Kelebekler, hayatımıza ilk olarak büyük bir beklentiyle girdi. Zira daha vizyonda yerini almadan, Sundance Festivali'nde ödülü cebine koymuştu. Haliyle beklentisi yüksek bir filmin, Türkiye seyircisinde yaratacağı tahribatı da az çok tahmin edebiliyordum.
Türkiye'deki sinema izleyicisini, sadece 'sanat ve festival filmi izleyenler' olarak düşünemeyiz. Devamlı sinemaya giden ama çıtasını çok fazla yukarı çıkarmayan bir kitle de mevcut. Ve oldukça da kalabalıklar. Onlar olmasa Düğün Dernek veya Ayla gibi filmler nasıl rekor kıracak?
Kelebekler, bu seyirci tarafından eleştirildi. Bunu anlayabilirdik. Fakat acımasız eleştirilerin biraz daha 'beğenileri yüksek' kesimden geldiğini gördük. Esasında bu da çok şaşırtmadı.
Yine de benim için en iyi Tolga Karaçelik filmi değil. Halen Sarmaşık, tartışmasız bir liderliğe sahip. Fakat Kelebek'e yapılan acımasız eleştiriler beklentiyi çok düşürünce, keyifle izlenen bir film çıktı karşımıza. Gişe Memuru'nun da önüne geçti.
Öncelikle kurgusu ve genel anlatım tarzıyla sıkıntısı olmayan bir film. Güzel akıyor. Absürd komedi ile sınırlamak haksızlık olur. Biraz daha fazlası mevcut. Bir komedi filmi değil zaten. Bir yol filmi mi bir aile filmi mi? Nasıl sınıflandırılacağı pek önemli değil. Karaçelik röportajlarında daha çok 'aile' vurgusu yapıyordu. Fakat ne olursa olsun, kesinlikle 'alakasız' bir film değil.
Büyük şehirlerde yaşayan üç kardeşin (Cemal, Kenan, Suzan), unuttukları veya unutmaya çalıştıkları ama çocukluklarından beri hiç uğramadıkları kırsala dönmeleri filmin ana konusu. Bu konu bize bir çatışmanın işaretini veriyor.
Hayatlarında birçok sorun ve soru olan bu kardeşler, sorularına o kadar olanaklı bir yaşamın içinde cevap bulamamışlardır. Fakat esas sorun onların geçmişinde saklıydı. Geçmişten kaçarak kurdukları yaşam, sağlam temeller üzerine inşa edilmemişti. Geçmişe, kırsala ve birbirlerine dönmek de en azından filmin başında, onlar için bir alternatif gibi durmuyordu.
Fakat babalarının hastalığı, hiç istemedikleri bir şekilde bir araya gelmelerine ve köylerine gitmelerine neden oluyor Tabi ki hem film bizi hem de köy de onları 'ulvi cevaplarla' karşılamıyor. Hatta tam tersi, absürdlük akıyor. Yağmur duasına çıkmak istemeyen imam, patlayan tavuklar ve tabi ki kelebekler gibi olağanüstü durumlar, oldukça normal bir şekilde yaşanıyor.
"Bu sahnelere ne gerek vardı" eleştirileri duyunca çok şaşırdım, zira bu sahneler yönetmenin (Tolga Karaçelik) temelini kurmak istediği çatışmanın temelleri. Şehirden gelen çocukların, köydeki yaşama duyacağı şaşkınlıklar, hikayenin sadece bir parçası. Tabi ki her köyde tavuklar patlamıyor. Hatta hiçbir köyde patlamıyor. Fakat köy halkının buna adapte olması ama şehirden gelen çocukların hem oraya hem de kendi yaşam alanlarına adapte olamaması önemli bir detay. Bir de zaten filmin kendine has bir mizahı olmalıydı.
Geçmişi unutan, geçmişinden kaçan bir ve yeni bir ilişki ağı kuramayan çocukların imdadına babanın ölümü yetişiyor. Babayı geride bırakmaları kolay olsa da, onun ölümü olmadan yeni bir şey kuramıyorlar.
Bu bağlamda film keyif verici bir şekilde ilerliyor. Fakat ufak eksikleri de yok değil. Mesela kardeşler çok keskin bir şekilde tasvir edilemiyor. '90'lar kuşağı'ndan olduklarını anladığımız birkaç sahne var. Suzan'ın Nazan Öncel'den Gidelim Buralardan açarak dans ettiği sahne gibi. Ne kadar Nazan Öncel seven biri olsam da, o sahneyi sevemedim. Oysa filmi sevmeyenler bile o sahneye bayılmış. Sanırım toplumda var olan '90'lar nostaljisi'ne hizmet ederek, karakterler ile izleyicinin özdeşleşmesine neden oldu ve yine bir "90'lar güzeldi, sonra bozuldu" hissiyatına katkı sağladı.
Yine Suzan'ın pavyonda birdenbire küfürler saydırdığı sahne de ilginçti. Komikti ama hem orada, hem de diğer çoğu sahnede kardeşleri tanımamız çok kolay olmuyor. Hayatlarına dair belli başlı bilgilerimiz var. Mesleklerini, tarzlarını biliyoruz ama iç dünyaları çok iyi tasvir edilmemiş. Bu da Suzan'ın küfürlerine gülmemize ama bir yerden sonra "Neden böyle oldu şimdi" dememizi sağladı. Tabi ki nedenini olay örgüsü sayesinde anlıyoruz ama Suzan geçekten böyle bir karakter mi, yoksa anlık bir tepkisine geldik mi çözemiyoruz. Benzer durumlar diğer kardeşler için de geçerli.
Suzan'ı daha sonra mezarlıkta abilerine isyan ederken de görüyoruz. Bence Tuğçe Altuğ orada da duyguyu geçirmekte zorlanmış. Bartu Küçükçağlayan, birçok çalışmasından daha başarılı bir oyunculuk sergilese de üst seviyelerde değil. Tolga Tekin üç kardeş arasında en başarılısı. Fakat filmi sırtlayanlar diğer oyuncular. Serkan Keskin, Hakan Karsak, Gülçün Kültür Şahin çok iyiler...
Diğer yandan filmin sonu (yani Ercan Kesal'ın çoban rolünde çıktığı sahne) bir mesaj verebiliyor. Bütün absürd köy yaşamına, kendini bulan kardeşlere, hatta birbiriyle olan sorunların çözümüne rağmen karşımızda, sinema açısından daha absürd bir sahne buluyoruz. Zira beklenen olmuyor çünkü bu sahne çok daha gerçekçi. Üç kardeş gibi, tüm seyirci çobanın ağzından dökülecek sihirli sözleri beklerken, bir anda gerçekle karşı karşıya kalıyoruz.
Biraz eleştirilerden bahsetsem de genel olarak sevdiğim bir film. Tekdüze ilerleyen Türk sinemasında bu tip filmler görmek çok güzel. Mesela "Amerikan filmlerin kötü bir kopyası" gibi bir eleştiri de okudum. Fakat Türk sinemasının külliyatında benzer bir film pek olmadığına göre, havuza böylesini atmak çok değerli. Ayrıca kopya mı bilmem ama kötü de değil.
İyi yanları çok ama kötü yanları da var. Ve hepsi beraber, bize yeni bir Tolga Karaçelik filmini izleme isteği veriyor. Biliyoruz ki burada eksik kalanlar bir sonrakinde tamamlanacaktır. Kusursuz olmayan ama kusursuzun kenarlarında gezen (belki de Sarmaşık ile kusursuzu da yakalaya) bir yönetmeni takip ediyoruz. Heyecan verici...