Acı veren yangın gündemi kafayı meşgul etse de olimpiyat finali oynanmadan bir İspanya yazısı yazmalıydık.
İspanya, cumartesi sabahı Brezilya ile altın madalya mücadelesine çıkacak. Finali kazandıktan sonra yazılacak yazı, başarıdan nemalanmaya çalışan bir fırsatçılık olarak gözükebilirdi. Düşüncelerimiz, altın ve gümüşü ayıran ince çizgiden biraz daha belirgin olsa da, o günün gösterişi altında kaybolabilirdi.
Demek istediğimiz kısaca şu: Bu yazın futbol ülkesi galiba yine İspanya' Tıpkı 2010'ların başında olduğu gibi. Tamam bir kupa alamadılar (henüz), İtalya ve Arjantin gibi üst düzey bir turnuvada gülemediler belki ama katıldıkları iki turnuvada da önemli işler çıkardılar.
Peki olimpiyat başarısı ne kadar önemli? Zira belki de oyunların en az ilgi gösterilen branşı futboldur. U-23 turnuvası desen değil (mesela Fransa, U-23'te kadroya zor girecek oyuncularla geldi), A takım turnuvası desen o da değil, olimpiyat ruhundan uzak, rekabetten uzak bir organizasyon. Diğer tarafta kadınlar turnuvası, erkeklerden çok daha net, çok daha sert, çok daha cazip. Dünya Kupası tadında bir organizasyon. Fakat erkeklerde öyle bir durum söz konusu değil. En sıkı futbolseverler bile maçlara göz ucuyla bakıyor.
Fakat yine de olimpiyat başarısı, A takım ile kesişince değer kazanıyor.
Euro 2020'de İspanya, yarı finale kadar yükselirken sadece tek galibiyet elde etti. Özellikle grup aşamasında çok zorlandı. Kendi taraftarları tarafından ıslıklandı. Son maçta gruptan çıkabildi, İsviçre'yi penaltılarla eledi. Fakat yarı finaldeki İtalya maçı adeta bir güç gösterisi oldu. Daha da doğrusu dünya futboluna verilen "Ben daha ölmedim" mesajıydı.
Turnuvanın en iyi oynayan ve sonrasında kupayı alacak takımına sahayı dar etti İspanya. Bunu yaparken de klasik futbolundan taviz vermedi. "Pas oyunu öldü, yaşasın önde baskı" diyenlere ders verdi. Üstelik kadrosunda çok fazla elit oyuncu da yoktu. Pau Torres, Eric Garcia, Laporte, Simon, Pedri, Olmo gibi isimler A takım seviyesine yeni yeni çıktı.
Ayrıca santrforlardan istediği katkıyı da alamadı. İyi bir santrfor, belki de kupayı getirecekti. Üstelik bu santrfor sorunu 10 senedir devam ediyor. Torres ve Villa'dan sonra o boşluğu dolduramadılar. Dünya sporuna basketbolcudan tenisçiye, Formula 1 yarışçısından hentbolcuya kadar birçok isim armağan eden İspanyol sporu, 10 senedir bir santrfor bulamadı. Bulduğu tek isim Diego Costa da Brezilya'dan devşirildi.
Buna rağmen İspanya, yani hem yetersiz mevki hem de genç çocukların çokluğuna rağmen, kendi oyununu çatır çatır oynamaya devam etti.
Dönüyoruz olimpiyata. Burada statü U-23 diye geçiyor ama bazı 24 yaş oyuncuları da kadroya dahil edilebiliyor. Ayrıca bu yaş grubunun üzerinde olan üç oyuncuyu daha kadroya katabiliyorsunuz. Bu avantajlara rağmen İspanya'nun en yaşlı oyuncusu 25 yaşındaki Marco Asensio oldu. Dani Alves, Pierre Gignac, Florian Thauvin, Max Kruse, Max Gradel gibi tecrübeli isimlerin mücadele ettiği yerde İspanya, nispeten daha genç bir kadroyla finale çıktı.
Peki bu genç kadroya tecrübesiz diyebilir miyiz? Hayır. Hatta tam tersine biraz yorgun demek daha doğru olur. Unai Simon, Pau Torres, Mikel Oyarzabal, Eric Garcia, Pedri, Dani Olmo... Bu altı oyuncu daha bir ay önce Avrupa Şampiyonası'nın yarı finalinde oynadı. Şimdi olimpiyat finaline çıkacaklar. 18 yaşındaki Pedri, finalde forma giyerse 2020-21'deki 73. maçına çıkacak. Avrupa'da bu sezon ondan daha fazla çıkan başka bir oyuncu yok. Ve döner dönmez de yeni sezona başlayacak. Kadroda yer alan diğer oyuncular da (mesela Oscar Mingueza, Marc Cucurella, Juan Miranda, Dani Ceballos, Bryan Gil) A takım kadrosuna zaman zaman adlarını yazdırdılar, yani oranın tecrübesini tattılar.
Peki buradan ne çıkarmak lazım? Sonuçta her olimpiyat takımı, geleceğe umut veren gençlerden oluşur. Fakat burada önemli bir fark var. İspanya hem A takımda geleneğini devam ettiriyor, hem de alt yaşlarda diğer ülkelere ağırlığını hissettiriyor. Hemen hemen aynı çekirdekle hem olimpiyat finali oynuyor, hem de Avrıupa Şampiyonu'na penaltılarla yeniliyor.
Yazıda adı geçen isimlerin yaş ortalamasının 22-23 olduğunu düşününce, bu kadro da en azından 10 sene daha üst düzey futbolda devam edecek gibi duruyor. 2008-2012 arasında üç kupa alan takımın başarısını yakalarlar mı göreceğiz. Biraz zor olduğunu kabul etmek gerek. Fakat yapının sürdürülmesi, üstelik bunun aynı oyun anlayışıyla devam etmesi, alttan gelen genç oyuncuların bile hiç sorun yaşamadan aynı genlere sahip olduğunu göstermesi çok değerli.
Her iki turnuvada da en azından yarı final oynayan bir takım, sonuç ne olursa olsun tek bir turnuvanın değil ama tüm yazın altın madalyasını hak etmiş demektir.
Bu arada bir not: Olimpiyat oyunlarını 1992'den beri bir Avrupa takımı kazanamıyor. Nijerya, Kamerun, Arjantin (2 defa), Meksika ve Brezilya'dan sonra fırsat İspanya'nın ayağına geldi.
Peki 1992'de kim kazanmıştı? Barcelona'daki oyunlarda gülen yine İspanya'ydı. Guardiola, Canizares, Luis Enrique, Abelardo, Ferrer, Alfonso ve Kiko'lu kadro belki devamında büyük başarılara imza atamadı ama sonrasında gelen büyük başarıların hazırlayıcı oldular. Özellikle çıkardığı iki teknik direktörle...