Uzun süredir blog yazmıyorum ya, bu bilgi başlarken şurada dursun önce...
Ertuğrul Sağlam bugün Bursa'ya geri döndü. Seneler önce ilk imzasını attığı gün benim hayatımda da önemli bir gündü. O günden sonra hayatım bambaşka bir yöne evrildi. İstediğim yöne, istediğim şekilde. Fakat bir yerde kontrolden çıkmış olsa gerek ki, Sağlam'ın ikinci imzasını attığı gün mutlu olmadığımı (mutsuzum da diyemem) fark ettim. Bunu daha önce de çok fark etmiştim ama bu sefer omuzlarımda bir ağırlık da hissettim. Galiba yorgunluk değil de, içeriden bir şeyin, sesin "pes et" çağrısıydı. Enteresan bir sorgulama günüydü ama bu yazı da bir şikayet yazısı veya karamsarlık deryası değil.
Şikayet etmemem gerektiğini anlayalı çok oldu. Hayat bir şekilde devam ediyor. İnsanın da tutunması gerekiyor. Fakat bu sert sorgulama günlerinde çok yorulduğunu anlıyor insan. Pes etmek geliyor. Ne için çabaladığını düşünüyor. Ödediği bedeller aklına geliyor. Günün sonunda "değdi mi" diye soruyor. "Bir ara değmişti ama artık çok uzatmanın da anlamı yok sanki" diyor. Ama biliyorum ki sabah olunca, uyanınca hepsi yok olacak. Yine yerdeki çorabını ayağına geçirip, evden çıkıyorsun. Değişen bir şey olmayacak. Hayatını bir kez daha farklı bir yola sokma gücün kalmadıysa, aynı yola devam ediyorsun. Belki bu kadar yürüdükten sonra denize ulaşırsın.
Sağlam'ın iki imzası arasında 6.5 sene var. O günden kısa bir süre önce (3 hafta kadar) çok garip bir an yaşamıştım; Sami Yen'in avlusunda. O gün resmen gaza gelmiştim. Bir mağazada tezgahtarlık yapıyordum, afilli adıyla satış temsilcisiydim, evim yoktu, umudum yoktu. O gün radikal bir karar almıştım. Heveslerim vardı ve deneyecektim. Avludaydım, duvarın diğer tarafına daha rahat geçmek istiyordum. 6.5 sene sonra geri dönüp bakınca; o heveslerin tamamen yok olduğunu hissediyorum. Zaten duvar da kalmadı ortada. Geriye hiçbir şey kalmadı. Şeytana ruhunu satarken dolandırıldık. Şu an esaret altındayız, labirent gibi sağa sola sallanıyoruz sadece.
Yapacak bir şey yok. Devam edilecek. Fakat insan; o kadar şeyi geçirdikten sonra hemen hemen aynı yerde olduğunu görünce üzülüyor. Baktığın zaman Ertuğrul Sağlam da aynı yerde. Fakat en azından o süreçte Anadolu'dan şampiyon çıkardı. Adamın hayali daha zordu, imkansıza yakındı, başardı. Bizimki daha kolaydı, beceremedik. Böyle düşününce "hadi pes" demesi daha kolay geliyor, ama şeytanla yapılan anlaşma var. Sağlam'ın ilk imza attığı gün, ben de hayali bir kağıda imza atmışım. Artık geri dönüşü yok.
İlk cümleye geri dönünce; uzun süredir blog yazmıyorum. Heveslerin tükendiğinin en basit göstergesi. Evet bu aralar çok çalışıyorum ve fazla zamanım da yok fakat itiraf etmek gerekir ki bunun konuyla alakası yok. İstesem yine yazardım ama istemiyorum. Belki de bundan sonra yazı konularını değiştirmek lazımdır. Sorgulama günlerinin sonunda burayı daha çok açarım belki. Ama bu iç muhasebelerin de böyle açıktan yazılmasını saçma buluyorum. Kime ne...
Bir ara günlük tutardım. Uzun süre, düzenli bir şekilde yazdım. Sonra, yıllar geçince o da seyrekleşti. Ayda bir defa falan, son satıra, "artık daha çok yazarım, daha farklı yazarım" diye not düşerdim. Şimdi bütün o günlükleri yakmak istiyorum. Eski anılar neyine yetmiyor ki; zaten yenilerini de biriktiremiyorsun...
Sen de mi basamıyorsun , güzel..
YanıtlaSilhttps://www.youtube.com/watch?v=xpKW9lriQsw
"uzun süredir blog yazmıyorum" yazısı "3 senedir konserlerde su içmiyordum" u anımsatıyorsa..
"yine yerdeki çorabını ayağına geçirip" diyip "lan bizim gibi insanlarda varmış işte" dedirtiyorsa
Fernandaosuz ve Şener'siz de şampiyon olunur gibime geliyor.