Pazar, Mayıs 7

Der Untergang



Der Untergang'ı izlemediyseniz bile, o defalarca karikatürize edilen sahnesini bilirsiniz. Orijinaline olmasa bile illa başka bir versiyonuna denk gelmişsinizdir. Bruno Ganz'ın muhteşem yeteneği, bu defalarca tekrarın ardından artık filmin önünde anılıyor. Oysa o sahne, hem Ganz'ı hem filmi anlatmak için yeterli olmayabilir. 

2.5 saati geçen bir filmden, onun başrol oyuncusundan ve canlandırdığı önemli bir figürden bahsediyoruz. Dünyada yaşayan herkesin gerçek bir 'canavar', deli, bir anda ortaya çıkaran bozukluk olarak resmettiği bir figürün, esasında bir insan olduğunu anlatmaya çalışmışlar. Filmde ve oyunculukta sadece bir sahnede atılan çığlıklardan çok daha fazlası var. Gelgitler, delirmeler, çöküşler, mimikler... İnanılmaz bir şey var ortada.

Muhakkak ki Hitler'i savunacak bir tarafta hiç olmadık. Fakat Hitler'in dünya tarihinde bir anda ortaya çıkan ve tüm insanlığı tuzağa düşüren, sonra da tüm insanlığın el ele verip ortadan kaldırdığı bir virüs gibi algılanması benim canımı sıkar. Herkesin, her tarafın, her grubun, her ülkenin kendini bu günahlardan soyutlayıp tüm suçu 5 (veya 20 olsun) senelik bir zaman dilimine ve tek bir insana yıkması tam bir kolaya kaçmadır. İnsanlık, uygarlık, medeniyet, Avrupa, kapitalizm; hangisini seçerseniz seçin; bir şeyler çöküyordu ve oradan Hitler çıktı. Neyse ki Almanlar, uzun yıllardır kendilerinden çıkan bu belayla yüzleşmek için çok çabaladılar, çabalıyorlar. Dünyanın geri kalanı ise yaşanan distopik yıllarını suçunu tek bir kişiye yükleyerek, kendi hatalarını yapmaya devam ediyorlar.

Şüphesiz ki, yapanla yapmayanı bir tutamayız. Milyonlarca insanın ölümüne sebep olan, dünyayı kasıp kavuran bir insandan bahsediyoruz. Üstelik insanlık tarihini düşününce; bu vahşi günler çok yakınımızdaydı. Sadece 60-70 sene önce Dünya bitik durumdaydı. Tekrar olmaması için hiçbir neden yok. Bunları düşündüğüm için son dönemde Hitler, Nazizim ve Almanya hakkında bir şeyler okumaya, izlemeye başladım. Bu film de o merak ettiğim kapıyı sonuna kadar açmak da çok faydalı oldu.

Filmle ilgili çok fazla ayrıntı var. Hepsini toparlamak ve yazmak çok zor. Zaten popüler bir filmden bahsediyoruz; her yerde filmle ilgili analizleri bulmak kolay. Özetle; Hitler'in normalleştiği ve çevresinin anormalleştiği anlar çok daha ürperticiydi ki filmin vurgusu da bu konuyaydı. Hitler'i savunmak değil, yaşanan felaketin sorumlusunun tek bir kişiden ibaret olmamasıdır. Şeyh uçmaz müritler uçurur sözünün yansıması gibi. Tabi biz burada uçan şeyhin düşüşe geçtiği anları izliyoruz; son beş güne...

Biz hep tam tersini düşünürdük. Hitler anormal, çevresi normal ve kurbandı. Oysa değil. Filmin önemli karakteri (film onun anılarına dayanarak oluşturuluyor) sekreter Traudl Junge'nin Hitler'a hayranlığı mesela.. Hiçbir gereği yoktur. Kendisi de itiraf eder. Herhangi bir ideolojiyle alakası olmayan bir gençtir. Ama Hitler'in karizması ve yanındakilere karşı kibar tavrı onu ve onun gibi gençleri etkiliyor.

Tam tersi ve dramatik bir örnek ise tabi ki Göbbels'in eşinin çocuklarını öldürmesi. Bu bilindik bir hikayeydi ama sinemanın etkisi ve filmin gücü de burada devreye giriyor. O vahşet, gözümüzün önünde öyle vurucu bir şekilde canlanıyor ki, korkmamak mümkün değil. Liderlerine böyle bağlı insanların hemen yanı başınızda olduğunu düşünsenize... Her lider, bu bağlılıkla bir tirana dönüşebilir.

Göbbels'in kendisinden de bahsetmek gerekir. O da Berlin'in dibine kadar gelen Ruslar karşısında hiç şansları olmayan Almanları, tüm yokluk ve imkansızlıklara rağmen düşman karşısına çıkarır. Generaller onu, Alman halkını yıkıma götürecek bu kararından vazgeçirmeye çalışır. Fakat onun cevabı; "Onlar bunu kendileri istedi. Biz insanları zorlamadık. Bu yetkiyi bize onlar verdiler ve şimdi de bunun bedelini ödüyorlar" der. Esasında haklıdır da, çünkü sandık her zaman Hitler'i ve partisini ve ideolojini zafere taşımıştı. Sandığın nelere kadir olduğunu düşününce, insan bir kez daha korkuyor; sene 2017 olsa da...

Film de tam olarak bunu anlatıyor işte. O nedenle önemlidir. Hitler'i ve Nazizm'i dünyayı kötülüğe boğan bir masal kahramanı gibi tasvir etmek yapılacak en büyük yanlış. Tam bir gerçektir. İnsanlığın ortak üründür. Kendi içinden çıkmıştır. Her zaman destek görmüştür. Savaşın sonların yaptığı hatalar olmasaydı çok daha kalıcı hasarlar bırakacaktı ve kimse de engel olamayacaktı. Yoksa 'olmayacaktı' mı? Belki kimse uyanmak istemeyecekti. Zaten böyle liderlerin ve Hitler'in en önemli gücü; çevresini ideallerine inandırmasıydı.

Asıl noktayı, filmin en sonunda yaşlanmış haliyle karşımıza çıkan Traudl Junge koyuyor:

"Nürnberg Duruşması sırasında hissettiğim tüm o korkular, ölen o 6 milyon Yahudi, muhalifler ya da başka ırktan insanlar beni derinden sarsmıştı. Ama henüz kendi geçmişimle hesaplaşmış değildim. Bunda kişisel bir hatam olmadığını düşünerek kendimi teselli ediyordum. Ve meselenin boyutunu tam olarak kavrayamamıştım. Ama bir gün, Franz-Joseph Bulvarı'nda Sophie Scholl anıtının önünden yürüyordum. Benim yaşımda olduğunu ve benim Hitler’e katıldığım yıl idam edildiğini gördüm. Ve ancak o zaman genç olmanın mazeret teşkil etmeyeceğini,ve o yaşta da doğruları bulabilmenin mümkün olduğunun farkına vardım"

Bazı konularda 'kandırıldık' demeniz çok geç olabilir. Ve hiç bir şey; yaşınız, şehriniz sizin bahaneniz olamaz. Vicdan ve ahlak her zaman doğru taraftadır, insanların kendisi orada olmasa da...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder