Pazar, Mart 22
Cuma, Mart 20
Türk Futbolu ve Onun Güçlü Kurnazlığı
Bu başlığı atmaktan sakınca görmüyorum. Linç kültürüne alışmıştık ve çok da şaşırmadık. Hatta lincin şiddeti beklediğimizin ve alıştığımızın altında kaldı bile diyebiliriz. Ama devamında yaşananları düşününce... Kalesini açmak zorunda kalan bir teknik direktör ve ardından gelen istifa. Sonuca, skora bağlı bir futbol dünyasının aynası olacak bir pozisyon.
İşin ilgiç kısmı, pozisyonun aktörü Ryan Donk, buna benzer bir ayna tutmayı bir başka maçta, Beşiktaş karşısında da, yapmıştı.Yaptığı kural dışıydı, cezası olmalıydı; belki de oyunun ruhuna aykırıydı ama aslında tek suçlu o değildi. Pozisyonları idare etmeyi gelenek haline getirmiş hakemleri zor durumda bırakmıştı. Onları çalışmadıkları yerden vurmuştu. Bu sefer de oyunu kendi istekleri doğrultusunda yönlendirmek isteyen beceriksiz Türk futbolcusunu cezalandırmak istedi, bunu becerdi de ama bu gerçekliğin geri dönüşü olumsuz oldu..
Pozisyonu tekrar tekrar izliyoruz. Babel yere düşüyor ve bir süre kıvranıyor. Bu esnada Konyasporlu oyuncuların topu taca atmak gibi bir düşüncesi yok. Bunu aklına getiren varsa o da kaleci Kaya... Fakat o da topu ayağına aldığında Babel doğrulmaya başlıyor zaten. Kaya topu o anda taca atabilse sorun olmayabilirdi ama beceremiyor. Zaten ne olursa olsun, taca atma isteği var mı çok da emin değiliz. Ömer Ali ne topu taca atabiliyor ne de topa sahip olabiliyor. O topla cebelleşirken Babel ayağa kalktı bile. Ve o sırada boşta kalan top Donk'nun önünde kalıyor. Karşısında basit bir fair kuralını gerçekleştirememiş bir takım dolusu adam var. Pas isteyen takım arkadaşı ise ayağa kalkıp deparına başlayan Ryan Babel. Kaleye uzaktan şut atmayı pek düşünmeyen oyunculardan olan Donk, belki de pozisyonda bir gariplik olduğunu sezdiği için farklı bir şey deniyor. Kaleye vuruyor. Yine bir hata.. Kaya kalesinin çok önünde. Haliyle hedefi bulan top ağlarda... Konyasporlu futbolcular arka arkaya yaptığı - daha doğrusu yapamadığı - eylemler nedeniyle 1-0 geriye düşüyor. İşte tam o sırada linç kültürü devreye giriyor. Bu hatalar silsilesini gözler önüne seren ve affetmeyen adamı linç etmeye başlıyorlar. O golün bir şekilde çıkması lazım. Ofsaytı bozan stoperlerin yenilen golden sonra elini kaldıran ilk oyuncu olması gibi... Bu toprakların kurnazlığı devreye giriyor.
Şota belli ki sıkılmış. İstifa kararını kafasına önceden koymuştur muhakkak, düşünmüştür. İstifa etmeyi düşünen adamın içinde bir huzursuzluk bir boş vermişlik vardır herhalde. Pozisyon, o halet-i ruhiyenin ufak bir yansımasına neden oluyor sanki. "Bu ortamla ne uğraşacağım, bu kavgaya ne gireceğim" diyerek istifa mektubunu hazırlayan adam, benzer duygulardan beslenerek "Bu tartışmayı uzatmayacağım" düşüncesiyle olayı büyütmeden kalesini açıyor. Olay çözülüyor. Şota haklı olarak övgüleri alıyor ama ihale Donk'a kalıyor. Sanki, oyuncusunun hatasını temizleyen bir hoca varmış gibi... Oysa kurnazlıklarla dolu olan ve bu nedenle artık insanı yoran bir futbol ortamı var. Bütün mesele bu... Sahte fair, sahte adalat, gerçek kurnazlık ve sert linç hepsi aynı anda gözümüzün önünde... Türk futboluna hoş geldiniz...
Pazartesi, Mart 16
Pazar, Mart 15
Gerçek Futbol, Gerçek Hayat
Dünyanın tadını çocuklar çıkarıyor. Zaman geçtikçe, o günlerden uzaklaştıkça bunu daha iyi anlıyorum. Şöyle bir maçta oynamak çok keyifli olsa gerek. İzmir U-11 finali. Göztepe ile Altınordu müthiş bir maç oynuyor. Skor 4-3... "Skor önemli değil" demeyeceğim muhakkak önemi var ama aslında sadece ayrıntı. Bu maçta gol atan ve tribüne koşan bir çocuğa "skor önemli değil" diyemezsiniz Fakat, yaşadığı duyguların, hissettiği coşkunun skordan daha önemli olduğunu da söylemek lazım. Kaybeden de bu maçı unutmayacak zaten ve seneler sonra keyifle anlatacaktır.
11 yaşındasın, hayallerin var. Dünyayı keşfetmeye çalışırken final maçında gol atıyorsun. Tribünde arkadaşların, ailelerin veya hiç tanımadıkların... 300-500 kişinin önemsediği bir maç ama senin hayatını en güzel günü. Çocuğum olursa kesinlikle bir sporla uğraşmasını isteyeceğim. Profesyonel olmasına da gerek yok. Okul takımı bile olsa olur. Biz yapamadık o yapsın. Bizim yapamadığımız her şeyi o yapabilsin.
Kendi hayatımda heyacanlanacağım hiçbir şey kalmadı. Biriktidiğim hikayelerin büyük kısmı 10 sene öncesine ait... Yani demem şu ki, çocuklar ve ergenler hayattan büyük keyif alıyor. Gerçek hayatı onlar yaşıyor. Yaşamın en güzel zamanı. Onlara keyif alacakları alanları bırakmak lazım. Belki bizi de yanlarına çağırırlar da bizim de hayatımıza renk gelir.
Cumartesi, Mart 14
Perşembe, Mart 12
Milli Forma
1996’da
o malum maçta şampiyonluğu kaybettik, otobüste çoğu kişi ağlıyordu.
Yetmezmiş gibi 3 ayrı yerde yaş yağmuruna tutulduk, yüzlerce taş
geliyordu her yandan, camlar kırılmıştı. Yolda, 53 plakalı çay yüklü
kamyonu bize kalkan oldu, onun sayesinde bize taş gelmedi, atılan taşlar
hep o kamyona isabet etti. Büyük fedakarlık yapmıştı Rizeli şoför,
sonra kulüp onu ödüllendirmişti - See more at:
http://www.61haber.com/k6-spor-ekstra/h5111-trabzonspor-un-canli-tarihi-efsane-malzemecisi-omer-seren-anlatti.html#sthash.mzk9klD5.dpuf
1996’da
o malum maçta şampiyonluğu kaybettik, otobüste çoğu kişi ağlıyordu.
Yetmezmiş gibi 3 ayrı yerde yaş yağmuruna tutulduk, yüzlerce taş
geliyordu her yandan, camlar kırılmıştı. Yolda, 53 plakalı çay yüklü
kamyonu bize kalkan oldu, onun sayesinde bize taş gelmedi, atılan taşlar
hep o kamyona isabet etti. Büyük fedakarlık yapmıştı Rizeli şoför,
sonra kulüp onu ödüllendirmişti - See more at:
http://www.61haber.com/k6-spor-ekstra/h5111-trabzonspor-un-canli-tarihi-efsane-malzemecisi-omer-seren-anlatti.html#sthash.mzk9klD5.dpuf1996’da
o malum maçta şampiyonluğu kaybettik, otobüste çoğu kişi ağlıyordu.
Yetmezmiş gibi 3 ayrı yerde yaş yağmuruna tutulduk, yüzlerce taş
geliyordu her yandan, camlar kırılmıştı. Yolda, 53 plakalı çay yüklü
kamyonu bize kalkan oldu, onun sayesinde bize taş gelmedi, atılan taşlar
hep o kamyona isabet etti. Büyük fedakarlık yapmıştı Rizeli şoför,
sonra kulüp onu ödüllendirmişti - See more at:
http://www.61haber.com/k6-spor-ekstra/h5111-trabzonspor-un-canli-tarihi-efsane-malzemecisi-omer-seren-anlatti.html#sthash.mzk9klD5.dpuf
Pazar, Mart 8
Le Mari de la Coiffeuse
Ben mi bu sene (2004-15) hayatı anlamaya başladım yoksa gördüğüm her şeyden birşeyler üretmeye mi başlıyorum. Bilmiyorum. Bana bir şeyler oluyor ve bu olan şeyden hiç memnun değilim. 30 yaş civarı olmamalıydı bu. 18 yaşında hissetmeliydim bunları.
Çocukluk hatıralarım her zaman çok tazeydi hafızamda, görüntülerinden kokularına kadar. Fakat artık o hatıraların sadece hatıra olarak kaldığını, uzaklaştığını hatta yok olduğunu görüyorum. Ulan bu film bunu mı anlatıyor? Sanırım bir aşk filmiymiş. Bana öyle gelmedi. Berber dükkanında varoluşu sorgulayan iki müşteri, Arapça şarkılarıyla dans eden bir Fransız, dükkanını kadın çırağına devredip huzurevine yerleşen ihtiyar... Bu film bir aşk filmi olamaz.. Neyse abi benim için bütün olay şurada aslında... Çalan şarkıdan görüntülere kadar. Arkadan söylenen cümlelere kadar...
No dream is impossible
Yıllardır direnmekten, didinmekten, inat etmekten hayatı kavramayı unuttuk amına koyayım... Olsun yine de, hala umut var... Çünkü hayat var...