Rusya Ligi'ni en son Lig Tv'nin yayın haklarını aldığı yıllarda detaylı bir şekilde takip etmiştim. 2010'lu yılların başıydı ve o zamanlar Rusya Ligi korkunçtu! Top oynanmıyordu. Bir festival filmi bile çok daha tempoluydu.
O dönemden sonra bir daha yakınından geçmedim ligin. Bu sezon ise (yani geçen sezon) yeniden izlemeye başladım. Ligin kalitesi bir nebze daha artmıştı. Fakat yarış çok da keyifli değildi.
Zenit üst üste beşinci kez şampiyon oldu. Fakat belki de bu süreçte en çok zorlandığı sezonu yaşadı. Aslında puan durumuna bakan çok zorlandığını düşünmeyebilir. Zira, Zenit en yakın rakibi Sochi'ye dokuz puan fark attı. Gerçi 15 puan fark atarak kazandığı şampiyonluklar da oldu ama bu sezon dokuz puan farkla bitecek gibi durmuyordu. Üstelik Zenit'in şampiyonluktaki rakibi de Sochi değildi...
Dinamo Moskova, 25. haftanın sonunda Zenit'in üç puan gerisindeydi. Zirve tecrübesi, son haftaları kaldırabilme psikolojisi ve fikstür avantajı yine Zenit'i öne çıkarıyordu. Fakat Dinamo'nun tepetaklak olacağını da kimse tahmin etmezdi. Dinamo son beş maçında sadece bir puan alabildi ve sezonu üçüncü sırada tamamladı.
Aslında ne olursa olsun; Zenit şampiyonluğu hak eden takımdı. Ligin başından itibaren, diğer rakiplerinin üzerinde olduğunu gösterdi. Biri şampiyonluğu garantiledikten sonra son hafta olmak üzere; sadece iki kere yenildi. Kadro kalitesi üst düzeydeydi. Devre arasında Sardar Azmoun gibi bir oyuncuyu Leverkusen'e yollamasına rağmen sarsılmadı. Malcolm-Wendel-Barrios orta sahası müthiş iş çıkardı. Kaptan Artem Dzyuba artık eskisi gibi değil ama yine önemli işler yaptı. Yedek Alexander Erokhin bile müthiş katkı verdi. Savunma biraz savruktu ama devamlı önde oynamak isteyen bir takım için bu da normaldi. Sezonun yıldızı ise bana göre Claudinho'ydu. 25 yaşındaki oyuncu sezon başında Brezilya'dan geldi. Avrupa'ya adım atmak için biraz geç yaş gibi gözükse de Rusya'nın steplerine çabuk ayak uydurdu. 8 gol - 4 asistlik karnesi ise ışıltılı futbolunu tam yansıtmıyor.
Dinamo'nun şampiyonluğa oynaması onlar adına sevindiriciydi. Uzun zamandır zirveden uzaklardı. Şampiyonluğu kaybetmeleri de anlaşılır. Fakat son beş haftanın travması da kolay kolay akıllardan çıkmaz. Üstelik sezonun ikinci yarısını, ilk yarıdan daha iyi geçirdiler. Üstelik ara transferde Lokomotiv'den Fedor Smolov'u transfer ettiler. Smolov da katkı verdi. Olmadı işte...
Öte yandan Sochi gibi mütevazı bir takımın ikinci olmasına çok sevindim. Mütevazılık pek önemli değil ama sezon boyunca hak ettiler yukarıda olmayı. Fiziksel olarak güçlü, tempolu, rakibi boğan bir takımdı. Kasım sonunda biraz bocaladılar; belki o süreç yaşanmasaydı başka bir havayla devam edebilirlerdi sezona. Sonuç olarak ligi en iyi yerde bitirdiler. Kolombiyalı Matteo Cassiera, Claudinho'nun Zenit'e vurduğu damganın benzerini vurdu. 37 yaşındaki Christian Nboa da sezona müthiş girdi ama sonrasında, herhalde yaştan dolayı olacak, biraz düştü. Bir diğer Güney Amerikalı Rodrigao ise (Brezilyalı) savunmada, bizim ligimizin eski üyelerinden Ronaldo'yu hatırlatan bir performans ile dikkat çekti.
Dinamo gibi sezonun ikinci yarışında düşüşe geçen takımlardan biri de CSKA'ydı. Fakat onlar son düzlükte değili daha genel bir süreçte dağıldılar. Üstelik Yusuf Yazıcı transferi, müthiş bir hava getirmişti. Yusuf sezonun ilk yarısında gol atmakta zorlanan takımda, gelir gelmez ilk altı maçta 8 gol kaydetti. Fakat sonrasında sustu. Acaba gol kralı olur mu diye sorarken, sahneden çekildi.
Zaten CSKA savunması ile öne çıkan bir takımdı. Neredeyse şampiyon Zenit ile aynı sayıda golü kalesinde gördü. Hatta sezonun ilk yarısında bu konuda Zenit'in önündeydi. 1-0'lık galibiyetlere bizi alıştırmışlardı. Ne zaman 4-2'ler, 2-2'ler havada uçuşmaya başladı, CSKA'nın da havası söndü.
Ekim-kasım ayında Galatasaray'a rakip olan Lokomotiv, çalkantılı bir sezon geçirdi. Sezona Ralf Ragnick önderliğinde uzun vadeli bir planla girdiler ama birkaç ay sonra Alman proje insanı direksiyonu Manchester United'a kırınca hayaller yarım kaldı. Sezona başladıkları teknik direktör Marko Nikolic'i de ilk yarı ortasında gönderdiler. Marcus Gisdol ile toparlanma evresine girerken Rusya-Ukrayna savaşı patlak verdi ve bir Alman olan Gisdol, Rusya'dan ayrıldı. Devamında da sezonun fişi çekildi zaten. Aslında daha yukarıda olması gereken bir takımdı. Smolov gibi bir hücum oyuncusuna sahiplerdi, onu da ellerinde tutamadılar. Kerk, Zhemaletdinov, Lisakovich gibi hücum oyuncuları vardı; hiçbiri devamlılık gösteremedi. Çek Ligi'nden Jan Kuchta geldi, o da tutmadı. Benim beğendim Kamano'ya pek şans vermediler. Savunma da devamlı sorunluydu. Hatta zaman zaman orta saha oyuncularını stopere çekmek zorunda kaldılar. Sezonun yıldızı ise 20 yaşındaki Fransız Beka Beka oldu. Tabi bunda Galatasaray maçlarının payı büyüktü...
Sezonun hayal kırıklıklarından biri de kesinlikle Sparta'tı. Son haftalara kadar küme düşme korkusunu yaşadılar. Ne çok kötü oynadılar, ne çok kötü bir kadroları vardı... Fakat kulüp hep kaos içindeydi. Portekizli teknik direktör Rui Vitoria, takımı Napoli ve Leicester'ın yer aldığı grupta lider yaptı ama Avrupa Ligi başarısı camiayı kesmedi. Kışın hocayla yollar ayrıldı. Zaten Vitoria kalsaydı da Avrupa Ligi son 16 turuna çıkamayacaktı. Kadro da istikrarsızdı. Geçen sezonun önemli ismi Jordan Larsson bu sezon yok gibiydi. Alex Kral hiç katkı veremedi. Taraftarların çok sevdiği stoper Gigot, iyi maçlar çıkardı ama zaman zaman büyük hatalar yaptı. Quincy Promes saha dışı olaylarla anıldı. Son haftalara damga vuran Sobolev, sezon başında hiç yoktu. Böyle yarım yamalak bir takımdı işte...
Ligin orta sıralarındaki diğer takımlar, genelde orta sıralarda olmaya uygun bir sezon geçirdiler. Yine de aralarından Rostov'u ayırabiliriz. Valeri Karpin ile yeniden yolları buluşturan Rostov önümüzdeki sezon farklı bir performans sergileyebilir. Hem takım savunmasına önem veren bir teknik direktör (bir maçın son dakikasında yedikleri skoru etkilemeyen bir gole çok kızmıştı), hem de sezonun durgun isimleri Komlichenko ve Poloz gibi forvetlerden verim almayı başardı.
Ligde kalma yarışı ise, şampiyonluk yarışından daha heyecanlıydı. Son haftada bile birden fazla senaryo vardı. Arsenal Tula haftalar önce ligden düşmeyi garantilemişti. Geriye bir aday kalmıştı. Sezon başında, hatta sezon ortasında kimsenin tahmin etmeyeceği Rubin Kazan bu son takım oldu. Bir dönem Rusya Milli Takımı'nı çalıştıran Leonid Slutski'nin ekibi; son 17 maçın sadece üçünü kazanabildi. Oysa sezona üçte üçle giren; üst sıraların adayı olmasa da oralara yakın gezecek bir takım kimliğindeydi.
Sezonun son maçı da onlar adına oldukça dramatikti. Çekiştikleri Ufa ile kendi sahalarında karşılaştılar. 1-0 öne geçtiler ama son dakika golüyle 2-1 yenildiler. Üstelik Lisakovich ile penaltı kaçırdılar. Belaruslu Lisakovic; devre arasında Lokomotiv'den gelmişti. Rubin'de daha çok şans buldu ve bence iyi bir oyuncu olduğunu kanıtladı. Sezona böyle bir olayla veda etmesi şanssızlık oldu.
O gün kazanan Ufa, play-out oynamayı hak etti. Başkurdistan bölgesinin temsilcisi, sezon boyunca 29 gol kaydetti. Bunların 19'u, yani yüzde 65'i 2000 doğumlu Gamid Agalarov'dan geldi. Genç oyuncu, önceki sezonlarda kendini tanıtamamıştı ama bu sezonun gol kralı oldu. Fakat Agalarov'un gücü, takımın play-out'tan kurtulmasına yetmedi. Bu sefer son dakika golünü yiyen Ufa oldu ve Orenburg lige yükseldi.
Play-out oynayan bir diğer takım Khimki ise oradan çıkmayı başardı. Hatta sezonun ilk yarısında puan durumunun son sırasındaydı. Yani önce dipten kurtuldular, sonra can pazarından... Devre arasında yaptıkları transferler takımın çehresini değiştirdi. O dönem gelen isimlerden biri Didier Lamkel'di. Boğa gibi kuvvetli bir oyuncuydu. Adama hayran kaldım. 3-2 yenildikleri Lokomotiv maçında bile rakibi bayılttı. Fakat savaşın çıkmasıyla Rusya'dan ayrıldı ve Ligue 1'den Metz'e transfer oldu. Orada da fena performans göstermedi.
Son ana kadar küme düşme ihtimali olup da play-out'tan bile yırtan takım Ural'dı. Onlar da biraz Ufa gibiydi. Sezon boyunca sadece 27 gol atabildiler ama ligde kalmayı başardılar. Bu başarının kahramanı kesinlikle Rumen solak Eric Bicfalvi'ydi. Fakir Hagi'si gibiydi. Bir de bu adam nasıl Rumen anlamak mümkün değil; tip İskandinav metalci gibi ama kendisi Doğu Avrupalı 10 numara...
Tam da bu noktada takımlardan ayrılarak, yukarıda bahsetmediğimiz birkaç futbolcuyu analım. Ligin sıkı takipçileri zaten farkındadır ama benim radarıma bu sezon girdi. Krasnodar'ın genç ama dev kalecisi Matvei Safonov, müthiş bir sezon geçirdi. Birçok maçta takımına puan kazandırdı, kazandıramadıklarında da farkı önledi. Zaten takım kaptanı. Yaşı 22 olmasına rağmen, efsane Akinfeev'i kulübeye yollayarak mili takımın eldivenlerini de takıyor.
Yine Krasnodar'ın 21 yaşındaki oyuncusu Eduard Spertsyan özellikle Mart ayıyla beraber ağırlık koydu. Ülkesi Ermenistan'ın milli takımında oynuyor. Zaten Krasnodar'ın gençlerine ayrı bir gözle bakmak gerek. Sezonun sonlarında ilk 11'in sekiz-dokuz ismi altyapıdan çıkan isimlerdi.
Bir başka Ermeni oyuncu Khoren Bairamyan, bence ligin en iyi merkez orta sahalarından biriydi. Keşke biraz yaşı genç olsaydı da Süper Lig'e düşseydi. 29 yaş yine de fena değil. Enerjisi yüksek, tekniği yeterli bir oyuncu. Oyuncu arayanlara tavsiye...
Bakalım önümüzdeki sezon bu ligi izlemeye devam edecek miyim? Sorunun cevabını ben de bilmiyorum. Fakat Avrupa kupaları biletinin olmaması, ligdeki yıldızların ayrılmak istemesi yeni dönemde daha kalitesiz bir lig izlettirebilir. Yine de kısık veya sonuna kadar açık bir şekilde; gözümüz üzerlerinde olacaktır.