Salı, Nisan 15

The Wolf of Wall Street


Bizim için efsane olan Martin Scorsese'nin ve hatta son 10 yılda en üst seviyeye yükselen Leonardo Di Caprio'nun adı geçince filme kayıtsız kalmadım. Oscar ile anılması da ilgimi kabarttı. Gerçi fragmandan yola çıkarak başıma gelecekleri az çok tahmin edebiliridim ama isimlere kandım. Bir arkadaşım "Gel gidelim" dedi, ben de "Sinema bilerine 20 lira vermem" dedim. O "Gel ısmarlarım" diye ısrar edince, gittik. Sinema biletine 20 lira vermekte zorlanan bir adamın, zenginliğin anlatıldığı (ve belki de övüldüğü) bir filme bakışını okuyacaksınız.

Scorsese'den psikopat takşi şoförünü, büyük şehirin diplerinden gelen karizmatik abileri, vahşi ve kuralsız New York'ta yaşamaya çalışan genci, hayatla sorunu olan boksörü ve bunun gibilerini izledik. Milleti dolandırıp orospularla alem yapan birinin hikayesi hiç sarmadı haliyle. Film güzel ve eğlenceli olabilir.  Olabilir değil öyle zaten. Dumanlı kafayla yapılan muhabbetleri veya güzel hatunların kalçalarını görmek herkesin hoşuna gider. Ama sonuç? Yok.

Adam daha önce Casino'yu çekmiş. bunun ondan ne farkı var? Daha çnce izlediğimiz bir sürü filmden hiçbir farkı yok. Casino her şeye rağmen daha iyi . Üstelik son teknoloji, muhteşem görsellik ve iyi seçilmiş şarkılar var 2014 modelde. Ama Casino'da en azından haşmet ve görkem ikinci planda. İnsan ilişkilier ve zaafları ön planda. Bu da çekiyor. Yoksa sinemada zenginliğe, hatta kanunsuz elde edilen zenginliğe karşı bir düşmanlığım yok. Ama beni yakalamakta eksik kalıyor.

Bizim filmimiz değil. Adam da artık yaşlandı tabi. Çekeceğini çekmiş, keyfine bakıyor. Eğleneceği filmler yapmak istiyor, o sırada da Di Caprio'yu geliştirirse yeterli onun için. Ama bu filme Oscar vermek gerçekten ayıp olurdu. Neye dayanılarak beklentiye girilirdi bilmiyorum. Di Caprio'nun da daha iyi filmleri vardı, Scorsese'nin de... Matthew'in Leo'nun nasıl önüne geçtiğini bile Dallas Buyers Club'ı izlemeden anlıyoruz.

Bu filmi de beğenen olacak tabi. Adam bir kültüre yapmış filmi. Sadece Türkiye'de yok, ABD belki de bu işin atası. Kısa yoldan köşeyi dönmenin yolları herkesi etkiler. Bir çok genç, "Ya abi mükemmel zeka, işte hayat bu" diyecek. Şimdiden bir kısmını uyaralım;

Kardeşim sen büyük ihtimal filmde takım elbise giyip kölelik yapan olacaksın, veya küçük bir şehirde oturup yatırımını ilk gelen telefona veren mal olacaksın. Hangisi daha iyi bilmiyorum.

Mesela benim adamım, FBI memuru Patrick Denham (Kyle Chandler) oldu. Özellikle sonlardaki metro sahnesi filmin en etkileyici anlarıydı benim için. Film hakkında bazı yorum yapan arkadaşlar, anlamamış orayı. "Adamın isteği onu içeri sokmaktı, neden o kadar üzgündü" diyenler oldu. Aslında bu tepkiyi verenleri de anlıyorum, Scorsese eskiden böyle duyguların üzerinde daha çok yoğunlaşırdı. Gerçi kurallara uyan temiz adamlara övgüye de çok rastlanmazdı ama kadın memesi yerine o çelişkiyi daha net görürdük. 




Bu film bizim filmimiz değil. 3 saat boyunca bu hayatı, bu hayat tarzını, bu kültürü, bu sistemi izlemek  benim için çok büyük kayıp, 20  lira ödemek ise üzüntü verici...  Belki evde yata yata izlesem daha çok keyif alırdım. Kıskançlık da değil yanlış olmasın, çünkü olur da bir gün biz de zengin olursak nasıl yaşayacağımızı az çok tahmin ediyoruz. Böyle değil.

Fight Club'ı beğenen, replik replik ezberleyen, başucu kitabı yaptığını söyleyen adamlar bu filme övgü düzüyor. Bir çizgi olması lazım, böyle olunca çok karışıyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder