Salı, Ağustos 23

Liyakat



Olimpiyatla ilişkim hep mesafeli olmuştur. "Elindeki o sırıkla bok atlarsın oradan" mantığı ile "yapamadığımız sporları" kıskandık belki. Atanamayan sosyologlar hâlâ "Basketçiler neden futbolculara göre daha eğitimli çocuklar oluyor, efendi, kaliteli"  tezlerini yazmaya üşenseler de , 'Enes Gülen'leri gördükten sonra kendilerine hak veriyor ve 'Hidayet'e eriyorum.

Olimpiyatlar benim gözümde hep "almaya çalıştığımız ama bize verilmeyen/yedirilmeyen" bir olgudur. Avrupa Birliği muhabbeti gibi.  "Kıtaların buluştuğu yerde buluşalım" diye her yeri donatmıştık ama başarı sağlayamamıştık. Sonra Coca Cola her olimpiyata bardak çıkarırdı. 4 tane 2.5 litreliği gömerdik bardak kapmak için. Dört senede bir yapıldığını ve logosunun neyi sembolize ettiğini bilirdik. Salonda aile eşrafına Naim Süleymanoğlu'nu taklit ettiğimiz yıllar, sporcuların kâh siyasetin içine girip belediye başkanlığına oynaması, kâh ticarete atılıp köfteci/dönerci/milli piyangocu/spor salonu açmaları... "Yedirmezler" mantığı ile hep karşıdan baktık. Madalyadan sonra okunan milli marşlarda tüyler diken oldu kimi zaman sonra milli marşların diken etme özelliği de bitti. Hiç bir bakan istifa etmedi Hıncal Uluç'un o kadar söylemesine rağmen, Kenan Onuk öldü, Hıncal Uluç eskisi kadar popüler değil. 

Derken büyüdük, hayata atıldık. Daha doğrusu atılamadık. Atanamadık. Selim Naşit'in dediği gibi "bok atılırdık hayata" bu vizyonsuzlukla. Sonra bir gün geldi dedim; "Kardeşim, tüm iyi niyetlerimi bir bir yargılayıp asıyorum, istediğim işi yapacağım ben" deyip bir kursa yazıldık. Kurs sonunda büyük bir sınav vardı. İlk 10'a girenler, Türkiye'nin önde gelen şirketlerinde staj+SGK+yol+yemek imkanı olacaktı. Neyse sınavın son sorusu Şampiyonlar Ligi gibiydi. Sınavı Türkiye'nin önde gelen Olimpiyat adamlarından biri hazırlamıştı. Halk arasında "dinozor" diye tabir edilen bu abimiz, anasını ağlatmıştı sınavın. Ona göre 'olimpiyatı bilmeyen, bu işi yapmasın'dı. İyi bir atlet olan, her sporu yapar. Tüm sporların atası atletizmdi. Kendi çapında haklıydı. Final sorusu tam "Risk nedir?" tarzındaydı. Olimpiyatları az çok takip eden biri kolaylıkla yanıtlayabilirdi. Tabi yapamadık. Saçmaladık. Top çevirdik. Kursu başarıyla bitirdik ama gözbebeği olamadık. 

"Sporcunun Olimpiyatlarda yarışabilmesinin ilk şartı "Olimpik Liyakat"a sahip olmasıdır"

Şimdi Wikipedia'yı karıştırırken bunu gördüm. Tam da şu günlerde "yeğen , amca ,cemaat olmasın , atamalarda liyakat önemli olsun" tartışmaları dönerken Olimpiyatın bu topraklarda neden olamadığını, Olimpiyat Stadı'nın hikayesini, "Müslümanlara vermezler oluum" muhabbetlerini bir kez daha daha iyi anladım. Ne bileyim Ateş Arabaları, Münich, Ortadirek Şaban izlemek daha mı eğlenceli ne... Ateş Arabaları'nın fon müziğini dinleyince 'Avrupa'dan futbol', Tanju/Prekazi/Tınaz Tırpan, 'görüşmelerimiz kalite standartları nedeniyle kayıt altına alınmaktadır' gelmediği gün, işte biz o gün, tükeneceğiz.,


Yazan: Refet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder