Aslında uzun zamandır yazmak istediğim bir konuydu ama bir türlü fırsat bulamıyordum. Twitter üzerinden de bu toplara girmeyi, doğru ifade edememe riskinden dolayı sıkıntılı görürüm. Doğru mecra burasıydı; kısmet bugüneymiş.
Bardağı taşıran son damla bu tweet oldu. 90'ların ortasında doğmuş avukat hanım, kendi kuşağının (ve dolayısıyla kendisinin) yaşadıklarının ne kadar zor olduğunu anlatıyordu. Bu konuda tek değil, zira kendi neslinden onun gibi düşünen birçok akranı var.
Aslında çok da haksız sayılmazlar. Kolay zamanlar değildi son yıllar. Fakat esas rahatsız edici olan, gençlerin kendisine yanıt veren büyüklerin tarihini yok sayabilmesiydi.
Evet bahsettiği konular, gerçekten ülke gündemini sarsan meselelerdi. Fakat hemen hemen hepsinin 80- ve 90'larda bir muadili vardı. Soma yoktu Kozlu vardı, Gezi yoktu Gazi vardı (hatta bu listede neden Gezi var onu da anlamadım. Gezi zaten, bu liste uzamasın diye vardı. Avukat hanım bunun ayrımına bile varamamış).
15 Temmuz'un sonuçları çok derin oldu ama sadece 15-16 Temmuz günlerini düşünelim. Gece başlayıp sabah sona eren bir kalkışmanın, 90'larda ülke gündemine girmesi mümkün olamazdı. Zira sıradan vatandaşın elinin altında, konuyla anında ilgilenmesini sağlayan bir medya aracı olmayacaktı. Televizyonlarda haber kanallarının olmadığı, internetin bilinmediği, gazetelerin akşamdan baskıya girdiği yıllarda 15 Temmuz, kutu haber olarak çıkardı karşımıza. 2016'da bile; gece erken yatanın sabah kalktığında karşılaştığı manzara, önceki günün aynısıydı.
Yine de bireysel örnekler üzerinden gidip zamanları kıyaslamayalım. Hali hazırda zor zamanları yaşadığımız bir gerçek. Zaten meselemiz de bu değil. Meselemiz bu olaylara karşı durabilme gücü, olayları değerlendirme becerisi ve biraz daha fazlası...
Bazı kuşaklar bazı olaylara kabuk bağlama konusunda daha maharetli. Bahsettiğim bizim kuşak değil. Bizim de büyüklerimiz. Babam 15 Temmuz gecesi "Sabaha bir şey kalmaz" rahatlığındaydı, ben korkmuyordum ama "Acaba ne olacak" merakındaydım, Twitter'dan an be an gelişmeleri takip eden 2000 kuşağı ise uçak seslerini duyunca paniğe kapıldı.
Deprem, orman yangınları, ekonomik krizler... Tüm bu olaylara verilen tepkiler değişiyor. Sadece korku özelinde değil, olayı kendi yaşamının gündemine sokma, etkilenme ve hatta çözüm üretme (üretememe) gibi noktalarda da büyük farklar var.
1999'da İstanbul'da sallandım, artçıları yaşadım. Fakat yıkım yoktu. Bir Kocaeli veya Sakarya değildik yani. Fakat sallandık. Buna rağmen kısa bir süre sonra hayata dönebildik. Şimdi ise kilometrelerce uzakta, Maraş'ta yaşanan deprem İstanbulluyu, 1999'da İstanbul'da depremi yaşayandan daha çok sarsıyor. Bunun sebebi olayların büyüklüğü değil, olayları içselleştirmemiz. Fazla bilgiye, ilgiye maruz kalmamız ve içinden çıkamamız.
O nedenle; o telefonu yavaşça masaya bırakmakta fayda var.
Kuşaklar farkı
Şimdi asıl konuya girelim. Türkiye son yıllarda Z kuşağından sık sık bahseder oldu. Özellikle gündemin biraz yumuşak olduğu zamanlarda, ya bir sokak röportajıyla ya da bir seçim anketiyle Z kuşağının toplumsal hayata etkisi tartışılıyor. Birileri "İşte bizi kurtaracak kuşak" derken, başka taraf her üst neslin başvurduğu "Bu gençlik de bir acayip canım" kalıbına başvurdu.
Oysa Batı'dan uyarlanan Z kuşağı kavramı, Türkiye'de pek içini dolduramadı. Hemen kısa bir genel Z kuşağı tanımı yapalım öyleyse, özelliklerini vurgulayalım.
Bu kuşağın aksesuarı teknoloji. Teknolojiye kolay ulaşır. Hatta onunla doğmuştur. Bilgiye daha hızlı ulaşır. Hatta doğru bilgiye de daha hızlı ulaşır. Kıyas yeteneği mevcuttur, zira her türlü yeniliğe açıktır. Bunlar arasından bir değerlendirme yapar. Kendisine sunulanla yetinmez. Bireysel özgürlüklerine daha sıkı bağlıdır. Baskıya gelemez. Tüketime daha açıktır.
Tabi ki çok kabataslak bir tanım ve paragraf oldu ama uzatmamak lazım. Ana sorumuz şu: Türkiye'deki Z kuşağı bunlardan hangisini yapabiliyor?
Teknolojiye ulaşmak sadece akıllı telefon üzerinden Twitter ve Instagram'a girmek değil. Bizimkiler sadece burayla sınırlı kaldı mesela. Tweet okumayı geçip de 20 saniyelik video edit yapan tayfaya Einstein gibi bakılıyor. Oysa teknoloji daha geniş bir alan. Fakat en basitinden, bir lise öğrencisinin dijital fotoğraf makinesi satın alması bile çok zor. Teknolojiye dünyadaki diğer akranları kadar kolay ulaşamıyorlar. Yani önceki kuşaklara kıyasla daha 'tekno' olmaları, onları Batı'daki Z kuşağı ile eş tutmaya yetmiyor.
Devam edelim. Bilgiye de daha hızlı ulaşmıyorlar. Zira bilginin ne olduğunu bilmiyorlar. İyi bir eğitim tedrisatından geçen çocuklara lafımız yok ama onlar varlıklı ailelerin iyi okullara gönderebildiği istisnalar. Batıdaki Z kuşağı tanımına uyacak şartlar ufak bir azınlıkta vardır. Onlar da zaten biraz palazlanınca soluğu yırt dışında alıyorlar.
Geri kalanı bilgiye ulaşmanın ne olduğunun bile farkında değil. Zira sınıfta kalmanın bile olmadığı bir eğitim sisteminden geçiyorlar. Onları zorlayacak, itecek bir mekanizma yok. Bir rekabet ortamı yok. Onlarla haşır neşir olmuş öğretmenlerin ortalaması belli. Bilgi, araştırma, doğruluk gibi kavramlar onlara çok uzak. Üstüne bir de iki sene boyunca okula gitmedikleri dönemi ekleyince... Çok karanlık bir tablo var önümüzde.
Bireysel özgürlüklerine sıkı sıkı bağlı bizim çocuklar. Fakat başkasının özgürlüğünden rahatsızlık duyarlar. Zira toplumsal baskı halen yüksek ve bunun bir ayağı olmaya devam ediyorlar. Toplumda kanıksanmış genel geçer kurallar var. Bir gencin kendisi o kuralların dışına çıkmak için hevesli olsa bile, başkasının çıkmasından rahatsızlık duyar. Bunu sadece ünlülere (hatta genç ünlülere) Instagram ve Twitter üzerinden gönderilen yorumlardan anlamak bile mümkün. Sanal zorbalık had safhada.
Kanaat önderleri, hayranlık duydukları insanlar Jahrein gibi profiller mesela. Bir iki ufak bilgi kırıntısını, toplumsal nabızla birleştirip tutuklu söylev geliştirmek onlara yetiyor. Üstelik diğer yandan cephelere ayrılmayı seviyorlar. Düşman-dost, bizden-sizden, yerli-yabancı gibi zıtlıklar üzerinden hayatı kurmak onlara daha kolay geliyor. Grileri görmek istemiyorlar. Gri ile ilişki kurmak çaba ister, o çaba pratiği pek yok. Sosyal hayatta değiller. Pandemide iyice kapandılar. Oynadıkları oyunlar (Jahrein'in kanaat önderi olması boşuna değil), onlara bu zıtlık inşasını ezber haline getirdi. Düşmanı saf dışı bırak, yola devam et!
Kısacası; Batı'da Z kuşağı ile hiç alakası olmayan bir yapı...
Fakat tabi ki bizim de bir kuşağımız var. Fakat ona X-Y-Z diyemeyiz. Dersek Batı'daki Z kuşağına ve Batı'dan çıkan kavramlara haksızlık olur. Afrika'daki 2000 doğumlu bir çocuk ile Almanya'daki 2000 doğumlu çocuğun bir olmayacağı gibi, Türkiye'deki de onlarla bir değildir.
Türkiye’de X kuşağı-Z kuşağı yoktur. Onun yerine burada AKP kuşağı vardır.
Bunu söyleyince bazı arkadaşlarım cümleyi "AKP'li nesil" olarak algılıyor. Alakası yok. Hatta belki seçmen tercihi olarak baktığımızda bu kuşak çoğunlukla AKP'ye karşı oy kullanacak. Oysa AKP kuşağından olmak için AKP'li olmak gerekmiyor. Sonuçta "Özal kuşağı"nın da tamamı ANAP hayranı gençler değildi...
1994-2012 doğumlu Z kuşağı; AKP'nin toplumsal dinamikleri değiştirdiği ve kendine göre belirlediği dönemde hayata adım attı. Eğitim sistemine ve toplumsal hayata dahil olduğunda, gözünü açtığında, aklı ermeye başladığında AKP'nin yaratmak istediği veya yaratmak isteyip başaramadığı (bu ayrı bir konu) bir sisteme entegre oldu. Bundan hepimiz etkilendik. Hepimiz dönüştük. Muhalif de etkilendi, yaşı büyük olan da. Fakat en net tablo 1994-2012 arası doğanlarda belli oldu. Hatta yaş küçüldükçe, daha da belirginleşti. 1994, 1995'liler kendilerini dışarıda tutabildiler. 2000 doğumlular biraz arada kaldı, 2003 sonrası tamamen kendini o çukura kaptırdı.
İlk bahsettiğimiz tweet bile bunun bir örneği. Acıları yarıştırmak ve “en mağdur benim” hissiyattı denilince aklınıza kim gelir? Veya eski Türkiye-yeni Türkiye kavgası... Eski Türkiye’nin kötü veya iyi olduğu herkese göre değişir ama sınırı oradan (yani 2000'den) çekmenin mucidi kimdi? Hayatı ve tüm dünyayı kendinden önce ve kendinden sonra diye ayıran kimdi? Aldığı yarı eğitimi üst düzey sananlar kimlerdi? Kendini her işin uzmanı zannetme geleneği nereden geldi? İçi boş narsizmi en çok kimlerde gördük?
Bunları kafanızda cevaplayın ve sonra Babala TV'de soru sormaya çalışan üniversite öğrencilerine bakın... Sizce evrensel bir Z kuşağına mı daha yakınlar yoksa AKP karşıtı olmalarına rağmen AKP ezberlerine mi?
Burada gençleri suçlayacak bir üstte bakış sunmak istemem. Gerçi konuya vesile olan tweet'in sahibi rahatsız ediciyidi. Fakat oradan yola çıkarak genelleyecek değilim. Asıl önemli olan siyasi zeminde gençler gündeme geldiğinde, tabloyu, sorunu, çözümü ve kavramları iyi belirleyememe tehlikesi...
Mesela, AKP’ye yakın kanaat önderlerinin devamlı ince ince Z kuşağı kötülemesi de bundan. Ortaya çıkan eser iyi değildi ama bunun mimarı kendileriydi. Belki içten içe sonuçtan hoşnut da olabilirler, "canavar" bir gençlik onları mahvedebilirdi. Oluşan tablo onların işine yarayabilir ama sonuç olarak ortaya çıkan durumun algısı pozitif değil. Peki sorumluluktan nasıl kaçılabilir? Bundan arınmak için en kullanışlı söyleme başvurarak: “Z kuşağı canım, evrensel bir problem zaten. Bizdekiler de aynı.”
Yani diğer bir deyişle; "Biz yapmadık, bize gelişi böyle"...
Diğer yandan muhalefet unsurlarının da, sırf seçim anketlerinde gençler AKP'ye oy vermiyor gözüküyor diye (seçimin kendisinde de bu olabilir) durumu "Z kuşağı gümbür gümbür geliyor" diyerek yorumlaması, birkaç sene sonra canlarını yakabilir.
Bazen yukarıdaki gibi tweet atanlara çok fazla yükleniliyor. Bir anda gündem oluyor. Ve o kişinin özelinde değerlendiriliyor. Oysa biz sadece popüler bir hesaptan çıkan cümleleri görüyoruz. Oysa çok daha aşağıda geniş bir yığın var. Yani bir kişiden daha fazlası var. Bu da tesadüfen oluşmadı. Bu çocuklar, aynı yıllarda aynı okullara gittiler, aynı dizileri izlediler, aynı sokaklarda gezdiler. Bunun muhakkak bir ilk kıvılcımı olmalıydı. Kafayı oraya çevirmekte yarar var...
97 yılında falan olsak 15 temmuz saat 22 gibi başladığı için televizyonlar sayesinde herkesin haberi olurdu (darbeye bak akşam saati başlıyor ne darbe ama :)
YanıtlaSilfazla bilgi almaktan değil bence her şey daha kötüye gitti. 99 depremi hakkında hem nasuh mahruki'nin hem de depremzede insanların açıklamaları ortada. net daha kötü durum. çürümemiş kurum yok.
z kuşağından ise bi bok olmaz. 3 sayfa yazı okumaktan, 2 saat film izlemekten acizler. reels izlerler en fazla. belli bir dönem sonrası bu ülkede ne doktor kalacak ne mühendis. (hem onların tembelliği/çabasızlığı hem de işe yaramaz tonla apartman üniversitesi yüzünden) biz yırtarız o ayrı. kalan son doktorlar bizim yaşlılığı kurtarır.