Daha önce izlemediğime hayıflanıyorum. Son bir senede oldukça fazla film izledim. En son üniversiteye gittiğim dönemde bu kadar yoğun bir şekilde film izliyordum. İki dönem arası pek yoğun değildi. Zaten bloga da yansımıştır. Haliyle; seyrek geçen dönemde kaçırdığımız çok film olmuş.
Jesse James de bunlardan biriymiş. İşin kötü tarafı, çevremizde sinemayla yatıp kalktığını iddia eden onca kişiden biri bile bahsetmedi. En sonunda yine Zafer'den gelen tavsiyeyle izleyebildik.
Baya iyi... Söyleyecek başka şey yok. Kitaptan sinemaya geçmiş. Filmi izledikten sonra bir kitap daha çıkar. Altmetinleri, felsefesi inanılmaz...
Üstelik öyle bir zamanda izledim ki... Halı sahada maç yapmışım, gece yarısı olmuş, duş alıp iyice mayışmışım... 160 dakikalık süreyi görünce "Herhalde filmi bitiremeden sızarım" dedim. Hangi ara bittiğini çözemedim. Kısa bile geldi. Daha izliyorduk yani, niye bitti ki?
İnternette hakkında yapılan yorumlara bakıyorum da, çoğunluk sıkılmış, yarıda bırakmış vs... Hadi konu sarmadı diyelim. Film de yavaş ilerliyor. Brad Pitt ve Casey Affleck'in oyunculukları, görüntüler, müzikler de mi çekmedi? Müzikler Nick Cave bu arada. IMDB puanı 7.6'da kalmış. Zaten o siteyi ciddiye almıyorum da ayıp yani.
Brad Pitt zaten sevdiğim bir adam, müthiş oyunculuğuna cümle eklemeye gerek bile görmüyorum. Ama Casey Affleck'in onu gölgede bırakmasına üzüldüm. Adam bilek hakkıyla en iyi yardımcı oyuncu oscar'ı almış. Gerçi bu filmde kim yardımcı oyuncu kim başrol tam emin değilim.
Son dönemde 3 tane western izledim. 3.10 to Yuma, Nick Cave'den The Proposition, bir de bu... Üçü de birbirinden iyiydi. Son 20 senede değişen Western algısı çok hoşuma gidiyor. Artık atlardan atlayan, düelloya giren abiler yok. Artık olay bu ağır abilerin iç dünyalarında yaşadıkları hezeyanlarıyla ilgili. İyi bir ekiple çok iyi iş çıkarmak mümkün oluyor. Gerçi bilmiyorum bu filmlere western demek de doğru olmayabilir. Sadece Vahşi Batı'da geçmesi sınıfını belirlemek için yeterli olmayabilir.
Hayatımın filmlerinden biri olan Rumble Fish ile de ufak bir parallelik kurabildim. Jesse James, Robert Ford'a "Tam olarak ayırt edemedim, bana mı benzemek istiyorsun, yoksa ben mi olmak istiyorsun?" dediğinde birkaç kıvılcım çaktı. Çeteciliğe özenen Robert Ford (Rusty James) ve tüm gücü ve karizmasına rağmen çelişkiler adamı olan Jesse James (Motorcycle Boy)... İki filmin değil ama karakterlerin de sonları benzeşiyor biraz sanki...
İki karakterin de temsil ettiği değerler olduğuna inanıyorum. Ne kadar doğru düşünüyorum bilmiyorum ama o açıdan umut verici film. Jesse James; katil ve soyguncu da olsa zamanın Robin Hood'larından. Fakat Amerika'da kapitalizm doğuyor. Yeni kurallar, yeni adalet anlayışı, yeni sistemler geliyor. Paranın anlamı daha farklı yere oturuyor. Jesse James gibi karizmatik ve tutkulu kahramanların zamanı kayboluyor. Tam bu esnada korkak, sünepe,zayıf, Robert Ford; Jesse James'i arkadan vurarak öldürüyor. Artık yeni sistemin Robert Ford'un dönemi başlayacak.
Filmde başlamıyor. O nedenle umut veriyor. Robert Ford halk tarafından dışlanıyor. Jesse James bir kahraman olarak ölüyor. Adı yaşıyor. Robert Ford ise toplumdan dışlanıyor. Belki bu sembol ve metaforlarla bakınca, halkın gönlünde kalanın daha başka olduğunu düşünebiliriz. Ya da sadece boş bir umut kırıntısı.
Bu son iki paragraf ayrı konu.. Filmden kitap çıkar dedik zaten. İkinci kere "Baya iyi film" diyerek bitiriyorum.
Ufuk Bayraktar'ın Dağ filmini izledin mi? İzlemediysen izlemeni, izlediysen yorumunu istirham ediyorum.
YanıtlaSilsurada yazmıstım, begendiğim bir film değil açıkçası http://targetstriker.blogspot.com.tr/2014/01/dag.html
YanıtlaSil