Amaçsız maçlardan biri olarak gözüküyordu. Doğruya doğru gitmek akıl karı değildi. Gereksizdi. Ama zaten taraftarlık, takım sevmek akıl karı bir durum değil. Salondaki taraftar sayısı beklediğim kadardı. Daha fazlasını beklemek, hele Kazlıçeşme'ye pazar günü 10.000 kişi topladıktan sonra; soğuk bir günde 4-5 bin kişiyi beklemek hayalcilik olurdu. Zaten internette gördüğümüz fotoğraflardan anlıyoruz ki, tribünün yükünü çekenlerin büyük kısmı Braga'da...
Maç başlar başlamaz "Maç hakkında ne yazacağım" diye düşünmeye başladım. Hani bloga her maçı yazıyoruz ya; tamam güzel de bazen yazacak bir şey olmuyor, vazife halini alıyor. E formalite maçı oynuyorsun, farklı kazanıyorsun, salona gelen eş-dost da pek yok, hakikaten ne yazabilirsin ki.
Öyle olmuyor işte. Bazı maçlar böyledir. Hiç bir beklentin olmaz, gitmek için gidersin ama beklediğinden daha çok güzel zaman geçirirsin. Bu maç öyleydi. Takım zaten çok iyiydi. Her ne kadar yenilen 82 sayı sıkıntılı gözükse de bunun rehavetten kaynaklandığını söyleyip es geçmek mümkün olabilir.
Ersin Dağlı dışında herkes sayı attı. Can Korkmaz bile. Ndong hangi ara en skorer oldu çözemedim. Cenk Akyol'u seviyorum. . Herhalde klasik haline gelen; başarısız olana, vasat olana duyduğum yakınlıktan dolayı. Dün 13 sayı attı, 3'te 3 üç sayılık. İlk çıktığı zamanlara (2006 falan) geri dönüyor sanki. Gerçi savunmadaki hali bizi şaşırtsa da Ataman'ı hala tatmin etmiyor. En çok ikaz ettiği oyunculardan biri. Engin de Cenk'in dış atışlarına 4'te 3 ile katkıda bulundu.
Böyle bir maçta sevinecek bir şey bulmak zor olur. Neye sevineceksin? Zayıf rakibi baştan sona üstün götürdüğün bir maç sonunda yeniyorsun. Lakoviç'in iki üçlüğü de tribünü coşturdu. Jaka, Galatasaray'ın en sevilen sporcusu değil belki, belki çok büyük saygı da görmüyor ama herkesin başarılı olmasını istediği biri olarak gözüküyor. Sanki, ilk fırsatta takımdan ayrılacak oyuncu değil de, sakatlığı nedeniyle 2 sene aradan sonra sahalara dönen eski takım kaptanı...
Maçın sonuna doğru eski Sami Yen günlerinden. Değişik tezahüratlar. 2-3 maçtır basketbol maçlarında siktiğimin kupası söyleniyor ki, bunu duyunca bir tezahürattan daha öte; barışma mesajı gibi hissediyor insan. Biz de ota boka anlam yüklüyoruz ya, yanılıyoruz belki. Ama yalan yok hoşumuza gidiyor.
Maç sonuna doğru eski Sami Yen günlerinden. Ota boka anlam yüklüyoruz ya. Buna da yükledik. Sami Yen yıllarını hatırlayan bilir, Geretsli sezon olması lazım, her galibiyetten sonra, maçın 80-90 dakikaları arası, sanki maçın öncesinde yapılan yumruk şov muhabbeti gibi her oyuncunun adı bağrılırdı ve onlar selam vermeden de durulmazdı. Laubaliliğe bak, maç oynanıyor, sen topçudan maçı bırakıp selam vermesini istiyorsun. Gerçi futbolda bu mümkün de bu sefer kendimizi aştık. Bunu basketbolda denemek zor iş. Zaten önce koçun adı bağrıldı. Koç alkışladı ama "şimdi değil" tarzı bir hareketle ekleme yaptı. Fakat tribün bütün benchi sıradan geçirdi. Ondan sonra da sahadakilere. Komik iş. Hem nostaljik hem makara. Zaten böyle bir şey yapılacaksa anca bu maçta yapılırdı. Bir daha zor gelir böyle maç.
Maç sonunda Ender'in kaçırdığı serbest atış o an dikkatimi çekmedi ama şöyle de bir şey varmış. İlginç.
Maç sonunda Ergin hocam, "ben olsam ben de 2 gün sonra bu soğukta maça gelmezdim" tarzı bir şey demiş. Bu da benim dün yazdığım yazıya parallelikte. Herkes bir adım atmalı. Koç şu an daha çok doğru adım atan tarafta. Taraftar da kısa bir süreliğine soğuk ve yoğun fikstürden şikayet edebilir. Ama sezonun ikinci yarısının bahanesi yok. Eğer basketbol konuşup, haziran-temmuz ayında şube üzerinde yorum yapmak niyetiniz varsa yavaş yavaş salonun yolunu öğrenmeniz lazım. Gerçi her zaman dediğim gibi, boş salon-zayıf rakiple maçlar daha güzel ama olsun. Kupalar lazım.
Basketi takip eden FUTBOL seyircisi , hiç samimi gelmiyor...Stadyumda yapamadıkları apaçilikeri , ego tatminleri...SALONLARDAN DEFOLUN!!!
YanıtlaSil