"Ronaldo'ya gol sevinçlerinde Merih Demiral eşlik etti."
Pazartesi günü oynanan Juventus - Cagliari maçının Türkiye basınına yansıması bu şekilde oldu. Biraz saçma bir bakış açısıydı ama saçmalık için sadece basını öne çıkarmak olmaz, Twitter'da da birçok kişi bu noktaya eğildi. Zaten bu saçmalık; basının değilin toplumun bir sorunuydu.
Evet, bir sorun. Salı günü
Cem Dizdar bu konuya eğildi ama eksik kaldığı noktalar var. Bu sadece kendi çocuğumuza düşman olmanın dışında bir kompleksi de barındırıyor.
Özellikle 1990'lı yılların sonunda bu işi zirve yapmıştı. O dönem zaten ülkece Avrupa Birliği'ne girmek için çabalıyorduk. Avrupa gözümüzde tütüyordu. Avrupa gibi olmak istiyorduk ama hemen olmak istiyorduk. Öyle ki, önümüze uzatılan AB kriterlerine burun kıvırıyorduk. Hem onların arasına girmek istiyorduk hem de onların standartına yaklaşmak istemiyorduk. Yani hem ayran dökülmesin gibi...
O arada kalma durumunu atlatmanın kısa bir yolu olmalıydı. Eğitimde, sağlıkta, kent yaşamında, toplumsal düzende, hukukta reform yapmadan Avrupa'nın yanına girmeliydik. İşte tam da o zamanlar, başta Galatasaray olmak üzere birçok spor takımımız Avrupa sahalarında başarılar elde etti. UEFA Kupası, Süper Kupası, Dünya Kupası üçüncülüğü, Efes Pilsen, Eczacıbaşı, 12 Dev Adam ve hatta yurtdışına transfer olan sporcularımız derken bir anda kendimizi "Açın kapıları işte, biz Avrupalı olduk artık" derken bulduk.
O dönemde de böyle haberler çok çıkardı. "Inter idmanında Emre ile Ronaldo (bu sefer Brezilyalı) yan yana koştu", "San Sebastian'da teyzeler Nihat'a 'oğlumuz' diyor", "Shaq, Hido'ya Türkçe 'Naber baba' dedi" ve daha niceleri... Gerçekten bunlar haber oluyor ve hatta gururlanıyorduk bile.
Bunların ne kadar doğal durumlar olduğunu ıskalıyor muyduk, gerçekten şaşırıp duygulanıyor muyduk yoksa aslında bilerek mi bu tarz haberleri daha çok görüyorduk emin değilim. Zaten ben de o yıllarda henüz lise öğrencisiydim. Şimdi, 30lu yaşlarıma gelip düşününce Emre ile Ronaldo'nun, yani aynı takımın 30 kişilik kadrosunda yer alan iki oyuncunun yan yana koşması bende pek heyecan uyandırmıyor. Yani genç Emre için heyecan verici olabilir ama o da herhalde Inter'deki ilk haftasının ardından bunu atlatmıştır.
Fakat aradan 20 sene geçmesine rağmen, siyasi konjonktür değişmesine rağmen benzer haberler devam ediyor. İlginçtir benim yaşımdaki insanlar, aradan geçen 20 seneye rağmen şaşırmaya da devam ediyor.
Ronaldo gollerden sonra Merih'e sarılmış. Yani? Zaten adamın sahada 10 tane takım arkadaşı var. Kalecinin 100 metre uzaklıkta olduğunu düşünüp onu pas geçersek (gerçi Ronaldo 8-9 saniyede yanına gidebilir); geriye dokuz tane seçenek kalıyor. Yani golden hemen sonra Merih'e sarılması yüzde 10'dan daha yüksek bir ihtimal. Üstelik futbolcuların her bir golde sadece bir takım arkadaşına sarılma hakkı yok. Yani hepsiyle ayrı ayrı bir kutlama/tebrik ilişkisine girebilir. Peki sıkıntı, daha doğrusu şaşırtıcı olan durum ne?
20 senede Türkiye toplumu gibi siyaseti de değişti. Artık AB heveslisi değiliz. Hatta AB düşmanıyız. Hatta stratejik ortaklık kurabileceğimiz bir ülke dahi kalmadı. "Bütün dünya kendini lağvetsin, biz ayakta kalalım" diye bekliyoruz. Haliyle Avrupa'ya bakışımız da değişti. Belki de Avrupa ile ilişkilerimizi yine spor ve sporcular üzerinden kuruyoruz. Zira onlarla temas eden başka bir ürünümüz ve ünümüz yok. Yeni alt metin ise biraz daha farklı:
"Onların en değerli oyuncusu, bizim oyuncumuzla arkadaş. Onunla sarılıyor, onunla kutluyor. İşte biz onlar için bu kadar önemliyiz"
Bu sefer dışarıya değil, içeriye anlatıyoruz... Fazla komplo teorisi gibi mi duruyor? Olabilir ama zaten bir komplo teorisi olduğunu söyleyemem. Yani bilinçli, planlı, organize bir durum değil. Toplumun bilinç altı böyle işliyor. Hepimiz böyle düşüyoruz. Haber yazan muhabir de editör de bu toplumdan olduğuna göre onun da böyle düşünmesi normal. Veya bu tarz haberler yazıldığında daha çok etkileşim alıyorsa, üzerinde çok fazla düşünmeden aynı şekilde üretilmeye devam eder. Yani esasen, Avrupalı'nın yanındaki olmayı, onun güvendiği olmayı, daha doğrusu bir sağ koldan ziyade, "biz olmadan yapamazdı zaten" duygusunu seviyoruz. Bu dönem böyle, 20 yıl sonra başka bir şekilde açıklarız...
Bu durumun incelenmesi gereken, şaşırtıcı bir noktası daha var. Toplumu ikiye ayırırsak bir tarafta Batı'ya yakın olanlar, Batı'yı sevenler, Batı ile temas içinde olanlar var. Bu kesime "Batı hayranı ", hatta "yalakası" diyenler de var. Zaten onlar da ikinci grubu oluşturur. Onlar Batı'ya, Batı'nın değerlerine tamamen karşıdır. O kadar karşıdır ki, Batı'nın karşısında kendi değerleriyle ayakta kalmak yerine Batı'dan gelen her şeyi yadırgar. Batı'dan çıkan her kavramı, ürünü yıkmaya ve yok etmeye çalışır. Onu bir tehdit olarak görür. Batı'yı tamamen düşman olarak görür. Şimdi böyle iki grup varken sizce hangisi Merih'in Ronaldo ile gol sevinci yaşamasını daha çok konuşur, ya da daha çok 'gururlanır'? Sanki ilki gibi değil mi? Fakat değil. Esasında ikinci grup bu tip haberlerle daha ilgilidir. Daha çok konuşur o haberleri, gururlanır. Batı ile biraz daha haşır neşir olan "Ne var bunda? İki takım arkadaşı beraber kutlamış" diye bakarken, diğeri Ronaldo ile Merih üzerinden bir kahraman ve hatta kahramanlık destanı çıkarmaya çalışır. İlginç değil mi? Muhakkak bununla ilgili bir tezler, çalışmalar vardır. Benim bu noktadaki düşüncem gerçekten temas kurabildikleri nadir anlar olması. İdmanda beraber koşmak, maç öncesi ona Türkçe konuşturmak, gol esnasında kutlama yapmak gibi. Tabi Merih ve diğerleri için değil. Onlar yıllarca çok çalışarak, idman yaparak, kendilerini geliştirerek, rakiplerini yenerek bir noktaya geldiler. Bizim gördüğümüz 'sarılma' onlar için en doğal an. Ve zaten Merih, maçtan sonra o anı çok net hatırlamıyordur bile. O oynadığı maça yani geldiği noktaya daha konsantredir.
O noktaya çıkmak için çabalama zahmetine, derin bir uğraşa girmeyenler için o seviyeye en yakın olunan an sadece o 'sarılma'dır. Batı'yı düşman gören, Batı'dan uzak durmaya çalışan, Batı değerlerini savuşturmaya çalışan insanın, bir yandan da Türkiye'ye gelen turist ile hemen yakınlaşması, Bodrum'da onunla flörtleşmeye çalışması, Sultanahmet'te hemen muhabbet kurup 'kanka' olması gibi... Onunla aynı eğitim ve refah düzeyinde olamayacak ama onunla aynı masaya oturabilecek ve bu sayede "Ben de onlar gibiyim" diyerek kendi ürettiği değerler silsilesine daha çok sarılabilecek. Onların değerlerine, ürettiklerine ihtiyacım yok, ben de onlarla aynı yerdeyim! Ronaldo üretmek için çabalamaya gerek yok, zaten bende de Merih var!
Bitmedi? Değinmek istediğimiz bir noktamız daha var. Siyasi alt metinlerin dışına çıkıyoruz. Bu sefer daha bireysel yaklaşacağız.
Merih Juventus'a yeni gelen biri. Ronaldo ise dünyanın en iyisi. Yılların Ronaldosu... Gözümüzün önünde zirveye çıktı. Şöhret, kupalar, şampiyonluklar, paralar, karizma... Hayatımıza bir sene önce giren, kimsenin tanımadığı dünkü çocuk Merih ise onun yanında. Merih, Ronaldo ile gol kutlayınca, insanlar Merih'in sınıf atladığını sanmış olabilir. "Benim patronla aram çok iyidir, her öğlen yemeği beraber yeriz" demeyi, o yemeği bir statü belirtisi olarak gören bir toplumdan bahsediyoruz. Patron daha sonra arabasıyla basıp gidiyor ama sen Zincirlikuyu'da metrobüs bekliyorsun. Ama yine de o yemek insana bir özgüven veriyor. Kendini, Zincirlikuyu'da metrobüs bekleyen diğer insanlardan daha farklı bir yere koyuyor.
Gerçi şöyle bir durum var; Ronaldo Juventus'un patronu değil. Patron orada Agnelli. Fakat biz Ronaldo'yu başka bir çıtaya koyduğumuz için ona ulaşmanın çok değerli olduğunu düşünüyoruz. Oysa Merih, Ronaldo ile gol kutlaması yapınca değil; Juventus'a imza attığında, ya da en azından Juventus'un ilk 11 oyuncusu olduğunda sınıf atladı zaten. Başka bir seviyeye yükseldi, başka bir noktaya geçti. Yani mesela aynı ayarda bir takım olarak Manchester City'e transfer olabilirdi ve Agüero ile gol kutlayabilirdi. Peki yine haber olur muydu? Sanki olmazdı. Ya da haberi yapılsa bile bu kadar etkili olmazdı. Çünkü Agüero, bazı kavramları temsil etme konusunda Ronaldo kadar güçlü bir figür değil.
Aslında her şey çok basit. Ne o haberlere gerek olmalıydı, ne de bu yazıya. Merih, Türkiye'den Portekiz'e gitti ve belki de orada Portekizce öğrendi. Belki de o Portekizce sayesinde takım arkadaşı Ronaldo ile diğer arkadaşlarına kıyasla daha rahat iletişim kurdu. Ve Ronaldo gol attığında yanına gidip bir şeyler dedi. Her şey bu kadar basit olmalıydı... Normal şartlarda.... Normal şartları olan bir toplumda....