Salı, Mart 31

1954 Kadosu


Turgay Şeren, Suat Mamat, Bülent Eken, Rober Eryol ( Galatasaray)
Lefter Küçükandonyadis, Basri Dirimlili, Müjdat Yetkiner, Feridun Bugaker, Burhan Sargun, Mehmet Ali Has ( Fenerbahçe)
Recep Adanır, Coşkun Taş, Eşref Özmenç, Ali İhsan Karayiğit, Fahrettin Cansever ( Beşiktaş)
Çetin Zeybek (Kasımpaşa)
Şükrü Ersoy ( Ankaragücü)
Rıdvan Bolatlı ( Karagücü)
Franco Bianco( Romagücü)


06.01.1954 Chamartin Stadı İspanya- Türkiye 4-1

14.03.1954 İnönü Stadı Türkiye - İspanya 1-0

17.03.1954 Roma Olimpiyat İspanya - Türkiye 2-2

Bayanlar Türkiye Kupası


12-14 Nisan 2009 Kayseri

Mersin BŞB - Galatasaray
Panküp Ted Kayseri Koleji - Samsun Basket
Ceyhan BLD - Tarsus BLD
Fenerbahçe - Beşiktaş

Pazartesi, Mart 30

Ama


AKP iyi işler yapıyor , Davos falan da hoşuma gitti – yaptıkları yolsuzluğun haddi hesabı yok, sattılar memleketi.

CHP İktidarın rakibi olacak tek parti – yaptıkları siyaseti ben de sevmiyorum.

Bu cümlerle oy verdi seçmen. Tek fark “ama”. Daha doğrusu ortak nokta “ama”. Ama’dan sonraki cümleye göre oy veriliyor. "Akp iyi işler yapıyor Davos falan da hoşuma gitti ama yaptıkları yolsuzluğun haddi hesabı yok, sattılar memleketi" diyenler AKP’ye oy vermedi. Onlara oy verenler "yaptıkları yolsuzluğun haddi hesabı yok ama iyi işler de yapıyor , Davos falan da hoşuma gitti "diyerek basıyor mühürü.

Aynı şey CHP için de geçerli. CHP’ye vermeyenler “İktidarın rakibi olacak tek parti ama yaptıkları siyaseti ben de sevmiyorum diyerek başka partilere verdiler. Altıoka verenler cümleyi tersten kuruyor: “Yaptıkları siyaseti ben de sevmiyorum ama İktidarın rakibi olacak tek parti.”

Bir de daha basite indirgeyenler var. "O ikisine vereceğime başkalarına veririm kazanmasa da olur " veya "başkalarına verip kazanamayacaksa onlardan birine veririm. " diyenler.

İnsanların istemeyerek oy verdikleri bir seçim daha oldu. Son 2-3 seçim böyle. 1950’li yıllar daha rahattı galiba . İki parti vardı ama herkes gönlüyle oy veriyordu. Amasız, fakatsız. İki partiden birini illa kendine yakın görüyordu seçmen. Şimdi onlarca partiden hiç biriyle yakınlık kuramıyor.

O iki partili dönemin baş aktörleri Bodrum’da yarıştı. Belediye başkanlığı için DP ve CHP kıyasıya mücadele etti. Bodrum’da çok sevilen Mehmet Kocadon 140 oy farkla seçilmiş. Seçim öncesi Kocadon CHP’den aday olmak istemiş ama CHP eski başkan Mazlum Ağan’ı tekrar aday gösterince o da DP’ye geçmiş. Yazın milyonu bulan belde 15.000’den biraz fazla seçmenle başkan değiştirdi. Hayırlı uğurlu olsun.

Doğduğum ve oy kullandığım ilçe Kadıköy’de, yaşadığım semt Maltepe’de, ikametimin olduğu yer Muğla Turgutreis’te,yazları geçirdiğim Bodrum’da , askerliğimi yaptığım Tekirdağ’da, şu an çalıştığım Şişli’de yani son 1 senede yaşadığım,uğradığım tüm yerlerde AKP’nin çıkmaması sevindirici. Ama çoğunda CHP’nin çıkması da sevindirici değil.

Wonderful Life


İki gündür İstiklal Caddesi’nde aynı şarkıya denk geliyorum. Black’ten Wonderful Life. İstiklal Caddesini pek sevmem. Orası ayrı bir konu. İstiklal’de çalan şarkıların bir yerden sonra gına getirmesine de hiç değinmiyorum ve bu şarkı hakkında 3-5 satır yazmak istiyorum.

Bir şarkıyı meşhur etmek için sürekli İstiklal’de çalınmasına alışığız. Ama 1987 yılında çıkan 22 yıllık şarkı niye bir kez daha bu kadar popüler oldu anlamadım. Şahsen ben de yaklaşık 10 senedir sıkılmadan dinlerim. Biraz sevgi-böcek şarkısı gibi durur ama arada o da gerekiyor. 2003 yılında kabloluda Joy TV vardı. Orada sık sık çıkardı bu klip. Klibin bir sahnesinde bir gemi geçiyordu ki aynı şekilde geçen başka bir gemi 1991 yılı yabancı film Oscar’ı alan Meditareano (Akdeniz) filminin ilk sahnesinde karşımıza çıkıyordu. Daha doğrusu bize benzer geliyordu. O sebeple bu ikisi arasında bağlantı kurardık.(bknz.Zafer). Tabi bu şarkı muhakkak Özal Gençliği için daha değerlidir. 1987’de 20lere yakın olanlar. Bizden bir önceki ve bizden en uzak kuşak. Aslında bu şarkı özelinden o yılları değerlendirecek güzel blogger abilerimiz var. Sosyolojik tahlili onlara bırakalım. Okan Bayülgen ve sözlüğün saçmalamasından daha iyi yazarım şahsen ama işi ehline bırakalım.

Kendi özelimize gelirsek . Bu şarkının tavan yapması 2001-2003 arası. Biz lisedeydik o zaman. Tek derdimiz (ÖSS haricinde) bu hafta lig ne olur, Beden dersinde iki ders halı sahada maç yapar mıyız, bir de kızlar okulda pantalon giyebilecek mi yoksa etekle devam mı? Neyse ki durmak yok yola devam dedi kızlarımız etekle bitirdiler liseyi. Bizim için güzeldi o zamanlar. Sürekli de bu şarkı çalardı işte.

Şarkı o yıllarda çok güzeldi. Şimdi de güzel. Ama daha farklı artık. Eskiden neşeyle dinleridik. Şimdi melankolik şarkılar sınıfında. Eskiden daha keyifliydik belki ondandır. Aslında çok farklı bir yere bağlayacağım bu şarkı sayesinde: Lise güzeldir. Özellikle ÖSS öncesinde olanlar için söylüyorum. Üniverisiteye girince çok güzel olacak demeyin. Yalan olursunuz, şok olursunuz. Hayat güzeldir,it s a wonderful ama eğer lise öğrencisiysen. Lise yıllarında "ileride bunları yaparım" dediğimiz bir çok seyi hala yapamadık. Ama işin kötü tarafı lisede sık sık yaptığımız bir çok seyi şu anda yapamıyoruz. Mesela koridorlarda tezahürat yapmak. Veya günde 5 saat boş boş konuşmak. Günde en az yarım saat futbol veya basketbol oynamak. Okuldan 3'te çıkıp mahalleye gitmek. Mahallede maç yapmak. Karı-kız muhabbeti yapmak( o zaman daha farklı bir isim takardık ben yumuşattım). Bunlar artık çok uzak. O yüzden Black'in bu şarkısı artık güzel gelmiyor.

Black demişken bir de Everything Coming Up Roses var ama o Bodrum’da Körfez-Adamik arası koşulan yaz için soundtrack olur. O da başka bir yazıda inşallah.

Hala Gülüyorlar


Arjantinli futbolcular hafta içi idmanlarda sürekli gülüyordu. Çekilen her fotoğrafta durum böyleydi. Arada Maradona çıkıyor o da kahkaha atıyordu. Keyif vermek bir yana keyif alan bir takım olmuşlar ki en önemlisi o. Venezuella'yı 4 golle geçti bu neşeli takım. İlk golden sonra bile hala gülüyorlardı. Çarşamba günü dünyanın en zor deplasmanına gidecekler. Bolivya'da nefes almakta zorlanacaklar, gülmek maç sonuna kalacak. O da galibiyet çıkarsa.

Pazar, Mart 29

Saygı


Emre Aşık yazıları sıktı belki ama hakediyor. Bundan 14 sene evvel. 10 yaşındayım. Yine bir mart akşamı yine bir milli maç heyecanı. 29 Mart 1995. Bundan tam 14 sene evvel. Ne bir eksik ne bir fazla.

Kalede Engin İpekoğlu vardı şimdi Sakaryaspor teknik direktörü. Bülent Korkmaz, şimdi bizim başımızda. Ertuğrul Sağlam ve Mutlu Topçu Bursaspor'da beraber çalışıyorlar. Tolunay Kafkas Kayserispor'un içine etmekle meşgul. Abdullah Ercan, Oğuz Çetin, Metin Tekin milli takımda iş yapıyorlar. Sergen Yalçın Ntv'de, Hakan Şükür TRT'de.

Bir de o var kadroda, 11'de. Karşısında Henrik Larsson ve Keneth Anderson. Biri geçen sene Sami Yen'de bize gol attı. Diğeri geldi burada oynadı. Ama onlar hiç önemli değil. Karşılarında o maçta Emre Aşık vardı. Amaç Euro 96'ya katılmak. 5.torba takımıyız. O günden sonra iki tane yarı final oynadık. Bir dünya kupası bir Avrupa Şampiyonası.Grubun en önemli ikinci takımıyız artık. O zamanlar San Marino'dan biraz üstündük. O İsveç maçını 2-1 kazandık. Emre Aşık bir gol atmıştı. Euro 96 kapısı aralanmıştı. Bu milletin yaşadığı en heyecanlı haziran ayının kapısı. 14 sene önce bugün. Ben 10 yaşındaydım.

Ben ortaokulu okudum, liseye bitirdim, üniversite diplomam elimde, askerliğimi yaptım. Yine milli maç izliyorum bir mart akşamı. Stoperde yine Emre Aşık. Karşısında bu sefer Fernando Torres. Keneth Anderson'dan daha müthiş belki de. 14 sene evvel ben 10 yaşındayken Torres de 11 yaşında. Arda Turan 8 yaşında. Emre ise aynı Emre. Yine hatasız. Yine ya adamı sikecek gibi bakıyor ya da her an ağlayacakmış gibi. Ve suratı hala 23 yaşındaki gibi. Ve yine de biz tedirginiz, ya kendi kalesine gol atar ya da kart görür diye.

Türk futbolunda değişmeyen tek şey değişimdir. Bir de Emre Aşık.

Cumartesi, Mart 28

Ne Oluyor Be?


Kulübün her şubesi bir ayrı dert oldu. Mart ayı dert ayı derler ya işte 2009 martı aynen bunu yaşatıyor. Erkek basketbol takımı ligde iyi işler yaparken Hosley ve Tolliver gibi iki yıldızı katmıştı takıma. "Tamam şimdi Play-Off'ta bu sene uçarız" derken ligde paraşütsüz düşüşe geçtik. Geçen hafta, sonuncu C.Ted Kolejliler'e yenildik. Bugün de Kepez mağlubiyeti yaşandı. En fazla sayıyı 17 ile Hosley atmış takımda. 3 hafta önce İzmir'de Hüseyin Beşok ile kapışan Hosley. Eski guardımız Fitch 25 sayıyla maçın en skoreri olmuş. Neyse ki bayan basket doludizgin. Allah nazardan saklasın kızları. Yine de derhal nisan gelsin, bitsin bu cenabet ay.

Madrid Hafızası

Santiago Barnebau'ya çıkan son Türk takımı. 18 Nisan 2001 Real Madrid-Galatasaray maçı

Madrid'e gelen son Türk takımı. 20 Eylül 2007 A.Madrid- K.Erciyesspor maçı
A ve Ümit Milli Takım dışındaki milli maçlar dahil değil. Var mı onu da bilmiyorum.

Eski Dost


Türk medyasının klasik geyiğidir. Ligimizde top koşturan yabancı bir futbolcu ülkemizden ayrılır ayrılmaz "eski dost" mertebesine ulaşır. Yukardaki resimde sağ tarafta yer alan şahsiyet de bunlardan biri. Kovalayarak yolladığımız yabancılardan biri. Şimdi Peru Milli Takım Teknik Direktörü. Eski Beşiktaşlı Del Solar. En solda da Peru'nun son dönemdeki en ünlü yıldızı Nolberto Solano.

Del Solar'ı severdim. 1 sezon oynadı. Toshack zamanıydı. İyi topçuydu ama Ohen'e kurban oldu. Ohen yüzünden Galli'nin getirdiği tüm adamlara kötü gözüyle bakıldı. Yoksa iyi bir sol ayağı vardı. Bir solak olarak çok yakından izlerdim. En sevdiğim Beşiktaşlı yabancı futbolcudur. Yok şimdi bir daha düşündüm Giunti onun önünde. Ama ilk odur o zaman. Yaşım biraz daha büyük olsaydı da keşke Ferdinand'ı da izleyebilseydik adam akıllı. Bu üç isimden ikisi 1 sene, sadece Giunti 1.5 sene oynadı. Onları az izledik, yazık oldu.

Cuma, Mart 27

Haftasonu Savaşları


27 Mart Cuma

19.00 Hırvatistan-Karadağ (u-21)

21.00 Almanya-Hollanda (u-21)

28 Mart Cumartesi

16.00 Rusya-Azerbaycan

17.00 Yunanistan-Makedonya (u-21)

20.00 Altay-Diyarbakırspor

Dertli Morgan

Ali Okancı yukardaki resmini kendi bloguna taşımıştı. Okuyanlar bilir altına "kalene konuşuyor bu iki kaleci"den yola çıkıp çok hoş diyaloglar yazılmıştı. Genelde yazılanlar Morgan'ın Galatasaray'dan ve Türkiye'deki futbol ortamından yana dert yandığı üzerineydi. Ama bu ikilinin diğer resimleri düşmeye devam ediyor. Ve anlaşıldı ki yukarıdaki resmin altına yazılan espiriler aslında espiri değilmiş. Alttaki resimde Morgan hala konuşuyor, hararetli hararetli derdini anlatıyor. Buffon artık şaşırmıyor ve meslektaşını teselli ediyor. Bir İtalyan kalecinin şikayet edecek neyi olabilir ki? Eğer Galatasaray'da yabancıysan işin zor işte.
İlk resmin altına yazılan yorumlar, Ali Okancı'nın harika blogu: http://pennearabiata.blogspot.com/2009/03/de-sanctis-buffon.html
İnşallah kızmaz izinsiz kullandık diye.


Höst Lan!


Maradona, Arjantin Milli Takımı'nın başında ilk resmi maça çıkacak. Bekliyoruz merakla. Fransa karşısında Marsilya'da oynanan maçta iyi ışıklar verilmişti. Bakalım şimdi ne olacak? Yıllardır kıldan tüyden, saçtan baştan meseleler nedeniye gündeme gelen, başarılardan uzak kalan Arjantin şimdi bambaşka bir halde.
Kısa bir zaman öncesine kadar hastanelerde ölümle pençeleşen bir adamı takımı başına getirmenin nedeni ve sonucu bu herhalde. Bütün idman resimlerinde topçular sürekli gülüyor. Sanki milli takım kampı değil yaz kampı. Eğleniyorlar sanki. Kamp yeri böyle gerci ama La Bombonera'da durum farklı. Tanrı'ya gider yapan Riquelme büyük destek bulmuş. O da ayrı bir konu ama gündeme sonra taşınır.
Resimdeki olayda Tevez, anteramanda Heinze'ye Pascal Nouma taklidi yapıyor herhalde. Karar merci Sinan Engin değil Maradona olunca böyle rahatlık oluyor demek ki. Oysa ikisi de göbekli.

Yenilmezlik Rekoru

Bursaspor'un şampiyon olup lige çıkan kadrosu.


Süper Lig'de yenilmezlik rekoru 48 maçla Beşiktaş'ın elinde. Futbol muhabbetlerinde sıkça anılır. Namağlup tek şampiyon, kolej takımı Beşiktaş sıfatlarıyla. Biz Galatasaraylılar'ın bu konudaki tesellisiyse 49. maçta Beşiktaş'ın rakibi olmamızdı. Peki en üst ligde durum böyleyken bir altta nasıl? Süper Lig'in istatistikleri zor-zahmet tutulurken alt taraflarla ilgili bir şey bulmak güç ne de olsa.


Ben ufak bir araştırma yaptım. Tabi bunu yaparken 2001-2002 sezonundan başladım. Çünkü o zamanın A Kategorisi şimdinin 1.Lig'i, çok daha eskinin 2.Lig'i olan lig, o sezon tamamen bir lig haline geldi. 5 gruplu düzenden, 18 takımlı gerçek bir lige geçti. Şimdi çıkıp biri "ulan 7 sezonu araştırmış konuşuyor biz de bir halt yaptı sandık" diyebilir. Ben de olsam öyle derdim, ama ülke gerçekleri belli, falan filan..


Sözü uzatmayalım. Yenilmezlik rekoruna geçelim.2001-02 sezonunda karşımıza Elazığspor çıkıyor. 16 maç boyunca yenilmiyor. 23.haftada Batman Petrolspor maçıyla başlayan seri 38.haftada şampiyonluk maçında alınan 4-2 Altay galibiyetiyle sona eriyor. Maçı kazanan Elazığspor ise seri niye son buluyor, çünkü o sezonu bir üst lige çıkarak tamamlıyorlar. Yani bir sonraki sezonda bu ligde bulunmuyor. Geri döndükleri 2004-05 sezonuna 3 maç yenilmeyerek başlıyorlar ama ben bunu dahil etmiyorum. Ligden giden bizden değildir. Elazığspor 16 ile rekoru uzun süre elinde bulunduruyor. 2001-02 sezonunda Adanaspor'un 14 maç ile çok yaklaştığını hatırlatalım. Ama onlar da lige çıkınca rekoru kıramıyorlar. Zaten döndüklerinde de lige mağlubiyetle başlıyorlar.


Rekorun şu andaki sahibi ise Bursaspor. Lige düştüklerinde hemen çıkarız sanmıştık ama iki sezon kaldılar. O iki sezonda üst üste 23 maç yenilmediler. 2004-2005 sezonunun 25.haftasında Sivasspor maçıyla başlayan seri sezon sonuna kadar devam etti ama lige çıkmak için yeterli olmadı. Bir sonraki sezonun ilk 13 maçında yenilgi yüzü görmedi Timsahlar. 14. maçta Orduspor deplasmanında mağlubiyet görüp seriyi bozdular. O maça ait bir foto 2 aşağıdaki yazıda.


Eğer tek sezona sığacak rekorlara bakacak olursak biraz daha devam ederiz. Ama Elazığspor'un 16 rakamını geçen çıkmayacak. Yakalayanlar var ama. 2006-2007 sezonunda Gaziantep BB 16 maç boyunca yenilmiyor. İlginç olan Gaziantep BB sezonu anca 11. bitirebildi. Elazığspor'un rekorunun kırılmasına engel olan takımın Elazığspor'un ezeli rakibi Malatyaspor olduğunu da belirtelim.


Geçen sezon lige çıkan Antalyaspor ise şampiyonluk koşusunda 16 maç boyunca yenilmedi. 32.haftada bir başka doğu ekibi yine seri bozdu. Diyarbakırspor deplasmanda Antalyaspor'u devirerek Elazığspor'a kıyak geçti(!)


Orduspor ise geçen sene 15'te kaldı. 16 olmasını engelleyen ise son yıllarda çok çekiştiği Eskişehirspor'du. Orduspor'un 18 maç üst üste kazanarak Türkiye Ligleri'ndeki rekoru elinde bulundurduğunu da hatırlatalım.

Bu sezon ise Altay'ın iki tane 11 ve 10 maçlık serisi var. Şu an Boluspor 9 maçla bunu bozmaya en yakın aday. Diyarbakırspor 7, Adanaspor ise 6 maçtır yenilmiyor.

Euroleague Play-Off


Euroleague'de ikinci maçlar bu gece oynandı. 2 seri 2-0 oldu, 2 seri 1-1 oldu. Önce 1-1 olanlar. İlk maçı kazanan Panathinakos Siena karşısında istediğini alamadı. Partizan'ndan sonra herhalde son 8 arasına kalan "en inanmış takım" olan Siena son periyottaki oyunuyla Yunan deplasmanından 79-84'lük bir galibiyetle dönerek saha avantajını eline geçirdi. Gecenin tek deplasman galibiyetine imza attı İtalyan ekibi.


İki İspanyol takımının karşılaştığı eşleşmede ilk maçı kazanan Tau Ceramica bu sefer Barcelona'ya direnemedi. Katalanlar kendi evlerinde 23 sayı farka ulaşarak durumu 1-1'e getirdiler. Ersan bu maçta 16 sayı 10 ribaund ile oynadı. Lakoviç ise 17 sayı attı.


Diğer bir İspanyol Real Madrid ise 2-0 geriye düştü. Olympiakos Yunanistan'da bugün oynanan 2 maçtan galibiyet çıkaran tek Yunanlı olarak sadece Real'i yenmedi ezeli rakibi PAO'ya da hava attı. Aynı şekilde Real, Barca'nın yaptığını yapamadı.


Şampiyonuğu üzerine bahis oyandığım CSKA, Partizan'ı bu sefer zorlanmadan geçti. Maçın başında yakaladığı farkı koruyan Ruslar 27 sayıyla kazandılar. İddia bülteninden çıkarılan maçta CSKA 2-0'ı yakaladı ve Belgrad'ın ateşine bu avantajla gidecek. Ve ne olursa olsun hala turun en merakla beklenen eşleşmesi bugün 27 sayı fark yemelerine rağmen Partizan sayesinde budur. Belgrad maçları çok çetin geçecek.
Üçüncü maçlar salı günü....

Perşembe, Mart 26

Şampiyonluk Nağmeleri

''Şampiyonluktan söz edeceksek, bu cümlenin içini çok iyi doldurmalıyız. Şampiyonluk hedefini 3 yıllık dönemde yakalamalıyız. Biz bu kenti şampiyon yapmaya geldik. Zirveye ulaşmak için geçmek zorunda olduğumuz büyük rakipler var. Tüm şehir hareketlenerek, ekonomik anlamda katkıda bulunmalı. Her şehirde işler iyi gidince muhalefet olabilir. Bursa'da oluşacak bütünlük, bunu yok edecek güçte.'' Ertuğrul Sağlam böyle demiş. Peki bu cümleleri Bursa'da en son kullanan kimdi? Cevap aşağıda.
Peki Hagi'ye 10 hafta sabredebilen Bursaspor camiası 1 sene sonra taraftarını nelere, nerelere sürükledi. Onun cevabı da aşağıda.


"Süper Lig'e çıkma yolunda takımını Ordu'da destekleyen Bursaspor tribünü."


Kayıp Biletler


Cumartesi günü Sakaryaspor, Boluspor ile Bolu'da karşılacak. Oldukça önemli bir maç. Daha önce de iki takımı aynı yazıda kullanmıştım. Biri sonuncu başladığı ligde şampiyonluğa oynuyor, diğeri geçen sene kaçırdığı şampiyonluğu yakalamak için başladığı sezonda ligde kalmaya oynuyor. Kıran kırana bir maç olacak. Ve tabi ki yayıncı kuruluş geleneği bozmayıp hafatnın en önemli 2 maçından birini bu hafta da vermeyecek.

Haliyle bu maça ilgi yüksek. Özellikle Sakarya ve Bolu şehirlerinde tabi ki. Sakaryaspor'un tribün desteği zaten biliniyor. Bu maçta da takımını yalnız bırakmayacak. Ama bilet bulurlarsa, daha doğrusu biletler bulunursa.

Olayın kaynağı deplasman tribününün kapasitesinin belirsiz olmasından kaynaklanıyor. Sakaryasporlular geçene sene 1000 civarı oluklarını söylüyorlar, haliyle yine o kadar bekliyorlardı. Ama yüzde 5'in 475 kişi olduğu iddia ediliyor karşı cepheden. 450 kişi Tatangalar için oldukça az. Büyük olasılık 450'den daha çok taraftar gidecektir. Bu da haliyle Sakaryaspor taraftarının bir bölümünün Boluspor tribününde oturması anlamına geliyor ki, Türkiye'nin ilk çocuk tribününe sahip stadyumu için hoş olmayan olaylar doğurabilir.

Sakaryaspor yönetiminin bu gerekçeyle 450 civarı bilet geldiği takdirde bu biletleri kabul etmeyeceği iddia edildi. Boluspor yönetiminin 450 yollama isteği de Boluspor taraftarının baskısından kaynaklanmış. Dün Sakarya'da olması gereken 450 adet bilet ise şu an ortada yok. Boluspor yolladık diyor, Sakaryaspor gelmedi diyor.
Bir de Kocaelispor tarafı var. Onların iddiası Bolu'ya son yıllarda en kalabalık giden deplasman grubunun kendileri olduğu. Haliyle ezeli rakip Sakaryaspor, bu alanda da rakibini geçmek istiyor.

Hayatında Bolu'ya hiç gitmemiş, Boluspor'u hiç izlememiş, Sakarya'ya 1 kere Sapanca için giden ben bunları nereden biliyorum? Tribündergi tabi ki. Ülke futbolunu, tribününü takip etmek için en iyi yer. Keşke dergisi devam etseydi. Reklamlar da yazı da bitti.

Nuri Şahin


A Milli Takım Nuri Şahin'in oynayıp oynamamasını tartışsın bir diğer Nuri Şahin Avrupa Kupası kazandı. ARKAS tarihi bir başarıya imza atarken kadrosunda Nuri Şahin de vardı. Tokat doğumlu libero 29 yaşında. 8 sene Galatasaray'da oynamıştı. Sonra Fenerbahçe'de gözüktü bir ara. Bu sezon başında Arkas'a dahil dolu. Bir çok defa milli formayı da giydi.
Arkas'ın başarısını es geçtik demesinler diye..

12 Nisan 2009


26 Mart 2000 - 6 Mayıs 2001 - 6 Kasım 2002 - 8 Mart 2003 - 12 Aralık 2004 - 11 Mayıs 2005 - 22 Nisan 2006 - 19 Mayıs 2007 - 27 Nisan 2008 ve daha diğerleri....

Sıra sende 2009.. Yılın ilk derbisi 12 Nisan 2009 Pazar günü Ali Sami Yen'de..

Sağlık İçin Takım Tutmuyoruz


Operatör Doktor Hüseyin Darçın:

"Takımın aldığı kötü sonuçlar taraftarlar üzerinde sıkıntı yaratıyor. Dişlerde aşırı sıkmaktan dolayı erezyon oluşuyor.Biraz daha aşağıya inelim; midede asidi artırıyor. Stresten dolayı asit arttığı zaman ülser oluyorsunuz. Ülser olmamak için asidi bastırmak amacıyla bir şeyler yiyorsunuz. Bir şeyler yiyince de kilo alıyorsunuz."


Bu aralar çok andım onları. Sağlık için spor yapmayan Okan ve Emre'ye ithaf olsun.

Her Sevdadan Geriye Kalan


4-5 yaşlarındayım. Kendimi bildim bileli Galatasaraylıyım denir ya, işte kendimi bildiğim ilk zamanlar. O yaşlarda bile akıl fikir Galatasaray'da. Ve her çocuk gibi kahramana ihtiyaç var. Süperman Batman tanımam ben. Sene 1990 olsun. O zaman tek kahraman var benim yaşıtlarım için. Hatta her yaş grubundaki Galatasaraylı için. Tanju deniyor başka bir şey denmiyor. Tanju'yu o zamanlarda sevmeyen tek Galatasaraylı belki de annem. Hayatımda gördüğüm en büyük Galatasaraylı. Ve bir çocuğun annesiyle ilk didişmeleri. Yaş daha 4. Erken yat, yemeğini ye eksenli değil hiç bir konuşma. Tamamen Tanju ile alakalı herşey. Yaşım daha 4, bilemedin 5.

1991 yazı. 6 yaşındayım. Freud gelsin, tüm psikologlar gelsin çözsün bu olayı. Hayatımdaki ilk darbeyi yiyorum. Tanju Fenerbahçeli olmuştu bir anda. O gün gökler bile ağladı diyor Tanju, kaç kişinin neler hissetiğini bilmeden.

Çocuklar çabuk unutuyor darbeleri ama acısı yıllar sonra çıkıyor. Kronolojik sıraya devam. Çabuk unutuyoruz ya hemen kendimize yeni bir kahraman buluyoruz. Kral öldü yaşasın yeni kral. Arada kısa süre bir Kosecki tutulmasından sonra Bursa'dan İstanbul'a Kral geliyor.

1992 yazı. Fenerbahçe ile oynanan Başbakanlık Kupası maçının hemen öncesinde muhabirlere " ben Galatasaray'da oynamak istiyorum" diyen uzun boylu ince yapılı bir çocuk. O takıma gelince takımın çehresi değişiyor. Benim kahraman sayım artıyor. Hakan Şükür diyorum dayımdan 9 numaralı forma istiyorum, Okan Buruk'un bacağı kırılınca acıyı ben hissediyorum. Bülent-Tugay var hali hazırda zaten. Hele o Tugay yok mu? En çok eleştirilen topçuydu. Kaptanlık bile elinden alınmıştı. Ama ben koşulsuz seviyordum. Çok daha küçükken kendi ismimi zor söylerdim. İsmin ne diye soranlara Tugay derdim ben de. İsmim Tugay olmalıydı benim veya Hakan.

Okula gidiyor muyum hatırlamıyorum. Ama bir Kurban Bayramı tatilinde Ankara'da şampiyonluğu kutluyor kahramanlar. İlk okula dair hiç bir şey hatırlamıyorum ama 1992- 93 sezonunu çok net hatırlıyorum. Bir sonraki sene yine aynı duygular. Cicim yılları yüzyılın sonuna kadar devam ediyor. Okulda, sokakta bana biri bir şey deseler dönüp bakmıyorum ama Tugay'a, Bülent'e, Hakan'a laf geldi mi dayanmak zor oluyor.

1996-2000 yılı kadro değişiyor. Harem ağası gibi oluyorum. Bir çok sevgilimiz var. Vedat var mesela seviyorum sebepsiz. Ülkede onu seven tek kişi gibi hissediyorum çoğu zaman. Adanalı Hasan var. Deliriyor diye bitiyoruz sıkça. Fatih Akyel Emre Belözoğlu genç kardeşler çıkıyor ortaya. Yeni Bülent yeni Tugay diyip bağrımıza basıyoruz. Yaş oluyor 14-15. Ergenliğe giriş dönemi. Bir de kızlar diye bir şey çıkıyor. Ortaokulun sonu lisenin öncesi. Umrumda mı? 3 Kasım 1999'dan 2000 mayısına kadar aklıma herhangi bir kız girmiyor.

Arada Tugay'ı yolluyoruz Ada'ya. Ama severek ayrılıyoruz. Onun için olması gereken oydu ve gidiyor. O Ada'ya giderken, biz diğerleriyle Kopenhagen yolundaydık. Doğruya doğru itiraf edelim, kim takar Tugay'ı diyoruz. Ama hakkını vermek lazım.Bizi hayal kırıklığına uğratmayan bir tek o oluyor bu güne kadar.

2000 mayısı. Herşeyin miladı. Bundan sonra herşey çok güzel olacak derken herşeyin değiştiği tarih. Önce 1992 yılında Galatasaray'a gelmek için babasını bile karşısına alan Hakan gidiyor. Hem de ne gidiş. Milli takıma gittim dönüceğim diyip İnter'e imza atıyor. Anlam veremiyor kimse. Kral yapmazdı böyle bir şey. Ama işte sonsuz krediler verilmişti gönülden. Kral bu yapar gider diyoruz. Oysa yaptığı belki Okan ve Emre'den daha büyük bir terbiyesizlikti.

O yazı tek bir darbeyle atlatıyorum. Sene 2000-2001. Artık lisedeyim ve hayata bakışım değişmiş. Sevgilileri güzellerden değil gönülden bağlı olanlardan seçmeli. İki gol attı diye Tanju'yu sevdik de ne oldu? Sakaryalı Hakan bile gitti. Peki kimler gönülden bağlı olur? Bu ocaktan yetişen çocuklar diye düşünüyorum. Emre-Okan-Fatih Akyel ve kaptan diyorum. Çok sürmüyor bir kazık daha yemek.

Şampiyonluğu bağıra bağıra vermek bir yana bir de Hakan'ın peşinden sağlık için spor yapmamak için Inter'e gidiyor Okan ve Emre. Sağlık için spor yapmak. Biz sağlık için mi kovalamıştık herşeyi? Yoksa öyle mi olması gerekiyordu?

Harem dağılıyor ama o kadar çok ürün vermiş ki zamanında tutnacak bir dal bulmak kolay oluyor. Ankaragücü ile oynayıp şampiyonluğu bıraktığımız maçta iki isim gönülden oynuyordu. Oyuna sonradan giren Hasan ve Ümit. Yeni gözdeler onlarken bir de Fatih çıkıyor. Florya'da Fenerbahçeli dövdü haberi yeni birini koydu gönül köşküne. İşte gerçek sevdalı olan bu diyorum. Yaşım 16.

Fatih İspanya'ya gidiyor. Gitsin, diğerleri gibi değildi gidişi çünkü. Ama ya dönüşü. Bir Samsunspor maçı öncesi imzayı suyun karşı tarafına atıyordu. Tribün bile ikiye bölünmüştü. Kime tutunacağımı şaşırdım. 2 sene içinde inanılmaz darbeler. En sonunda dedim ne varsa Kaptan'da var. O harbi Galatasaraylı.

2002-2006 buhran yılları. Dedikodular almış başını gidiyor. Bazı gerçekleri öğreniyorum. Eski sevgililerin aslında ne olduklarıyla ilgili. Utanıyorum sıkılıyorum. Ama seviniyorum Kaptan için bu dedikodular yok diyorum.

Ve sonra yaş olmuş 24. Yıl 2009, aylardan mart. Bir darbe daha yemek üzere olduğumu hissediyorum. Ve diyorum ya, yaş 24. Arkadaşlarım evleniyor. Ben askerliğimi yaptım. Diyorlar ki bir kız bul da hayatını yönlendir. Birini bul!. Birine güvenmemi istiyorlar. Peki ben nasıl güveneceğim birine bu saatten sonra.

Belki saçma gelecek okuyana. Ama işin bu tarafı da var ne yazık ki. Hayatımla ilgili verdiğim tüm kararları Galatasaray'ı düşünerek vermişim. Haliyle bütün içim,ruhum,bilinçaltım ordan gelenlerle şekillenmiş. Ve bir çok insanın da bu durumda olduğunu biliyorum.
Liverpool taraftarı "asla bir kadına you'll never walk alone diyemezsiniz." derken biz 20li yaşlardaki Galatasaray taraftarı olarak insanlardan kaçıyoruz. Yemediğimiz darbe kalmamış, kime güvendiysek kimi sevdiysek arkasından el sallamışız. Deliler gibi haykırsak da duyuramamışız, hissetirememişiz bazı şeyleri demek ki. Hiç bir sevdadan galip çıkmamışız. Biliyoruz artık aşklar yalan ve dolan, sonu hep acı ve hüsran. Biraz geç oldu ama dank etti kafamıza. Ne yaşanırsa yaşansın yine geriye sadece Galatasaray kalacak. Armanın bizi terketmeyeceği belli. O yüzden sessiz ve kederli bir şekilde içmeye devam Nevizade'de.

Çarşamba, Mart 25

Biliyorduk Zaten


Fatih Terim çok keyifli bir röportaj vermiş Fanatik Gazetesi'ne. Oradaki bir cümle akla 2002-03 sezonunu getiriyor. Bir önceki sezonun şampiyon kadrosunu dağıtan İmparator şöyle diyor Mehmet Demircan'a:

Soru:Mutfakla aranız nasıl?

Cevap: Yemeği yerim, yapamam. Zaten Fulya da bir şeye dokundurtmaz. Çünkü olan bir şeyi bozarım ben.

3 Günde 4 Maç


İzmir Süper Lig'e uzak kalsın futbol tüm heyecanıyla devam ediyor orada. Süper Lig'de olmak veya olmamak hiç mesele değil. Türk futboluna ve gençlerine bu kadar fırsat veren bir şehir olması takip etmek için yeter. Türkiye'de futbolun ilk oynanan şehrinde bu hafta da futbol şov yaşanacak.Perşembe günü 13.30'da Göztepe 2 sıra ve bir puan üstündeki Kahramanmaraşspor'u konuk edecek. Kazanırsa ikinci sıraya yerleşebilir. Cuma günü Bucaspor, Van Belediye'yi konuk edecek. Şirin ve coşkulu stadyuma sahip takım kazanırsa liderliğini devam ettirecek. Maç 15.00'de başlayacak. Göztepe ve Buca'nın 3. ve 2. Lig yükselme gruplarında oduğunu hatırlatalım.

İzmir'in diğer iki takımı da Süper Lig yolunda. Yani İzmir'de herkes büyük düşünüyor. Cuma 20.00'de Karşıyaka, Giresunspor'u cumartesi 20.00'de Altay, Diyarbakırspor'u konuk ediyor. İki maçın da naklen yayını olacak.
Fakat maçların hangi stadyumlarda oynanacağı tartışması devam ediyor. İzmir kulüpleri birleşşin diyerek ahkam kesenler bu problemi göz ardı etmeye devam etsinler. Ne kadar çok kulüp o kadar büyük rekabet. Ne kadar büyük rekabet o kadar çok heyecan. Ne kadar heyecan o kadar güzellik. Süper Lig'de olmasalar da olur, varlıkları yeter.

Güzel Reklam Ve Akla Gelenler


Son yıllarda ülkemizde çekilen en güzel futbol konulu reklam. Türk Telekom'un reklamı. Afrikalı çocuklar bizi bekliyor. Top oynuyorlar, birbirlerini Arda, Semih diye çağırarak. Çok güzel bir reklam. Bu reklam sayesinde uzun süredir aklımızda olan ama bir süredir arka planlara attığımız bir konuyu taşıyalım buraya.

Galatasaray'ın 2000 başarısı ve Milli Takım'ın 2002 başarısı herşeyin miladı ve üst seviyesi oldu. Onun arkasından bir çok başarı gelse de devamlılık sağlayamadığmız için bir çok şeyi de kaybettik. Özellikle de Galatasaray'da bu daha çok görülür oldu. Muhakkak çok başka sebepler de var. Zaten biz de günlerdir onları yazıyoruz. Ama sebeplerden biri de önemli bir değişimin söz konusu olması.
Anlatanın "harbi doğruymuş" diye başladığı, dinleyenin " yine sallıyor" diye düşündüğü hikayeler 2000li yılların başında tavan yapmıştı. "Singapur'da Türküm dedim, adam Galatasaray dedi." veya "Nijerya'da yürürken önüme biri çıktı üzerinde Hasan Şaş forması vardı". veya "Brezilya'ya gittim Copacabana'da maç yapan çocuk gol atınca Sukur diye bağırdı." Anlat anlat bitmez. Hatta en sonunda Amerika'dan saklanan Saddam'ın sokağa çıkıp Irak halkı arasına karıştığı görüntüler bütün dünya televizyonlarında yayınlanmıştı. Oradaki adamlardan birinin üzerinde Galatasaray eşorfmanı vardı.

Leman-Penguen karikatürlerindeki köpek ve sahibi gibi. Bize bir şey anlatmaya çalışıyorlardı. Anlaşılmadı. Türkiye siyasette ve sporda ve diğer alanlarda kimliğini ve görevini kaybetmemeliydi. Diğerleri bu blogu ilgilendirmez ama sporda o kimlik kayboldu. Galatasaray bunun açık örneğiydi. Vizyon sahibi olmak ile kimlik kaybı yaşamak Florya'nın o meşhur kapılarından aynı anda girip çıkmıştı.

O zaman soru şu. Futbol takımını yönetirken o kimlik nasıl korunacaktı. Taraftar başarı bekliyor. Galatasaray camiasının en büyük hatası Uefa Kupasını aldıktan sonra kendini Barcelona sanması oldu. Haliyle Fenerbahçe'de onun ezeli rakibi olduğu için kendini Real Madrid sandı. İşin asıl ilginç,garip ya da her neyse tarafı Fenerbahçe'nin Real Madrid olmaya uygun bir yapıda olması. Her sene bir yıldız alıp Saraçoğlu'nda oynatmak, o futbolcunun formalarını Fenerium'da sattırmak. Tam Fenerbahçe konseptiydi bu. Ama Fenerbahçe bunu kendi dinamikleriyle çözemedi ve imdadına Galatasaray yetişti. Fakat Galatasaray, Fenerbahçe'nin kendini bulmasına yardımcı olurken kendini kaybetti.

Oysa Galatasaray'ın izleyeceği yol bir iki kaliteli yabancının etrafında ülkenin en kaliteli topçuları ile oluşan bir takım yaratmaktı. Kendi yıldızlarıyla orataya çıkmaktı. Onlarla diğerlerine kafa tutmaktı. Rakiplerin dışladığı futbolcularla değil kendi yarattığı değerlerle. G-14'ün arasına girmek değil G-14'ü yıkma hedefi koyulmalıydı. Jardel transferiyle başlayan süreç içinden çıkılmaz bir hal aldı. Yönetimler seçim konuşmalarında her sene 3 yıldız transferi sözü verdi. Oysa her sene A takıma çıkacak 3 altyapı futbolcusu daha değerliydi.

Eğer Barcelona'nın karşısına yeni Barcelona, Manchestar United'ın karşısına yeni United benim iddiasıyla çıkarsanız sizi haşat ederler. Belki Luce zamanı gibi ufak başarılar alırısınız ama devamı gelmez. Çünkü Avrupa futbolunun yeni bir United ihtiyacı yok ve herkes yeni bir United olma hevesinde. Burada izlenecek yol United'dan, Real'den, İnter'den sıkılan kitleye yeni bir tercih yaratmak olmalıydı. Juventus, İnter, Bayern, Schalke son olarak da 1999 yılında Parma'dan sonra Uefa Kupası Şampiyonu Galatasaray ibaresinin oluşumu futbol dünyasında muhakkak yeni bir heyecan yaratmıştı. Afrika'dan Asya'ya kadar. Büyük liglerin büyük takımlarından sıkılanlar için. Yani dünyanın büyük çoğunluğu. Yoksa Manu Chao Galatasaray formasıyla niye konsere çıksın? Sarı ve kırmızının hatrına değil herhalde.

Yazıyı fazla uzatmaya gerek yok. Sene 2009 olmuş. Galatasaray'ın dertleri derya. Konuşulacak başka konular var artık. Ama reklam güzel olmuş. İnsanın aklına geliyor ne fırsat kaçırdığımız, yazası geliyor haliyle.

Euroleague


Avrupa Basketbolu'nun en önemli mevsimi başladı. Bana göre NBA'dan daha zevkli olan Euroleague'in Final Four'una katılacak takımlar belirlenecek. Dün ilk maçlar oynandı. 2 Yunan galip geldi, 2 İspanya takımı yenildi.
Panathinakos 18.000 seyircinin desteğiyle Siena'yı (90-85), Olympiakos Real Madrid'i (88-79) geçti. Saha avantajını iki takım da iyi kullandı. Deplasmanda galip gelen tek takım Barcelona'yı 84-75 ile geçen bir başka İspanyol Tau Ceramica oldu. Mantığımın şampiyon adayı ile gönlümün şampiyonu Rusya'da karşılaştı. Mantık gönüle üstünlük kurdu. CSKA Moskova Partizan'ı 56-47 yendi. Maçın skor azlığı ayriyeten takdire şayan. Demek ki muhteşem savunma yapmış iki takım da. İkinci maçlar yarın oynanacak.
NBA bahislerinden kazandığım parayı CSKA'nın şampiyonluğuna basmayı planlıyorum. Partizan inşallah bir süpriz yapmaz, yaparsa da canı sağolsun. Ne de olsa Sasa İliç'in hatrı var. Euroleague yazısını da Lincoln'e bağlayacağim nerdeyse, burda bitsin o zaman.

Pazartesi, Mart 23

İstatistik Arası


Avrupa ülkelerinde 10'dan fazla takımı olan liglerde liderle 5.sıradaki takım arasındaki puan farkı. Hazır milli maç arası girmişken:

Kıbrıs Rum Ligi : 26.hafta sonu 26 puan fark
İspanya Ligi : 28.hafta sonu 26 puan fark
Galler Ligi : 28.hafta sonu 25 puan fark
Moldova Ligi : 23.hafta sonu 24 puan fark
Kuzey İrlanda Ligi : 33.hafta sonu 23 puan fark
Yunanistan Ligi : 27.hafta sonu 23 puan fark
Hollanda Ligi : 28.hafta sonu 21 puan fark
Sırbistan Ligi : 22.hafta sonu 21 puan fark
İtalya Ligi : 29.hafta sonu 20 puan fark
İskoçya Ligi : 30.hafta sonu 20 puan fark
Slovakya Ligi : 21.hafta sonu 19 puan fark
Danimarka Ligi : 21.hafta sonu 18 puan fark
Gürcistan Ligi : 23.hafta sonu 17 puan fark
Hırvatistan Ligi : 23.hafta sonu 16 puan fark
Çek Ligi : 21.hafta sonu 16 puan fark
Bulgaristan Ligi : 19.hafta sonu 16 puan fark
Ukrayna Ligi : 21.hafta sonu 15 puan fark
Bosna Hersek Ligi : 19.hafta sonu 15 puan fark
Belçika Ligi :27.hafta sonu 15 puan fark
Karadağ Ligi : 22.hafta sonu 14 puan fark
İngiltere Ligi :30.hafta sonu 13 puan fark
Makedeonya Ligi : 19.hafta sonu 13 puan fark
İsrail Ligi : 24.hafta sonu 12 puan fark
Macaristan Ligi : 19.hafta sonu 12 puan fark
Romanya Ligi : 21.hafta sonu 7 puan fark
Türkiye Ligi : 25.hafta sonu 6 puan fark
Almanya Ligi : 25.hafta sonu 5 puan fark
Fransa Ligi :29.hafta sonu 4 puan fark

Dededen Hayır Gelmez


Bu sezonun bize öğrettiği cümle budur herhalde. Fenerbahçe'nin başına gelenler ortada. Zico'yu yollayıp Aragones'i getirdiler. Kim daha iyi hoca tartışmasına değinmiyorum. Ama Zico'nun Samandıra'yı ve Kadıköy'ü yumuşattığı bir gerçek. Onun İstanbul'da varolduğunu bilmek, Bağdat Caddesi'nde onu görebilme ihtimaline sahip olmamız herşeye değerdi. Aragones'in yarattığı tahribat saha içinde olmasa da dışarda oldukça net bir şekilde gözüküyor. Yönetim-tribün gerginliğinin de etkisi olabilir ama takım otobüsünü kıstırmaya çalışmak gibi eylemler Zico döneminde olmamıştı.

İyi hoca kötü hoca olduğu tartışılır ama pek fazla fayda sağladığını da düşünmüyorum. Dün Ahmet Çakar'ın yaptığı organ okşama muhabbeti de onun 1 sene olmadan nereden nereye geldiğinin göstergesi. İspanya'da da kimse sevmiyordu onu belki ama eleştirenler Raul'u niye almadığını veya Henry'e ettiği hakaretleri tartışıyordu. Mal beyanına girmiyorlardı yani.

İkinci dede olayı biraz kelime oyununun etkisi. Başlığı belirleyen de o. Ahmet Dedehayır. Bu zat-ı muhterem büyük paralar saçan basketbol takımlarına Bülent Korkmaz gibi davrandı. Erkek takımı geçen sene Uleb Cup yarı finali oynamıştı. Bu kadroya takviyeler yapıldı. Ama anlamsız bir şekilde çok sevilen coach Murat Özyer gönderildi. Murat Hoca'yı sevmeyen yoktu herhalde. Beşiktaş'tan 15 sayı yerken, Fenerbahçe "basketbolun 6 Kasımı"nı yaşatırken tribün hocayı ve takımı bağrına basıyordu. Hoca da bu ilgiye hiç bir zaman kayıtsız kalmamıştı. Her zaman terinin son damlasına kadar çabalamıştı. Liseliydi ama bir alaylı kadar naif ve samimiydi. Uzun yıllar camia içinde yaşanan ayrımı sona erdirebilecek bir misyonu vardı. Köprüden daha öteydi. Murat Hoca gitti ve gelinen son nokta Avrupa'dan eleniş ve son 5 maçın 4'ünü kaybediş. Play-Off'u beklemekten başka çare yok.

Bayan takımı ise Avrupa'da finale çıktı. Kötü başladığı ligde de toparlandı. Ama coach konusunda yaşanan sıkıntı uzun yıllar kara bir leke olarak kalacak. Galatasaray'a yakışmayan tavırlara sahne oldu o şube. Şu anda sular duruldu ve bir Avrupa Kupası herşeyi unutturur. Ama sağlanan başarılarda payı olmayanların kendilerine pay biçme ihtimailin yüksekliği can sıkıntısının artamasına nedendir Play-Off mevsimi öncesinde.

11'de Başlar 2'de Biter


Baş ağrıtan, gereksiz şekilde bizi (Galatasaray ve Fenerbahçe taraftarı) yoran lige bu hafta ara veriliyor. Gündemde milli maç olacak. Artık eski tadı vermese de milli maçların havası başkadır. Bir arkadaş grubuyla beraber izlenirse tadından yenmez, evde yalnızken Cnbc-e izlemek daha eğlenceli olur.

Bu milli maçta enteresan bir deneyim yaşayacağız. Saat 11'de başlayacak maç. Daha önce bu kadar geç başlayan herhalde Sevilla-Beşiktaş maçıydı ki onu da televizyon vermemişti. Maçın bitişi ise 2'yi bulacak, çünkü aynı gün saatler ileri alınacak. Ortamdan mekandan eve dönüş 3 olacak. Yenersek tura çıkabilecek olan var mı? Peki ya alkol ne olacak? Bir gün sonra seçim var ne de olsa.

Kızların eve dönmesi gereken saatte milli maç. Bu iyi olur maç izlerken etrafta fazla hatun olmaz. Mı acaba? Artık kızlar da geç saatlere kadar dışarıda kalıyor, doğru.

Rüya gibi bir gün olacak. Yıllar sonra anlat kimse inanmaz:

"11'de milli maç vardı, maç bitti saat 2 olmuş, maçı kazandık son Avrupa Şampiyonu'nu yendik ama sokakta sevinen yok. Alkolle kutlayalım dedik, açık tekel bulmakta zorlandık, alkol yasağı varmış. Sonra sabah bir kalktık AKP-CHP maç yapıyor."

Yine Fifa Yine Cas Mı?


Kazan kaynamaya devam ediyor. Bir pazar günü Kocaelispor'a yenildikten sonra pazartesi sabahi Skibbe'yi Almanya'ya yollamıştı Galatasaray yönetimi. Dün Eskişehirspor'a yenildikten sonra aynı yönetim Lincoln'e dur demedi. Lincoln 6 bavulla Brezilya'ya gitmiş. Dönünce Galatasaray yönetimi ceza verecekmiş. Lincoln dışında cümlenin doğruluğu şüpheli. Brezilya'ya mı gitti, 6 bavulla mı gitti bilmiyorum önemli de değil. Ama döneceğine bu kadar inanan Adnan Sezgin'i yürekten kutluyorum. İnanmadan başarı gelmez. Yeni bir davamız oldu Fifa'da. Bakalım kim kazanacak 5 sene sonra.
Resim biraz ufak ama hatırlanır. Lincoln İstanbul'a ayak basarken. Otobüsün ortasında el sallayan Kasyo. Ona pek ısınamadım ama son günlerde yaşananlar da ortada. Bir Lincoln yazısı yazacağım ama sürekli gündem değişiyor. Coming soon....

Galatasaray 0-1 Eskişehirspor


Maçın kısa bir değerlendirmesi yapmak adettendir. Üstünden geçelim. Asıl demek istediklerim aşağıda. Giitiğim maçların gözlemini yapma geleneği devam etsin diye sadece.


Avrupa’da yaşanan bir hüsrandan sonra yağmurlu bir günde bir Anadolu takımıyla karşılaşan Galatasaray. İşte tam istenen tribün. Boş adam yok. Yenilsen de yensen de bütün inandırıcılığından uzak haliyle olsa da yine Kapalı’dan yankılanıyor. Eski Açık dolu ve aktif. Yeni Açık yarı yarıya. Maç sonunda anlıyoruz ki orası bomboş olsa daha iyi. Veya orayı birilerinin elden geçirmesi şart. Kapalıyı elden geçirenler, ele geçirenler haricinde. Eskişehirspor tribünü iki maç üstüste olduğu gibi sağalm bir deplasman tribünü izlettiriyor bize. Kocaelispor ve Bursaspor’dan sonra onlar da doldurmuş. Sami Yen’e gelen deplasman tribünlerinden farklı olarak güzel bir korografiye imza atıyorlar. 3 gün önce yapılan muhteşem korogrofinin elde patladığı yerde.


Maça gelirsek, gelmesek daha iyi. Sahada bir tane öne çıkan oyuncu yok. Belki uzun boyuyla Eskişehir kalecisi İvesa. Avrupa’nın en uzun boylu kalecisinin olduğu altıpasa sağdan soldan orta yapan Galatasaraylı topçuların bunda emeği çok. Rakip takımın ezeli rakipten aldığı yıldızı Batuhan’ı ilk defa canlı izliyorum. Şahsen beğenmedim. Beğenen arkadaşlar vardı. Ama onlar da “Ümit Karan’dan iyidir.”e getirdiler. Yani kıstas Karan olunca Batuhan, Zlatan kalır zaten. Diğer rakip forvet ise Youla. 4 sezon önce şampiyonluktan eden Youla Sami Yen’de yine gol atıyor. Bu sefer boş kaleye şansa attığı bir gol olmuyor. Boş kaleye güzel vuruyor. De Sanctis’in varlığı ve yokluğu arasında fark olmuyor ne de olsa.


Aslında Galatasaraylı futbolculara haksızlık etmemek lazım. Takım kötüydü, böyle oynanmaz falan diyoruz. Sonra takımı sayıyoruz. Arda çok iyi, Emre çok iyi, Balta, Yaman fena değil, Barış-Ayhan-Kewell idare ediyor. E ulan kim kötü o zaman? Aslında herşey biliniyor ya es geçelim biz.
Sözün özü Galatasaray yenildi. Eskişehirspor yendi. Bundan sonraki ilk Sami Yen maçı dünya derbisi. Galatasaray camiasından ekmek yiyen herkes için bulunmaz bir fırsat. Eğer uzun yıllar daha ekmek yemek istiyorlarsa o maçı kazanmalılar, yoksa ne kadar iyi niyetli olursa olsunlar Cihan Haspolatlı ve Orhan Ak’tan farkları kalmaz. İsimlerinin başında milli topçu sıfatı olsa bile.

Hangi Sevdadan Galip Çıktık Ki?


Galatasaray’ın bir ayda ikinci defa yaşadığı bir durum için dün Sami Yendeydik. Ali Sami Yen Stadı’nda yaşanan bir buhrandan 3 gün sonra tekrar Ali Sami Yen’e çıkacaktı takım. İlkinde Kocaelispor’dan 5 gol yiyenler 3 gün sonra Bordeux’yu yeni hocasıyla mağlup etmişti. O günün üzerinden daha bir ay geçmedi ve o yeni hocanın “eski hoca” olarak anılmasına az kaldı diyebiliriz.


Hamburg maçı sonrası baya şey yazdım. Çoğu üstü kapalıydı. Bu sefer çok şey yazmaya gerek yok. Dün Ali Sami Yen’de oluşan tablo hiç şaşırtmadı beni. 2003-2004 sezonundan beri askerlik haricinde İstanbul’da oynanan Galatasaray maçlarını kaçırmışlığım bir elin parmakları kadardır. Her hafta büyük bir şevkle ve heyecanla maça gittim. Olimpiyat Stadı’nın rezil yollarından Fatih Terim’in berbat takımına giderken bile içimde tatlı bir heyecan olurdu çocukluktan kalan. Fakat dün ilk defa kendimi zorla gitmişim gibi hissettim. Bir görev bilinciyle tribündeydim. Her sabah kalkıp “ulan yine mi işe gideceğiz” diyen adam gibi.


Ankaralılar’dan alıntı yapalım, hayatımızı “bıraktık işi gücü” prensibiyle şekillendirdik yıllardır. Hiç de pişman olmadık. Kahvehane köşelerinde, esrar batakhanelerinde, kız peşinde gençliğini harcayan akranlara inat sadece armanın peşinde koştuk. Onlarca maç izledik, yüzlerce anı biriktirdik. Ama dün heyecanımızı kaybettiğimizi hissettik.


Burayı sık sık okuyanlar bilir. Öyle güzel futbol peşinde değilim.Özellikle Galatasaray maçlarında. Orada olmak yeter. Hele Sami Yen’de olduktan sonra her maça bana güzel gelir. Önemli olan şık paslar, klas şutlar, ince çalımlar değil. Yapanın da yapamayanın da canı sağolsun. Çok şey istemiyoruz zaten. İstenilen tek bir şey var, hatta istenilmeyen. Entrika olmasın. Galatasaray entrikaları artık içinden çıkılmaz bir hal aldı. Bu zamana kadar iyi dayanmıştı camia. Hagi’nin dirayetli duruşu, Gerets’in inancı, Kalli’nin gençleri, Skibbe’nin modern futbol çabaları çoğu şeyin gözden kaçmasına neden oldu. Ama futbolun veya hayatın ilginçliği her zaman karşımıza çıkabiliyor. 4 yabancı hocanın halının altına atabildiği şeyler, 20 küsür yıldır Galatasaray’ın içinde olan bir hoca takımın başına geçince su yüzüne çıkıyor.


Sorun ne çözüm ne konuşmaya gerek yok. Çünkü biz konuşuyoruz, yazıyoruz, bağırıyoruz ama değişen bir şey olmuyor. Bazen şampiyonluk geliyor yine unutuluyor. Bu sene de hala şampiyon olma ihtimalimiz var. Olabiliriz de. Ama çoğu kişi şu an şampiyonluk yarışında olmak istemiyor. Herkes çok yoruldu çünkü. Cuma ve cumartesileri umutlanıp, pazar hayal kırıklığına uğramak. Hafta içi dedikodularla, haberlerle kafası karışmak. Tam umudu keserken cuma yine umutlanmak. Bir haftada bu kadar değişkenlik bünyeyi çok sarsıyor.


Çok yenilgi aldı bu takım. Fenerbahçe’den 6 tane de yedi, mütemadiyen 4 tane de yedi. Chelsea’yi de yaşadı bir ay önce Kocaelispor’u da. Fenerbahçe’ye 5 attıktan 3 gün sonra kendi evinde şampiyonluğu da verdi, tıpkı 2000-01 sezonunda olduğu gibi. Ve her mağlubiyet sonrası ya Mecidiyeköy sokaklarında, ya telefonda, ya msnde sürekli konuştuk tartıştık. Ne olacak bu takım diye. Sürekli biri kötümser oldu, diğeri iyimser. Ama iki hafta sonra herkes Sami Yen’de buluştu. Dünkü maçtan sonra bir arkadaşım “umrumda değil abi,ilgilenmiyorum” dedi. Her maça içeride-dışarıda giden arkadaşım “ Fenerbahçe maçından sonra gitmem bir daha, yoruldum” dedi. Rai “ne desek boş” a getirdi.


Burada uzun uzun yazılır. İçinde Lincoln, Bülent Korkmaz, Adnan Sezgin, Skibbe geçen cümleler kurulur. Ama sonra yine tas ve hamam aynı kalır. O yüzden boşa kürek çekip yorulmak istemiyorum.İstemiyor kimse. Dün bir arkadaşımın dediği gibi: Takımı tribünü kovalıyacağız diye gençliğimiz gitti, bari bayan voleybola gidelim, soğukta,yağmurda Sabri’nin suratını göreceğimize güzel kızlar görelim.”

Heyecanımızı kaybettiren herkese Allah selamet versin.

Pazar, Mart 22

JFK


Yıl: 1991

Yönetmen: Oliver Stone

Oyuncular: Kevin Costner, Gary Oldman, Joe Pesci, Donald Sutherland, Kevin Bacon, Tommy Lee Jones, Wayne Knight

2 Oscar, 1 Golden Globe Ödülü
İzlediğim ilk filmlerdendir. Sinemayı sevmeme neden olmuştur. Parliement Pazar Gecesi Sineması Kuşağı etkisi.

Cumartesi, Mart 21

Semih Kaya


Sokakta görüseler tanımayacak ama 10 gündür dilinden düşürmeyen insanlar için;

24 Şubat 1991 İzmir Bergama doğumlu, Makedon kökenli.
Yenikent Belediyesi, Petkimspor, Helvacıspor ve Altay takımlarında oynadı.
14 yaşında Bergama'dan ayrıldı, 15 yaşında Galatasaray'a geldi. Geçen sene Davutpaşa Lisesi'nden mezun oldu.
Futbola sağ açıkta başladı, santrfor da oynadı. Daha sonra stopere geçti. Milli takımlarda sağ bek oynuyor.
Murat Akça ile uzun zamandır yanyana oynuyor. Hocaları Murat'a Song, ona Tomas diyor. Servet Çetin ona Ruslara benzediği için Ruski diyor. John Terry'e benzetenler en fazlası.
Kendisine idol olarak Uğur Uçar'ı görüyor.
İki sene önce oynanan bir Beşiktaş maçında Batuhan'ın tekmesi kafasına geldi. Kafatası çatladıı, beyin kanaması geçirdi.9 ay oynayamadı. Ondan sonra oynadığı Rizespor maçında iç yan bağları koptu, 12 ay oynayamadı. Futbola dönme ihtimali zayıftı, sakatlığı yendi.

Cuma, Mart 20

En Büyük Hatam Benim


Sir Alex Ferguson, The New Statesman dergisine Manchester United'ın başındaki 22 yılını değerlendirmiş. En büyük hatasını Jaap Stam'ı göndermek olarak göstermiş.

Kuralar


Avrupa Kupaları'nın bu sezonki son kura çekimi gerçekleşti. Kısa bir değerlendirme yapalım.

Arsenal ve Villareal eşleşmesi direk 2006 yarı finalini akla getiriyor. Son dakikada penaltıyı direğe nişanlayan Riquelme şimdilerde Maradona'ya gider yapa dursun, Villareal yine büyük oynuyor. Arsenal sezon öncesi büyük umutlar vaadeden bir takımdı ama istikrarsızlar. Ne olacağı belli olmaz bu maçlarda.

Liverpool-Chelsea , Galatasaray-Bordeux olma yolunda ilerliyor. Her sene karşılaşır oldular Avrupa Kupaları'nda. Favorim Liverpool.

Manchester United da rakibiyle yakın dönemde eşleşenlerden. Porto daha önce büyük bir süpriz yapmıştı gruplarda. Şu an bunun olmayacağını hepimiz biliyoruz.

Barcelona ve Bayern yakın dönemde karşılaşmadılar. En son ne zaman eşleştiler hatırlamıyorum. Ama herhalde benim yaşımdaki herkes Bayern'in son Nou Camp maçını hatırlıyordur. 1999 finali. Son dakikada yenilen 2 gol. Şimdi Nou Camp'da son yılların en güzel Barcelona takımı karşılarında olacak. Ribery vs Messi, Toni vs Eto'o.. Nerden baksan elinde kalıyor. Barcelona geçer büyük olasılık.

Uefa Kupası'na bakalım. İki Fransız iki Ukrayna ekibi ile eşleşti. Yarı finalde de birbirleriyle eşlecek. Bir futbolsever olarak PSG - Marsilya yarı finali çok güzel olur. Finale oradan Marsilya gelirse günlük güneşlik olur PSG gelirse yeni Leeds vakalarına davetiye çıkar.

Diğer tarafta Almanlar bir İngiliz bir İtalyanı paylaştılar. İsteğimiz Hamburg'un hemen elenmesi. Şampiyona elendik safsataları için yaşımız ve ufkumuz büyüdü ne de olsa. Marsilya-Udinese finali güzel olur gibi. Fransiz, İtalyan,Türk ve hatta komşudan gelecek AEK ile Yunan tribünleri. Akdeniz Finali olur, hoş olur.

Büyük Hoca Del Bosque


''Eğer Del Bosque beni Türkiye maçlarının kadrosuna alırsa, onun çok büyük bir teknik direktör olduğunu düşüneceğim."

Guiza böyle demişti. Beklenenin aksi oldu. Guiza kadroya alındı. Raul yok. Biz dünya gözüyle Raul'u izleme şansını kaçırdık yine. Ama milli takımımız için avantaj oldu bence.

Şahsen ben Guiza'yı beğenmiyor değilim ama bir tarafta Raul var. Hayırlısı olsun.

19 Mayıs


60 dakika dizlerin titriyor. Uzun süredir söylenen şeylere biraz daha yaklaşıyorlar. Ne yapacağını şaşırıyorsun. Ondan sonra imdadına birşeyler yetişiyor. Ezeli rakibin Avrupa Kupası'ndan eleniyor. Rahatlıyorsun. Hakkın bu senin. Onların başarılı olmasını istmiyorsun. Onlar da senin olmanı istemiyor zaten. Ama rahatlık yerini kısa bir süre sonra zafer kazanmış coşkusuna bırakıyor. Sanki ezeli rakibine kendi seyircisi önünde 3 golü atan senmişsin gibi. Bir anda renkdaşlarınla buluşup Bağdat Caddesi'nde tura çıkmış buluyorsun kendini( yaşandı gerçektir). Saklandığı yerden çıkan pusucular gibi.

Televizyonlar şampiyonluğunu kutlar gibi programlara giriyor hemen. Ezeli rakibinin yenilgisinden sonra televizyona senin eski yöneticilerin çıkıyor. Nerdeyse bir dansöz eksik. Sazlı-sözlü şampiyonluk kutlamalarından tek farkı bu.

Resmi siten yalanlama görevini bırakmış farklı arayışlara girmiş. O da senin gibi. Pusudan çıkıyor. 3 aydır sus-pus olurken bir gecede aklına bir şey gelivermiş. Kutla o zaman bu günü, bu haftayı. Ama bir gün günlerden 19 Mayıs olunca, birşeyler birikince illa bir tepki olacaktır. Tepkinin biriktiği zaman centilmenlik çağrısı yapma, şimdiki gibi ol. O zamanki gibi bazı şeyleri yine anlamamazlıktan gelme, saf çocuğu oynama. Unutma ki rüzgar eken fırtına biçer.

Özür Diliyorum


Dün onları yalnız bıraktım. Sık sık gittim ama bu sefer olmadı. Çeşitli bahaneler var. Maçın saati, Hamburg maçı, maçın ücretsiz olmasına duyduğum tepki. Ve ufak da olsa ilk maçın skoru. Başkalarına dün onlardan daha çok güvendim, daha çok inandım. İlk yarı bitince hiç umudum kalmamıştı.

Final var şimdi. İkinci maç bizim salonda. Orada olacağım bu sefer inşallah. Ama orda olmayı hiç haketmiyorum gibi hissediyorum. Yoksa yanlarında çok bulundum. Hem özür diliyorum hem teşekkür ediyorum. Herkes gibi.

Sabah


Hayatımın en zor sabahları. Bu tip maçlardan sonraki sabahlar kötüdür. Bu sefer belki de en kötüsü. 10 saniyelik bir boşluk duygusundan sonra akla maça gelmesi. Acıdan daha öte.

Uyanırsın, bugün günlerden neydi dersin, işe-okula gideceğini hatıralarsın. Dün ne oldu dersin. Ve işte o an. Yaklaşık7 saniye, en fazla 10 saniye. 11 olmaz. Akla bir gece önce gelir. Herşeyi bir daha hatırlarsın. An an kare kare. Film sahnesi gibi. Bir anda herşey önüne çıkar.

Bu sabah manyak olduğumu bir kez daha anladım gerçi. Böyle bir sabahtan sonra, bütün moral bozukluğuyla ilk gittiğim yer ofisten önce Biletix oldu. Eskişehirspor maçına bilet sordum. Yönetimin "Hamburg'u eleriz, lig maçı biletlerini iki katına çıkarırız" düşüncesi nedeniyle bu sabah kadar çıkmayan, dünkü sonuçtan sonra tahminen strateji değişikliği nedeniyle hala ortalarda olmayan biletler. Önümüzdeki maçlara bakıyoruz.

14 sene efsanesinin son maçıydı Eskişehirspor maçı. Belki bu sefer bazı değişimlerin ilk maçı olur. O yüzden orada olabilmek önemli.

Dün akşamki mağlubiyetin acısını, muhabbetleriyle dindiren, hafifleten ve bugün hayata aynen devam etmeyi sağlayan herkese teşekkürler. Bazılarının şom ağızları tuttu yine, kapak olması lazımdı gerçi ama canları sağolsun.Joe Jones Ateşdağlı'nın dediği gibi:

"Ama Arkadaşlar İyidir."

Git


Ne sen bizi hakediyorsun, ne biz seni. Kalma burda, git daha iyi yerlere. Hakettiğin yerlere.

Korkuyorum bir gün seni de ıslıklarlar diye.
Korkuyorum bir gün seni de soyunma odasında kıstırılar diye.
Korkuyorum bir gün seni de harcarlar diye.
Korkuyorum bir gün sabrın taşar ve yanlış bir şey yaparsın diye.
Korkuyorum diğerlerine benzersin ve diğerleri gibi hayal kırıklığına uğratırsın diye.

Ama biliyorum yine de; benzemez kimse sana..

1987 2-3 1996


Galatasaray taraftarı olmak zor iş. Cefakarlık vefakarlık anlamında demiyorum. Yoksa her takımın taraftarı zor ve çileli bir yolculuktadır. Ama Galatasaray taraftarı olmak zordur.

Takımla bağ kuramaz Galatasaray taraftarı, takımın,kulüpleri sahipleri hortlarken GS taraftarı en ufak bir hareketinde kulübün üzerine çıkmakla suçlanır. Türk futbolunun en önemli başarısında Galatasaray vardır, ama Galatasaray taraftarı yıllar sonra o başarıyı taçlandıran maçı izlerken o kadronun yarısında nefret ettiğini farkeder.

Dünkü 90 dakika, hatta 45 dakika, hatta sadece o gol yenilen kısa süre maçın skorunu belirlemedi. Galatasaraylı olunca böyle oluyor. Yıllardır yaşananlar o 90 dakikalarda meyvelerini topluyor. Zaten o yüzden Galatasaray taraftarı 90 dakika boyunca inanılmaz bir adrenalin yaşar. Maç sadece maç olmaz çoğu zaman. Satranç gibidir. Yıllardır bu takımı izleyen, tribününü kovalayan, hayatını adayan insanlar maçın tekniğine taktiğine bakmaz. Kim kaç orta yapmış, kaç km koşmuş bunlar fasa fiso. Belki de paranoyaklığın etkisi, belki de takıma, daha doğrusu kulübe sahip çıkma güdüsü ( ne kadar izin verilmese de). Sürekli kim kime pas verdi, kim golde kimle sevindi. Kapalı maç öncesi ilk kimi çağırdı. Sürekli bunlara bakar GS taraftarı.

Dün rakip Hamburg'du diyenin futbol bilgisi belki çok üst düzeydedir ama Galatasaray bilgisi sıfırdır. Futbol olarak bakarsak zaten , Hamburg gibi bir takımdan 3 gol yemek saçmalığın önde gidenidir. "Guerrero'yu Sivas'ta oynatmam" dedik bütün maç, geldi 3 dakikada 2 gol attı. Bunun mantığı izahını saha içiyle açıklayamazsın.

1985 doğumluyum. 1987 takımını göremedik. Ama bir şeylerin başlangıcı oydu. Okuduk, dinledik. O takım da yerden yere vurulmuş. Rize deplasmanı dönüşleri de var. Ama 14 sene bekleme mitiyle belki de takım hep taraftarla bütünleşmiş. Rize dönüşü Florya basılmış belki ama 3 gün sonra baklava da dağıtılmıştır. O kadro seviliyordu ve bir şeyleri değiştireceği biliniyordu, hissediliyordu.

1992 takımı ilk takımım. İki anlı-şanlı kadronun ortalaması. 1996'lılar gençler, 1987'liler abiler. Geçiş dönemi anca böyle atlatılırdı. Bir sezonda 4 kupa ve Avrupa'da tarihi başarılar. Üstelik takım-taraftar arasında en ufak tatsızlık yok.

Sonra 1996 geldi. Tarih kitaplarında anlatılan "Osmanlı'nın Kanuni Dönemi". Doğuda ve batıda at koşturan ülke, ama saraydaki karışıklılar öyle böyle değil. Anlat anlat bitmez. Ama içimizden anlatmak gelmiyor. Serde Galatasaraylılık var çünkü. Zaten bu yüzden Galatasaraylı olmak zor. Bildiğini söylersen rakiplere açık vermekten korkarsın, topçuya sahip çıksan tribünde dayak yemekten tırsarsın.

Sözü uzatmakta üstüme yok. Zaten ne desem boş. Hiçbir şekilde müdahele edemiyoruz. 1996-2000 arası cicim aylarıydı bazı şeyleri görmezden geldik belki. Ama 9 senedir, evet tam 9 senedir aynı film oynuyor. Heyecanından, aksiyonundan bir şey kaybetmedi. Geçen sezon filmi mutlu sonla bitirmeye çok yaklaştık oysa. Onu da yar etmediler.

Geçen seneki kadro; Uğur, Barış,Topal, Serkan, Servet, Orkun vs... En sevdiğim takımdı. İlk defa bu kadar yakınlaşmıştık bir takıma. Ama olmadı. Bir sene de en sevilmeyen takım geri döndü. Ve artık bakıyoruz ki 9 senedir "dur" denilemeyen yapılanma, alttan yeni cevherlerini de çıkarıyor. Küçük bir urdu, artık kanser oldu.

Derdimi iyi anlatamadım muhakkak. Zaten kafa oldukça karışık. Neyseki güzel yazanlar var. En güzel yazı burada: http://wwwextensor.blogspot.com/2009/03/maglubiyet.html

Çarşamba, Mart 18

Bakalım Ne Olacak?


Galatasaray hakkında yazmayacağım dedim ama yorum içeren bir yazı olmayacak. Ufak bir istatistik sadece. Avrupa Kupaları'nda Galatasaray'ın Alman takımlarıyla Ali Sami Yen'de yaptığı maçlarla ilgili.

Galatasaray bugüne kadar 12 kere eşleşti. Hamburg'u saymazsak 11. Bu 11 eşleşmeden İstanbul'da oynanmayan sadece biri var. O da bu seneki H.Berlin maçı. Malum, gruplarda tek maç oynanıyor. Geriye kaldı 10 maç. Bu 10 maçta Galatasaray sadece 1 kez yenildi. Magdeburg, B.Münih, B.Uerdingen ilk 3 eşleşmeydi. 1964-65, 1972-73 ve 1985-86 yıllarında. Bu üç eşlemede de Galatasaray elendi, ama İstanbul'da oynanan maçların hepsi berabere bitti. Üçü de 1-1. 4. eşleşme 1991-92 sezonunda Kupa Galipleri Kupası'nda Stahl Eisenhüttenstadt. Galatasaray ilk defa bir Alman takımı yendi ve eledi. İstanbul'da 3-0 bitti maç. Aynı sezon Werder Bremen maçı oynandı. Meşhur ve talihsiz maçta Galatasaray yine yenilmedi ama elendi. Bir sonraki sezon Uğur Tütüneker eski açık tarafındaki kaleye salladı, Sami Yen yıkıldı. Uefa Kupası'nı aldığımız sene Hertha Berlin ve B.Dortmund maçları oynandı. Sami Yen'de yenilmedik. Son olarak geçen sene B.Leverkusen ile oynandı. O maçta golsüz sona erdi.

Galatasaray'ın İstanbul'da Almanlar'a yenildiği tek maç var. O da 1997-98 sezonu oynanan B.Dortmund maçı. 80 dakika tek kale oynadığımız maçta "Büyük Kaptan"ın hatasıyla 1-0 yenilmiştik. Bülent uzun süre o maçla anıldı. Gözden düştüğü dönemlerin başı o maça denk gelir. Haliyle stoperde oynatacağı gencecik bir çocuğun yaptığı hatayla zor duruma düşmesine en çok o üzülecektir. Bakalım ne olacak?

Galatasaray son 8 Alman maçında sadece geçen sene Leverkusen'e yenildiğini de notlarımıza ekleyelim. 1991-92 sezonundan beri Almanlar'a karşı Ali Sami Yen'de oynanan bütün maçları hatırlıyorum. Ve hepsinin tek bir ortak özelliği var. Bütün maç tek kale oynayıp akıl almaz goller kaçırdık. Belki de en az gol kaçırdığımız maç, yendiğimiz Frankfurt maçıdır. Bundesliga'da bu sene oynayan 18 takımın 6 tanesi daha önce İstanbul'dan en iyi beraberlikle döndü. Yarın 7 olsun. O-O olsun bizim olsun.

Galatasaray'ın son 10 yılda(civarında) şubat ayında ve sonrasında Ali Sami Yen'de oynadığı bir Avrupa Kupası maçı kaybettiğini hatırlamıyorum. Sadece tek bir istisna var. 2002 yılında Barcelona maçı. Ofsayt golüyle yenilmiştik 1-0. Bakalım ne olacak?