Dünya Kupası'nı maç maç değerlendirmek yerine gün gün değerlendirmek lazım sanki. Hatta gün gün de değerlenmez ya, sadece buraya not düşülsün diye. Yoksa aslında önemli olan kupanın bütünü. Kupayı yıllar sonra nasıl hatırladığın önemli ve bunun için kafada oluşan imaj 11 Temmuz'da ortaya çıkacak. Yani kupa bir romansa, biz önce bazı satırları okuyoruz. Romanın asıl konusu 11 Temmuz'da şekillenecek.
Güney Kore ve Yunanistan. Bu iki takım ve iki ülke de önemlidir bizim için. Siyasi olaylar belli. Biri komşumuz, diğeri 60 sene önce savaşa gidilen uzak ülke. İkisiyle de yakın dönemde maçlar da yaptık. Güney Kore'yi 3.lük maçında yendik 2002'de. Yunanistan'ı 4-1 yendik, onlar bizi Sami Yen'de yendi.
Müzesinde Avrupa Kupası olan bir ülke hala Dünya Kupası'ndaki ilk golünün peşinde. Diğeri ise her zaman küçümsenen ama ekseriyetle başarılı sonuçlar alan bir takım. Maçın öncesinde herkesin aklında Yunanistan galibiyeti olması bu açıdan ilginç. Kazanan takım, hakeden takımdı.
Yunanistan takımını herkes 2004 üzerinden değerlendiriyor. Bu takım nasıl Avrupa Şampiyonu oldu diyenler çoğunlukta. Oysa bu takım o takım değil. Kalede Nikopolidis yok, savunmada Dellas yok, orta sahada Basinas yok, Zagorakis kaptan yok. Bunlar en kaliteli isimler ve daha birçok isim yerlerini çoktan başka futbolcularına bıraktı. Hiçbir zaman aynı seviyede kalamazsınız, bunu başarabilmek çok zor.
Euro 2004 Yunanistan için unutulmaz bir turnuvaydı. 2004 de benim için çok farklı bir yazdı. Şimdi 2010'dayız ve Yunanistan da ben de bir gol atmak için uğraşıyoruz. O nedenle kendimi Yunanistan takımı ile paralel görüyorum. Gruplardan çıkarsa ben de ayağa kalkarım. Garip bir inanış işte.
Günün ilk maçını evde izledim. Bu evde 2002 Dünya Kupası'ndaki bazi maçları izlemiştim. 8 sene sonra tekrar bir dünya kupası. 2002'deki Arjantin - Nijerya maçını aynı evde sabahın köründe yataktan kalkarak yarım gözle izlemiştim. Bu maçı ikinci defa aynı yerde izlemeye gerek yoktu. Sokağa çıkıp, birçok yere uğramayı tercih etim.
Bu güzel bir maç izleme şeklidir, herkese tavsiye ederim. Maçı veren her kahvenin, lokantanın, cafenin önünde durup 5 dakika maça bakarsınız. Veya arada tanıdığınız esnafa uğrar onların yanında bakarsınız. Güzel oluyor. Muhabbet oluyor. Maçın izlenmeyen bölümlerinde de içinizdeki heyecan artıyor.
2002'deki maç da bu maç da aynı skorla 1-0 bitti. O maç da ilk maçtı ve Arjantin gruptan çıkamamıştı. İtiraf etmek gerekir, Arjantin bu turnuvanın en renkli takımı. Maradona, Messi, Veron (bu maçta çok iyidi), Milito, Higuain ve diğerleri. Uzun uzun yazılacak adamlar. Uzun uzun yazılacak bir takım. Ama ben sadece 1 devre izledim onları. Maçın devre arasında bir çocukluk arkadaşımı uzun bir aradan sonra gördüm ve ikinci yarıyı onunla muhabbet ederek geçirdim. Kupanın sekteye uğradğı bir 45 dakika olsa da pişman değilim. Bütün dünya Messi'ye kilitlendiği anlarda bizim Kewell takımda kalacak mı* sorusunu tartışmamız bu yazının konularından biri olmamalı artık. Arkadaşım Dubai'ye yerleşmek istiyor. Bu sorunumuz bile Dünya Kupası ruhuna daha uygun aslında.
İngiltere maçı için yine eve geri dönüş. Ve turnuvanın 3.berabere biten maçı. Aslında bu tarz istatistikleri ilk maçların sonunda değerlendirmek lazım. Mesela hala bir santrfor gol atamadı. Yine 2002'ye geri dönelim, İngiltere o turnuvaya da beraberlikle başladı ve 5 puanla gruptan çıktı. Yani İngiltere sevenler müsterih olsunlar, korkulacak birşey henüz yok.
Bu maçı da evde izlemem yalnız izlemem demek. Kupa bu nedenle keyifsiz başladı aslında. 5 maç 10 devre eder. Toplam 3 devreyi izleyemedim, 2 maçı tamamen yalnız izledim. Sadece dünkü açılış maçındaki ortam güzeldi. Yani istediğim gibi başlamadı hala kupa. Olağan üstü, büyülü hikayeler çıkmadı bende. Yalnız yine de bu kupanın enteresan bir havası var. Henüz iki gün oldu gerçi ama ileride ya çok kötü ya da çok güzel olarak hatırlayacağıma inanıyorum . Umarım güzel olur. Fakat şu biraz gerçek ki o anımsama da biraz bizim ruh halimize bağlı olacak
Bugünün ana fikri ve bu kupadan kendi payımıza istediğimiz de biraz da şu fotoğraftır. Artık İngiltere gibi saçma sapan goller yemeyelim. Veya penaltı atamadığımız için yenilmeyelim. Artık bu olaylar talihsizlik olmaktan çıkıyor, bir alışkanlığa dönüşüyor. Hem İngiltere için hem bizim için. (Biz derken Fatih Terim biz'i, yani ben). Yoksa bu durumu iyice kabullenmemiz mi lazım? Sürekli saçma goller mi yiyeceğiz?