Çarşamba, Haziran 30

Çeyrek


Hollanda - Brezilya: 1994'te Brezilya, 1998'de Brezilya.. Avrupa'nın Brezilyası, Brezilya ile oynuyor ama ikisi de bu sene Brezilya gibi oynamıyor. Gol atan galip maçı. Sıkıcı maç olmaz, çatır çatır top oynanır.

Uruguay - Gana: Gana ev sahibi ama Uruguay daha güçlü. Uruguay savunmasını geçmek zor. Ayew cezalı. Gana kazanırsa, Afrika kıtası kendi evinde yarı final görmüş olacak. Uruguay daha mantığa uygun duruyor ama vuvuzela sesleri Gana'yı motive ederse işin şekli değişebilir.

Arjantin - Almanya: Kazanan gönüllerin şampiyonu. Yorum yapma, otur izle maçı. Almanlar heyecanlı, Almanlar planlı. Arjantin kararlı, Arjantin dağınık. İkisi de hoş, ikisi de güzel. 1986'da Arjantin, 1990 ve 2006'da Almanya.

Paraguay - İspanya: Golcüleri gol atamayan Paraguay, İspanya'yı geçemez. En dengesiz eşleşme. Cumartesi akşamı La Liga maçı. Ender gelişen Osasuna atakları yerine Paraguay'ı, Barcelona yerine İspanya'yı izliyoruz.

Devletin Başı


Paraguay Devlet Başkanı Fernando Lugo, Japonya maçındaki penaltıları izliyor, çeyrek finali kutluyor.

19.Gün /Afyon


"Futbol kitlelerin afyonudur" sözü duyulunca ardından futbol, fiesta, fado üçlemesi gelir. Ezber cümleleri bunlar. 3 F sözü de bazen Franco'ya, bazen Salazar'a yakıştırılır.

Dün iki diktatörün ülkesinin futbol takımları Dünya Kupası'nda karşılaştı. Ondan önce de Paraguay ve Japonya oynadı. Toplam 210 dakika artı penaltılardan çıkan sonuçtur; futbol bazen afyonsuz zor çekiliyor.

Düne dair yazılacak ufak şeyler var. Biri Villa büyük golcü, ikincisi İspanya bu turnuvada zor yenilir, üçüncüsü Portekiz'in sol beki Coentrao turnuvada Pertekiz'in en iyisiydi.

Turnuvanın başında turnuvanın yüzde 15'ini oluşturan Güney Amerika takımları artık yarısına hakimler. Son 8'deki 4 takım yeni dünyadan. Diğer Güney Amerika takımını, elenen tek Güney Amerika takımını, bir başka Güney Amerika takımının elediğini ekleyelim.

Düne dair daha fazla uzatmaya gerek de yok. 19 gün boyunca aralıksız maç izliyoruz, iki gün ara verelim daha sonra heyecan tavana vursun.

Salı, Haziran 29

18.Gün / Takım


Klasik söylem; çok iyi futbolculardan iyi bir takım olamayabilirsiniz. Önemli olan takım olmayı becerebilen en iyi futbolcuları bulabilmektir.

Ronaldo, Ronaldinho, Adriano, Carlos, Romario... Brezilyalı olup da yetenekli olmayan futbolcu yok. Aynı şekilde Brezilyalı olup da sorun çıkarmayacak futbolcu yok. Brezilya futbol tarihi Ronaldo'nun obezliğinden, Adriano'nun sokakta uyumalarına kadar birçok unutulmaz olayı bünyesinde barındırıyor.

Bu turnuvadaki Brezilya'nın en önemli yönü bu işte. Luis Fabiano'dan Bastos'a, Elano'dan Maicon'a kadar hepsi bir disiplin içinde yer alabilecek futbolcular. Aslında buna da uymak zorundalar, çünkü 3-5 isim dışında geriye kalanların hepsi birkaç yıl öncesine kadar Brezilya milli takımıyla dünya kupasında oynama hayaline çok yakın isimler değillerdi. Dunga onlara güvendi, onlar Dunga'ya ve birbirlerine güvendi.

Eğlenmeyi seven futbolcular, başkalarını da eğlendirirdi. Ama canları sıkıldığı zaman kilitleniyorlardı. 2006'da uçakları düşmezse şampiyon olurlar denilen takım çeyrek finali geçemedi. 1998 finali en büyük yıldızının hastalığına ve sponsorlara kurban gitmiş olabilir. 1982 yılındaki gelmiş geçmiş en güzel takım bile şık paslar atmayı gol atmaya tercih ettiği için 90 dakika sonunda sadece 2 golde kalıp İtalya'ya elenmişti.

Bu Brezilya daha az yeteneklilerden oluşuyor. Buna rağmen daha bir takım, daha iyi bir takım. İyi bir takım başarıya gider. İyi bir takımın duruşu olur, karakteri olur. Önemli olan insanların o takımı sevmesi değil, o takımın insanları sevindirmesidir. Başarıya giden her yol mübah mıdır sorgusu da gereksizdir, çünkü bu takım fair oynmaya da devam etmektedir.

Hollanda da böyle bir takım. Onlar da eskisi gibi değil. Kanat organizasyonları yok, Van Nistelroy, Van Basten, Kluivert gibi santrforları yok. Ama artık saçma savunma hataları da yok. Pozisyon vermiyorlar. Ve bu sayede hep kazanıyorlar.

Şimdi şu sorulabilir; kaybederken eğlenmek, zevk almak mı, yoksa zevksiz bir şekilde kazanmak mı? Hangisine daha çok ihtiyacınız olduğuna bağlı. Kazanmaya ihtiyacı olmayanlar zevk almaya bakabilir. Kaybetmenin de çok ulvi ve kutsanacak tarafları vardır ama kazanmak için sadece tek şansı olanlar (Dunga ve takımı) ve yıllardır kaybeden olanlar (Hollanda) artık kazanmayı tercih ediyorlar diye yalnız bırakılmamalı. Üstelik onlar kazanırken, takım olmanın önemini, beraber hareket etmenin güzelliğini ortaya çıkaracak ki bu bile bir sempati nedenidir.

Pazartesi, Haziran 28

Ronaldo vs Salas



Yine bir Brezilya maçı öncesi nostalji yapalım. 1998 yılından Brezilya - Şili maçı. Bir tarafta Ronaldo, diğer tarafta Salas-Zamarano. Maç 4-1 bitiyor, Ronaldo ve Salas birer gol atıyor. Cesar Sampaio iki gol atarak sivriliyor. Bugün teknik direktör olan Dunga, asistleriyle can yakıyor. Ronaldo'nun hat-trick yapmasına direkler izin vermiyor.

12 sene sonra yine bir ikinci tur maçında bu iki Güney Amerika karşılaşıyor. 12 sene önce Avrupa'da oynadılar şimdi Afrika'da.

Rövanş

İntikam kelimesi ağır kaçar diye buna rövanş diyelim. 2001 yılında Münih'te İngilizler, Almanlar'ı 5-1 mağlup ediyordu. Dünün skorbordu aşağıda.


Deplasmanda, binlerce rakip taraftarın önünde 5-1 kazanmak mı, yoksa tarafsız sahada Dünya Kupası'nda 4-1 yenmek mi?

17.Gün / İyiler Mutlaka Kazanır


Bu sözün Türkiye Ligi için, daha doğrusu 2006'da Galatasaray'ın şampiyonluğunu yaşayan bizler için anlamı büyüktür. O sene Lig Tv'nin her golden sonra ekrana koyduğu bir slogandı. Bir bankanın sloganıydı.

2006'nın en önemliği özelliği şampiyonun son hafta belirlenmesiydi. Aynısı bu sene yine gerçekleşti. İki dünya kupasında yılında da Fenerbahçe soon hafta şampiyonluğu kaybetti. Bazı arkadaşlar bilir; 1 ay önce Demiycem ile yaptığımız totemler sayesinde şampiyonluk Bursa'ya gitmişti. Dün yine onunlaydık maçları beraber izledik. Totem bu sefer Almanya içindi ve 2006 yılında yaşanan bir eşleşme bu sene yine gerçekleşecek: Almanya - Arjantin çeyrek finali...

Dün iki maçta da iki tane tartışmalı karar vardı. Aslında tartışmalı diyemeyiz, bariz hatalı iki karar. İngiltere'nin 2-0'dan geri dönüşünü sağlayan golü verilmedi, Arjantin'de zorlanacağı maçın kilidini erken bir dakikada attığı ofsayt golle kırdı. Fakat bu yazının başlığı tekrar devreye giriyor; İyiler Mutlaka Kazanır; o pozisyonlara doğru karar verilseydi yine Almanya ve Arjantin kazanırdı, çünkü iyi olanlar onlardı.

Arjantin için bunu demek daha kolay ama Almanya - İngiltere maçı aslında çok farklı bir senaryoya sebep olabilirdi. Geriden gelen her zaman avantajlıdır, ivme İngilizler'e geçip Almanlar psikolojik olarak oyundan düşebilirdi.

Almanya'nın genç kadrosu böyle bir geri dönüşe karşı nasıl tepki verirdi acaba? Bilemeyiz, bildiğimiz Neuer, Podolski, Mesut, Kheidra, Müller, Boateng gibi gençler İngilizler'e 4 tane atıyorlar. O kadar acemi bir takım ki, son dakikalarda zaman geçirmeyi bile beceremiyorlar., ofsayta düşüyorlar. Akıllarından hinlik yok, sadece top oynuyorlar ellerinden geldiği kadar. Ve bu tura kadar da bunu çok iyi becerdiler.

Müller ve Kaiser ile büyüyenler, Rummenige ve Völler ile büyüyenler, Mattheus ve Klinsmann ile büyüyenler bu takımı küçümsüyorlar belki. Doğrudur, diğerlerinden daha iyi değiller ama güzel olduklarını da inkar edemeyiz.

Arjantin'in kaotik futbolu, Almanya'nın heyecanlı futbolu. İkisini de seviyorum. İkisi de gerçek. İkisinin de zaafları var. Buna rağmen ikisi de inatçi, ikisi de kendisiyle barışık. Başarılı olmak için gereken şeylere sahipler. Soyut anlamlar da yüklü. Birinin azınlıklarla kurulu olması, diğerinin kenarında o milletin en büyük adamının bulunması..

Almanya - Arjantin maçını kazanan belki şampiyon olamaz ama gönüllerin şampiyonu etiketi bu maçı kazanana verilebilir.

Pazar, Haziran 27

16.Gün / Psikolojik Üstünlük


Güney Kore ve ABD aynı akıbete uğradı. ABD, biraz daha fazla direndi, biraz daha fazla umutlandı ama yine de yetmedi. İki takım da erken gol yedi, iki takım da çok iyi bir ikinci yarı oynadı, iki takım da o devrede bir gol buldu. Fakat tüm bunları yaparken, çok yoruldular, tükendiler. Ve en önemlisi kritik dakikaları mental olarak kaldıramadılar.

Maç 90 dakika ve belki de 120 dakika. Bu bir risk işte. Bunu bu tip eleme maçlarında tercih etmek yadırganmamalı. Sonuçta telafisi olmayan maçtan daha ötesi.

0 süre içinde 1 gol atamazsan eleniyorsun, 2 gol atamazsan sonunu getiremezsin. Aslında Güney Kore daha şanslıydı ama Suarez yoktan bir gol var etti. Maçın uzatmalara kalmasını engelldi. 2.yarı boyunca takımına şaç baş yolduran bir isimdi Suarez. Pas ve şut tercihleri çok kötüydü. Buna rağmen maçın kahramanı sıfatı ona ait, bunu da inkar etmek mümkün değil. Bazen böyle golcünüz olmalı. İş bitiren. Çileden çıkarsa bile en gerekli anda sahne alabilen.

Fakat asıl önemlisi takımın bir lideri olmalı. Bugün iki tane lider vardı. Forlan ve Appiah. Appiah belki sonradan girdi ve oyunu etkilemedi ama takımı nasıl etkilediği önemli bir ayrıntıydı.Forlan ise attığırdı golle bile zekasını gösterdi. Ondan daha fazlasını da yaptı.

G.Kore ve Abd takım disiplini yüksek ve çok koşan iki takımdı. Fakat Forlan ve Appiah gibi bir kaptanları yoktu. Donovan'ın uzatma dakikaları içinde ekrana yansıtan çaresiz surat ifadesi aslında ABD futbolunun en önemli eksisi. Belki bunu ayrıntılı olarak ileride yazmalı, yine de kısaca değinelim.

ABD bu oyunu öğrendi. Doğrularını biliyor ve uyguluyor. Fakat yine de en önemli hususta tecrübesizle. Psikolojik savaş konusunda sıkıntı var. Futbolu ölüm-kalım meselesi olarak görmeyen belki de tek ülkenin Dünya Kupası'nda bu noktaya gelmiş bir maçta rakibinden daha hırslı ve daha soğukkanlı olması kolay olmuyor. Çelişkili aslında ama açarız ileride.

Bugün öğrendiğimiz de biraz da bu. Oyun/hayat sıkışınca soğukkanlı kalabilmek, hata yapmamayı becerebilmek, hırslanmak ama agresifleşmemek. Uruguay ve Gana bağıra bağıra gol yedi ama yedikleri golden sonra dağılmadılar. Toparlandılar, iş fiziksel savaştan psikolojik savaşa dönünce onlar kazandı. Bu tarz turnuvaların bu bölümünde işe yarayan bir özellik. Hatta belki de en çok gerekeni.

Cumartesi, Haziran 26

Kupa Başlıyor


Gruplar bitince asıl kupa başlar:

Uruguay - Güney Kore: Lugano'ya rağmen Uruguay kazansın istiyorum. Tahminim de o yönde. Sağlam savunma, ateşli orta saha ve Forlan. Güney Kore'nin tek avantajı, Hiddink'ten miras kalan güçlü takım oyunu. Duygularıyla oynayan latinlerin sabırlarını ve sinirlerini zorlayabilir. Ama dengeyi uzun süre boyunca tutmaları lazım.

ABD - Gana: ABD'den çıkan en sempatik ürün ABD milli takımı. Bütün turnuva boyunca önde götürdükleri süre sadece 1 dakika. Euro 2008'deki biz. Gana ise yola devam eden tek Afrikalı. İki takım da gruplarda sadece 1 maç kazandı, toplam 3 kere beraberlik aldılar. Beraberlik bozulmayacak gibi, kazanan ABD olsun. Bunu da bir daha diyemem herhalde.

Almanya - İngiltere: Bu takımlardan birini pazartesi sendromunun kralı bekliyor. Ülkeye dünya kupasından elenmiş değil, dünya kupasından 2.turda elenmiş değil, dünya kupasında 2.turda ezeli rakiplerine elenmiş şekilde dönecekler. Aklım ve kalbim Almanya diyor. Heyecan veren futbol oynayan Almanya, tempolu ve baskılı oynar. Ama İngiliz takımı daha tecrübeli, daha sakin de olabilirse top oynamadan üst tura çıkabilir. Yeter ki penaltı atabilsinler, yeter ki kalecileri saçmalamasın.

Arjantin - Meksika: Gio'ya rağmen Arjantin. Arjantin kazansın çünkü Maradona var. Arjantin finale çıksın çünkü Maradona var. Arjantin kupayı kaldırsın çünkü Maradona var. Tamam yaşımız Maradona dini için ufak ama onu hissedebilmek için 1986'da 10 yaşında olmak gerekmiyor. Kaos futbolu bazen güzel olabiliyor. Kaotik Arjantin, hızlı ve genç Meksika'yı yener. 2006'da olduğu gibi.

Hollanda - Slovakya: İtalyan savunmasına 2 gol atan Ankaragüçlü Vittek, Hollanda savunmasını o kadar kolay geçemez. 2 sene önce bu cümleyi kullansak dayak yerdik. Hollanda gol yemiyor. Slovakya en kötü gruptan zor çıktı. Hollanda çok rahat alır. Hollanda'nın çok rahat skoru da pozisyon vermeden 2-0 almak olur.

Brezilya - Şili: Kalbimiz Şili'den yana. Brezilya daha avantajlı. Güzel takım Şili, iyi takım Brezilya. Brezilya'nın sert basan, çok koşan takımına Şili hızıyla cevap verebilecek mi? Gerçekten ortada maç ama Brezilya çok aklı başında bir takım. Şili heyecan yapar ve yenilir. Yine de Şili'ye yarı-final yakışır aslında.

Paraguay - Japonya: Paraguay pozisyon vermiyor. Ama Japonya'nın pozisyon bulmasına gerek yok. Duran top olsun yeter. Paraguay golcüleri üst düzey ama hala Barrios, Cruz ve Cardozo gol atamadı. Maç sıkıcı geçer, Japonya tehlike yaratır ama Paraguay kazanır.

İspanya - Portekiz: Tabi ki İspanya. Portekiz, İsviçre gibi savunma yapamaz. İspanya orayı illa aşar. Yılların santrforsuz takımı Portekiz kupaya erken veda eder. Yeni bir Nuno Gomes veya Pauleta bulmadan gelmesinler.

Uğursuz K


İsminin baş harfi K olan biri için, dikkat çekici bir o kadar da boş bir istatistik. Kupaya katılan 32 takımdan sadece 2 tanesi grup aşamasını puansız kapattı. İkisinin de Türkçe isimlerinin baş harfi K. Zaten o iki takımdan başka K harfiyle başlayan takım yoktu. Kamerun ve Kuzey Kore 3 maçta 0 çektiler.

15.Gün / Hep Beraber Üst Tura


Ve grup maçları sona erdi. Dün birbirleriyle karşılaşan takımlar aynı yola devam etti. Bir grup hep beraber evine dönüyor, diğerleri bir maç daha oynayacak kupada.

Gündüz Brezilya-Portekiz maçı, TRT spikerine göre fare doğurdu. 2 senedir (Kore gibi zayıf takım bulamadıkça) gol atamayan Portekiz ile Dunga'nın Brezilyası karşılaşınca ne beklendi bilmiyorum. İki takıma beraberlik yetiyordu ama yine de golü düşünerek oynadılar aslında. En azından Portekiz'in bütün oyuncu değişikliklerinde bunu görmek mümkün.

Mesai saatleri içinde izlenen maçların bize ait özel bir hikayesi olmuyor. izlendi ve bitti. Grup maçları bitti gerçi, ikinci turda daha anlamlı maçlar yaşayabiliriz.

Akşam maçı asıl fare doğuran maçtı. İspanya - Şili maçının dramatik ve unutulmaz bir maç olacağını tahmin ediyordum, umuyordum. Olmadı, normal bir skorla bitti, iki takım da gruptan çıktı. Turnuvanın başından beri ilk defa bir Güney Amerika takımı mağlup oldu ama yine de gruptan çıkmasına yetti. İsviçre, Türkiye'ye selam yolladı, denizi geçip derede boğuldu. Son Avrupa şampiyonu takımı mağlup etmesini bildi ama Honduras'ı geçemedi. Kupaya katılımı başlı başına bir serüven olan Honduras kupayı golsüz kapatsa da puansız kapatmamış oldu.

Şili - İspanya maçını göz ucuyla izlemiş olsam da yıllar sonra hatırlayabilirim. Fakat Brezilya-Portekiz maçını 90 dakika hakkıyal izlememe rağmen bana bir şey bırakmamış oldu.

Sonuç olarak, el ele bir üst tura çıkanları tebrik ediyoruz, darısı başımıza.

Cuma, Haziran 25

Ole



Brezilya - Portekiz maçı öncesi, Figo'yu, Ronaldo'yu, Roberto Carlos'u özleyenler için. Blogun 2000.postuna özel bir hediye. Bugün Liedson ve Bastos ile idare edeceğiz.

14.Gün / Batılılaşma


Bugün gönlümüzden geçen bir Avrupa takımının elenmesi, daha doğrusu Şili'nin bir üst tura çıkması. Dileğimizin gerçekleştiğini varsayarsak, Uruguay, Meksika, Arjantin, Güney Kore, Gana, Japonya ve Paraguay gibi ülkelerin bir üst tura çıkması oldukça şaşırtıcı ve aslında güzel. Avrupa takımlarına her zaman sempati besledim, fakat bu çeşitlilik de güzel.

A Grubu'nda Fransa elendi. B Grubu'nda Avrupa Şampiyonu Yunanistan elendi. C Grubu'nda Slovenya elendi. D Grubu'nda Sırbistan elendi. E Grubu'nda Danimarak, Japonya'ya geçildi. F Grubu'nda İtalya, Slovakya'ya elendi belki ama Yeni Zelanda'ya da geçildi.

Dün gündüz oynanan maçlarda İtalya ilk yarıda baş ağrısı yarattı. İkinci yarıda Ankaragücü forveti Vittek İtalyan savunmasına 2 gol attı. Yaratıcı oyuncusu olmayan takımlar kaybolmaya mahkumdur. Pirlo, Del Piero, Totti, hatta Cassana, Miccoli. Sadece De Rossi ile olmuyor. Daha önceki turnuvalarda İtalya maçlarını izlemek için uğraşırdık. Bu sene erken bitti. Can sıkıcı. İtalya'da benim kadar renksiz ve sıkıcı.

Akşam oynanan maçları izleyen var mıdır? Bütün Türkiye Aşk-ı Memnu'ya kilitlendi. Bizim evde de durum öyle olunca maç izlemek yarınlara kaldı. Aşk-ı Memnu iyi bir romandır, önemli bir romandır. Kitapta Osmanlı'nın son dönemlerinde anlatılan Batılılaşma hamlelerine vurguıyapılır ve ahlaki yozlaşma gözler önüne serilir. Tartışmaya açıktır. Batı iyi midir, yoksa zararlı mıdır? "Batı'nın teknolojisini alalım ama ahlakını almayalım" var bir de.

Batı'dan olmayıp Batılı olmaya and içen ülkelerin başında gelir Japonya. Japon toplumunun yaşam tarzı uzakdoğu esintisi taşır sadece. Esinti dışında kalan herşey Batı'ya özgüdür. Futbolu ise hiç öyle değil. Tam bir uzakdoğu futbolu. Çocukken izlediğimiz Tsubasadan da izler taşıyor, dövüş sporlarında gösterdikleri atiklik ve çevikliği de taşıyorlar. Zico ve Brezilya etkisini de inkar edemeyiz.

Dünya Kupası'nda Avrupa'nın futbol ülkelerinin çöktüğüne tanıklık ediyoruz. Batı çöküyor mu, diğerleri mi Batı'ya yaklaşıyor ne oluyor?

Perşembe, Haziran 24

13.Gün / Heyecan


Dün belki de kupadaki 13 günün en heyecanlı anlarını yaşadık. Hem 17.00 seansında, hem de 21.30 seansında bir üst tura çıkacak takımları son dakikaya kadar bekledik. Ve bu heyecan bize daha büyük heyecan getirdi. İkinci turda bir İngiltere - Almanya finali.

İngiltere kendisi için gereken skoru ilk 11 başlayan yedek forvet Defoe'nun 23.dakikada attığı golle yakaladı. ABD, Cezayir'e 90 dakika boyunca gol atamayınca Slovenya yenilmesine rağmen bir üst tura çıkıyordu. ABD maçını sonradan izledim ve dünyaları kaçırdığını gördüm. O golün geleceği belliydi. Ulusal kahraman Donovan uzatma dakikalarında gol atarak bir kez daha halkının gözbebeği oldu.

ABD, Euro 2008'deki bize benziyor. 3 maç sonunda grup lideri oldular ama önde kaldıkları süre 270 dakikada sadece 1 dakikalık uzatma bölümü. İngiltere ise hiç yenik duruma düşmeden 2.oldu ve karşısında Almanya'yı buldu.

Gece maçlarında Almanya ve Sırbistan'ın ele ele 2.tura çıkacağını düşünüyorduk ama Almanya'ya yenilen Gana Afrika'nın 2.turda devam eden tek takımı oldu. 2010 model Sırbistan'ı, 1994 Kolombiya, 1998 İspanya, 2002 Portekiz ve 2006 Çek Cumhuriyeti ile eşleştirebilirz. Sürpriz takım olmasına kesin gözüyle bakılan takım, erken veda etti. Dün Yugoslav ekolünün kupadaki 2 temsilcisi de Balkanlar'a dönmek zorunda kaldı.

Avustralya averajla bir üst turu kaçıran takım oldu. Son maçta gösterdikleri mucadele, hırs bizim onları niye sevdiğimizin gösterisi. Lucas ve Harry'i sevme nedeni yeteneksiz takımı da sevmemize neden oldu. Almanya'dan az gol yeseydiler şimdi 2.tura çıkan takım olacaktı.

Çok heyecanlı bir gün oldu. Liglerin, sezonların son haftasında yaşanan o heyecanı bir takım taraftarı olmadan sakin kafayla ama yine de heyecan duyarak yaşadık.

Uzun süredir yaşamadığım heyecanı kısa bir süre de olsa dün yaşadım. Anlık oldu ama iyi oldu. Dünü anlatan en iyi kelime budur. Daha fazlasını diliyorum.

Çarşamba, Haziran 23

12. Gün / Güney Amerika


Güney Amerika takımları 12.gün sonunda hala yenilmedi. Sadece iki beraberlikleri var. Birini Uruguay diğerini Paraguay son finalistler Fransa ve İtalya'ya karşı aldı. Onun dışında oynadıkları bütün maçları kazandılar.

Şu an masa üstünde Buenos Aires manzarası olan bir PC'den yazıyorum. Güney Amerika takımlarının başarısını sadece bir futbol başarısı olarak değerlendirmem mümkün değil. Bir kaçış planını, bir hayali aklında tutan herkesin bildiği gibi, bu bir işaret olarak algılanabilir. Los Lunes El Sol filiminde tavana bakan Santa'nın Avustralya haritasını görmesi gibi...

Uruguay dün 3.maçta 2.galibiyetini aldı, Arjantin 3te 3 yaptı. Brezilya ve Şili 2şer galibiyette, Paraguay 1 g 1 b. 12 maçta 10 galibiyet. Uruguay'ın rakibi Güney Kore , Arjantin'in rakibi Meksika oldu, sanırım bu turu da geçerler.

Grup maçları artık şekillenirken, kupanın bitmesine, sayılı günlerin bitmesine az kalmışken, şapkayı önümüze koymanın, birey olarak bazı şeylere karar vermek gerekirken Güney Amerika'nın işaretine aldanmak lazım aslında. 2014 Dünya Kupası'nın da orada olduğunu hatırlatmalı.

Salı, Haziran 22

Çarpışma


1.5 senedir sinemaya gitmiyorum. DVD izlemeyi de yakın zamanda bıraktım. Teknik yetersizlik, altyapı sorunu ve zaman sıkıntısı baş nedenler. Aylar sonra izlediğim ilk film, bir kısa film. 18 dakika sürüyor. Güzel denk geldi, iyi oldu.

Ruhi Sarı, Gürkan Uygun, Ali Çekirdekçi, Selçuk Uluergüven başrollerde. Yönetmen Umut Aral. Film zaten kısa anlatmayalım izleyin. Gerçi film 2005 yapımı, çoktan herkes izlemiştir. Festivallerde ödüle doymamışlar, Ruhi Sarı yine her projede olduğu gibi müthiş.

Şili'de Darbe Sesleri


Şili çıldırıdı şampiyonluk istiyor. Şampiyonluk çok zor tabi ama ikinci maçlar sonunda en çok zevk veren takım onlar oldu. Tarihi darbelerle, depremlere geçen bir ülkenin böyle bir darbe yapıp futbol dünyasında deprem yaratması fena olmaz.. (Şili'yi şampiyon yapmazlar abi).

Pazartesi, Haziran 21

11. Gün / Ezilmek


Futbol sahasında ezilen takımlara sempati duymak, bizim milletin genlerinde yatan en büyük özelliktir. 3.Dünya ülkelerinin en çok taraftar bulduğu ülkelerden biri burası. Hayatında komünist ideoljilere en ufak yakınlık duymamış, hatta korkmuş ve nefret etmiş insanların Kuzey Kore futbol takımını sevmesi, ağlayan futbolcuları uğruna, yıllarca en sevilen takımı olan Brezilya'nın bir kenara bırakılması boşuna değil.

Kuzey Kore'nin bugün sahaya çıkan kadrosundan tek bir kişi bile iflah olmayan futbolseverler dışında kimse tarafından hatırlanmayacak. Fakat yedikleri 7 gol, onlara duyulan sempatinin daha da artmasına neden olacak. Maçın uzun bir bölümünde rakibine direnen, hatta ilk dakikalarda gole en çok yaklaşan atakları hazırlayan takım, sahadan büyük bir fark yiyerek ayrıldı. Yağmurun ve turnuva boyunca tartışılan topun bir azizliğini bekleyen bizler, Raul Meirales'in golünden sonra umutlarını azalttı. Daha sonra ise bir hezimeti izledi. Dünya devlerinin bize hazırladığı 8-0'lık mağlubiyetlerle büyüyen bizler için tanıdık bir sahneydi. Kırmızı formalılara yakınlık duymamak mümkün değildi.

Yağmur gibi gelen goller Portekiz'i en sevilmeyen takımlar arasına soktu. Bu gollerin son dakikalarda gelmesi manidar. portekiz zayıf rakibine gol atmayabilirdi. Grupta işin averaja kalma ihtimali oldukça yüksek, bu nedenle de aslında İberyalıları suçlayamayız. Ama yine de insan "7 çok oldu be abi" diyor. Tabi bir de Koreli topçuların ülkeye dönüşte neler yaşayacağını bilmiyoruz. Saddam ve çocuklarının hikayelerine aşina olduğumuzdan komplo teorisi kurmakta zorlanmıyoruz.

Rakip tarafından ezilmek futbolun bir parçası, diğer bir parçası da hakem tarafından ezilmek. Behrami'ye çıkan ucuz kart İsviçre'nin Şili karşısında sadece 77 dakika direnmesine neden olabildi. İspanya maçında savunma dersi veren İsviçre sayısal dejavantaj nedeniyle uzun yıllar sonra dünya kupalarındaki ilk golünü yedi. Şili'nin oynadığı futbolu göz ardı etmek imkansız. İki takımda bir üst tura çıkamayı hakediyor ve eğer İsviçre bu kart yüzünden çıkmayacaksa yazık olacak. Şili bu oynadığı futbolla çıkamazsa ona da yazık olacak. Her halükarda bir tane ezilen olacak. (İspanya'yı çıkar kabul edersek).

İspanya'nın durumu ise daha başka. Kendi kendini ezen bir takım. Dış mihraklar (!) tarafından değil, yarattığı imaj yüzünden ezilen bir takım. İspanya'yı Barcelona olarak düşünebiliriz. Barca'nın pasa dayalı futbolu, milli takımın karakteri olmuş durumda. Fakat Honduras karşısındaki İspanya'nın zayıf rakibi karşısında isteksiz, temposuz ve yavaş oynaması, Şili maçı öncesi soru işaretleri oluşturdu. Honduras'ın ilk maçtaki rakibi olan Şili, o gün farkı kaçırmıştı. Fakat girdiği pozisyonlar ve iştahlı futboluyla beğeni toplamıştı.

Turnuvanın son 3 maçlı gününde bunlar yaşandı. Eğer bir ders çıkarmak gerekiyorsa bunu son maçlar sonunda göreceğiz. Kazananlar, mutlu olanlar, ezilenler, sevinenler, sevilenler. Bunların sonucu günler sonra belli olacak. Ezilenlerin, ayağa kalkıp bir başarı hikayesine (bu bir üst tur olmasa da) imza atmaları aslında en büyük temenni. Ve aslında bu yazının da böyle olması gerekmiyordu ama ezilen biri olarak huzuru ucundan hissettiğimiz, biraz olsun oyalandığımız dünya kupası maçları bize böyle uzun ve gereksiz yazılar yazdırıyor. Bir an önce toparlanıp bir başarı hikayesi yazmalıyız...

Portekiz Kore Nostaljisi



Dünya Kupası tarihinin en unutulmayan maçlarından birine özne olan iki takım, yaklaşık 2 saat sonra karşı karşıya gelecek. 1966'daki maçı Portekiz 3-0 geriden gelip kazanmıştı. Middelsbrough şehrinde halkın sevgilisi olan Koreliler, Brezilya maçından sonra yeniden sempati kazandı. 44 senelik rövanş bu sefer Güney Afrika'da oynanacak.

10. Gün / Forvetler


Forvetin ne kadar iyise o kadar başarılı olursun. Aslında bunu diğer mevkilere de uyarlamak mümkün. Hangi bölgede oynayan futbolcunun diğerlerinden daha üstün olduğunu bulmak uzun bir tartışma sürecini gerektirebilir. Fakat şu bir gerçek ki, gol atamadan kazanamazsın ve golü atacak olan adamlar forvetlerdir.

Dünün parlayan forveti Luis Fabiano oldu. Attığı 2 golle - her ne kadar birinde elle oynamış olsa da- takımını galibiyete taşıdı. Attığı gollerin klaslığı, güzelliği onun topçu kalitesini gösterdi. Adriano, Ronaldo, genç Neymar gibi isimlerin kadroya alınmadığı bir dönemde üzerindeki baskıyı bu gollerle hafifletmiş oldu. Golü yoktan var eden bir forvet veya golü atamasa bile sürekli kovalayan bir forvet her takımın ihtiyacı.

Mesela Paraguay'ın forvetleri hala gol atamadı. Ama etkinlikleri çok yüksek. Santa Cruz, 2002'de parlamıştı ve geçen 8 senede hala istenilen seviyeye yükselemedi. Ama yine de etkili bir oyuncu olduğu ortada. Buenos Aires doğumlu Lucas Barrios Paraguay'a renk katan, heyecan katan bir adam. Paraguay milli takımı kariyeri daha çok taze. Takıma ilk maçlarında yedekten dahil oldu ve sonradan dahil olarak attığı gollerle göz kamaştırdı. Zaten Dortmund'daki gol yüzdesiyle de Avrupalı futbolseverlere kendini kanıtlamıştı. Buna rağmen Dünya Kupası'nda henüz gol atamadı. Atılan golde Vera'ya attığı pas ise bir santrforun gol dışındane yapabileceğinin ufak bir gösterisi. Yedekten takıma dahil olan bir diğer santrfor Cardozo, Avrupa'da sezonun en çok konuşulan isimlerinden. Böyle bir santrfor hattı, Paraguay'ı 2 maç sonunda topladığı 4 puanla zirveye çıkardı. Bu arada eklemek lazım ki, pozisyon vermeyen defanslarının da payı büyük.

Gelelim son dünya şampiyonuna. Sezonun en heyecan verici 3 forveti; ikisi Di Natele ve Pazzini oyuna sonradan giriyor, diğeri Boriello ortalarda yok. İspanya'da staj yapan Rossi sakat, formsuz Gilardino ve bu sene bitikleri oynayan Iaquinta kadroda. Haliyle gol yok. Takımın forvetlere gol attırabilecek tek ismi Pirlo sakat, Del Piero ve Totti gibi isimler yaş haddinden kadrodan uzak kalmış. Cassano ve Miccoli gibi sezon boyunca konuşulan isimler tatilde. Hal böyle olunca, golü atmak ya De Rossi'ye ya da bir penaltıya kalıyor. Son şampiyon İtalya, futbol oynadığını yeni yeni öğrendiğimiz Yeni Zelanda'ya puan veriyor.

Dünden öğrendiğimiz, daha doğrusu yeniden hatırladığımız, gol atmanın birinci şart olduğu. Gol atan sadece mahallede kaleye geçer, geri kalan her yerde kazanır. Bitiricilik önemli bir meziyettir.

Pazar, Haziran 20

9.Gün / Gel - Git


Yine son maçı izlemedim. İzlemediğim bir maç hakkında yorum yapmaya gerek yok ama tabeldan biraz anlaşılıyor. Günün diğer 2 maçına uygun bir işleyiş söz konusu, o yüzden önce oradan başlayalım.

Kamerun 1-0 öne geçiyor, Danimarka maçı 2-1 alıyor. Danimarka kupaya veda edecekken, Kamerun noktalıyor. Kamerun'un ev sahibi sayıldığını eklemek lazım. Çok büyük bir hayal kırıklığı. Grubun zor olduğu doğrudur ama 2 maç sonunda puansız olan iki takımdan biri olmak (diğeri Nijerya), Kamerun için büyük bir başarısızlık sayılmalı. Bundan 20 sene önce Afrika futbolunun direnişine, patlamasına, devrimine lider olan takım, artık en başarısız takım konumunda. Cezayir'in İngiltere'den puan çıkardığı bir turnuvada, kariyerlerinde Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu bulunan, İspanya'da, İtalya'da kupalar kazanan futbolculardan oluşan bir takımın bu başarısızlığı, turnuvada Afrika'dan başarı bekleyen romantik kesim için büyük bir hayal kırıklığı.

Güne grubun diğer maçıyla başlamıştık. Hollanda eski Hollanda değil. Kanat oyunları yok, savunmaları güçlü. En temel iki özelliği kaybolmuş durumda. İzleyenlere zevk vermiyor belki ama 2 maç sonunda gol yemeden 6 puanla lider durumdalar. Oyun sistemi doğru-yanlış olabilir ama bir gerçek var ki futbolcuları çok formsuz. Van Der Vaart ve Van Persie bunların başında geliyor. Takım Robben'i istiyor. Dünkü kurtarıcı Sneijder'di fakat ilerleyen turlar için bu yeterli olmayabilir. Üstelik Japonya'nın son dakikalarda Hollanda kalesinde baskı kurması Hollanda ekolü için acı veren dakikalardı. İşte bu dakikalarda maç gitti-geldi. Hollanda Afellay ile 2 gol kaçırdı ki, bu dakikadan sonra Japonya gol atsaydı Afellay için sonun başlangıcı olurdu belki de. Son dakikada Hollanda sempatizanlarına ve Hollanda galibiyetine bahis oynayanların ömründen seneleri çalan TRT spikeri de maçın gel-git bölümüne ayrı bir katkıda bulundu.

Günün 2.maçı Galatasaray ile Gana arasında oynandı (!). Kewell'ın takıma katılması Avustralya'yı daha etkili bir hale getirmiş. İlk maçta yerin dibine batırılan takımın karşısında Almanya olduğu gerçeği unutulmamalıydı. Yine de 2006'nın Avustalyası ortada yok. Hiddink faktörü diyebiliriz. Maçın ilk bölümünde Avustralya profesyonel sporculardan kurulu ama hayatlarında ilk defa futbol oynayan bir takım konumundaydı. Gana ise , yıllardır mahalle arasında ve halı sahalarda top oynamış ama ilk defa profesyonel top oynayan bir takım gibiydi. Socceroo maça iyi başladı ve golü buldu. Fakat Kewell'ın kırmızı kartı kötü etkiledi. Penaltı ve 1-1 olsa sonuç daha farklı olabilirdi ama 10 kişi kalmak ibreyi Gana'ya çevirdi. Gana bu avantajı değerlendiremedi. Gyan'ı beğendim ama yalnız kaldı. Avustralya ise 10 kişi oynar gibi değildi. Wilkshire'ın kaçırdığı gol maçın gel-git anlarından biriydi.

Gana 2 penaltı golü ve rakiplerine çıkan 2 kırmızı kartla grupta lider. Avustralya ise iki maçta da 10 kişi kalarak turnuvadaki şansını mucizelere bıraktı.

Dün Kamerun ve Avustralya önce umutlandı sonra utandırdı. Gana ve Hollanda istediklerini elde etti. Danimarka ve Japonya ise grupta final maçına çıkacak. Bütün bu tablo 90 dakikaların bazı bölümlerinde yaşanan kırılma anlarıyla şekillendi. Kırılma anlarını hissetmek lazım. Harekete geçmek için en iyi zaman.

Cumartesi, Haziran 19

Güney-Kuzey


Güney Afrika'da maç yapan Kuzey Afrika takımının güney Fransa'daki (Marsilya'da) taraftarları.

8.Gün / Direniş


3 tane direnen takım. Sırbistan, ABD ve Cezayir. İki maç berabere bitti ama 3 tane kazanan çıktı aslında.

Sırbistan'ın direnişi tam bir Balkan tarzı. Akla ve mantığa uygun tek bir hareket yok. Ruhen en üst seviyedeler. Gazı almışlar ve direniyorlar. Kendilerinin bile beklemediği bir anda önce rakip eksik kaldı, sonra golü buldular. Bir anda öne geçtiler hem tabelada hem adam sayısında.

Buna rağmen maçı 5-1 kaybedebilirlerdi. İlk maçtan sonra Alman forvetlerini yazdık, bu maçta Podolski penaltıyı ve dünyaları kaçırdı, Klose takımını eksik bıraktı. Klose'nin Ronaldo'yu geçme umutları da bu kartla son buldu bence.

Sırbistan tekmeye kafa uzatarak, hatta sadece onu yaparak maçı kazandı. Turnuvanın sürpriz takımının bu kadar silik olması, kazanırken bile kendi sahasına hapsolması hoş olmadı. Almanya ise bildiğimiz eski Hollanda. Sürekli golü düşünüyorlar, pozitif oynuyorar, forvetlerden geçilmiyorlar. Ama arka direğe atılan bir top kalelerinde gol oluyor, dünyanın en iyi penaltı atan ülkesi penaltı kaçırıyor. Dünyanın en başarılı futbol ülkesi, bu turnuvada CV'deki tek boşluğunu dolduracak sanki. Gönüllerin Şampiyonu olmaya en yakın adaylar.

Günün ikinci maçında Slovenya 2 farklı üstünlüğü eline geçirdi ama 1 puana sevinen takım oldu. ABD direnişini farklı bir şekilde gösterdi. Geriden gelip maça ortak oldu, 3.golü ise Malili hakem engelledi. Siyasi arenada ABD'ye duyulan antipatinin eseri olabilir mi? ABD'nin dünya üzerinde en sevilen ürünü olabilir ABD milli takımı.

Son maçı izlemedim. Bu sefer Aşk-ı Memnu değil, lise defteri engel oldu. Liseden arkadaşlarımızla bir araya geldik, hedefte maç izlemek olmasına rağmen vazgeçtik. Maçı izleyenlerin anlattıklarına göre saha içinde oynanan futbol bağlamında birşey kaçırmış sayılmayız. Çok kısır bir maç olmuş. Fakat Cezayir'in İngiltere'den puan alması şüphesiz Dünya Kupası'nın en güzel hikayelerinden biridir. Cezayir, İngilizler'e nasıl direndi bilmiyorum ama bunun için tarihsel süreçlerden ve ortak hissiyatlarından beslenmişlerdir. Geçmişe bakarak kendinize güç katabilir ve bu sayede direnişinize devam edebelirsiniz.

Turnuvanın 2.cuması sona erdi, 2.hafta sonu seansı başladı. Hayata maç izleyerek direniyoruz, elden şimdilik başka birşey gelmiyor.

Cuma, Haziran 18

7.Gün / Kandil ve İlahi Güçler



Turnuvada 1 haftayı devirdik ve artık heyecanı hisstemeye başlıyoruz. 2.maçların başlamasıyla beraber, saha içine gösterilen ilgi kadar puan hesaplamaları da konuşulmaya başladı. Artık telafisi olmayan bir yola giriliyor. 3.maçlarla beraber ülkelerin kaderleri tek maçla belirlenecek. Kader çizmek zor iş, bunun için ilahi güçler gerekiyor. Ya birine çok koşulsuz şartsız inanmanız ve peşinden gitmeniz lazım veya mucizevi olayların sizin lehinize denk gelmesi lazım.

Dün kandildi. Dünya Kupası artık kandillere denk geliyor, yakın zamanda Ramazan'a bile denk gelecek. Bu günde sahaya çıkan ilk takımlar Arjantin ve Güney Kore oldu. Maradona'ya duyulan bağlılık almış başını gidiyor. Sadece Arjantin'de değil bütün dünyada. Bizden 10 yaş büyük olan insanların hissettiği Maradona sevgisi gerçekten bambaşka. Şahsen benim öyle sevdiğim bir futbolcu olmadı. Daha doğrusu Maradonasevenler onun futbolcu olmasından doğan bir sevgiye sahip değiller. Daha başka nedenler var, adı konması zor. İlahi bir boyutu var. İdol kelimesi bile Maradona'nın yanında biraz eksik.

Maça geçelim diyeceğim ama maçı izleme nedenimiz bile aslında Maradona. Arjantin'den çok Maradona'yı destekliyoruz sanki. 4 oldu. Yine de zorlandı takım. Olsun. 2de 2 demek 2002'deki gibi ters bir durumun olmayacağını gösteriyor. Higuain "neden Milito oynamaz" sorusuna attığı 3 golle cevap verdi. Kore 2-1 yenik durumdayken kaçırdığı golle şansını kaybetti.

İkinci maç Yunanistan ile Nijerya arasında. Avrupa futbolunda zirveye oynamamış bir takımı alıp Avrupa Şampiyonu yapan bir hoca o ulusun ruhani lideri sayılmaz mı? Otto Rehagel, kupa kazandırdığı ülkeye ilk dünya kupası galibiyetini de elde ettirdi. Ama bunda şansın da yardımı oldu. Artık Nijerya'yı sevmeyen Afrikalılar'ın yaptıkları büyüler midir bunun nedeni yoksa gerçekten bir anlık basiret bağlanması mıdır bilinmez ama Lukman Haruna'nın akıl tutulması oyunun hakimi Nijerya'yı, Yunanistan'ın tek kale maçını izlemeye başlamısına neden oldu. Hele bir de ikinci yarıda boş kaleye kaçan bir gol vardır ki, maçın değil belki de grubun kırılma noktasıydı.

3.maçı izlemek mümkün olmadı. 4 gün sonra ilk defa maçı kaçırdım. Sebebi Aşk-ı Memnu. Tercihi yapan ben değilim evdeki çoğunluk. İki satır dizi hakkında yazalım o zaman. İzlenmeyecek bir dizi değil, dizinin neden izlendiği hakkında da bir çok teorim var. İzleyen kimseyi de "neden izliyorsun" diyerek aşağılamak hem yakışıksız, hem gereksiz hem haddimiz değil. Ama sezdiğim bir nokta var ki, - bu sadece benim çevreme mahsus olabilir- izleyen insanların "ne kadar boş bir dizi" demesi. Yeter bu kadar, dönelim kupaya.

Son maç için ilahi dialoglar Fransa'dan, Meksika'ta, İrlanda'dan Arjantin'e kadar uzanıyor. Maçı izlemedim, golleri bile henüz görmedim. Fakat bu maçın üzerinden çok ekmek yenir. Zaten İrlanda'da Meksika'nın golleriyle müşterilerine pizza dağıtan pizzacılar insanları doyurdu.

Maradona'yı ilah yapan gollerden biri, Ada takımına elle atılmıştı. Bir başka ada takımı 24 sene sonra el yardımıyla gol yedi ama golü atan takım dünyanın en antipatik takımı, elle oynayan futbolcu dünyanın en sevimsiz futbolcusu oldu. Dün kupayı takip eden ne kadar insan varsa, Fransızlar dışında herkes, Meksika'yı tutmuştur. Hatta bazı Fransızlar bile Meksika'ya sempatiyle bakmış olabilir. 5 kıtadan yayılan sinerji, Afrika'da atılan 2 gole dönüştü. Fransa 2002'den sonra 2010'da bir kez dha hayal kırıklığı yaşamaya çok yakın.

Bize de bugünden kalan ilahi güçlerin yardımını dilemek oluyor. Kupada 1 haftayı bitirdik.

Perşembe, Haziran 17

Diego


O'nun hakkında birşey yazmaya korkuyorum. Haddimi aşıyormuşum gibi hissediyorum. Fotoğraflar yetiyor. Bugün Afrika'da çekildi bu fotoğraf.

6.Gün / Savunma


Bir önceki gün riskler alındı veya alınmadı, kazananlar ve kaybedenler buna göre şekillendi. Bir sonraki gün ise savunma yapanlar kazandı. Savunma da önemlidir. Dün 3 maçta da kazanan vardı, ve kazananlar gol yemediler. 3 takımın da savunma anlayışı, uygulaması, felsefesi farklıydı ama hepsi de kazanandı.

Aslında Uruguay'ı bir kenara ayırmak lazım. Maçı çok da ayrıntılı izlemedim. Luganolu bir savunma hattından bahsediyoruz. Ne kadar kötü olabilir. Rakibin de hücum yapmaya mecali yok gibiydi. Böyle olunca günün son maçını konuşmak yersiz olur. Sadece Suarez'in Dünya Kupası ile iyi futbolcu imajını kaybettiğini, Forlan'ın ise adım adım zirveye çıktığını eklemek lazım.

Diğer iki maçta karşımıza iki farklı savunma çıktı. Birinde topla oynayıp, rakip sahaya yığılan ve kalesine rakibi yaklaştırmayan Şili, diğerinde ise kendi sahasında çok şık savunma yapan İsviçre.

Şili'nin yaptığı, en iyi savunma hücumdur felsefesidir. 1-0'ı korumak yerine, skoru arttırmayı düşündüler. Uzatma dakikalarında bile hala rakip sahada gol kovalıyorlardı. Mark Gonzales daha becerikli veya daha paylaşımcı olsaydı 2.golü de bulurlardı.

İsviçre ise bir deja-vu yaşattı. Barcelona ile karşılaşan Inter gibiydi. İspanya milli takımının büyük çoğunluğu Barcelona'dan oluşuyor zaten. 2002'deki Galatasaray-milli takım gibi. İsviçre ise İnter'in yaptığı savunmayı yaparken İnter'den bir isimle eşleşebilecek bir futbolcusu yoktu. Eren bir Milito değil, Gökhan bir Cambiasso değil, henüz... 2008'in ilk maçında sakatlanarak ve ağlayarak oyundan çıkan Frei bu maçta da yoktu. Ve savunmanın önemli ismi Senderos da, yine 2 sene önceki Frei gibi, sakatlanarak oyundan çıktı. Buna rağmen istediklerini aldılar.

Nou Camp'daki İnter maçını Barcelona kazanmıştı, bu sefer ise İsviçre tek golü atan isim oldu. Eren'in direkten dönen topu, 2006 yılında Kadıköy'de Galatasaray savunmasını dizen Anelka'yı hatırlattı. Galibiyetin mimarının Hitzfeld olduğunu söylemeye gerek yok herhalde. Mourinho'nun her gün beraber idmana çıktığı takımı mayıs ayına kadar hazırlamasından daha zor bir olay sanki. Ayda bir buluştuğu bir futbolcu grubunu Avrupa Şampiyonu karşısına çok uyumlu bir şekilde çıkartıyor.

Kısaca 6.günde kazanan savunma oldu. Bazen risk almak gerekiyorsa da, yeri geldiğinde savunma yapmak lazım. Ki aslında savunma yapmak da bir risktir. Gol yemediğiniz maçı kazanma ihtimali, gol attığınız maçı kazanma ihtimalinden daha fazladır. Fakat yine de gol atamadığınız maçı hiçbir şekilde kazanamazsınız.

Nihayet İnsua


Yıllardır İnsua'yı bekledik biz Galatasaraylılar. 2000'den sonra artan inernet yoğunluğu transfer haberlerini, transfer dedikodularını ve transfer bekleyişlerini değiştirdi. Piresli, Emanalı, Moriantesli ekolün ilk temsilcilerindendir İnsua.

İnsua'nın yıllardır havada olan, bugün-yarın inecek olan uçağı nihayet Türkiye'ye indi. 50 senelik lig tarihinin 5.şampiyonu olan Bursaspor, İnsua'yı Türkiye'ye getiren ilk takım oldu. İnsua uçaktan inince Florya yerine Bursa'ya gitti. Transferiyle Bülent Tulun mu yoksa Haim Fresco mu ilgilendi acaba? Fakat ben de öyle bir hava oluştu ki, sanki eski futbolcumuz Bursaspor'a transfer olmuş gibi hissediyorum. Sami Yen'deki ilk Bursaspor maçında tribüne çağrılacak sanki.

http://www.fotomac.com.tr/2005/06/28/gal102.html

Çarşamba, Haziran 16

5.Gün / Risk ve Kumar


Slovakya, Dünya Kupası'nda sürpriz yapması beklenen takımlardan. Bu kanaate çoğunluk nasıl vardı bilmiyorum. Çok da önemli değil. Slovaklar, Süper Lig'de oynayan Vittek ile öne geçti. Dünya Kupası'nda gruplarda alınacak bir galibiyet çok önemli. 1-0 iyi bir skor. Bu skorun büyüsüne kapılan Avrupalılar, gol atmaya, hatta yarı sahayı geçmeye mecali olmayan Yeni Zelanda'yı üzerine çekti. 1-0'a kapandı. Bu sezon içinde Galatasaray'ın çokça yaptığı daha doğrusu yapamadağı bir şeyi Slovakya da yapamadı. Son dakikalarda arka arkaya gelen isabetsiz ortalar ve kötü vuruşlar, son dakikada isabetli orta - şık kafa vuruşu kombinasyonuna dönüşünce 3 puan eridi gitti.

Günün ikinci maçında Portekiz ve Fildişi S. gol atmak için en ufak bir riske girmedi. Yıllardır santrforu olmayan, vasat bir santrfor Pauleta sayesinde 3-5 sene idare eden ama o da bırakınca yerine anca Brezilyalı Liedson'u monte edebilen Portekiz 90 dakika boyunca herhangi bir atak girişiminde bulunmadı. Ronaldo'nun kanat adamlarına özgü çalım sonrası şutları dışında bir şey üretmediler. Fildişi maçını kendilerine hedef maçı olarak belirlemeleri mantıklı ama hedef maçında kazanmak yerine kaybetmemeyi tercih etmek biraz Anadolu takımı mantığıdır.

Fildişi Sahilleri de riske girmeyen takım oldu. Drogba'yı oyuna sokmak için 65 dakika bekleyen, diğer hücumcularını son 5 dakikaya saklayan Erikson hakettiği sonucu yani golsüz beraberliği aldı.

Brezilya - Kuzey Kore maçındaki sahneler ise bu iki maçın tam tersi. Maicon, herkesin orta yapabilceği bir pozisyonda kaleye vurdu ve takımını öne geçirdi. Robinho, attığı pasla Elano'yu golle buluşturdu. O pası atabilmek tabi ki Robinho'nun yeteneği ama atmaya karar verebilmek, iyi kötü bir risk alabilmek demektir.

Slovakya maçında 5 Lira kazanmak için 20 lira riske ettim ve kaybettim. Bunun sebebi Okyanusya takımının attığı goldü. Diğer iki maçta da buna benzer şeyler yaşandı. Futbol ile kumarı paralel olarak sürdürüyorum. Riske giriyorum ve dün kaybettim. Bu kadar rahat kumar oynayan, bahis yapan, para koyan bir adam olarak hayatımın geri kalanında riske girmemem ise oldukça sancılı. Dünya Kupası'nın 5.günü skor avantajın var diye savunmaya çekilmemeyi, bazen boşluğu gördüğün anda topa vurman gerektiğini gösterdi. Kaleye vurmadan gol olmadığı gibi, önce topa vurmalı, sonra ne yapacağımızı düşünürüz.

Salı, Haziran 15

Copa Cabana


Afrika'da bir Dünya Kupası. Asya'dan Japonya takımı, Kamerun ile oynuyır. Bazı Japonlar da maçı Güney Amerika'da Copacabana Plajı'nda izliyor. Avrupa'daki, futbol sitelerinde bu fotoğrafı görüyoruz.

4.Gün / Karın Ağrısı


İlk defa 3 maçı da izledim. Öğlen 1430'da başlayan maraton, 2330'a kadar sürdü. 3 maçta toplam 5 gol atıldı. Kupanın şu anda en fazla tartışılan konusu. Maçlar beklentileri karşılayamadı. Gol olmuyor. Buradan yola çıkıp futbolun gelişimi sorgulanıyor. Olası muhabbetler. Bunlar olacaktır. Fakat fazla da acımasız olmamak lazım.

Hollanda'nın hücum futbolu oynaması 10 emirden biriymiş gibi gösterilip, güçlü bir savunma anlayışına sahip olmaları yadırganmamalı. Veya Japonya'yı hala hakir ve küçük görmek, hızlı ve teknik futbol oynanan Japon Ligi'ne büyük haksızlıktır. İtalya'nın 4 sene önce şampiyonluğundan yola çıkıp, "bu nasıl şampiyon" demek de abestir. Aradan geçen 4 senede çok fazla değişmiştir.

Düne dair çok fazla söylenecek birşey yok. İlk defa ofiste dünya kupası maçı izledik. Az çok tanıtanlar bilir, futbol temalı bir işte çalışıyorum. O nedenle ofiste maç izlemek alışık olduğumuz bir durum. Fakat bir Dünya Kupası maçını ilk defa izledik.

Karın ağrısı başlığına gelince. Dün akşam yemeği biraz fazla yedim. Bu gecenin ilerleyen saatlerinde karın ağrısına neden oldu. Şımarıkça bir durum. İnsanlar karnını doyurmakta zorlanırken, sen çok fazla yemek yiyorsun ve bu seni rahatsız ediyor. Dünya Kupası'na yaklaşım da biraz bu. İnsanlar maç izleyemezken, hayatlarındaki meseleler nedeniyle Dünya Kupası'nı takip edemezken biz günde 3 maçı da izleyebiliyoruz. Ve ondan sonra oynanan futboldan şikayet ediyoruz. Sonuçta karın ağrısı geçtiği zaman insan rahatlıyor da. Bu ağrı bugün-yarın (ilk maçlar bitince) son bulacaktır.

Pazartesi, Haziran 14

Karşıyaka'dan Bomba Transfer


Dünya Kupası'na bir ara verelim ve beni çok heyecanlandıran bir transferi yazalım. Beni niye heyecanlandırıyor gerçi onu da bilmiyorum, Karşıyaka sempatisi arttıkça artıyor her geçen gün demek ki. Giresunspor'un Brezilyalı forveti Fabiano Oliveria önümüzdeki sezon Karşıyaka forması giyecek.

Giresunspor zaten sezon biter bitmez dağılmaya başladı. Önce başkanları Olgun Peker istifa etti. Yeni başkanları ancak dün seçilebildi. Levent Eriş de görevinden ayrılan ikinci isim oldu ve Boluspor'un başına geçti. Giderken de yanında geçen sene çok beğendiğim stoper Özgür Bayer'i de götürdü. Akıbeti belli olmayan Bülent Bölükbaşı ve Şenol Demirci de büyük ihtimalle takımdan ayrılacak. Bu isimler geçen sezon takımın en kiliti isimleriydi. Ve tabi bir de forvet hattındaki yabancılar var. Bolivyalı Pedriel ve Brezilyalı Fabiano.

Pedriel Bolivyalı ve milli takımda oynamışlığı var. Karadeniz ekibine Romanya'dan, S.Bükreş'ten geldi. Ben hem tip hem de futbol olarak Beşiktaşlı Holosko'ya benzetiyorum. Hızlı, topla etkili, savunmayı yoran ama son vuruşlarda sıkıntısı olan bir futbolcu. Önümüzdeki sene büyük ihtimalle Sivasspor'da oynayacak, ki bu Sivasspor'un 2-3 senedir oynadığı futbolu değiştirecek demektir. Artık "at Mehmet Yıldız'a, saklasın topu, belki gol de atar" mantığı sona erecektir. Pedriel'i Süper Lig'de izlemek güzel olacak.

Fabiano ise Pedriel'den daha verimli bir futbolcuydu. Fakat o 1.Lig'de kalmayı tercih etti. Gittiği takımın Sivasspor'dan daha heyecan verici olduğu muhakkak. Fabiano güçlü, teknik ve bitirici bir futbolcu. Pedriel geçen sene 11 gol atarken, Fabiano 12 gol attı. İkisi toplam 23 gol attı ki bu sayı bu sezon atılan gollerin hemen hemen yarısı demek.

Tabi burada Karşıyaka gelen forvetlerin hiç bir zaman bekleneni verememesi faktörü de karşımıza çıkıyor. En son geçen sene takıma transfer edilen Emrah Bozkurt bekleneni verememişti. Fakat şu da var ki Karşıyaka ilk defa bilinen bir yabancı futbolcuyu transfer ediyor. Kadro derinliği açısından muazzam bir hamle olarak değerlendirilebilir.

Bu arada Karşıyaka'nın Giresunspor'dan Fırat Sezer'i transfer ettiğini ekleyelim. Kendisi bek oynuyor. En önemli özelliği ofansif bir bek olması. Bu Karşıyaka'nın son yıllarda hasret olduğu bir konuydu. Bu konudaki açığı kapatmaya çalışan tek isim 18 yaşındaki Rıdvan olmuştu. O da kendini Beşiktaş'ta bulmuştu.

Karşıyaka iyi transferler yapmaya başladı. Giresunspor ise 1-2 nokta transferle zirveye oynayabilridi ama kadrosunu elde tutamadı. Konuşmak için çok erken ama Giresunspor'u zor günler, Karşıyaka'yı ise heyecan verici maçlar bekliyor sanki.

Alman Forvetler

Turnuvada oynanan ilk 6 maçta santrforlar gol atamamıştı. 7.maçta gelen santrfor golü penaltıdan atıldı. 8.maçta ise hem Almanlar hem forvetler patladı. Önce Podolski attı. Podolski ilginç kariyerli bir topçu. Milli takımda coşuyor, Bundesliga'da tartışılıyor. Milli forma altında 39.golünü atmış. Bundesliga'da bu kadar gol atamıyor. Löw onu bazen sağda, bazen forvet oynatıyor. O hep golünü atıyor.
Klose.. Dünya Kupası tarihinin en golcü futbolcusu olmaya aday. Dün golünü attı. Kupa tarhindeki 11.golü. Ronaldo'yu yakalamak için 4 gole ihtiyacı var. Atabilir mi? Belli olmaz. Almanya yarı finale kadar çıkarsa neden olmasın. Hatta dün Löw onu oyundan almasıydı, eksik ve bitap Avustralya'ya 1-2 tane daha atabilirdi. Klose, hiç bir zaman süper star olmadı. Ne Ronaldo ne Gerd Müller oldu. Ama adını efsanelerin arasına yazdırmaya çok yaklaştı. Bu arada attığı 11 golün 7 tanesini kafayla attı. Dünya Kupası tarihinin en çok kafa golü atan futbolcusu.
Cacau. Klose yerine oyuna girdi, oyuna girdikten sonra golünü attı. Almanya ile 10 maça ya çıkmıştır ya çıkmamıştır. Ama Dünya Kupası golü var artık.
Müller maçtaki 3.golü attı ama onu sona bıraktım. Klose ve Podolski Polonyalı, Cacau Brezilyalı. Müller ise tam Alman. Soyadından belli. Dünya Kupası'nda gol atan 3.Müller. Diğerler Gerd ve Dieter. Genç Müller'in eksiği çok. Ama soyadı çok sempatik işte. Forma numarası da 13 olunca insan daha bir sıcak yaklaşıyor. Goldeki şu vuruşu bile Gerd Müller'i andırıyor sanki.

Sözün özü, Almanlar'ın futbolu çok cezbedici. Şaşırıtıcı değil, yeni bir şey de değil. 2006'da da böyleydiler. Joachim Löw bunu yaratan isim. Bunalıma giren Alman futbolunu ayağa kaldıran isimlerden biridir. Ortalama 20 senede bir dünya kupası kazanan (1954-1974-1990) Almanya'nın kupa kazanma vakti gelmiştir.

Pazar, Haziran 13

3.Gün / Dip ve Umut


Çok kötü ve gereksiz bir sabahın devamında açtık Cezayir-Slovenya maçını. Bu topraklarda Cezayir'i sevmeyen insan yoktur herhalde. Slovenya ise bize uzak bir takım. Takımda tek bildiğimiz kaleci Handanoviç. O da efsane olma yolunda. Wakabayashi gibi, Yashin gibi. Sırf onu izlemek için maç izleyenler var. Fakat bir kaleciyi izlemek için o maçta pozisyon olması lazım. Cezayir-Slovenya maçı, sabahıma uyan bir maçtı. Kötü ve gereksiz.

İlk 45 dakika sonrasında evden çıkmayı tercih ettim. İkinci yarı çekilmezdi. Sokağa çıkıp kendimi rahatlatmak istedim. Maçın sonucunu yine bir esnaf kardeşimizden öğrendim: "Slovaklar 1-0 kazandı" dedi. Sanırım Cezayir'e üzülüyordu o esnada. Bu arada bir Avrupa takımının maç kazanması için 3.güne kadar beklemiş olduk. Bu da ilginç.

İkinci maç Sırbistan - Gana. Turnuva başından beri, hatta çok daha öncesinden Sırplar birçok övgü aldı. Aldı ama hiç biri işe yaramadı. Konuşmak için daha erken, yine de önemli bir fırsat tepildi. Gana avantajlı duruma geçti. Maçın son yarım saatini izledim. Sırplar fena da oynamadı aslında. 10 kişi kalınca golü yediler. Nihayet Afrika kıtasındaki kupada bir Afrika takımı maç kazandı.

7 maç oynanmış. 7 tanesi de alt. Sıkılmamak elde değil. Keyifsiz geliyor kupa. Tabi aynı zamanda diğer herşeyden de keyif alamamanın sıkıntısı var. Olan kupaya oluyor biraz da. Neyse ki biz yokuz. Çünkü çok güzel geçecek bir ayı bok edebilirdim. Gerçi tam tersi de mümkün. İlaç olabilirdi. Neyse ne. Sıkılarakoturuyoruz ekran başına gece seansı için. Prime Time'da abilerimin takımı var.

Turnuvadaki takımım. Bekleneni bulamıyoruz yine. Tuttuğumuz takım yeniliyor. 4-0 hem de. Dağılıyoruz. Can sıkan bir skor. Ama biraz da umut veriyor. Güzel futbol oynayan bir takım izledik. Almanlar çok fena. Bekliyordum bunu. Sonuçta bu bir Löw takımı. Bir Löw takımının nasıl oynadığını 90'ların sonunda en iyi biz Türkiye Ligi takipçileri gördü. Panzer gibi ezdiler. Mesut şov yaptı, forvetler çok etkili. Defans sağlam. Herşey iyi onlar adına. Ama Avustralya için kötü. Kararsız kaldığım nokta da biraz bu. Acaba kazanmak mı daha çok mutlu eder yoksa güzel futbol izlemek mi? (Galatasaray harici bir kıyaslama).

Maçın ilk yarısını telefon konuşmasıyla geçirdim. Çok sevdiğim bir arkadaşım aradı. Farklı şehirlerde yaşıyoruz. 15 seneden fazla bir süredir tanışıyoruz. Beraber büyüdük diyemem. Uzun bir dostluk ama beraber geçen günlerin sayısı az. Almanya maçı ile paralelliği bu telefon konuşması biraz da. Arayınca mutlu oldum ama uzun süredir görmüyordum onu ve bir müddet daha göremem. O arayınca mutlu mu olmalıydım, yoksa bunları düşünüp üzülmeli mi?

İyi taraftan bakmalı her zaman. Umut aşılandı içime. Hem telefon konuşması sayesinde hem de Almanlar'ın futbolu sayesinde. Kupa ilerliyor. Finale 1 gün daha yaklaştık.

2.Gün / İlk Defa 3 Maç


Dünya Kupası'nı maç maç değerlendirmek yerine gün gün değerlendirmek lazım sanki. Hatta gün gün de değerlenmez ya, sadece buraya not düşülsün diye. Yoksa aslında önemli olan kupanın bütünü. Kupayı yıllar sonra nasıl hatırladığın önemli ve bunun için kafada oluşan imaj 11 Temmuz'da ortaya çıkacak. Yani kupa bir romansa, biz önce bazı satırları okuyoruz. Romanın asıl konusu 11 Temmuz'da şekillenecek.

Güney Kore ve Yunanistan. Bu iki takım ve iki ülke de önemlidir bizim için. Siyasi olaylar belli. Biri komşumuz, diğeri 60 sene önce savaşa gidilen uzak ülke. İkisiyle de yakın dönemde maçlar da yaptık. Güney Kore'yi 3.lük maçında yendik 2002'de. Yunanistan'ı 4-1 yendik, onlar bizi Sami Yen'de yendi.

Müzesinde Avrupa Kupası olan bir ülke hala Dünya Kupası'ndaki ilk golünün peşinde. Diğeri ise her zaman küçümsenen ama ekseriyetle başarılı sonuçlar alan bir takım. Maçın öncesinde herkesin aklında Yunanistan galibiyeti olması bu açıdan ilginç. Kazanan takım, hakeden takımdı.

Yunanistan takımını herkes 2004 üzerinden değerlendiriyor. Bu takım nasıl Avrupa Şampiyonu oldu diyenler çoğunlukta. Oysa bu takım o takım değil. Kalede Nikopolidis yok, savunmada Dellas yok, orta sahada Basinas yok, Zagorakis kaptan yok. Bunlar en kaliteli isimler ve daha birçok isim yerlerini çoktan başka futbolcularına bıraktı. Hiçbir zaman aynı seviyede kalamazsınız, bunu başarabilmek çok zor.

Euro 2004 Yunanistan için unutulmaz bir turnuvaydı. 2004 de benim için çok farklı bir yazdı. Şimdi 2010'dayız ve Yunanistan da ben de bir gol atmak için uğraşıyoruz. O nedenle kendimi Yunanistan takımı ile paralel görüyorum. Gruplardan çıkarsa ben de ayağa kalkarım. Garip bir inanış işte.

Günün ilk maçını evde izledim. Bu evde 2002 Dünya Kupası'ndaki bazi maçları izlemiştim. 8 sene sonra tekrar bir dünya kupası. 2002'deki Arjantin - Nijerya maçını aynı evde sabahın köründe yataktan kalkarak yarım gözle izlemiştim. Bu maçı ikinci defa aynı yerde izlemeye gerek yoktu. Sokağa çıkıp, birçok yere uğramayı tercih etim.

Bu güzel bir maç izleme şeklidir, herkese tavsiye ederim. Maçı veren her kahvenin, lokantanın, cafenin önünde durup 5 dakika maça bakarsınız. Veya arada tanıdığınız esnafa uğrar onların yanında bakarsınız. Güzel oluyor. Muhabbet oluyor. Maçın izlenmeyen bölümlerinde de içinizdeki heyecan artıyor.

2002'deki maç da bu maç da aynı skorla 1-0 bitti. O maç da ilk maçtı ve Arjantin gruptan çıkamamıştı. İtiraf etmek gerekir, Arjantin bu turnuvanın en renkli takımı. Maradona, Messi, Veron (bu maçta çok iyidi), Milito, Higuain ve diğerleri. Uzun uzun yazılacak adamlar. Uzun uzun yazılacak bir takım. Ama ben sadece 1 devre izledim onları. Maçın devre arasında bir çocukluk arkadaşımı uzun bir aradan sonra gördüm ve ikinci yarıyı onunla muhabbet ederek geçirdim. Kupanın sekteye uğradğı bir 45 dakika olsa da pişman değilim. Bütün dünya Messi'ye kilitlendiği anlarda bizim Kewell takımda kalacak mı* sorusunu tartışmamız bu yazının konularından biri olmamalı artık. Arkadaşım Dubai'ye yerleşmek istiyor. Bu sorunumuz bile Dünya Kupası ruhuna daha uygun aslında.

İngiltere maçı için yine eve geri dönüş. Ve turnuvanın 3.berabere biten maçı. Aslında bu tarz istatistikleri ilk maçların sonunda değerlendirmek lazım. Mesela hala bir santrfor gol atamadı. Yine 2002'ye geri dönelim, İngiltere o turnuvaya da beraberlikle başladı ve 5 puanla gruptan çıktı. Yani İngiltere sevenler müsterih olsunlar, korkulacak birşey henüz yok.

Bu maçı da evde izlemem yalnız izlemem demek. Kupa bu nedenle keyifsiz başladı aslında. 5 maç 10 devre eder. Toplam 3 devreyi izleyemedim, 2 maçı tamamen yalnız izledim. Sadece dünkü açılış maçındaki ortam güzeldi. Yani istediğim gibi başlamadı hala kupa. Olağan üstü, büyülü hikayeler çıkmadı bende. Yalnız yine de bu kupanın enteresan bir havası var. Henüz iki gün oldu gerçi ama ileride ya çok kötü ya da çok güzel olarak hatırlayacağıma inanıyorum . Umarım güzel olur. Fakat şu biraz gerçek ki o anımsama da biraz bizim ruh halimize bağlı olacak

Bugünün ana fikri ve bu kupadan kendi payımıza istediğimiz de biraz da şu fotoğraftır. Artık İngiltere gibi saçma sapan goller yemeyelim. Veya penaltı atamadığımız için yenilmeyelim. Artık bu olaylar talihsizlik olmaktan çıkıyor, bir alışkanlığa dönüşüyor. Hem İngiltere için hem bizim için. (Biz derken Fatih Terim biz'i, yani ben). Yoksa bu durumu iyice kabullenmemiz mi lazım? Sürekli saçma goller mi yiyeceğiz?