Bu blog her zaman spordan, hatta futboldan beslendi. Ama başka mevzulara da uzak kalmadık. Çok fazla kişiye ulaşmadı, ama zaten öyle bir kaygısı da yoktu. Bir günlük tadında olmasını istedik. İşte o nedenle tam şu anda; hafta sonunda yaşananları es geçmemek gerekiyordu. Bir süre sonra geriye dönüp baktığımda, 'o gün' hakkında ne not düştüğümü okumak isterdim.
Ama zaman da çok değişti. Bu blog 2008'de açıldı, o zaman yazı yazmak kolaydı. En ufak cümleden etiket yapışmazdı. 2016'da durum değişti. İnsan her cümlesine dikkat ediyor. Ve bu siyasi güçlerin yarattığı bir durumla alakalı değil.
Türkiye her zaman çalkantılıydı; buna alışmıştık. Alışmaktan da öte bize öğretilen buydu. Doğal olarak; 90'ları korku ve kaygıyla yaşayanlar ile 90'ları özlemle ananlar ortak noktayı bulmakta zorlandı. Aynı dönemde aynı coğrafyada farklı şekilde büyüyenler kemale erdikten sonra aynı interneti kullanıp, aynı platformda buluşuyor. Belki de bu bloglar, sosya medya, akıllı telefonlar olmasa aynı yerde olmayacağımız insanlarla 'tanış' olduk. Şikayetçi değilim ama günün sonunda yazdığımıza dikkat eder olduk. Canlı canlı 10 kere bir araya gelmediğimiz insanlar, blogu okuduğu, Twitter'da takip ettiği veya Watsapp'ta aynı grupta olduğu için karşısındakini çok iyi tanıdığını iddia ediyor. Bu özgüven bende yok, o nedenle zorlandığımı itiraf etmeliyim.
Büyük ihtimalle darbe girişimi hakkında birçok yazı okuyacaksınız. Analizler havada uçacak. Bloglarda, ekşi sözlükte, twitter flood'larında... Bazıları bir anda "Ne güzel yazmış" - "İşte budur" cümleleriyle paylaşılacak, bazıları da gözden kaçacak. Muhakkak ki askerlik yapmamış insanların emir komuta zinciri hakkında söyleyecek sözleri vardır. Onları okumanızı istemem ama umarım bu yazı da gözden kaçanlar arasında kalır.
Ne siyasi analiz, ne ülkenin içinde bulunduğu durum. Sadece o gece yaşadıklarımız ve konuştuklarımız bile yeterli olabilirdi ama onu bile anlatmak; daha doğrusu anlattıktan sonrasıyla uğraşmak korkutucu..
Tarihi geceydi. Ben sokaktaydım, 'darbe oluyor' dediler. Yıllardır bize anlatılan durum yaşanıyordu. Yıllardır merak ediyordum. Askeri darbe hakikaten en azından 80'i gören büyüklerimizin anlattıkları gibi miydi? O gün pek öyle değildi. İnsan, darbenin bir anda sessizce olup bittiğini ve bittiği anda her sokakta tank göreceğini sanıyor. Oysa dolmuşlar çalışıyor, Tekel'ler açık, hayat devam ediyordu. Sivillerin prime-time'dan takip ettiği bir darbenin başarılı olacağını düşünmedim.
Toplum ve zaman değişiyor. 1980'de insanlar TRT izleyip saat 22.00'de uyuyordu. Şimdi herkes bu saatlerde uyanık ve önlerinde 300 tane kanal var. Cumhurbaşkanı da Face Time kullanarak halka çağrıda bulundu.
Yalan yok; ilk anda ben de durumu 'mizansen' olarak algıladım. Televizyonu açtığımda tankın üzerinde sivil görünce çok inandırıcı gelmemişti. Sürreal bir durumdu. Bir diğer sürreal durum yaşanınca durumun ciddiyetini anladım. Meclis bombalanmıştı!
Askeri, toplumu tanımıyor diye eleştirebilirdim ama toplum da yaşadığı ülkeyi tanımıyor. O nedenle bu karışıklıklar normal. Daha tankın paletini görmeden, 'ordu paralara el koyacakmış' diyerek ATM'lere hücum eden ve sanki evde yaşlı annesi her gün ekmeği kendi yapıyormuş gibi çuvalla un alan kitlenin paniği beni benden aldı. F16 seslerinden sonra en çok bu güruhtan korktum. Aklıma; en az bir askeri darbe kadar olmasını hiç istemediğim Büyük İstanbul Depremi geldi. Bu kitlenin o depremden sonra nasıl bir ruh haline gireceğini düşününce çok fazla kaygılandım.
Şimdi; hafta başı. Pazartesi herkes işine geldi, ve hepsi Facebook ve Twitter'dan ayrı bir büyük oyun çözüyor. Dünya üzerinde; Türkiye'de her ay çözülen Büyük Oyun sayısı kadar büyük oyun olduğunu düşünmüyorum. Hatta çok da ilgilenmiyorum. Yani strateji ve politikanın kendi dinamiğinin ilgi çeken yapısı nedeniyle ara sıra merak ediyorum ama bence bu benim; yükümlü olduğum, planlamam gereken ve sınırlı süreye sahip hayatımın bu kadar merkezinde yer almamalı. Şartlardan haberdar olmalıyım, gücüm orantısında rahatsızlıklarımı değiştirmeye çalışmalıyım ve panik olmamalıyım. Şartlar benden daha güçlü olanların hamleleri sayesinde sürekli değişebilir. Daha kötü de olabilir, düzelebilir de. Ama onları bekleyemem. "Kötü oldu'' diyerek duramam. Ben elimden geldiğince bu şartları bilerek hayatıma yön vermeliyim. Onlar kendi oyununu oynarken, ben kendi hayatımı kurmalıyım. Bu bireysellik değil, apolitzim hiç değil. Tamam belki biraz bireysellik ama en azından ATM'ye koşacak kadar da değil!
Politika dediğimiz şeyden insanın kendisinden, evinden başlar. Önce kendi evinizde bir farkındalığınız olacak. Hayata karşı bir duruş, amaç, düşünce, fikir, plan belirleyeceksiniz. Mahallenizde bu amaç doğrultusunda iz bırakmaya çalışacaksınız. Ondan sonra, üretimi çoğaltıp, sistemlendirmeye çalışacaksınız. Bir iziniz olacak. Bu is sayesinde de toplumsal bir ilişki ağına da girmiş olacaksınız. Bu da bir örgütlenmedir zaten! Bunu ne kadar çok yayabilirseniz bir şeklilde yolun yarısı geçilmiş olacak.
Fakat şimdi kendi hayatına yön vermekten çok, haklı olmayı düşünen insanlarla beraberiz. Ahkam, analiz, akıl oyunları. Herkes dünyayı çözmüş ama hayatını çözememiş.
Darbeden çıktık ve detaylandırmak istemediğim yerlere geldim. Eskiden, buraya yazardık ve "söz uçar yazı kalır" derdik. Yazalım ki, ne dediğimizi hatırlayalım, unutmayalım diye düşünürdük. Fakat şimdiki durumda yazı yazmak, hatta sadece bir cümle kullanmak bile senin hayat tercihini, yaşam tarzını, düşünceni sosyal ortamında etiket olarak kullanılmasına neden oluyor. Bir cümle yazmak, ileride aleyhinde delil olarak kullanabilir. O zaman neden kendimi heder edeyim? Madem siz sokakta panik ve korkuyla hareket edip; sanalda analizlerini sürdüreceksiniz; o zaman ben de tercihimi o korkuya kapılmadan ve analiz yapmadan sokakta yürümeyi tercih edeceğim.
Oysa ki tarihi bir geceydi... Türkiye siyaset tarihinde ayrı bir yeri olacak hafta sonunu yaşadık. Birçok şeyin yaşanmasına neden olacak bir kırılma anıydı. İleride belgeselleri çekilecek, kitapları yazılacak. Sadece o gece yaşadıklarımızı not düşmek bile ileriye bir hatıra olarak kalabilirdi. Fakat en ufak cümle, bize kendi çevremizde başka türlü geri dönebilecek. Bu kadar karışık, kaotik, sonu bilinmez bir ülkede; bir de kendi çevremizle savaşıp, haklı çıkmaya uğraşmak? Çok yorucu...
O yüzden o 'tanış' olduklarımız varken; ''yazı kalır' diyemiyor insan. Bir masada buluşur ve isteyene merak edene aklımızdan geçenleri anlatırız, tartışırız, konuşuruz. Neyse ki, hâlâ sokağa çıkma yasağı yok. Bu düşüncemizi gerçekleştirebileceğimiz bir ortam var.