Bazen bloga gelip birşeyler yazmak istiyorum. Konu dışı, konsept dışı. İçimden geldiği gibi. Oturuyorum masaya, ekrana, koltuğa. Ondan sonra içimden hiçbir şey gelmediğini fark ediyorum.
Şimdi yine böyle bir durum. İçimde bazı hisler ( hangilerinin olduğunu hala anlayamadığım bazı hisler) an itibariyle (gece 04.20) tavan yaptı, ama ben bunları yazarak bile açıklamakta zorlanıyorum.
Konuşarak çok daha zor. Yazmak daha kolay. Konuşurken hemen anlatmak zorundasın. Yazarken 2 saat kıvran öyle anlat, okuyan 3 dakikada okuduysa sorun yok.
Dün Antalyaspor-Galatasaray maçının son düdüğüyle başlayan süreçte bu noktaya geldik. Yanlış anlaşılmasın maçla alakası yok durumun. Kaybedilen 2 puan, olabilir. Takım değişik bir takım, yarın (önümüzdeki maçlarda) düzeltir. O mesele değil. Maçla alakası yok ama Antalyaspor ile alakası olabilir. Antalyaspor, tesadüflerin takımı oldu benim için.
2 sene önce Sami Yen'de oynanan bir maçın (rakip Antalya) oynandığı günden başlayan bir süreç de olabilir bu. Yani şu anda geldiğim noktanın başında illa Antalyaspor var. Veya yok yine biz abarttık.
Antalya'ya hiç gitmedim. Bodrumcuyuz biz. Ailem Bodrum'da yaşıyor. Ailem de enteresandır. Aile illa kan bağından oluşacak diye birşey yok. Aile illa aynı ülkeden olacak diye de bir şey de yok.
Bunları anlatamıyorsun işte konuşarak. Üstelik birlik beraberliğe ve faşizme ihtiyacımız olduğu şu günlerde. Bazı akrabalarım bile anlayamadı bu durumu. Akraba zaten anlayamaz. Aile > akraba
Kardeşim msn'e girdi (tam tavan yapan hislerimi keşfederken) kafamı iyice karıştırdı. Kardeşler böyledir zaten. Bir şey üzerinde düşünürsün, çalışırsın, tam o anda gelip bozarlar. Ama çok sevilir, hep sevilir.
İnsan kardeşim dediği birini senede 2-3 gün görüyorsa nasıl bir kardeşlikten bahsedebilir. Oradan nasıl ailem diye bahsdebilir?
Eskiden küçüktü, itiraf ediyorum; küçükken daha çok seviyordum. Ya da şu an çok seviyorum o zaman tapıyordum herhalde (Belki de üzerine titremek. Artık titremiyorsun.)
Ama şu kesin o küçükken beni daha çok seviyordu. Çünkü beraberdik. Ben onun yanındaydım, ona yardım ediyordum. Şimdi ben yanında yokum. Onun bana ihtiyacı yok. Büyüyor. Büyüdüğünü göremiyorsun.
Ondan sonra diyorsun ki, "ey Kutay efendi, hayat böyle, sen artık kendi aileni kuracaksın artık, yaşın oldu 25" (geçen birine 25 dedim "kandır kendini 26'sın dedi".. o da yanlış biliyor)
Aile kurma kavramının olduğunu, aile kurmak diye birşey olduğunu 1.5 sene önce bir Antalyaspor maçında fark ettim. O güne kadar, bana göre aile kurulmazdı çünkü. Yani bana öyle geliyordu. Aile kendiliğinden oluşurdu. Bir bakmışsın olmuş.
Ama öyle değilmiş. En azından toplum öyle hissetmiyormuş. Hal böyle olunca, yani herkes aile kurunca, senin ailen oluşamıyor.
Üstelik 1.5 sene sonra sonra oynanan başka bir Antalyaspor maçında bir bakıyorsun, şu anda kurulan aileleri, geçmişte yapılan hatalar (senin veya diğerlerinin) olmasa sen kuracakmışsın. (Bireysel hatalar nedeniyle puan kaybı.)
Bugün hava güzeldi İstanbul'da. Ama garip bir havaydı. Güneşli bir hava ama coşkusu yok. İnce bir serinlik var. Hani böyle "kış geliyor, bu son güneş, ayağını denk al". tehdit eder gibi. İnsanın o sırada isyan edesi geliyor. "Sikerler lan, illa güneşli bir yer vardır bu dünyada, bende oraya giderim" diyorsun. (Nah gidersin lan salak, daha Söğütlüçeşme'ye gidecek trene binemiyorsun.) Ve evet sen, trenlerde, otobüslerde, toplu taşımlara mahkumsun. Tren ne zaman gelirse o zaman gidersin.
Kafamda yer eden "Aile oluşan bir kavramdır" düşüncesine bu toplu taşımanın katkısı var mı acaba? Toplu taşımaya binenler vardır, binecekler vardır. Sen hiçbirini tanımazsın ve artık sen de binmişsindir, tesadüfen de olsa artık aynı yoldasındır.
Taksi değil yani bu, dur bununla gitmiyim de şunla gideyim diyebilesin. İETT ailesi büyük bir aile..
Neyse, ne diyorduk (Sen buraya iki saniyede geçtin ben 12 dakika ara verdim, o yüzden yazmak kolay). Gidiyorum lan diyorsun bir anda gidemiyorsun ya. İşte o esnada "napıyım amk çatıdan mı atlıyım" diyorsun. Ulan hava güneşli, niye intihar ediyorsun derler adama, o da olmaz. Hıyar yerine koyarlar.
Bak şimdi hatırladım, Antalyaspor deyince. Beşiktaşlı kardeşimin (çünkü babam Beşiktaşlı) en sevdiği futbolculardan biri Murat Şahin'dir. (Veya Murat Şahin'di, artık onu bile bilmiyorum). Çünkü beraber izlediğimiz bir Antalyaspor maçında Murat Şahin sakat sakat oynamış ve maçı kazandırmıştı. Delgado'nun güzel bir golü vardı. O gün hava çok daha güzeldi. Nisan ayıydı. Gereksiz ayrıntılarla boğabilirim çünkü birçok ayrıntıyı hatırlıyorum.
Hafıza iyi diyorsun, sonra en hatırlanması gereken zamanda en hatırlaması gereken şeyi hatırlamıyorsun. Bazı dialoglar aklımda ama hala, bunu da o (kardeşim değil, Murat Şahin hiç değil) hatırlamaz.
Seninle rakı içmek istiyorum demişti, ben de rakı sevmem (evet sevmiyorum) demiştim.
Sonra bir Antalyaspor maçı sonrasında rakı içiyorsun.
Rakılı akşamlar, olmamış yaşamlar, eksik yarınlar. Senin hayatın bu, rakıyı sevmesen de içeceksin öyle veya böyle.
İçimdekileri hala tam dökemedim ama artık lider Kartalspor hakkında yazı yazmak istiyorum. Sıkıldım. Neyse ki Kartalspor'un Antalyaspor ile maçı olmayacak 1 sene içinde.
(Bu yazı ileride başıma çok iş açabilir. Pişman olabilirim ama yine de kaldırmam bu yazıyı.Yine de siz siz olun geceleri Morrisey dinlemeyin. Eğer dinlerseniz ardından Onur Ünlü okumayın. Eğer okursanız hemen yatın, birşeyleri sorgulamayın)