Cem Yılmaz filmlerinin eleştirilmesi, tartışılması, konuşulması hiç şaşırtıcı değil. Ülkenin en popüler insanlarından herhangi birinin yaptığı her iş, ilgi çeker. Bu ilgi, yoğun bir sevgiyi ve yoğun hoşlanmamayı beraberinde getiriyor. Bugüne kadar da öyle oldu. Fakat Karakomik Filmer serisi; sanki tüm bu olağan ve normal çatışmanın dışında kaldı. Zira bu kadar sevilmemesini ve "Cem Yılmaz artık yapamıyor abi ya" görüşünün çok fazla dillendirilmesi beni şaşırttı.
Her sanatçı, zaman ilerledikçe ve yaşlandıkça, arkadan yeni kuşaklar geldikçe daha çok tartışılır. Sanırım mizahçılar için bu daha keskin bir gerçeklik. Cem Yılmaz da bunu yaşadı. İlk çıktığı o 90'larda biz ona deli gibi gülerken, babamların kuşağı onu sevmekle 'zırzop' bulmak arasında gidip gelirdi. Babamların bir üst kuşağından olan dayım ise "Bu adamın nesine gülüyorsunuz?" derdi. Dayım, bize göre en iyi esprisi "Halıya basma lan" olan Nejat Uygur'a hayrandı mesela. Büyük ihtimalle Cem Yılmaz da yaş aldıkça benzer bir duruma düşecektir. Dedeler onu sevecek ama çocuklar kendilerine başka kahramanlar bulacak. Dünya, ülke, toplum değişiyor. Haliyle mizah anlayışı da değişiyor. Şu an 20'li yaşlarında olan ve odaklanma konusunda sorunlar yaşayan bir kuşağın 120 dakikalık bir filmden çıktıktan sonra "Çok güldüm" demesi çok zor. Daha doğrusu bunu söylemesi için, filmde arka arkaya esprilerin gelmesi lazım...
Fakat zaten sıkıntı veya tartışma konumuzu da burada. Karakomik filmler; adında 'komik' kelimesi geçse de tam anlamıyla bir komedi serisi değil. Genç kuşak filmin etiketinde Cem Yılmaz'ı ve adında komik kelimesini görünce bu yanılgıya düşmüş olabilir. Bu beklentiye girilebilir ve hayal kırıklığına uğranabilir ama Cem Yılmaz sinemasının başından sonuna kadar hakim olanlar buna nasıl kandı anlamak mümkün değil.
Yılmaz'ın sinema ile ilgili bir anlaşması var gibi. Bir kaç sene arayla G.O.R.A, A.R.O.G, Yahşi Batı çekerken aralara da Hokkabaz veya Pek Yakında sıkıştırıyor. Bu son paketteki filmlerde de komedi unsuru var; ama seyirciyi deli gibi güldürmek esas amaç değil. Sanki; iki farklı beğeniye sahip seyirci grubunu, nöbetleşe bir şekilde salona çekmek için ayarlanmış gibi sırayla bunları sunuyor bize...
Açıkçası ben bu ikinci ekolü daha çok seviyorum. Karakomik serisine de her iki seferde de aynı beklentiyle girdim. Beklediğimi buldum. Daha fazlası olabilirdi. Daha iyi olabilirdi. Aynı akımın üyeleri Her Şey Çok Güzel Olacak veya Hokkabaz, bu seriden çok daha iyi ve güçlüydü. Gerçi Yılmaz'ın 25 yaşında yazdığı bizim de 20 sene önce izlediğimiz için bazı eksiklerini görmediğimiz veya görmezden geldiğimiz Her Şey Çok Güzel Olacak da kusursuz değildi. Hokkabaz da... Fakat Karakomik serisinde hikayelerin bir telaşa kurban gittiğini hissettiğimi itiraf etmeliyim. Diğer ikisi sanki senelerde kafada hazırlanmış ve demlenmiş gibiydi.
Oysa bu eleştiri basında ve sosyal medyada çok yer almadı. "Cem artık güldürmüyor" eleştirisi çok revaçtaydı ve hatta zamanla "Cem artık yapamıyor" cümlesine dönüşmüştü. Güldürmüyor beklentiyle paralel bir durum. Güldürmediği doğruydu ama güldüremediğini söylemek için başka filmlerini baz almak lazım.Zira amaç bu değil. Diğer yandan "yapamıyor" da denmezdi, zira iyi kötü bir şey yapmıştı.
Cem Yılmaz bu seride dört farklı hikaye yarattı. A.R.O.G ve G.O.R.A gibi filmlerde ise farklı dünyalar yaratıyordu. En temel fark burada. Karakomik serisinde farklı bir dünya (uzay, vahşi Batı vs) yaratmasına gerek yok. Türkiye toplumunun kendi dünyası ona zemini sundu. O sadece bu zemine ilginç birkaç karakter ekledi. Aslında o karakterler de bize çok uzak insanlar değil. Fakat karakomik isminin beklentisine uygun olarak biraz karikatürize edilmesi gerekiyordu. 2 Arada'daki Ayzek, Emanet'teki Birol ve Ayhan (Çağlar Çorumlu), Deli'deki Güven bizim sosyal yaşantımıza uzak karakterler değiller ama sadece biraz abartılmaları gerekiyordu. İlginç olan Cem Yılmaz gibi ünlü, zengin, artık farklı bir dünyada yaşamak zorunda kalan, birinin bu karakterleri hâlâ gözlemleyebilmesi... Yılmaz en son ne zaman bir vapura binmiştir de Ayzek'i bu kadar net tasvir edebilmiştir? Ama iste adam yapıyor... Öte yandan Kaçamak'ı da kattığımız zaman izlediğimiz dört filmde de sonunda beklediğimiz duyguyu bulamadık.
Zira Cem Yılmaz'ın bu tarz filmlerinde son önemlidir. G.O.R.A'nın veya A.R.O.G'un sonlarını hatırlamazsınız ama her esprisi hafızalardadır. Hokkabaz ve Her Şey Çok Güzel Olacak öyle değildir. Tamam replik replik ezberleyecek kadar sevenleri vardır ama o filmlerin sevilmesini sağlayan en önemli unsur, seyirciye sonunda yaşattığı duygudur. Yılmaz'ın eski Türk filmlerine duyduğu sevginin bir tezahürüdür o filmler. Bunu kendisi de itiraf eder zaten. Kendi filmini çeker, kendi hikayesini yazar ama 60 yıldır insanlara aktarılan duyguyu aşılamaya çalışır. Bir emanetçi sorumluluğu hisseder. Bunu da başarır zaten. Ve bunu da en çok; bazen gülünen bazen merak edilen öyküyü çok iyi tamamlamasıyla sağlar. Fakat Karakomik serisi bu konuda sıkıntı yaşıyor. Üstelik 'kısa' süreli filmler olması sebebiyle bu sıkıntı daha da büyüyor, çünkü filmler bir anda bitiyor (gerçi 60 dakika da çok kısa değil) ve sonu sizi etkilemiyor. Hatta aslında kısa süren gelişme de yeteri kadar tatmin etmiş olmuyor. Tabi bu nokta üreticinin sorunu değil. Biz bu tarza alışmadığımız için sıkıntı yaşıyoruz. Fakat buradan doğan eleştirileri de olgunlukla karşılamak gerekir. Yeni bir şey denemek, zaman içinde sizi öncü haline getirebilir ama çağdaşlar tarafından anlaşılmamak da mümkün...
Yılmaz'a gelen en büyük eleştirilerden biri hep aynı oyuncu kadrosuyla çalışmasıydı. Bu filmde de 'kankalarını' yanında görüyoruz. Gerçi büyük ihtimalle bundan sonra Ozan Güven'i pek görmeyeceğiz. Fakat yine de yanındaki oyuncuların iyi oyuncular olduğu gerçeği es geçiliyor. Arkadaş torpiliyle iş yapan insanlar değiller. Zafer Algöz özellikle sosyal medya kullanımı nedeniyle pek sevmediğim bir karakter olsa da oyunculuk bakımından başarılı biri. Özkan Uğur'a ise diyecek laf yok. Zaten Yılmaz, mümkünse onsuz film çekmesin. Haliyle bu isimlerin varlığı bir sıkıntı değil. Üstelik bu ekip dışında kalan ama dört filme de büyük katkı veren insanlar var. Cem Davran'ın, Çağlar Çorumlu'nun, Tülin Özen ve Tansu Biçer'in varlıkları inkar edilemez.
Bu dört filmi kısaca sıralamak gerekirse, benim favorim muhteşem Özkan Uğur performansı nedeniyle Deli. Öykü de diğerlerine çok daha iyi ilerliyor. İnsanı vuran bir kısmı var. Karakomik eğer karamizah türünden esinlenmiş bir isimse ve böyle bir vaadi varsa; hem kara hem mizah kısımlarını barındıran ögelere sahip. Cem Yılmaz'ı No Country for Old Man'deki Javier Bardem'i andıran saçlarıyla izlediğimiz Emanet, ikinci sıramda. Aslında Deli'yi de geçebilirdi ama tekrar vurgulamam gerekiyor ki; Özkan Uğur'u tekrar izlemek için bile açılacak bir filmden bahsediyoruz. 2 Arada aslında yukarıda yazdığımız tüm eleştirileri ve övgüleri üzerinde toplayabilecek bir film olmuş. Çok iyi bir hikaye geliyordu ama sonuyla can sıktı. Artık bu tip sonlar görmek biraz sıkıyor. Yine de 'normal insanların normal hayatlarını hikayeleştirmek' ise amaç; dörtlü arasında bunu en iyi işleyeni... Kaçamak ise sanırım benim açımdan en keyifsiziydi. Sanki arkadaş eleştirisinin kaynağı gibiydi. Kankalar kaçamak yapmaya gitmiş ve arada bir de film çekmiş gibi...
Özetle; Cem Yılmaz'ın en unutulmaz işlerinden biri olarak hatırlanmayacak ama tüm sektördeki filmleri baz aldığımızda, özellikle son yılların çoraklığında elle tutulan ve tarzıyla bir fark yaratan sayılı işlerden biri oldu. Sanılanın aksine; bu seri sayesinde gördük ki Cem Yılmaz hâlen yapabiliyormuş. Ama bu tarafa daha çok eğilmesi, daha çok özen göstermesi temennimiz.
Güldürmesi veya güldürmemesi ise benim sorunum değil. En azından sinemada...
adamın artık umrunda değil ki güldürmek. en azından bu projede. kafasında hikayeler var, çekmiş işte. ben keyif aldım gayet. zuhauhauahuaa diye gülmediği filmleri beğenmeyen kitle beğenmesin zaten. pek yakında gibi bir şaheseri de beğenmemişti onlar. ki o filmde gülmeyen adamın mizah anlayışına zaten kibirli bir bakışla bakarım.
YanıtlaSil