Pazar, Nisan 19
10
Sahip olduklarınla mutlu ol
Sabır ve kararlılıkla her şeyi başarabilirsin
Asla özgürlüğünü kaybetme
Kim olduğunu unutma
Sadece bakarak çok şey öğrenebilirsin
Gitmelerine izin verirsen kaybedersin
Geldiğin yeri unutma
Gerçekleştiremeyeceğin rüyalara inanma
Kötülük eden kötü bulur
Yorgunluk mu? Yorulduysan uyu
Perşembe, Nisan 16
Rashomon
Oscar'ın en adil branşı sanırım "Yabancı film" kategorisi... Kazanana ödül niye gitti diyemiyorsunuz. Muhakkak tartışma oluyor ama sonunda kazanan hak etmiş oluyor. 1952'de Rashomon kazanıyor. Japon sineması savaş sonrası inanılmaz işler yapıyor. Kurosawa katkısı inkar edilemez. Diğer Japon yönetmenler devamını getiriyor.
İlginç olan Seven Samurai'ın kazanamadığı Oscar'ı, Rashomon kazanıyor. Rashomon da gayet iyi bir film ama Seven Samurai'nin epik anlatımı ve heyecan dozu onu baya öne taşıyor. ABD, samurayları seviyor, hatta daha sonra Vahşi Batı'sına uyarlıyor ama herhalde 3 saatlik film olması ödülü kazanmasını engelliyor (Rashomon 90 dakika).
Ben önce samuray ağabeyleri izledim. Kurosawa ile tanışmam bu şekilde oldu. Rashomon'u daha sonra izledim. Haliyle gölgede kaldı. Acaba yönetmenleri de, kronolojik olarak mı takip etmek lazım. Sanırım Rashomon'u daha önce izlemiş olsaydım daha çok severdim.
Yine de klas film... Şu ayrıntı güzel; hem bu filmi hem de genel olarak sinemayı neden sevdiğimizi çok net gösteriyor, Kurosawa anlatıyor:
Komyoci tapınağının ormanlarındaki çekimlerimizi bitirdikten sonra teşekkür etmek üzere keşişin yanına gittim. Bana ölüm sessizliğiyle baktıktan sonra tok sesiyle konuşmaya başladı:
"Dürüst konuşmak gerekirse tapınağın ağaçlarını kendi malınız gibi kesmeye başladığınızda önceleri çok kızmıştık. Fakat canla başla, fedakarca çalışmanızla kalbimizi kazandınız. Seyirciye bir şey göstermek... Bütün çabalarınız bu yöndeydi, bu uğurda kendinizi unuttunuz. çalışmalarınızı seyredene dek bir film çekmenin bu denli güç olduğunu bilmiyordum. Bu beni çok etkiledi."
Keşiş konuşmasını bitirdikten sonra önüme bir yelpaze koydu. üzerinde çektiğimiz filmin anısına üç işaretli bir Çin deyişi yazılmıştı: Tüm insanlığa hizmet.
Çarşamba, Nisan 15
Salı, Nisan 14
Gerisi Yalanmış
O güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler...
Ama geri gelecekler demişti zamanında birileri... Şimdi durup geçmişe bakınca aslında, biliyorum ki ve büyük bir hüsranla algılıyorum ki hiç geri gelmeyecekler, aslında hiç olmamışlar, yokmuşlar. İnandığımız, kendi yüreğimizin berraklığında, kendi yansımamızmış, gerisi de yalanmış...
Pazartesi, Nisan 13
Büyük Mehmet
Küçük yaşlardan beri Galatasaray ile iç içe büyüdüm. Devamlı bana Galatasaray'ı anlatan, Galatasaray'ı izlettiren insanlar vardı çevremde. O dönemde Metin Oktay'ı, Turgay Şeren'i, en az Hakan Şükür, Okan Buruk kadar biliyordum. Yaş büyüdükçe bu misyonu kendime yükledim. Galatasaray tarihini öğrenmeye hevesliydim. 14 sene şampiyon olunamayan dönemden Ateş Güneş olayına kadar... Galatasaray'ı öğreniyordum, eski futbolcuları okuyordum vs... Zaten bunları hemen hemen her taraftar yapmıştır...
Sonra ergenlik geldi. Artık sokaktaydım. Yaşı kemale ermiş Galatasaraylılar ile hem sokakta hem tribünde karşı karşıya geliyorduk. Onlar sever böyle şeyleri, genç birini görsünler hemen anlatmaya başlarlar. En güzel dönemler onlarınkidir, en iyi anılar onlardadır. Ama muhabbetleri de güzeldir. İlginçtir; kimle konuşsak aynı isimden bahsediyor. "Büyük Mehmet ne topçuydu be kardeşim", "Şimdikler Mehmet'in tırnağı olamaz"...
Yahu tamam, her dönemin büyük topçuları vardır da bu adam madem bu kadar iyi biz niye bilmiyoruz. E peki nerede bu adam? Bu sorunun cevabı daha acıklı: "Son senesinde Fenerbahçe'ye transfer oldu, futbolu orada bıraktı".
Haydaaaa.. Ulan biz izlemediğimiz Tanju'dan nefret ediyoruz, Fatih Akyel'i sokakta görsek boyumuza posumuza bakmadan hesap soracağız, bu adamlar gelmiş Fenerbahçe'ye giden topçuyu övüyorlar. Hem zaten bu adam o kadar iyiyse, neden teknik direktör falan olmadı. En kötü yorumculuk yapardı, ismini bilirdik. Benim o dönemden bildiğim tek Mehmet, Çilli Mehmet, o da literatürde "Küçük Mehmet" olarak geçiyor. Hatta "küçük" olduğunu da bilmiyorduk, meğer o küçükmüş, bir de onun büyüğü varmış.
Neyse, zaman içinde Mehmet Oğuz bir efsaneye dönüştü. Bilinmeyen kahramanlar. Kaybolan yıldızlar. İnternette bulamıyorsun. Adını çok duyduğun bir şeyi internette bulamıyorsan, o bir anda mit haline geliyor. Mesela eski tribüncüler öyledir. Bu Galatasaray sözlük falan çıkmadan önce, kimse kimin ne olduğunu bilemezdi. Sadece kulaktan kulağa yayılan şehir efsaneleri vardı. Mehmet Oğuz da böyle bir adamdı.
Bir arkadaşın babası, "Orta kese kese 'Ayı Gökmen'i topçu yaptı" demiştı. Bazıları için Mehmet Oğuz, Messi'den Ronaldo'dan öte... Topçuluğu, Fenerbahçe'ye gitmesi hepsi bir yana; bu kadar üstün bir oyuncunun zaman içinde bilinmezliğe karışması... Esrarengiz bir karakter... Rivayetler çıkmıştı, kimseye röportaj vermiyormuş, kimseyle konuşmuyormuş. Kadırga'da gece gündüz aynı meyhanede takılıyormuş deniyordu.
En sonunda biri gitti, konuştu. Arkadaşımız İlhan Özgen, uğraştı didindi, adamı buldu, izin aldı ve kayıt düğmesine bastı. Adam 30 sene sonra ilk kez konuştu. Belki ileride daha detaylı konuşur. Hala daha gizli saklı şeyler var, hala söylenmeyenler var. Fakat bir kuşağı tatmin edeceği de gerçek.
TIKS
Cumartesi, Nisan 11
Hayal - İnşa
Arkadaki yazı fotoğraf karesine tam oturmasa da biraz oturmuş; siz hayal edin biz inşa edelim....
Aslında Bucaspor'a daha çok oturuyor. Küme düşebilirler bu sene.. Seyit Mehmet Özkan Altınordu'da, Salih Uçan Roma'da, Bülent Uygun Katar'da...
Cuma, Nisan 10
Mahçubiyetin Galibiyeti
Yasin Öztekin nasıl oldu da bir anda Galatasaray'ın parçalarından biri oldu. Bundan 3-4 ay önce aklınıza bile gelmezdi. En azından benim gelmezdi. Mesela, takımın teknik direktörü, 2-0'dan 2-2'ye dönen maçta Yasin'i oyundan aldığı için eleştirilecek... Veya gerçekleşemeyen bir senaryo olsa da, Kadıköy'de tarihe geçecek bir golün kahramanı olabilirdi. Şaka gibi... Lig devam ederken bunlara ilave "an"lar eklememiz mümkün olabilir. Futbol sezonları böyle figürleri sever. Figüran olarak başlayıp başrole göz kırpan figürler. Mesela 2002'deki Ayhan Akman, 2006'daki Hasan Kabze, 2008'deki Emre Güngör, 2012'deki Engin Baytar.... Bazıları o sezonların gücünü arkasına alarak kalıcı oldu, bazıları ise saman alevi deyimine örnek.... Sözün aslı, bu sezon ilginç bir şekilde Yasin Öztekin izliyoruz.
Aslında ilginç de değil.. Gençlerbirliği'ndeki sezonunu hatırlayınca, bulunduğu noktaya bu sene içinde gelmesi bile ayıp! Onun ayıbı... Beklentiler(im) daha yüksekti. Sakaryaspor'daki Tuncay Şanlı ve Antalyaspor'daki Burak Yılmaz'dan sonra en çok heyecanlandıran oyuncuydu. Üstelik onlardan farkı vardı; Süper Lig'deydi. Fakat Trabzonspor transferi ile düşüşü başladı. Nedenini tam olarak anlamak mümkün değil ama bir şımarıklık da yok değildi. Belki karakterinde ve sosyal hayatında olmayan bir şımarıklık, sahada kendini gösteriyordu. Topla oynama tarzı bile değişmişti. İsteksizdi. Eli belindeydi. Trabzon'da çok kalması mümkün değildi. Kayseri Erciyesspor ile aklımıza gelen en net görüntü, sezonun ilk yarısında Fenerbahçe maçının son dakikasında maçı bitirmek varken Egemen ile Bruno Alves'in arasına girmesiydi. Pozisyonun devamında gol geldi. Yasin Öztekin, müthiş yetenekli, kıvrak, ince, spektaküler, seri bir hücum elemanı... Ama bulunduğu takıma yarardan çok zarar veriyordu.
Galatasaray'a geldiğinde heyecanlanmadım. Belki, gözden uzak anlarda tribünlere "vayyy" çektirebilecek bir hareket yapabilir ama takıma uyum sağlayamazdı. İlk başlarda haklı çıkan bendim. Galatasaray'ın içinde olduğu durumun da Yasin'e yardımcı olmadığını söylemek lazım. Fakat kim olursa olsun, ve ne zaman olursa olsun, büyük takım atmosferi böyle bir şeydir, hazır değilsen kaybolursun.
Sonra, beklenmedik bir şekilde Hamzaoğlu geldi. Muhteşem çıkışın başlangıcı. Onun hakkındaki görüşlerimi çok yazdım. Sevgim üst düzeyde. Başarılı olmasını çok istiyorum. Futbol bilgisi bir yana, karakteri ve dışarı yaydığı enerji bambaşka. Onu yakından tanımaya yeni başlayanlar, bizden bile daha çok seviyor. "Tanısan seversin" cümlesinin vücut bulmuş hali. Bu sevginin en büyük nedeni de, hocanın yaydığı enerji. Biraz mütevazilik, biraz dinginlik ama en çok da mahçubiyet, Çok fazla özür dilemesi de bundan... Bu konuda bile eleştiriliyor ya olsun; özür dilediği için eleştirilecekse sıkıntı yok.
Peki ne oldu şimdi? Yasin ile başladık Hamzaoğlu ile bitirdik. Nereye bağlayacağız? Maçların bazı anlarında Yasin Öztekin'in suratına bakın. Eğer eski Yasin'i, bundan 2 sene önceki halini hatırlıyorsanız; değişimi görecekseniz. Anadolu'nun o isyankar, ukala, dikine giden gurbetçi topçusu gitmiş, yerine kendini sevdirmeye çalışan, işini yapan, çalışan, didinen, olmadığında üzülen ama tekrar deneyen bir adam geliyor. Becerecek mi, bilemeyiz. Ama çok istediği ve bunun için de çalıştığını görüyoruz. Sadece Yasin de değil; Telles'ten Burak'a kadar birçok futbolcuda bir değişim var sanki. Yasin de daha belirgin olsa da Burak'ın değişimini görmemek mümkün mü?
Hamzaoğlu'nun yaydığı enerji takıma sirayet etmeye başladı. Onun gibi düşünen, hisseden oyuncuların sayısı artıyor. Bence Yasin'in forma bulması da bundan. Bugün golü atamaz ama belki yarın atacaktır. Atmak istiyor, bunun için çabalıyor. Atamadığında Trabzonspor'daki gibi umursamıyor, üzülüyor. Erciyes'teki gibi takıma zarar vermiyor... Faydalı olmak için uğraşıyor. Eyüpspor'da, Akhisar'da didinip Florya'ya gelen, kariyerini tırnaklarıyla kazıyarak oluşturan bir hoca var arkasında. Ona daha iyi bir ilham kaynağı olamazdı... İnşallah değerini bilir.
Perşembe, Nisan 9
Zafer Senin Olacak
Ben bile izlerken bir garip oldum, Berkan'ın kendisi izlediğinde neler hissetmiştir acaba.
Olayı kısaca özetleyelim, Berkan Afşarlı 24 yaşında, Mersin İdman Yurdu'nun futbolcusu. Kendisi bir anda Süper Lig takımlarının gözdesi olmuştu, bir anda kanser hastası olduğunu da öğrendi. Tedavisine başlandı. Haberler iyi ama bu hastalığın sağı solu da belli olmuyor. İnsanlar, Berkan'ı yeniden sahada görmeden rahat edemeyecektir. O nedenle Berkan'ın hastalığını yenmesi demek, sahaya çıkması demek.
Maç devam ederken tribünden desteğe ihtiyaç duyarsınız. Mersin taraftarları bütün desteği 10 dakikaya sığdırmış. Hocaları,ailesi, takım arkadaşları... Favorim, 3. dakikada çıkan küçük kızlar. Artık yeğenleri midir, kimdir bilmiyorum ama insana yaşama sevincini verecek güç onlarda.
Estonya'dan, İtalya'dan insanlar; Ankaragüçlüler, Antalyasporlular... İnsana daha büyük moral olamaz herhalde...
Pazartesi, Nisan 6
Konyasporlu Keykubad
Nasıl bir ülke nasıl bir futbol ortamı... Gerçekten adapte olması zor. Ama adapte olunca da çok keyifli. Bundan daha geniş bir eğlence alanı kolay kolay bulamazsınız. Anadolu Ajansı,fotoğrafı tam olarak; "Elinde Konyaspor bayrağı bulunan Alaeddin Keykubad koreografisi" cümlesiyle geçti. İnsanın bu ligden zevk almaması mümkün değil. Sürekli bir absürdlük, bir saçmalık. Çıta çok başka yerlerde. İşin bir diğer yanı, koreografi de güzel olmuş aslında. İnsan cümle kuramıyor.
Cumartesi, Nisan 4
Salih Durmuş!
Böyle şeyleri nasıl ıskalıyoruz... Bu oyundan kopuyoruz demek ki... Fotoğraf Trabzonspor'un Napoli deplasmanından. Formalite niteliğinde olsa da sonuçta San Paolo Stadı'na çıkıyorsun. Maradona'nın arsası... Kaptan Bosingwa, maç öncesi
takım arkadaşlarını toparladı. Takım poz vermeye geldi, dizildi,
foto-muhabirler fotoğraflarını çekti. Fakat bir kişi eksikti. Saih
Dursun geciktiği için karede yer alamadı. Seneler sonra "Ben San Paolo Stadı'nda ilk 11
oynadım" dediğinde gösterebileceği en büyük kanıtta yer bulamadı. Gerçi kim takar bu romantizim, artık teknoloji ilerledi ve onlarca fotoğraf ve video var maça dair.
Perşembe, Nisan 2
Snatch
Snatch çok değişikbir filmmiş. Herkes bahsediyordu, izlemek yeni nasip oldu. Eğlenceli bir film. Fakat çok hızlı. Britanya'da böyle bir ekol var herhalde. Trainspotting de böyleydi. Takibi zor oluyor. Aslında alışık olsak fena da değil, sıkılmıyoruz. Ama filmi sindire sindire izlemeyi sevenler için biraz rahatsız edici. Premier Lig gibi, hızlı tempolu, langır lungur... Birikim yok, tüketim var ama eğlenceli.
2000'de 15 yaşındaydım ve bu filmi o dönem izlemiş olsaydım Brad Pitt'e özenmek için kasardım. Sanırım bu sayede ilk defa üst üste iki iyi film denk geliyor. Seven sağlam filmdi ama Brad Pitt'in acemilikleri vardı. Fight Club sonrası Snatch izleyenle, "Bu adam olmuş" demiştir. Sinema ilginç tabi, 15 sene sonra izlesen bile film aynı yerde kalıyor. Sen izliyorsun ve fikrini buna göre yeniden oluşturabiliyorsun. Ama futbol öyle değil mesela. Messi golünü attı, izlemen lazım, değerlendirmen lazım... 10 sene sonra çıkıp, "Messi'yi yeni izledim aslında iyi topçuymuş" diyemiyorsun. Bu da böyle bir analiz işte...