Çok uzun zamandır bloga yazı yazmıyorum, arasıra Kutay da sitem ediyor, belli bir nedeni yok aslında, yazmıyordum işte.. En son bu sene Kadıköy'de 0-0 biten Galatasaray maçından sonra birşeyler yazdım diye hatırlıyorum. Gönül isterdi ki, az önce biten Sakaryaspor maçı hakkında takım hazır mı değil mi diye bir iki kelam edelim, Sakarya deplasmanı demişken fotoğraftaki ulu şahsiyeti (futbolculuğunu beğenmesem de 2004-2005 sezonunda Sakarya deplasmanında uzatmalarda attığı gol, Malatya deplasmanında oyundan çıktıktan sonra takım elbisesiyle yağmur altında maçı takip etmesi, Galatasaray maçları vs vs) analım, değil Bank Asya, mahalle maçında bile bence sarı lacivert formayı giymemesi gereken Bilica ve ne oynadığı belli olmayan kifayetsiz yatarak müdahaleleriyle beni benden alan Caner için hayıflanalım, Şampiyonlar Ligi için Cristian yetmez diyelim, bence aman aman bir stoper olmayan Yobo gelmese de olur, sağ bek oynadığı zaman saçma sapan eleştirilere maruz kalan öz stoper Bekir var deyip yüreklere su serpelim, Issiar Dia yerine atletizm takımından her hangi bir kısa mesafe atleti oynasa sağ kanatta ne fark ederdi diye düşündürelim, bir hafta sonra oynanacak Süper Kupa finali için tahminlerde bulunalım... Ama bunları düşünmenin 3 haftadır hiçbir manası yok, hatta süper kupa maçını düşünmeye gerek de yok...
***
Tam 3 hafta oldu. 3 haftadır bu ülkede futbolun kendisini konuşmak mümkün değil, Perşembe günü gördük ki oynamak da mümkün değil, öyle bir ortam oluştu. Tam 4 yıldır hayalini kurduğum kombine bileti bu sezon 21 Mayıs tarihinde, yani şampiyonluğun geldiği Sivas deplasmanından bir gün önce aldım. Almak bu seneye kısmet oldu çünkü daha önce paraydı, askerlikti, vardiyalı işti derken bu sene haftasonlarımın boş olduğu bir işte çalışmamdan mütevellit kombinemizi alabildik. Belki de Fenerbahçe tarihinin en önemli senelerinden birine denk gelecek. Belki (sanmıyorum ama) Şampiyonlar Ligi'nde 2008'deki gibi bir başarı yakalanacak, belki Bank Asya'da bile olsa kim çubukluyu seviyormuş gönülden deyip deftere isim yazacağız ya da bazı isimlerin üstünü çizeceğiz... Bilemiyorum, ancak her anlamda önemli ve çok çok zorlu bir sene geçireceğimiz kesin gibi, hatta gibisi fazla, kesin.
***
Hayatımda ikinci defa numaralı, bugünkü ismiyle Fenerium tribününde maç seyrettim. İlki, 1994-1995 sezonuydu ki hayatımda staddan izlediğim ilk maçtır, Holger Osieck'li takım sezona Pingel transferiyle başlamış, sezon açılışı maçında Çanakkale Dardanelspor'u Pingel ve Mecnur Çolak'ın golleriyle 2-0 yenmişti. Pingel daha sonra sakatlanıp bir daha eski formuna ulaşamamıştı, devre arasında kısa zaman önce kaybettiğimiz Tomislav Ivic takımın başına getirilmiş, sezon sonunda Daum'lu Beşiktaş şampiyon olurken, Ali Şen de 1 yıl önce Dünya Kupası'nı kaldıran Parreira'ı takımın başına getirmişti. Numaralıya ikinci girişimdi seyirci olarak. Çok farklı duygular yaşıyoruz, ulan takım ne olacak diye biz kendi işimize konsantre olamazken kendi işleri bizzat bu takımda futbolcu olmak olan "insanlar" nasıl konsantre olabilirler ki diye düşünüyorum...
***
Maç öncesinde yoğun destek var takıma... Basın tribünü sert biçimde protesto ediliyor, özellikle HaberTürk gazetesi. Maçtan sonra vay efendim Fenerbahçe taraftarı çok barbar diye yorumlar görmek herhalde bizim bu dünyadaki sınavımız. Fenerbahçe=Aziz Yıldırım demiyoruz ancak 13 yıl boyunca bu kulübe herşeyini vermiş, futbola sempatisi olan iş adamlarının kulüp başkanlığına soyunduğu dönemden olmayan, sevabıyla günahıyla Fenerbahçe'yi bizim kadar düşünüp önemsediğini bildiğimiz adamın eşgal belirleme fotoğraflarını yayınlayıp, elini kolunu sallaya basın tribününde maç izleyeceğini düşünenler çok incinmiş olacak ki, ertesi gün "5 maç saha kapama" diye başlık attılar. Üstelik Aziz Yıldırım için, "onun için başarıya giden her yol mübahtır" derler bunlar. Reyting uğruna yalan haber yapıp, gizli kalması gereken o fotoğrafı yayınlamak ise gazetecilik başarısı oluyor, hani etik değerleri hatırlatıyorlar ya Aziz Yıldırım'a, o bakımdan... Emmenike'nin olmayan kamera görüntüleri, Sezer Öztürk'ün neden gözaltına alındığını hala anlayamayışım, emniyetin 19 maç demesi ama "ya arkadaş hangi 19 maç bu" sorusunun, Aziz Yıldırım'ın fotoğrafının yayınlandığı ortamda bile her ne hikmetse gizli kalabilmesi, Zekeriya Öz, Emre Belözoğlu ve Aziz Yıldırım'ın fotoğrafında, başkanın kolunun altındaki minik siyah çanta için çok şey anlatan fotoğraf denip, 100 metreden çekilmiş, kimin kim olduğu anlaşılmayan fotoğraflar için işte şikenin belgesi denmesi, bu bilgi kirliliğinde ve artık kasıtlı olduğunu düşündüğüm bu dezenformasyonda ilk aklıma gelenler. Aklıma gelip de üstümüze kabus gibi şöken Korcan Çelikay'ın, İbrahim Akın'ın tutuklu olması, başkanın örgüt kurmakla suçlanması ise daha büyük bir sınav bizler için. Israrla hiç bir hukuksuzluğun içinde olmadım diyen Aziz Yıldırım da vicdanımızı sızlatmaya devam ediyor bu süreçte. Aziz Yıldırım, Fenerbahçe için gerekirse hukuksuzluğun içinde de olur, buna adım gibi eminim, ama ısrarla olmadım diyorsa da ona inanmaya "şimdilik" devam edeceğim ben.
***
Fenerbahçe taraftarı birilerine "Allah cezanızı versin be" dedi perşembe günü. Saçma sapan bir refleks gösterdi, kitleden normal insan tepkisi beklenmez ancak, o tepki normal kitle tepkisi de değildi. O tepki kime o da belli değil. Savcıya mı, hükümete mi, yargıya mı, basına mı, kime olduğu belli değil. Karar gününü bekleyip el ovuşturanlar var, biliyoruz. Ama bunların sadece rakip takım taraftarları olmadıklarını bilmek, en azından bunun böyle olduğuna inanmak, işin can sıkıcı boyutu. Seçimin beklenmesi, suç varsa suçüstü yapılmaması, ortada lafı geçip duran helikopter ihaleleri aklımızı bulandırıyor. Bu işlere aklımız ermez bizim, komplo teorilerine meraklıyızdır ancak içimiz de rahat değil işte...
***
Ligin ikinci yarısı boyunca hatalı taç kararında bile isyan eden Trabzonspor yönetiminin, sessiz kalıp taraftarlarına yürümeyin ricasında bulunması ve ardından 18de 17 yapılması manidardır gibi sığ bir açıklama ile hayata geri dönmesi bence daha manidar. Benim Trabzonsporlu arkadaşlarımın 3 Temmuz'dan sonra 10da 1i kadar tepki vermediler nedense. Amacım kimseyi kırmak değil ancak tavırları sanki biraz "feneri küme düşürün, şampiyonluğu bize verin ama bu işleri de fazla kurcalamayalım" gibi. Yanılıyor da olabilirim. Ama benim bildiğim Trabzon şehri şu anda yürüttüğü sessizlik politikası gibi makul tepkiler vermez, parlar ve söner insanı gibi, takımı gibi.
***
Söylenecek çok şey var, ama konudan konuya atlamadan hepsini toparlamam mümkün değil. Bence Kadıköy'de lig maç oynanması çok zor. Bu takımın deplasmanlarda da işi zor. Yargı, basın federasyon el ele vermiş, bu işin içine nasıl sıçarız diye her gün kendilerini aşıyorlar. 26 dosya intikal etmiş, dosyaları da gördük, en ilginci bu. Mavi kaplı dosyalar, bayağı el arabasında taşınıyordu polisler tarafından. 26 dosya işi kolaylaştırır, Federasyon etik kurulunun incelemesinin ardından kararı vereceğiz diyor ancak ertesi gün tek başına bir takımı küme düşürme kararının alınmasının imkansız olduğu gazetelerde yer alıyor. Ne doğru, ne yanlış bilmiyoruz. Futbol oynanması için bu sisin aralanması lazım. Ve eğer küme düşülecekse de Fenerbahçe, taraftarının ikna edilmesi lazım. Ben demiyorum ki M.Ali Aydınlar gelsin saçımızı okşasın bir daha yapmayın çocuklar desin... Federasyon çıksın, "bak arkadaş sen şu maçlarda teşvik pirimi verdin, işte ispatı bu, şu maçlarda da şike yaptın, işte ispatı şu" desin, demeli, demek zorunda. İşte ancak o zaman, "Bizi küme düşürmeye götünüz yemez hehehe" diyen adam da ikna edilir. Bunun belgesi nasıl olacak onu bilmiyorum tabi. 26 klasörde dişe dokunur bişey vardır heralde bu kadar kıyamet koptuğuna göre...
***
Ama şimdiye kadar gördüğüm, kimisi çürüyen, kimisi akla mantığa sığmayan bu iddialarla Fenerbahçe'yi küme düşürmek zor bir karar olacak. Aziz Yıldırım tarımla uğraşıyormuş haberimiz yok, "tarlalar yeşillendi mi" diyor.. Ama aynı zamanda telefon görüşmesinde maçtan da bahsediyor. Benim bildiğim Aziz Yıldırım "ulan o kadar para verdik bu Eskişehir neden böyle oynuyor" der, eğer gerçekse bu olaylar. Buğdaylar bilmem ne oldu mu demez, akla mantığa sığmayan bu işte...
***
Tabi bu süreçte belli hesapları olanlar da ortaya çıkıyor. Rıdvan Dilmen gibi... Bu sessizlik de hayra alamet değil, ve eğer bizim yüreğimiz yanarken o konuşmuyorsa bir hesabı var diye düşünüyorum. Yüreği yanan konuşur çünkü... Bize bu kulübü hesapsız seven adamlar lazım, caddede Kutay'la birlikte görüp de yanına gitmediğim, olağan genel kurulda göz yaşlarını görüp pişman olduğum Ogün Altıparmak gibi...