Kürk Mantolu Madonna, ben bu kitabı hem sevdim, hem kızdım. Evvela niçin kızdığımı söyleyeyim. Kitabın birinci kısmı bir harikadır. Bu kısmın kendi yolunda inkişafı yani bir küçük burjuva ailesinin içyüzünü tahlili öyle bir haşmetle genişlemek istidadında ki, insan buradan ikinci kısma geçerken, elinde olmayarak, yazık olmuş, bu çok orijinal, çok mükemmel başlangıç ve imkân boşuna harcanmış, keşke bu başlangıç harcanmasaydı, diyor. Ben başlangıcı okurken yani Berlin’e kadar olan pasajı, senin benim anladığım manadaki realizmine hayran oldum. Beni dinlersen o başlangıcı almak ve kahramanın ölümünü kısaca tekrarlamak suretiyle o ailenin efradı ve eşhasının hayatları etrafında bir ikinci cilt, ayrı bir roman yapabilirsin, böylelikle de dinlemeye başladığımız harika musiki birdenbire kesilmiş olmaz. Gelelim ikinci kısmına, o kısım, başlı başına bir büyük hikâye olarak güzeldir ve böyle bir tecrübe gerek senin için gerekse Türk edebiyatı için lazımdı. Sen bu tecrübeyi başarıyla yaptın.
Nazım Hikmet böyle yazmış Sabahattin Ali'ye. Ali, öyküyü Büyükdere'de askerlik yaparken yazıyor. Naızm Hikmet ise bu mektubu Bursa'dan cezaevinden gönderiyor. 1930'ların sonu ve devamında 1940'lar çok entresan dönemler. O dönemin insanları da çok farklı, aydınları da... Dünyada savaş var ama buraya pek uğramıyor. Etkisinden kaçamıyorsun. Cumhuriyet köklerini salmış artık. Aydınlanma da var. Batı ile temaslar daha sağlam ama bir yandan da Anadolu'ya yöneliş var. Memleketimden İnsan Manzaraları da çıkıyor, Kuyucaklı Yusuf da. Öyle bir dönem, her şey yeni, her şey ilk...
Kürk Mantolu Madonna'da tasvir edilen Raif Efendi mesela, Türk edebiyatı için yeni bir karakter. Hayalleri olan, toplumdan ayrılan, resme ilgi duyan, sanatla ilgilenen, Almanya'ya giden bir Anadolu çocuğu. Genelde bu tip karakterler daha önceki yıllarda ''değerlerini kaybeden'' portrelerle yazılırken, Sabahattin Ali bunu kırıyor.
Belki de Nazım Hikmet'in ilk bölümü daha çok sevmesinin nedeni de budur. İlk bölümde daha Anadolu kaygıları vardır. İkinci bölüm ise Batılı yaşam tarzına uygun, dramatik olsa alışık olunmayan bir aşk hikayesi. Sadece Nazım Hikmet de değil... O dönem pek ilgi görmemiş yazılanlar. Daha sonra zamanla değer kazanan bir eser. Bugünlerde otobüste, instagramda, cafede bu kitabı görmeniz boşuna değil. Şaşılacak veya eleştirilecek bir konu da değil. Bugünün insanı bu kitapla daha çok bağ kuruyor. Çünkü Raif Efendi gibi hepsi. Sanata, estetiğe ilgisi olan, hayalleri olan, Avrupa görmüş, ufak aşk kaçamakları yaşamış ve sonra ülkeye dönmüş çocuklar çok fazla burada.
Belki de Nazım Hikmet'in ilk bölümü daha çok sevmesinin nedeni de budur. İlk bölümde daha Anadolu kaygıları vardır. İkinci bölüm ise Batılı yaşam tarzına uygun, dramatik olsa alışık olunmayan bir aşk hikayesi. Sadece Nazım Hikmet de değil... O dönem pek ilgi görmemiş yazılanlar. Daha sonra zamanla değer kazanan bir eser. Bugünlerde otobüste, instagramda, cafede bu kitabı görmeniz boşuna değil. Şaşılacak veya eleştirilecek bir konu da değil. Bugünün insanı bu kitapla daha çok bağ kuruyor. Çünkü Raif Efendi gibi hepsi. Sanata, estetiğe ilgisi olan, hayalleri olan, Avrupa görmüş, ufak aşk kaçamakları yaşamış ve sonra ülkeye dönmüş çocuklar çok fazla burada.
Açıkçası aradan 70 sene geçse de ben Nazım Hikmet ile aynı düşüncedeyim. Biraz eski kafalıyım zaten ama yaşamadığım dönemin kafasını yaşamış olmam da benim bok yemem. Kitabın ikinci bölümü çok iyi cümlelerle yazılmış. İnsanın negatif yorumda bulunması haksızlık. Hatta insan düşünmeden edemiyor; üçüncü ve son kitabı böyle olan bir yazar (41 yaşında öldürüldüğünü de hesaba katarsak), yaşasaydı bir yirmi yıl içinde neler çıkarırdı acaba? Türkiye böyle bir ülke, ve kitabı okumayı bitirdikten sonra -ki oldukça çabuk ve kısa sürede bitiyor- akla hemen bu gerçek geliyor. Türkiye, aydınlarını, yeteneklerini, özel isimlerini harcamayı gelenek haline getirmiş bir coğrafyadır.
İlk bölümün kısa kalması bir daha üzüyor. Ben bu aşk olaylarına giremiyorum. Kendi hayatında insan buna bezer şeyler yaşıyor ve devamlı da bunu düşünüyor. Her gece yattığınızda eski sevgilinizi düşünür, geçmişte verdiğiniz kararları sorgularsınız. Bu bir rutindir ve bunu yaparken zaten bir sürü analizler yapar, bir sürü hikayeler kurarsınız.
Fakat ilk bölüm; insanı daha çok sarsar, sarsmalı da... Yaşadığın yerde, yaşadığın toplulukta görmediğin, ihmal ettiğin, üzerine düşünmediğin gerçekler. İnsan gece yatarken, kendini Almanya sokaklarında Maria'nın peşinden koşan Raif gibi düşünebilir ama muhasebeci Raif'in ailesiyle ilişkisini gündelik hayatın içinde pek sorgulamaz. Oysa o Raif daha çok burada. O nedenle okuduğum ve izlediğim şeylerden beklediğim biraz da bu. Benim düşünmediğim, eksik kaldığım yeri tamamların.
Bu adam daha uzun yaşasaydı, tüm ülkenin eksik kaldığı yerleri biraz olsun tamamlayabilirdi...
Ya başlatma madonnasına beyoncesine futbol yaz aga
YanıtlaSil