da yapabilecek herhangi bir futbolcu olduğunu sanmıyorum. Belki Lugano. Lugano ile Almeyda'yı aynı paragrafta kullandık; Jesus Almeyda kızmasın.

İyi Değil


Not: Bu yazıda bütünlük yoktur, anlam yoktur. Okuyucu sıkabilir, yazar zaten çoktan sıkılmıştır..

14 Mayıs. Unutulmaz gün. 5 sene öncesi tabi. 5 sene önce üniversite öğrencisi. Evde babayla geçen yıllar. Tek sayılır. Maç-okul-serserilik üçgeni. Maç Sami Yen'deydi, artık yok. Okul Beyazıt, artık önünden geçilmez, serserilik hiç yok, parola ekmek kavgası.

14 Mayıs. Bahar ilk defa geliyor bu sene İstanbul'a. İstanbul'a bu sene ilk kez gelen güzel şeyler. Ama hafta sonu kötü. Sorgulayıcı. Cumartesi sabahı baş ağrısıyla uyanma. Sabah dediğim; öğlen 3-4. Bu dünyanın en büyük özgürlüğü; istediğin saatte kalkabilme özgürlüğü. Romario bir ara blog yazıyordu, o ne oldu? Cumartesi günü yapılacak çok iş var. Yapamıyorsun. Yapamazsın. Özgür değilsin. Acı çekiyorsun. Ahmet Kaya diyor ki, acı çekmek özgürlükse... Ergenler sever, kız arkadaşlarına söyler. Artık Twitter'da, Facebook'ta yazıyorlar. Twitter dallama dolu lan. Facebook daha iyi. Çevre senin. Kartal'da, Maltepe'de iyi gider Ahmet Kaya. Moda'da Kadıköy Soundu. Moda güzel yer. Çay bahçeleri falan. Çay 1 saatte anca gelir ama olsun. Güneş güzel batıyor. Üniversitenin solcuları orada. Nasıl denk geliyorsak. Onların elinde hala bildiriler. Benim elimde hala Fanatik. Vapurlar falan. Vapura biniş. İlk arkadaşınla. O yeni mezun olacak. Yaş aynı. Ben çalışıyorum. O Taksim'e gidiyor, ben Balat'a. Aşk var mı aşk?

Balat'ta güneş batıyor. Gecesi gündüzden daha güzel. Gecesi ayrı çirkin, gündüzü ayrı çirkin. Ama gece daha az çirkin. Babama söylüyorum, işkembe diyor. İşkembe sevmem. Şair Nedim Parkı. Beşiktaş'ta değil miydi o. Sonradan Limon oldu. Herkes içici burada. 2011 yılının en sıcak günü belki de, ateş yakıyor ama her grup. Niye yakılıyor o ateşler. 80lerde ateşler yakarlarmış Galatasaray için. Fenerbahçe için de olabilir. Ateş yakılmayan şehir, sönüktür. Ateş yakan isyan edendir sanki. Huzur isyanda derlerdi eskiden. Nerede şimdi onlar? Herkes evleniyor, onlar da evlenecek herhalde.

Balat'ta Taurasi'yi konuşuyorsun. Taurasi evli değil, Taylor var. 1 sene önce kimse adını bilmezdi. 2 sene önce hiçbir kız basketbolcu bilinmezdi. Şimdi tam sayfa haber. Euro Cup Şampiyonluğu'nu hatırlayan var mı? Biletler 20 Lira, Ntv naklen. Ahmet Dedehayır? Hatırlamayın zaten onu. Kongre günü. Ünal Aysal Başkan oluyor. Bir de maç vardı di mi? Peki kim bu Ünal Aysal.

Kadıköy cumartesileri eskiden iyidi, sonra film çekildi Barlar Sokağı dolmaya başladı. Kalabalık yerleri sevmiyorum Bu hafta sonu Caddebostan Barlar Sokağı da kalabalık. İki tane bar açılınca barlar sokağı. Oysa orası İskele Sokak. İskele yapan biri var, kafamı sikiyor. 14 Mayıslar bekleyerek geçer.

5 sene önceki 14 Mayısta babam İstanbul'da, şimdi güneyde. Bizim kuşakta sıkıntı var, hayata iyi hazırlanmamış. Lisede falan ne yapmışlar bunlar. Her sorunda dağılıyorlar, ağlıyorlar veya sinirleniyorlar. Aslında sinirlenmek lazım. Allah bana bu kadar sabır vereceğine, biraz öfke verseydi. O zaman daha mutlu olabilirdim. Ama bizde zalime öfkelenecek yürek yok. Mazluma öfkelenecek kadar da aciz değiliz. O zaman iyi ki vermemiş, yoksa yine kendi kendimizi yerdik. Bizim kuşak, hoşnutsuz; çünkü ergenliği, gençliği kolay yaşamış. Artık zorlanıyor. Ama bizim liseden mezun olanlar öyle değil bak.

Bizim lise Kartal'daydı, Kartalspor da ligde kaldı. Altay düşer. İzmir takımı geyiği. İzmir güzel şehir ya ondan. Yaşamak lazım orada. Belki Buenos Aires de olabilir. Balat'ta oturup ileride nerede yaşayacağını düşünüyorsun. Kentsel Dönüşüm. Göç edenler, hareket edenler, yolculuk içinde olanlar, gezginler. Geniş yürekliler hepsi, saygı duyuyorum hepsine. Vatansız olmak ilginç bir deneyim olabilirdi.

Onlar geliyor. Laleli'ye, Beyazıt'a. 1 saat görebilmek için, gidiyorum 4 senedir gitmediğim yere. İğrenç Eminönü vapuru, iğrenç tramvay. Bebek arabasında çok güzel bir kız çocuğu ve annesi. Karşıda Galata Kulesi. Ne demeli şimdi, göğe mi dokunmalı?

5 yıldır hayatında olan birini, 8 ay aradan sonra görüyorum. Belki de hayatımda en çok sevdiğim kişi. Henüz 15 yaşında. Ben onu tanıdığımda 10 yaşında. Bana da benziyor. 8 ay aradan sonra onu görünce ve ona sarılınca unutuyorsun herşeyi. Küçüklerin büyüdüğünü kaçırabiliyorsun. O zaman çok üzülüyorsun. Kendi hayatını ıskalasan, ki ıskalıyorsun, o kadar üzülmüyorsun. Ya sevdiklerinin hayatını ıskalamak?

Balkanlar'ın mafyaları pazar günü Beyazıt'ta dinleniyor. Türkçe konuşan yok. Karpuzlar, patatesler. Sizin filmlerde izlediğiniz hayatlar, benim hayatımın tam merkezinde. Fotokopi almaya geldik, kim not verecek? Ne berbat yıllarmış. İyi ki geçmiş. Ama daha iyi geçebilirdi. Şu an güzel mi? İleride olacak mı?

Bütün maç durgun olan Shumpert'ın seken topa atlaması, sakat Ship'in top çalması. Basketbol, spor; skor falan önemli değil de, ayağa kaldıran kahramanlara ihtiyaç var bazen. Takımı değil, seni. O yüzden sporculara anlam yüklüyoruz. Başkası olsa onlara da değer veririz. Sana insanlığını hatırlatan ve kavga etmeni sağlayan insanları bulmalısın. Yaşı, milliyeti ve mesleği değişiyor sürekli.

Bisikletler. Toplu taşıma bekliyorsun. Otobüs durakları bitmemiş sigara izmaritleriyle dolu. Yollar dolu. Bu şehirde ya yürüyeceksin, ya da başka bir yöntem bulacaksın. Yürümek de güzeldir. Ayakta kalmak güzel değil ama. Peki 16 saat yol gitmek. Hem de külüstür bir minibüsle. Hem de 4 kişi yan yana, sıkışarak. 5 sene önce düşünemezdin onları. 5 sene önce 14 Mayıs'tı. Sasa İliç vardı, şimdi Luksa Andriç kovalıyorsun ufaktan. Gloria Jeans'da kahve içmek bir işe yaramaz. Sabah birası ise kafa açar.

Yaza dair plan yapalım. Yarına dair yapamıyoruz oysa. 2 saat sonrası bile şüpheli. Gece daha garanti, gece güzel, gündüzler sizin olsun geceler bizim. Havalar da ısınıyor, geceler daha güzel. Bizim ev de güzel, kuşlar ötüyor gece. Bu gece Fenerbahçeliler çıktı. Şampiyonluk yarışında olmak nasıl bir şeydi? 2 tane kız görelim dedik, 2 dakikada 2 Fener golüne denk geldik. Peki son hafta? Keçeli gol atınca çıkan yazı: İyiler Mutlaka Kazanır.

İyi değiliz.

Cumartesi, Mayıs 14

Galatasaray 94-90 Beşiktaş


Sezonun ilk maçı gibi birşey. Ve ilk maçlar her zaman önemlidir. İddiayı ortaya koymak açısından, hedefleri rakipleri göstermek açısından. 1-0 önde başladığımız seride (dünyanın en saçma uygulamalarından biri) ilk maçı kaybedersek işi zora sokuyoruz. Avantaj bir ufak hatayla dejavantaja dönüşebilirdi.

Perşembe maçı. Tribünler yine "eh işte'den hallice" kıvamında. Galatasaray taraftarı Beşiktaş maçlarının derbi olduğunu düşünmüyor. Son yıllarda özellikle basketbolda kurulan büyük üstünlük maçı "çantada keklik" gördüğünden mi, yoksa Beşiktaş'a küfür etmenin Fenerbahçe'ye küfür etmek kadar cazip olmadığından mı bilmiyorum.

Zor bir maç olacağını tahmin ediyorduk. Beşiktaş sezonun ilk yarısında daha kötü basketbol oynamasına rağmen Iverson etkisiyle daha çok konuşuluyordu. Özellikle Ergin Ataman geldikten sonra oynanan istikrarlı basketbol ise pek fazla konuşulmadı. Kadro kalitesinin üzerinde basketbol oynayan bir takım.

Buna rağmen ilk yarı Galatasaray'ın kontrolünde geçti. Beşiktaş'ın hücumlarında hatalı yürümelere fazla takılması Galatasaray'ın da işine geldi. Yine de son anlar gergindi. Oktay Mahmudi'nin sürekli hakemlerle dialog halinde olması beni rahatsız ediyor Tribünde ben bile geriliyorum. "Şimdi teknik yiyecek" korkusuyla izliyoruz maçları. Fakat çevremdeki herkes Mahmudi'nin bu tarzından memnun. Takıma sahip çıkma konusunda güvenilen biri olduğunu düşünüyorlar. Kazanan da her zaman haklıdır, daha fazlasını söylemek yersiz olur.

Hakemler ise devre arasında bu itirazlara son verdi ve eyyam kavramının tam anlamıyla iki takım coachuna teknik faul çaldılar.

İkinci yarı, özellikle de 3.periyot Kemp'in zamanıydı. 43-39 başlayan 2.devrenin hemen başında skor bulmakta çok zorlandık. Kemp'in ise her mesafeden attığı atışları giriyordu. Tehlikenin başlangıcıydı bu dakikalar. Maça Shumpert ile tutunuyorduk. Son 3 dakikaya ise 6 sayı geride girdik.

Artık korku zamanıydı. 1-1'lik skorla Akatlar'daki maça gitmek, rahatsız edici olacaktı. Fakat tribünün de devre girmesiyle fark eridi. İşi bitirme fırsatları da hep bizim elimize geçti. Johnson'un kaçan boş turnikesi ahlar vahları arttırdı. Neyse ki bir sonraki hücumda inanılmaz bir şekilde 3 sayılık atış soktu. Fakat asıl inanılmaz olan ve toplu halde bir salonun "oha" dediği an, Kemp'in 3 sayılık atışıydı. Normal süre 80-80 bitmişti.

Seyirci avantajı bizde, kadro zenginliği rakibe göre bizde ama buna rağmen faul sıkıntısı bizde. Maçın en iyileri Chatman, Kemp ve Shumpert. Shumpert faul sorunuyla başlarken diğerlerinin sıkıntısı yoktu. Öte yandan Andriç çok kötü oynarken onun yerini ikame edecek Ermal de faul sorunu yaşıyordu.

Uzatmaların açılışını Shumpert yaptı. Son sözü de o söyledi. Kötü bir sonuç çıkabilecek maçı Shumpert ile kazandık. 9 numara, zaman zaman Hakan Şükür'ü andırıyor. Kafası öne eğildi mi o gün ondan hayır gelmiyor. Ama orucunu bozduğu zaman rakibi öldüren sayılar ondan geliyor. Perşembe günü onun yanına yaklaşan bir isim olmadı. Johnson olmuyor, olduramıyor. Andriç tanınmayacak kadar kötüydü, Oktay Hoca ona gereğinden fazla tahammül etti. Erkek basketbol takımının "taraftarın sevgilisi" rolündeki Rancik hiç yoktu. Ermal yine de güçlü bir karakter oyuncusu olduğunu gösterdi, 16 sayı ile kötü gününde skora ve takıma katkı sağladı.

Kemp'in 27 sayısı müthişti, yetmedi. Galatasaray'a 80 sayı atan takımlara artık şaşırmıyoruz. 3-4 ay önceki gibi değiliz. Dışarıdan oynayabilen, iyi şutörü olan her takım sıkıntı yaratabiliyor.

Tribünlerin az ama güzel olduğu günlerden biriydi. Bir de şu götten kan alma fantazisi sona erse Beşiktaş maçları daha güzel olacak. Pota arkalarını boş bırakmak da biraz megatif etki yaratıyor sanki, özellikle rakibin serbest atışları esnasında jeopolitik öneme sahip bir yer.

Son 3 sezonda bize karşı 3 maç kazanamayan Beşiktaş'ın, üst üste 3 maç kazanmasına ihtimal vermiyorum. Seriyi Akatlar'da bitirip sert geçen Olin-Banvit serisini beklemek lazım. Oradan yıpranan bir takımın gelmesi işimize yarayacak. Ama önce pazar Akatlar.

Çarşamba, Mayıs 11

Türk Kafası


Deportivo La Coruna bayrağı. Aradan çıkan bir taraftar. Eskiden eski açıkta, daha sonra yeni açıkta bunlar olurdu. DLC'nın kendine "Türk" sıfatı takması boşuna değilmiş.

Çok Tuhaf Soruşturma


Muhteşem film Pardon'u tekrar tekrar izlemek lazım düşüncesini benimsemişken; "ulan hep filmi izliyoruz, bu işin aslı; tiyatro sahnesindeki hali nasıl?"ı merak ettik ve bu sefer oyunu izledim. Tabi ki PC üzerinden. Bu; oyun ve film arasındaki farkı görmekten öte, uzak olduğumuz tiyatro hakkındaki düşüncelerimiz için önemliydi.

Tiyatroya yabancıyım. Sahnede birşeyler eksik kalıyor. Bu izleyen için geçerli. Klasik söz öbeği " benim için tiyatro, sinemadan daha mühim" diyen oyuncuya saygım sonsuz. Ama izleyen için oyunun içine girmek, filme dahil olmaktan daha zor gibi.

Bu arada Tuncel Kurtiz'i ilk defa bu kadar kötü gördüm. Sanırım o da benim tiyatro algımdan kaynaklanıyor. Ve en önemlisi bunu PC üzerinden izlenen bir tiyatro oyunu için yazdığımı hatırlatmam gerek.

Ferhan Şensoy'un eline yüreğine kalemine sağlık. 1000 defa izlesek sıkılmayız.

Salı, Mayıs 10

Şef Carlos


"Roberto Carlos'la güzel bir anım var. Almanya'da hazırlık kampındaydık. Bir gün maç yemeğinde salata alıyordum. O da yanımdaydı ve benim salataya maç günü koymamam gereken şeyler koyduğumu gördü. Beni uyardı ve kendisi bana salata yaptı (gülüyor). Daha 16 yaşımda olduğum için, maç günü ne yememem gerektiğini çok iyi bilmiyordum. Bir de Carlos Fenerbahçe'den ayrılırken verdiği bir röportajda benim hakkımda müthiş bir açıklama yapmıştı. Ben de gazetelerden okumuş ve çok mutlu olmuştum. Fenerbahçe'de sol bek mevkiinde Andre Santos ve Vederson varken, "Genç Onur'a daha çok güveniyorum" demesi beni çok onurlandırmıştı."

Onur Karakabak Tam Saha Dergisi Nisan 2011

Başlıyoruz


Sezon başından beri, özellikle de aralık ayı içinde aldığımız gazla, bu günü bekliyorduk. Son haftalarda yaşananlar bünyede sıkıntı yaratsa da, sıfırdan başlanan bir maraton var önümüzde. Geride kalan herşey gerçekten geride kalmalı ve önümüzdeki ay -mümkünse ezeli rakibimizle- final oynamalıyız.

Son hafta oynanan olağanüstü maçı izlemedim. Olağanüstü olduğunu da forumlarda okudum. Antalya'nın her attığı girmiş, hatta şakayla karşık potaya atmadıkları bile girmiş. Uzun süre ilk 2'de götürdüğümüz ligi 3.sırada noktaladık. Bu ilk başta avantaj gibi gözükse de aslında bir sonraki tur için baş ağrısı olabilir.

Edirne Olin'e karşı 1-0 geriden başlamak yerine Beşiktaş'a karşı 1-0 önde başlamak, bu tur için önemli bir avantaj olarak gözüküyor. Fakat daha sonrasındaki olası Banvit eşleşmesinde Banvit'e saha avantajını vermek kötü oldu. Oradan Karşıyaka gelse çok eğlenceli ve çekişmeli bir seri izleriz. Hem de seride saha avantajı bizde olur.

Euroleague ön elemelerine katılacak takım nasıl belirleniyor tam bilmiyorum. Bazısı play-off sıralaması diyor, bir kısım ise lig sıralaması. Eğer baz alınan lig sıralaması ise tarihi bir fırsatı kaçırdığımızı düşünüyorum.

Keşke Antalya maçını kazansaydık ve hem insanların diline özne olmasaydık, hem de Edirne'nin karşısına çıksaydık. Edirne'nin yeni Banvit olma çalışmalarını Galatasaray üzerinden kurgulaması da şaşırtıcı olmasa da ilginç bir tesadüf. Turun diğer eşleşmelerinde bu iki takımın birbirine rakip olmasına da ilahi adalet diyebiliriz.

Beşiktaş'ın zor bir takım olduğunu biliyoruz ama hem saha avantajı hem de 1-0 bizi çok üstün kılıyor. Buradan turu vereceğimizi sanmıyorum. Hatta Akatlar'da turu bitirebiliriz. Fakat moral olarak bakarsak, rakibimiz bizden daha sorunsuz, daha kaygısız. 3 hafta içinde çok karıştık. Çok fazla branş ve şube barındırmanın sıkıntısı; kızların kaybettiği final erkek takımını da etkiledi.

Efes Pilsen - Karşıyaka eşleşmesi de çok çekişmeli olacak. Karşıyaka'nın turu geçmesi kimseyi şaşıtmaz.

Yarın play-off başlıyor, perşembe ise Galatasaray'ın maratonu. Hatanın geri dönüşü yok. İyi oynanan birkaç maç 2011'i "unutulmaz sene" olarak tarihe yazdırır.

Bizim Olmayan Maçlar


- Galatasaray maçlarını hala izliyor olmak başlı başına bir araştırma konusu.

- Takımın kötülüğü önemli değil de, ortada bizim olmayan birşeyler var. Sahiplenemiyoruz ama izliyoruz da.

- Bu berbat sezonun bitmesine 2 maç kaldı.

- Haftalar sonra handikap.

- Sabri'yi kötü orta yapınca ıslıklayan ve Servet'e bağıran aynı insan.

- Maça gitmediğim için mutlu oldum, takım değil tribün adına; iyi ki gidilmemiş.

- Çağlar'ın uzaktan golleri yalanı. Süper Lig kariyerinde sadece 2 golü olan bir adamdan bahsediyoruz.

- Lig Tv spikerleri, kendi liglerini hiç bilmiyorlar.

- Gol olan pozisyona penaltı çalmak ve bu penaltıya itiraz etmek.

- Yekta'nın dönüşü güzel, formu sevindirici.

-Stat: Arena

Hakemler: Hüseyin Sabancı, Selçuk Kaya, Adil Sinem

Galatasaray: Aykut, Sabri, Gökhan Zan, Servet, Çağlar (Dk. 46 Hakan Balta), Ayhan, Yekta (Dk. 58 Baros), Kazım(Dk. 84 Cem Sultan), Culio, Emre Çolak, Stancu

Kasımpaşa: Fırat, Özgür Öçal, Luiz Henrique, Robledo, Ergün, Halil (Dk. 77 Varela), Korhan (Dk. 73 Taner ), Sarmov (Dk. 46 Merthan), Dimitrov, Şahin, Ersen

Goller: 35'Stancu, 60'Baros, 80'Servet ,45'Dimitrov

Kırmızı Kart: Dk. 90+2 Luis Henrique

Sarı Kartlar: Sabri, Ayhan, Baros, Korhan, Ersen, Fırat

Pazartesi, Mayıs 9

Hayaletler


Kitabı okurken vuruluyorum. Kapatınca geriye birşey kalmıyor. Nedeni çok basit, oradaki dünyayı, oranın gerçekleri burada yer almıyor. Aslında var ama yok. Bu iyi mi, kötü mü bilmiyorum. Biz sadece; birinin mektup yolladığı ve o mektubu anlamayan kişileriz. Kitaptaki ve dünyadaki rol; şimdilik bu kadar. Ne takip eden, ne takip edilenim.

Çok sığ olarak; bir insanın hayatını kaygısız ve yalnız bir halde; ve sadece şehrin sokaklarında yürüyerek geçirebilme düşüncesi güzel aslında.

Şampiyon Panathinaikos


2011 Euroleague Şampiyonu belli oldu. Final öncesinde seneye şampiyonun İstanbul'da belli olacağını öğrendik, bu çok daha güzeldi. İstanbul'da Efes ve Fenerbahçe'nin (hakkını verelim Fenerbahçe 2.grup aşamasında salonu doldurdu) maçlarına bilet bulmakta zorlanmıyorduk. Şahan Gökbakar ve türevlerinin seneye bu aylarda basketbol aşkı ortaya çıkmazsa Euroleague için bilet bulmakta zorlanmayız.

Bu sezona gelelim. Bu takımı bu sene canlı izledik. Kötü Efes Pilsen'in aldığı galibiyetlerden biriydi. Hiç umut vermemişti o akşam Yoncalar. Diamantidis'i canlı izlemek için gitmiştik, canlı izledik. Kendi takımı bile Diamantidis'i izliyordu. Herşey onun üzerindeydi, onun birşey yapması bekleniyordu. O da bir yerden sonra sinirlenmiş ve kendi isteğiyle oyundan çıkmıştı. Aslında dün bile hemen hemen aynı şey vardı. Yunanlı basketbolcuların tek amacı topu Diamantidis ile buluşturmak gibiydi.

Sezon içinde Olympiakos ve Barcelona 'nın şampiyonluk şansının daha çok olduğunu düşünüyorduk. İkisi Final Four'a bile kalamadı. Panathianikos ise zoru başardı ve şampiyon oldu. Son 5 senede 3.şampiyonluk ama belki de en zoruydu.

MVP tabi ki Dimantidis. En iyi 5; Diamantidis, takım arkadaşı Batiste, bir başka Yunan Baby Shaq, Navarro ve Emeterio. Rakoçeviç sayı kralı.

Iraklis Taraftarı Sokakta


Pankartta ne yazıyor bilmiyorum....

Haber geçen haftanın. Yunanistan Futbol Federasyonu Uefa Kriterlerine uymadıkları gerekçesiyle Iraklis ve Panionios kulüplerini küme düşürme kararı aldı.

Daha sonrasında bu iki kulübe, ek bir süre verildi. Panionıos bu ek süre içinde kendi yükümlülüklerini yerine getirdi ve ligde kaldı. Yasak onlar için kalktı. Ama Selanik takımı Iraklis için aynı şeyi söyleyemeyecğiz.

Geçtiğimiz çarşamba günü; tanınan ek süre doldu ve federasyon Iraklis'in küme düştüğünü açıkladı. Bu karardan sonra Selanik sokakları Iraklis taraftarları ile doldu. 8.000 taraftar meydanda buluştu; belediye binası basıldı, polis ile çatışmalar yaşandı, arabalar ve dükkanlarda hasarlar meydana geldi. Bazı taraftarlar ise Makedonya bayrağı açarak takımlarının Makedonya Ligi'nde oynamasını istemiş. (Kaynak: Tribün Dergi)


UEFA Kriteleri ilginç bir olay. Kriterlerin Selanik'te yansıması böyle oldu. Iraklis bir Oly-PAO-Aris-AEK-PAOK değil, yani Galatasaray, Beşiktaş da değil; fakat yine de önemli bir adım. Türkiye'de herhangi bir takım için böyle bir karar alınır mı, alınırsa da sokağa dökülen olur mu?

Don Diego La Vega


- İnkar etmeye gerek yok, herkes kendi takımında Lugano gibi bir futbolcu ister.

- Fenerbahçe'nin şu maçı kazanmış olması gerçekten şaşılacak durum. Ya şans, ya sabır, ya da haftalarıdr 1-0 kazanan Trabzonspor'a "bir kere de bize olsun" diyebilme fırsatı.

- Bu sezon 8 gol atan Lugano.

- Muhammed Özdin'in de golde payı büyük. Ama golden hemen önce Alex'in şutunu da Kadıköy'deki Emre Güngör havasıyla çelen de o.

- Emenike oynasaydı Fenerbahçe'nin başı çok ağırırdı. Nijeryalı'nın sevdiği boş alanlar fazlasıyla vardı.

- Selçuk'un pozisyonu aslında uzun uzun konuşulacak bir konu. Faul olduğu gerçek. Ama o faulun hakkı da kırmızı kart değil. Faul çalınsa kırmızı çıkmalıydı. Ama aynı faul orta sahada yapılsa belki kart bile verilmez. Değişik bir durum.

- Karabükspor'da bu sezonun hayal kırıklıları Angelov ve Yasin. Emenike yokken Karabükspor yarı yarıya düşüyorsa, bunun sebebi bu isimlerin etkisizliği.

- Bence maçın yıldızı Gökhan Gönül'dü.

- Maçı Bostancı KFC'de izledik, herkese tavsiye ediyorum, maç parası falan da yok, bir orta patates al otur izle..

- Mehmet Topuz sezon başı daha bir fit görünümdeydi sanki. Şimdi biraz kilolanmış.

- Niang çok kötüydü.

- Bence Yücel İldiz iyi bir teknik direktör değil. Süper Lig'e çıkan takımı kuran Hüsnü Özkara'ydı, bu takım da iyi transferle bu hale geldi.

- Takımı çıkartan teknik direktörle devam ettiği için Hikmet Tankut'a tebrikler. Beraber çıktıkları Bucaspor aynı dakikalarda 3.teknik adamı ile geldiği yere dönüyordu.

- Başlık için, tıklayın.

Kartalspor 1-0 Giresunspor


Kartalspor'un bu sezon için iç sahada oynayacağı son maçtayız. Bu sezon iyi takip ettik bordo-beyazlıları. İçeride oynadığı 16 maçın 9 tanesinde tribündeydim. Son maçta bana eşlik edenler Uğur ve İlker oldu, güzel bir günde güzel muhabbet döndü.

Ligin ilk yarısında lise arkadaşlarımla bakındık Kartalspor'a. Onlar askere gidince, benim üzerime kaldı. Bize yakın bir yerde Bank Asya 1.Lig maçı izleme şansımız vardı, ucuza maç bileti bulabiliyorduk (son maçlarda para vermemeyi de öğrendik); futbolu sevdiğimize göre bu fırsatı değerlendirmemiz gerekiyordu, biz de değerlendirdik, fakat seneye ne olacağı belli değil.

İlk yarıda 12 puan toplayan Kartalspor, ikinci yarıda hanesine 19 puan daha ekledi ve 31 puana ulaştı ama bu hala yeterli değil. İş son maça (Boluspor deplasmanı) kaldı. İlk yarıda 2-3 puan daha fazla toplansaydı şu an çok rahat bir konumda olunurdu. Kartalspor sezonun ilk yarısında kaçırdığı 4-5 penaltıdan sadece 1 tanesini atabilse çok farklı yerde olacaktı.

Maç öncesi stadın önü çok kalabalık. Gişelerde bilet bitmiş. Önümüzden geçen ilk kişiye bilet soruyoruz, "nereden bulabiliriz" diyoruz. Adam "biraz bekleyin" diyor ve 5 dakika olmadan 3 biletle geri dönüyor. İşin garip kısmı biz orada beklerken bize sürekli bilet teklif ediliyor. Boşta bilet var alın diyorlar, biz ise bize bilet bulmaya çalışan adama güvendiğimizden o biletleri nazikçe geri çeviriyoruz.

3 kale arkası biletle kapalı tribüne giriyoruz. Bu sezon 9.Kartalspor maçı ve ilk defa bu kadar erken giriyorum. Maç öncesi ısınmaları izliyorum ilk defa. Isınmalar esnasında "iyi ki kale arkasına geçmemişiz" diyoruz. Kartalsporlu futbolcular, şut çalışmasında kaleyi tutturamıyorlar.

Kartalspor tribünü oldukça dolu. Giresunspor ise iddiasız bir takıma oranla gayet kalabalık gelmiş. Maç boyunca küfür-kavga-kıyamet de hiç olmadı.

Kartalspor maça hızlı başladı. Giresunspor'dan daha çok istediğini belli etti. Birçok pozisyona girdi ama bir kısmı beceriksizlik, bir kısmı da Giresunspor kalecisi Mehmet Ali'nin muhteşem kurtarışları nedeniyle değerlendirilemedi.

Kartalspor'un ileri uç elemanları saç-baş yolduracak futbolcu tiplerine örnek olabilir. Erhan yetenekli ama bencil, Savaş yeteneksiz, bencil ve formsuz, Önder bencil ve formsuz. Sürekli yanlış tercihler yapan 3 futbolcu. Oysa bu maç daha erken kopabilirdi.

İki hafta önce oynanan Akhisar maçı da böyleydi. İlk yarıda Kartalspor atak oynamış ama golü bulamamıştı. İkinci yarının hemen başında gelen gol bordo-beyazlıları rahatlatmıştı. Öyle bir dakikada gol olmuştu ki, biraz daha gecikse stres tavan yapacak ve tehlike başlayacaktı. Bu maçta da aynı senaryo yaşandı.

Semih Kaya'nın kendi sahasından topla çıkışını Giresunspor savunması faulle engelledi. Kaleyi cepheden gören yerden kullanılan serbest vuruşta Erhan Şentürk topu filelere yolladı. Florya imzalı bir gol izledik. Bu golü izlerken yanımızda Uğur'un olması güzel bir tesadüftü.

Çok kaliteli ve heyecan dolu bir maç yoktu sahada. Zaten şahsen ben bu kadarını dahi beklemiyordum. Beklediğimden daha iyi bir futbol oynandı, özellikle Kartalspor adına. Mehmet Ali olmasa maç çok daha erken kopabilirdi. Son yarım saat diğer maçların skorları da takip edildi. Akhisar - Adanaspor maçının berabere geçiyor oluşur bu işi yüzde 90 bitirecekti.

Maçın en iyisi için Mehmet Ali dedik. Kartalspor için ise herkes Erhan der, ama ben Selçuk'u çok beğendim. Belki de beklemediğim için bu karara vardım. Sezonun en iyi futbolunu oynadı. Erhan'ın iyi oynadığını, yeteneklerini belli ettiğini söylemeye bile gerek yok. Fakat maç içinde tercihlerini daha doğru kullanırsa daha efektif olabilir. Dün Uğur ile bunu konuşmadık ama Erhan'ın Emre Çolak'tan daha olgun ve daha faydalı olduğunu düşünüyorum.

4 hafta önce; Kartalspor'un Akhisar, Giresun ve Altay'dan 7 puan alması yeter diyordum. Bu puanları aldı ama yine de yeterli olmadı. 7 puanı Altay'dan galibiyet alarak elde etse belki daha rahat olacaktı. Fakat bu hesapları geçersiz kılan, tıpkı dün olduğu gibi, Akhisar oldu.

Akhisar'ın 28.haftada Altay'ı deplasmanda yenmesi bütün işleri terisne çevirdi. Daha da ilginci; Kartalspor Akhisar'ı yenerken aynı saatelerde Altay, (dün Süper Lig'i garantileyen) Mersin İdman Yurdu'nu mağlup ediyordu. Dün ise Kartalspor yine 3 puana ulaştı, bu sefer son dakikda gelen bir Akhisar golü hesapları alt -üst etti. Beklenmeyen skorlar, Kartalspor'un son haftalardaki bütün galibiyetlerini anlamsız kıldı ve iş son haftaya kaldı.

Son hafta neler olacağını hep birlikte göreceğiz. Burada ne yazsak, ne hesap yapsak boş. Dün belki de Kartalspor'u son defa bir Bank Asya 1.Lig maçı oynarken izledik.

Maç çıkışını Kartal Meydanı'nda bir dönercide geçirdik. İntiba adlı mekanı buradan kötülüyoruz. Bu kadar kötü bir hizmet daha önce az görmüşüzüdür. Bir döner 20 dakikada mı gelir? Yemeğimizi beklerken içeriye Oğuz Dağlaroğlu'nun girmesi de ilginçti. Oğuz, eski Kartalspor kalecisi. Bu sene başında Tavşanlı'ya transfer oldu. Bu hafta Kartal'da gördük kendisini, neden Rizespor maçı kadrosunda yoktu, bilmiyorum. Haftaya Tavşanlı'nın Akhisar ile maçı var. Bu maçta Kartalsporlu'un en çok güvendiği isim eski kalecisi Oğuz Dağlaroğlu.

Haftaya çok dramatik anlar yaşanacak. Şahsi isteğim seneye 1.Lig'de İstanbul'un 3 semt takımının da yer alması. Bir de ne kadar sempatik gelse de ezber bozması adına Altay'ın düşmesini ve Akhisar'ın kalmasını istiyorum. Bakalım.

Cuma, Mayıs 6

Canaydın Çekildi

Özellikle paragraf sonunda Turgan Ece'nin lafı önemli. Bu yanılmıyorsam 1998 yılının haberi. Süren'den sonra ve Polat'dan sonra kimin geleceği her zaman belliydi. Belki de o yıllardan...

Bire Karşı 17 Politikası


Bizim kulüp sadece Korsana Hayır diyor, geçiştiriyor. Fenerbahçe yönetimi Cumhuriyet'ten yola çıkıyor.

Ali Sami Yen'de tribünden bir adım atıp avluıya çıkınca korsan tezgah görüyorduk ama Kadıköy'de korsan ürün satan herhalde Vatana İhanet suçundan yargılanacak.

Aslında bütün olay budur. 1'e karşı 17'den, Türkiye'nin 4te 3'ü bizi sevmiyor'a, "bize kimse günahların takımı diyemez''den "Fenerbahçe düşmanları"na, Fenerbahçe'nin adı konamaz büyüklüğünden, cumhuriyet'e kadar herşey bununla ilintili.

Kapitalizm, milliyetçilikten beslenir biraz. Liderler, düşmanların varlığını, eğer düşman yoksa da düşmanların varolduğu yalanını severler. Wag the Dog güzel filmdir.

Aziz Yıldırım iyi bir liderdir. Son hafta şampiyonluk kaybeden bir başkan olsaydı kolay kolay kalamazdı Türkiye'de. 90'larda bu mümkün değildi, hele Fenerbahçe'de imkansıza yakındı. Bunu ilk yaşayan başkan, hem de 2 kere yaşayan başkan Aziz Yıldırım; ama hala görev onun. Çünkü düşmanlara karşı savaşacak liderlere ihtiyaç vardır. Halk (taraftar), liderin arkasında olduğunu tüketime dahil olarak gösterir.

Ezeli rakibimin yönetiminin yıllardır bu kadar planlı ve başarılı olmasını kıskanıyorum. Bu arada Ünal Aysal başkan seçilirse Ada'da çayların fiyatı indirme gidecekmiş(!). Muhteşem bir proje.

Braga Masalı


- 2-1 büyük bir avantaj olmasa da Benfica'nın buradan turu vereceğini tahmin etmiyordum.

- Braga'nın bu seneki bir çok Avrupa Kupası maçı böyleydi. Sevilla'yi iki maçta da yenerek (deplasmanda 4 gol atarak) elediler, Poznan karşısında ilk maçı kaybettiler, Liverpool'a 1-0 ile gittiler, Anfield'da gol yemediler, Kiev'i 2 maçta dayenemediler, hatta doğru düzgün atak bile yapamadılar ama tur atladılar.

- Film gibi maçlardı, sonuna da final yakışırdı.

- Tekrar yazmakta fayda var; Hugo Viana dışında bilindik ismi olmayan bir takımdan bahsediyoruz.

- Çocukluk kahramanı olmasa da, bir çocukluk hatırası olan Domingos Paciencia için sevindik.

- Kaya tarafındaki kale arkası çıldırdı şampiyonluk istiyor.

- Dublin gibi bir şehire Braga gibi bir takımın gitmesi de hoş.

- Seviyoruz böyle sürpriz yapan, kağıt üzerindeki zayıf takımları.

- Braga bizim sınıf takımına benziyor, okulun Porto'su ile final oynamıştık.

- Braga tribününde bu kadar güzel kız olması, Portekiz ortalamasının üzeri diye tahmin ediyorum.

- Uefa Kupası yarı finalinin ilk yarısını açık havada oynamak da herkese nasip olmaz.

- Zevkli maçtı, güzel maçtı.

- Son dakikalarda hala Braga'nın gol araması da çok ilginç. Gol yemek istemiyorsan rakibi çıkartmayacaksın, rakibi çıkartmak istemiyorsan, sen üzerine gideceksin.

- Kendi sahasında korner atamayan bir takımı da ilk defa gördük. Her unsuruyla ilginç bir takım Braga.

- Biz yıllar önce mahallede Braga ve Beşiktaş'ı aynı kefeye koyup; standart Uefa Kupası takımı derdik. Braga bu ünvanı taçlandırmaya gidiyor.

- 2000 Galatasaray ile 2011 Braga aslında iyi bir yazı konusu olabilirdi ama gerek yok.

- 11 sene önce Galatasaray'da stad, AIG, Fatih Terim, Riva konuşuluyordu, Braga geldi final oynuyor, burada gündem aynı.

- Porto-Benfica finaline hazırlamıştık kendimizi. Dün Benfica'yı gördük ki, onlar hiç hazırlanmamış.

- Hasan'ın lafı, katılmamak elde değil: Atkı takan teknik direktör candır.

Perşembe, Mayıs 5

Zaira da Gelecek mi?


Forlan Madrid Tenis Turnuvası'nı izlemek için korta gelmiş. Madrid güzel şehir, tenis turnuvaları falan ama İstanbul da güzeldir ve galiba Forlan'ın yolu da buraya düşmek üzere. Roberto Carlos ve Guti'den sonra biri daha Madrid'den İstanbul'a gelmek üzere. Forlan gelsin, izleriz. Ama insan Zaira Nara da merak ediyor. Forlan'ın eşi. O da gelir mi?


Zaira Nara, 1988 doğumlu. Bizden küçük, kardeşimiz sayılır, Arjantinli. Seksi fotoğrafları için tıklamayınız.

United Işık Saçtı


- Milan; 2005'deki Liverpool'a 2007'de cevap verdi. 2009 Barcelona'ya United 2011'de cevap verir mi?

- Wembley'de bir İngiliz takımının final oynayacak. 1968'de United finali kazanmıştı, 1978'de ise Liverpool. Barcelona da 1992'de kazanmıştı.

- Dünkü maça gelirsek, güzeldi. Amaçsız maçlar stresi azaltıyor, stressiz maçlar keyif katıyor.

- Sanal ortamın ortak kanaati; maça keyif katanlardan biri spiker Cem Yılmaz'dı.

- Keşke Raul gol atarak veda etseydi.

- İlk maçın yıldızı Neuer, bu sefer kötü maç çıkardı.

- 4-4-2 dergisindeki Nuri röportajını okurken Anderson'un 2 gol atması.

- United'ın dünkü kadrosu; gruptan çıkmayı garantiledikten sonra Türk takımlarına karşı çıktığı maçın kadrosu. Halk arasında United B diye bilinir.

- 77.dakikada şunu hatırladım; Owen United'da oynuyordu.

- Old Trafford tribünlerinin son yıllardaki en şarkılı türkülü akşamlarından biriydi herhalde.

Veteran Nuri


Cuma günleri maçtan bir gün önce gençler tecrübelilere karşı bir maç yapar. Ben tam sınırdayım. Bir kişi eksik olunca tecrübelilerin tarafına geçiyorum. Teknik direktörümüz Klopp da benimle dalga geçiyor. 22 yaşında veteranlar takımında olmak biraz komik.

Çarşamba, Mayıs 4

Ah Müjgan Ah


Filmin adı, konusu, senaryosu, herşeyi, hepsi bir yana, Sadri Alışık bir yana. Filme anlam katan o. Başrolde başka biri olsaydı acaba bu kadar etki yaratabilir miydi? Sanmıyorum. Zaten Sadri Alışık'ın böyle bir etkisi olduğunu, bunu yaratabildiğini biliyoruz, şaşırmadık.

Filmin can alıcı repliklerini sıralasak, sığmaz. Eksik kalır hatta. Sadri Alışık'ı dinle, filmi izleme yine etkiler. Öyle bir şey.

1970 yapımı bir film. O yılların filmlerini izlerken yorulurum genelde. Kısa sürelidir o filmler ama çok fazla olay olur. Sonunda da kız ve erkek buluşur, mutlu olur. Bu film de pek öyle bir şey yok. En büyük çalım, mutlu son olmaması. Çok fazla olay olmamasına rağmen, çok fazla anlam barındırması bu filmi güzel kılıyor.

Sadri Alışık hayranı günümüz komedyenleri (başta Cem Yılmaz) pek bu tarz işlere girmediler. İşin daha çok komedi tarafında kaldılar, Gora'yla Eyvah Eyvah ile idare ettiler. Ame mesela yeni kuşaktan böyle bir aşk hikayesini anlatmalarını beklerim. Tabi ki Herşey Çok Güzel Olacak ve Hokkabaz'ı yaratan Cem Yılmaz'dan daha çok beklerim. Acaba onlar nasıl bir hikaye anlatır merak ediyorum Muhakkak ellerinde Sadri Alışık gibi bir oyuncu olmayacağı için biraz sıkntı çekecekler, belki de bu sıkıntıyı daha iyi bir senaryo ile yok edecekler.

Filmde en çok sevdiğim sahne de şudur. Müjgan, evlenerek o varoş mahalleden ayrılır. Hüsnü hüzünlüdür. Hüsnü'nün acısını kendi acısı sayan mahalleli arabayı kovalar. Araba kovalayan mahallelinin samimiyeti de anca 70'lerde olurdu zaten.

Şükür Bitti


- İspanya'dan daha çok Türkiye'de tartışılan ve bu nedenle insanı futbol sevgisinden soğutan 4 maçlık Real-Barca serisi sona erdi.

- 4 maçta izlediğimiz futbol için sadece şunu diyebiliriz; dağ fare doğurdu.

- Galatasaray'ın derbilerini stresten dolayı sağlıklı izleyemiyoruz ama tarafsız gözle izlediğimiz Fenerbahçe-Beşiktaş maçları bu seneki 5 Real-Barça maçından daha güzeldi.

- Real'in yıllardır karşısında ezildiği (hatta en son 2010 sonbaharı; yanı 5-6 ay önce) Barcelona'ya bu son 1 ayda oynadığı 4 maçta sadece 1 kere yenilmesi önemli.

- Dün sayılmayan gol, ilk maçta verilen kırmızı kart kadar hassas bir karar.

- Barcelona'ya güzel futbolun temsilcisi dediler, yerde yatmalarından maç izleyemedik.

- Fantazi: Barcelona ile bizim halı saha takımı dünkü gibi bir maç yapsa, 20.dakikada bizden biri topu alır "siktirin gidin ulan, bi daha da gelmeyin" der, kendi aramızda oynarız. Ayıp.

- Mesut kardeşimiz yine "amına koyım" dedi, bizi çıldırttı.

- Ultras Sur'un bir sonraki pankartı: Günahların takımı Barcelona.

- Casillas yine dünyaları kurtardı.

- Adebayor kadar; önündeki seçeneklerden en yapmaması gerekeni yapan başka bir futbolcu yoktu.

- Kenardan oyuncularına seslenen Aitor Karanka.

- Abidal hangi ara iyileşti de, futbola döndü. Bravo.

- Maçın en iyisi bence Diarra'ydı. Tam Ercan Taner'lik maçtı. "Las"

- Frank De Beleeckere, çok enteresan kariyerli bir hakem.

Salı, Mayıs 3

Terketti

Herkes, yıkılmış Ali Sami Yen arazisi fotolarını paylaşırken, biz eskilerden bir foto koyalım. Ali Sami Yen terk etti bizi, ama terketmedi sevdası bizi. Fotoğraf, Frankfurt maçından.

Nazım Durak Aday Olsun


Adnan Polat ilk defa seçildiğinde karşısındaki rakibi Nazım Durak'tı. Estetik cerrahı olan bu şahsın ismini 2008'den önce hiç duymamıştım. Başkan adayı olduğunda bile çok bir bilgim olmadı. Zaten o sene askerde olduğum için fazla da irdelememiştim.

O seçimde Nazım Durak 230 oy aldı. Bir daha da aday olmadı. Sanırım mesleki kariyeri için başkan adayı olmuştu, biraz olsun karşılığını gördü ve çekildi köşesine. Belki bir Mete Düren olmak istedi ama olmadı.

Yılmaz Toköz'un daimi başkan adayı sıfatını devrettiği Turgay Kıran, son döneme damgasını vuran Mehmet Helvacı ve 10 sene önce kulübe üye olmuş Ünal Aysal'ın aday olduğu bir seçimde Nazım Durak da iş yapardı aslında.

Benim temennim aday olması yönündeydi. Hem belki belli olmaz, başkan seçilirdi. Şu an Galatasaray Kulübü'nün iyi bir estetik cerrahına ihtiyaç duyduğunu düşününce kötü de bir tercih olmazdı.

Pazartesi, Mayıs 2

Tesadüfler Haftası


Kasımpaşa ve Konyaspor'un küme düşeceğini herkes az çok tahmin ediyordu. Bu iki takımın aynı hafta küme düşmesi tahmin edilen bir şey değildi, ilginç bir tesadüf oldu. Asıl ilginç tesadüf ise bu iki takımın aynı maçta, birbirlerine rakip olarak düşmesiydi. Daha da önemlisi saha kenarında Yılmaz Vural'ın olmasıydı. Sezonun ilk yarısında Kasımpaşa'yı zor durumda bıraktı, ikinci yarının başında Konyaspor'u zor durumda devraldı. Belki de küme düşürdüğü takımlara bu sezon 2 takımı birden ekledi.

Bucaspor, üst üste 3.defa 3 gol attığı bir maçı kazanamadı. Büyük umutlarla gelmişti ama sadece 1 sezon kalabildi. Düşüş yakın. Çıkarken ne kadar zor çıkmışlardı oysa. Başlarında Özcan Kızıltan vardı. Genç kadro vardı. Bozdular, takımı Bülent Uygun'a verdiler. O da takımı bozdu ve kaçtı. Bucaspor düşüyor, Özcan Kızıltan ise aynı hafta Göztepe ile 1.Lig'e çıkıyor. Göztepe 7 sene sonra 1.Lig'de, Özcan Kızıltan'ın hasreti ise sadece 1 seze sürdü.

Samsunspor Süper Lig'de. Düştüklerinde yıl 2006, aylardan mayıstı. Aynı hafta yine İnönü'de Beşiktaş-Galatasaray maçı vardı. Samsunspor düşerken İnönü'deydim. Ben bir daha İnönü'ye giderken Samsunspor Süper Lig'e çıktı. Beşiktaş bizi 2-0 yendi, ilk golü 55 numaralı Aurelio attı.

Samsunspor düşerken, Malatyaspor maçı oynuyordu. Samsunspor'da Mehmet Polat kırmızı kart görmüştü, 10 kişi kalmıştı. Ardından maç kaybedildi. Samsunspor cumartesi şampiyon olurken Mehmet Polat Mersin İdman Yurdu forması ile Kartalspor karşısında mücadele ediyordu. Polat bu sefer kırmızı görmedi, hatta gol attı. Belki de o gol Samsunspor'un yanına Mersin İdman Yurdu'nu ekleyecek.

Beşiktaş 2-0 Galatasaray


Belki kendini kandırmak, belki de beklentilerin farklı olması. "Başarı için takım sevmedik" uzaktan bakan için biraz arabesk (veya inandırıcı olmayan) bir söylem gibi gelse de; takım tutmanın, taraftar olmanın temelinde kazanmaktan öte farklı şeyler yaşamanın cazipliği var, en azından öyle olmalı. Bu taraftarlık işi biraz undergound yapıda kalmalı, sadece taraftar olmak yetebilmeli; ve saha sonuçları ne olursa olsun taraftarlık aynı şekilde devam edebilmeli. Tabi bazı zamanlarda dönemsel farklılıklar olabilir. Taraftarlığın dışa vurumu şekil değiştirebilir.

Her sene şampiyonluğa oynamayı alışkanlık haline getirmiş takımın, o sene ligi berbat bir şekilde geçirmiş olabilir. Oynayacağın her maçta, rakibin favori olarak gözükebilir ve sen bunları hayatında ilk defa yaşıyor olabilirsin. Bazı şeylerden soğumuş olabilirsin. Başarı kazanmak için kısa vadede umudun kalmamış olabilir. Ama yine de "az sayıdaki Galatasaray taraftarı" olmak güzel bir duygudur. Çoğunluk'tan farklı birşeyler yapmış olmanın, bir adım fazla atmış olmanın, bir gram daha fazla emek vermiş olmanın değeri, saha sonucundan daha önemlidir.

Zevk vermeyen ve güzel oynamayan bir takımın taraftarı olarak kazanamama ihtimalinin yüksek olduğu ve herhangi bir iddianın bulunmadığı bir maça gitmek Çoğunluk için anlamsız olabilir. Hatta o maç için 60 lira vermek aptallık olarak bile adlandırılabilir. Tam bu noktada Can Kozanoğlu'dan replik çalarak ve değiştirerek; onların "aptallık" olarak nitelendirdiği hafta sonlarını biz yıllar sonra da birbirimize anlatacağız, onlar ise o gün ne yaptıklarını ömürleri boyunca hatırlamayacaklar.

Aslında gün kötü başlamıştı. Önce basketbol takımının yenilgi haberi geldi. Sonra sevdiğimiz bir diğer takım Kartalspor'a üzüldük. Dolmabahçe yollarına düştüğümüzde voleybolcu kızlarımız Fenerbahçe ile oynuyordu ki zaten set alabilme umudumuz bile yoktu. Güneşli havaya rağmen içimizi sıkan bir başlangıçtı.

Vapurla Beşiktaş'a geçtim tek başıma. Normalde o vapurun sallanması, tezahüratlardan inlemesi lazımdı ama belli ki Beşiktaşlı da isteksiz başlamıştı derbiye. Çarşı, İskele, Köyiçi, Dolmabahçe klasik bir maç günü kadardı. Ekstra bir coşku yoktu. Beşiktaş'tan alınan birayla Dolmabahçe'ye yürüdük.

Stada giriş-çıkışta hiç bir sorun olmadı. Kapılar patlar diye tahmin etmiştim ama öyle birşey olmadı. Galatasaray tribününün maç öncesinden isteği biraz atışma yapmaktı sanki. Galatasaray tarafı birşey desin, Beşiktaş cevap versin maç başlayana kadar böyle gitsin. Ama Beşiktaş tribünü maç öncesi bunlara kayıtsız kaldı. Zaten Kapalı'nın dolması saat 7'den hemen önceye tekabül ediyordu. Galatasaray tribününün yanlışlarından biri gereksiz kontralar üretmek, bunlardan biri de şu meşhur "kan almaya geldik" bestesi. Gerek yok. Karşı taraf da bunu yapıyor; yönetim-futbolcu-taraftar defalarca söylendi ama bu zihniyetin kendi tribünümde olmasını istemezdim. Hatta illa bir kontra yapılacaksa geçen seneki "kongreye gidip oyunu satarsın" belki daha iyi bile olabilir.

Maç öncesinden iki olay var akıllarda. Birincisi Beşiktaş Henbol Takımının yaptığı terbiyesizlik. O esnada normal tezahüratlardan birimizi söylerken önümüzden geçtiler. Sonra bir anda kupayla ve elleriyle-kollarıyla tribüne hareket çekmeye başladılar. Anlamsız bir hareketti. Hentbol şubesi olmayan bir kulübün taraftarıyla ne alıp veremediğin olabilir ki? Amatör sporcu kafası herhalde, kendi tribününe iyi gözükmek adına, biraz da tanınır olmak, kahraman olmak için böyle ufak düşüncelere kapılıyorlar. Ama bu sefer dozunu aşan bir hareket oldu. 2006'da Beşiktaş'ın satranç takımı kupa turu atmış; bizim tribünün önünden geçerken hafifçe kupayı kaldırmış, biz de tahrik olmadan şakayla karışık "götünüz yiyorsa briçte gelin" diye karşılık vermiştik. Sonunda iki taraf da gülerek birbirini selamlamıştı. Satranççı ile hentbolcunun farkı herhalde.

Maç öncesi yaşanan diğer olayda ise Galatasaray taraftarı tufaya düştü. Bazen fair-play yapmaya çalışmamak lazım. Aslında Beşiktaş tribününe de hak vermek lazım. Götünden kan almaya geldik dedikten sonra "Emre ölmedi kalbimizde yaşıyor" diye bağırmak biraz sinsice ama daha çok safçaydı. "Başınız sağolsun"a küfürlü bir karşılık almak beklenmiyordu ama belki de hiç gerek yoktu bu harketin altına girmeye.

Maç hakkında ne diyebiliriz? Maçı doğru düzgün izlemedik bile. Keyifsiz bir maçtı. Beklentimiz, iddiasız iki takımın, stres altında olmadan rahat ve güzel bir maç izlettireceğiydi. Yanıldık. Özellikle bizim takım değil stres altında olmadan, karşısında rakip olmadan bile güzel top oynayamaz. Devre arasında sağ bekte Aydın'ı görmek normalde sinir bozardı ama onun Serkan'ın yerine girdiğini bildiğimizden rahatlama bile duyduk. Aslında Aydın kötü bir maç çıkarmadı ama yenildiğimiz bir maç olduğu için ve geçmişte hataları çok olduğundan dolayı bunların hepsi unutulur. Maç 0-0a kilitlenseydi veya hasbelkader bir gol atsaydık belki de bloglarda "yeni sağ bek Aydın mı" temalı yazılar yazılıyor olabilirdi.

Arda kötü derbi performanslarına bir yenisini daha ekledi. Kalede Aykut'u görmek ilginçti. Aykut böyle bir misyona sahip. Taraftarın şaşıracak bir şey bulamadığı günlerde sahaya sürülüyor ve herkes şaşırıyor. Bu sene en az maç yapan kalecimiz o olabilir ama sezonun iki derbi deplasmanında da kalede o vardı.

Beşiktaş tarafında ise Simao'yu ve Quaresma'yi izlemek keyifti. Guti beklediğimiz etkiyi yaratamadı. Bobo'nun kaçırdığı goller, gelecek golün habercisiydi. 2004-2008 arasında Fenerbahçe forması giyen her futbolcu bize gol atmış, bir tek M.Aurelio atamamıştı. Başka bir forma altında olsa da , o da listeye adını yazdırdı.

Beşiktaş tribününün abartıldığı kadar iyi olmadığını her İnönü'ye gidişimden sonra söyledim. Benim kadar bile İnönü'ye ayak basmamış Beşiktaşlılar'dan her defasında tepki geliyor, fakat aynı şeyi yine söyleyeceğim. Fakat önce çuvaldızı kendimize batıralım.

Galatasaray tribünün kötü olduğunu, sorunları olduğunu söylemekten artık biz yorulduk. Bunun nedeni bloglarda yazan "arabesk tezahüratlar vs" eksenli konular değil. Daha ciddi sorunlar var, ve daha can acıtıcı olan inanılmaz bir potansiyel olmasına rağmen tribünün gerekeni yapamıyor oluşu.

Şu an iyi bir Galatasaray tribünü ile baş edecek herhangi bir tribün olduğunu sanmıyorum. Ama iyi bir Galatasaray tribünü için baya çalışmak lazım. Bütün maçı Beşiktaş bestesi üzerinden tezahüratlarla ve üst üste girilen üçlülerle geçirmek hem o potansiyele hem de ortaya çıkmış ama söylenmeyen onlarca besteye haksızlık oluyor. Bir tribünün ne kadar iyi olduğunu deplasman tribününden anlamak mümkün. Daha doğrusu onunla değerlendirmek gerekir. Haliyle, 80'den sonra tribünü bırakmak ve 1600 kişiyken bile bu kadar organize olamamak tribünün negatif puanları olarak durmalı köşede.

Beşiktaş tribününe gelirsek; bu maçta kötü tribün yapma hakları yoktu. Hava güzel, takım iddiasız yani stres yok, maç vasat, ve en önemlisi derbi. Buna rağmen gol olana kadar bağırmadılar. Golden sonra yapılan tribünü değerlendirme dışına almak lazım çünkü onu skor avantajı sağlayan her tribün yapar. Hatta o konuda bile yetersiz kaldılar demek lazım. Biz, maç bittikten sonra tribün tabiriyle bizle taşak geçmek için stadda kalırlar diye tahmin ettik. 3 dakika sonra stadyum bomboştu. Seyircilerinin çabuk boşaltmasıyla meşhur Fenerbahçe Stadı bile normal maçlarda bu kadar hızlı çıplak kalmıyordu.

Yazıyı uzattık. Maç bittikten 45 dakika sonra çıktığımız deplasmanların artmasını dileyelim önce. Sonra bir de artık maç kazanalım. Bilet fiyatları ucuzlasın, maçın ortasında deniz ve balık kokan İnönü Stadı yıkılmasın, maçlar güneşli havalarda gündüz oynansın, sizler deplase olmayın bizler için bilet bulmak kolay olsun.. Sık sık farklı stadlara gidebilelim. Seneye şampiyon olamasak bile yarışın içinde olalım, yenilgileri doğal karşılamayalım, yenildikten sonra üzülebilelim. Beşiktaş-Kadıköy vapurlarına Allah zeval vermesin, derbilerde bir kale arkası rakibe ayrılabilsin (en ütopik olanı da bu),