Teknik olanakların en iyisiyle büyüyen bizim kuşak, bu filmi izlerken sıkılabilir. Üstelik bir de Şerif Gören'in durağan tarzı, onlar için filmin notunu düşürebilir. O yüzden soranlara "kötü film" diyorum. Sorumluluk almıyorum. Ama ortada dikkat çeken bir hikaye var. Filmin derdini anlıyorum ve bu yüzden de insanlara kötü dediğim bu filmi seviyorum.
12 Eylül sonrası, hatta öncesi filmlerin ortak bir noktası var. Otoriteye karşı bir duruş sergiliyorlar ve kahraman çıkarıyorlar. Bizim taraf ve karşı taraf algısı... İyiler ve kötüler, mazlumlar ve zalimler. Kolay fark edilen bu gruplar sayesinde izleyici hemen tarafını seçer. Filmi izlemek daha kolay hale gelir. Sen Türkülerini Söyle filminde ise durum biraz daha karışık. Bu sefer bir taraf sadece kendi içine bakıyor. Gerçek bir 12 Eylül mağdurunun, seneler sonra dönüşünde kendi çevresi tarafından nasıl dışlandığını, onlar arasında nasıl farklı kaldığını anlatıyor. Aslında bugün övgülerle hatırlanan 90'lı yıllara geçilşin nasıl olduğunu, ne değişimler yaşandığını görebilmek mümkün.
Kadir İnanır'ın canlandırdığı Hayri karakterinin arkadaşlarından öte ailesiyle kurduğu, daha doğrusu kuramadığı ilişki beni daha çok cezbetti, hatta yaraladı. Filme tutunmamı sağlayan da bu oldu. Salonda uyuyan, sabaha karşı işe gitmek için uyanan kızkardeşini görmenin ezikliğini yaşayan, sürekli laf sokan babasının annesi vasıtasıyla ona para vermesinin utancını hisseden, annesinin yaptığı yaprak sarmayı özleyen Hayri'nin durumu oldukça gerçek ve acıydı. Zaten bu tarz sahnelerden sonra filmin sonundaki replik de neredeyse ağlatacaktı:
Sürgüne giden ve bunu ailesine "iş buldum" diyerek söyleyen Hayri, çantasını alıp evden çıkarken şöyle diyordu:
"Allahaısmarladık.Her zaman başınız dik alnınız açık olsun. Oğlunuz utanılacak hiçbir şey yapmadı."
Belki de o dönemi ve ve hatta daha sonrasında siyasi mücadeleye girdiği için sosyal hayatın her kademesinden dışlanan gençlerin hayatını özetleyen cümle bu olabilir.
Filmi ilgi çekici kılan, gözleri yaşartan bir iki unsur daha var. Hayri'nin sokakta gördüğü hapis arkadaşı, kısa sahnesine rağmen çok önemliydi. Dava arkadaşlarını değişmiş bulan ve o içerideyken hali vakti yerine gelmiş olan arkadaşlarının 3-5 lakırdı dışında ona yardım etmemesini gören Hayri, yolda hapisten bir arkadaşına (araba tamircisi) rastlar. İki dakikadan kısa süren sahnede, benzer sıkıntıları yaşayan ve sürgünden yeni dönen arkadaş, ona yardımcı olabilecek kapılar açmayı sağlıyor. Filmin en düzgün ve izlerken "helal sana be" dedirten karakteri.
Filmde sık sık çalan Bekle Beni de filme tam oturan bir şarkı. Çok iyi bir seçim. Belki de film için yapılmış bile olabilir emin değilim.
Sibel Turnagöl, oyuncu olarak Şerif Gönen, hikayenin içinde geçen ufak aşklar, muhbir (Kutay Köktrük) ile hesaplaşmalar benim için ikinci planda kaldı. Gerçi hepsi önemli, asıl hikaye için büyük önemleri var ama işte bahsedilen duygusallık hep o aileden geliyor.
Bazen, keşke Kadir İnanır bu tarz filmlerde kalsaydı diyorum. 77-87 arasını böyle filmlerde rol alarak geçiriyor ama daha sonra o da tarzını değiştiriyor. Aslında filmde anlatılan konuya çok uygun bir karakter. 90'larda "Kadir Abi" olması onun tercihiydi, ülkede esen rüzgara göre yön aldı. Daha sonra akil adam oldu, yine esen rüzgardan beslendi. Eğer Türkiye'deki sol hareket çok daha güçlenebilseydi, birçok sanatçı bugün kendini solcu olarak adlandıracaktı ve orada saf tutacaktı. O nedenler duruşunu ve kimliğini bozmayanları görebildiğimiz için de şanslı sayılabiliriz.
Bugün Akp'nin kalesi konumunda olan Ordu'nun yaramaz çocuğu Fatsa'sındandır İnanır. Aslında Umudumuz Ecevit zamanları...
YanıtlaSil"Evlidir ne yapsa yeridir" izlemen lazım..o da iyi :)Tam siyasi
Bugün Akp'nin kalesi konumunda olan Ordu'nun yaramaz çocuğu Fatsa'sındandır İnanır. Aslında Umudumuz Ecevit zamanları...
YanıtlaSil"Evlidir ne yapsa yeridir" izlemen lazım..o da iyi :)Tam siyasi
ordu, dsp değil mi ya, sosyal demokrat şehir??
YanıtlaSil