Salı, Ağustos 29

Moonlight



Her zaman berbat olan kış mevsimin, bu yıl içindeki en berbat günleriydi. Hava çok soğuktu. Sırf bu sebepten dolayı gün geçtikçe asosyalleşiyordum. Tanıdığım herhangi bir kimse sokağa çıkmayı tercih etmiyordu. Ne bir yerde oturup çay içmeyi teklif eden vardı ne de maç yapacak en az 9 tane adam gibi adam! 

Herkes evde, dört duvar arasında zaman geçirmeyi tercih ediyordu. Haklı olabilirlerdi, o soğukta yapılacak en normal tercih o olurdu. Fakat ben evde oturamazdım.

Üst üste beşinci gün olacaktı. Bir kez daha evden çıkıp sahile gidecek ve bir kez daha tek başıma o soğukta koşacaktım. Yapacağım başka hiçbir şey yoktu. Evde oturmak istemiyordum ama aynı hayatı da bir daha, bir daha ve bir daha yaşamak da istemiyordum artık. Aynı saatte, aynı yerde, aynı süre içinde, aynı şeyi yapıp, aynı saatte eve gelip, devamında aynı sırayla aynı şeyleri yapmak... 

Beni sokağa çıkaracak, hemen her teklife razıydım. En sevmediğim aksiyonlara bile katlanırdım. Yeter ki bir değişiklik olsundu. Günlerden 16 Şubat'tı ve tam eve girip beş dakika içinde çıkacakken telefon çaldı. Arayan, iki gün önce evinde uyuya kaldığı için yaklaşık 25 kişiyi paniğe sürükleyen (bunun konuyla alakası yok) Hasan'dı.

- Aslan naber ya? Moonlight'a fazla biletim var, gelir misin? Az sonra CKM'de başlıyor...

Az önce her davete razı olduğumu söylemiştim ama sanırım bazı şeylere hem toplum hem ben hazır değildim.

- Aslan tamam da o film siyah eşcinsellerin hikayesini anlatmıyor mu? Bu filmi sinema salonunda ikimiz beraber mi izleyeceğiz?

- Yok Gözde de var. Üç kişiyiz. Bir şey olmaz...

- Tamam o zaman, geliyorum.

Sonunda olmuştu. Berbat kış mevsimin en berbat haftası sona ermişti. Artık yeni bir şey yapacaktım ve sinemaya gidecektim.

İşin aslı, daha öncesinde Moonlight'ı sinemada izlemek gibi bir düşüncem hiç olmamıştı. Cihat'ın bedava bileti bana düşmeseydi üç sene daha izlemeyecektim. Zaten film hakkında bildiklerim de Hasan'a söylediklerim kadardı. Onlar da beni çekmiyordu. Oscar'a aday olması bile beni çok etkilememişti. Oradan tek istediğim Casey Affleck sebebiyle Manchester by the Sea'nin kazanmasıydı. Bir de La La Land kesinlikle tek bir ödül dahi almamalıydı. O akşam gelen telefona kadar bu üçünü de izlememiştim ama önyargılarım beni yeterli bir noktaya taşımaya yetiyordu. Savunabileceğim ve nefret edebileceğim taraflar çoktan belliydi.

Sinema salonunda yerimiz kötüydü. Salon da boştu. O zaman daha iyi bir koltuk bulmayı deneyebilirdik. İyi bir koltuk bulduk, hatta birden çok bulduk ama üç kişi yan yan oturacağımız üç koltuk bulamadık. Filmin başlamasına ise az bir süre kalmıştı. Bizim eylemimizi bizden önce yaparak iki güzel koltuğa oturan iki kız, yanlarındaki boş koltuğu işaret ettiler. Oraya ani bir hareketle ben oturdum, diğer arkadaşlarım ve dostlarım da arkada bir yerlere gittiler; çok bakmadım.

45 dakika önce, eksi 3 derecede yarım saat koşmak üzere olan planlar yapan ben; şimdi para da vermediği bir sinema salonunda tanımadığı iki güzel hanımla Oscar'a aday bir film izliyordu. Her şey o kadar iyi ilerliyordu ki, kızlarla da çok rahat diyalog kuracağıma dahi inanmıştım. Aslında oldu da, fena başlamadık. Fakat iki dakika içinde ışıklar kapandı, herkes sustu. Sinema salonlarının insanları ayırma özelliği devredeydi.

İki saate yakın bir süre filmi izledim. İki saate yakın bir süre boyunca bu filmin neden Oscar'a aday olduğunu düşündüm. Boşluklarda "Acaba film bitince kızlarla muhabbet edebilir miyim?" diye düşündüm. Filmde o kadar bir şey olmuyordu ki, bir yerden sonra aklıma gelen her şeyi düşünmeye başladım. Filme en odaklandığım ve meraklandığım anlar da Chiron'un Teresa ile bir şey yapıp yapmayacağını düşündüm. Alakası bile olmadı. Onu da çok kısa sürede anladım.

Film bitti. Kızlar salonun diğer ucundan gelen bir erkek arkadaşlarıyla dışarı çıktılar. Hemen ardından bizimkiler geldi. İki saatin sonundaki hayalim tam olarak bu değildi ama entelektüel bir sinema konuşmasına da hazır olmalıydım. Sert cümlelerimi dizginleyip eleştirilerime "Ne kadar durağan bir filmdi" girişiyle başladım. İkisi de filmi çok beğendiğini söyleyerek karşılık verdi. Hatta Hasan, "Ne kadar kısa sürdü, keşke daha uzun sürseydi" dedi.

Bu filmin Oscar olamayacağını iddia ettim önce. Sonra aklıma 2016 ödül törenleri geldi. Hiçbir siyahi isim Oscar'a aday gösterilmemişti (Üstelik gerçekten çok sağlam isimler vardı). Gündem bir anda ayrımcılığa çekilmişti. #Oscarssowhite adı altında bir etiket yapılmıştı. Spike Lee töreni boykot edeceğini açıklamıştı. Tören esnasında da sunucu Chris Rock birkaç iğneleyici birkaç laf söylemişti. Ve çok daha sonrasında da Trump başkan seçildi.

Bütün bunları düşününce bir anda Moonlight'ın kazanacağına emin oldum. La La Land zaten almamalıydı. Manchester by the Sea'yi de az çok tahmin edebiliyordum. Çok seveceğime eminim ama daha önce defalarca yapılmış, bir yenilik getirmemiş olsa gerekti. Fragmanı Oscar diye bağırmıyordu en azından. Diğer adaylar zaten bu üçü kadar favori gösterilmiyordu. O zaman Moonlight kazanacaktı. Çok güçlü bir film değildi. Çok fazla klişesi vardı. Hayatında çok az eşcinsel tanımış ve hiç siyah mahalleye girmemiş biri olan ben bile yeni bir şey görmemiştim. Ama itiraf etmem gerekir, teknik anlamda çekici bir filmdi. Renkler, çekimler... Uzun zamandır PC ve TV ekranından film izleyip sinema salonlarını boşlamış olmam bunda etkili olabilirdi. Yine de Monnlight'in tüm başarısının altında yönetmeni Barry Jenkins imzası olduğunu düşünüyorum. Keza kurgu çok sıradan geldi. Tabi oyuncular da filme büyük katkı sağlıyor ki orada da Müslüman kardeşimiz Mahershala Ali var.

Yine de Oscar alacak kadar güçlü olmadığında inat ettim. Ve asıl iddiam her zaman olduğu gibi değişmeyecek. 1950-60 ve hatta 70'lerde Oscar'ı kazanamayan ama en azından aday olan her film, eğer son 20 yılda çekilmiş olsaydı kesin Oscar kazanırdı.

Oscar bu kadar önemli mi? Filme benim gözümde ekstra değer katmıyor belki ama popüler kültür için önemli ve ben de popüler kültürü seviyorum. Sonradan fark ettim ki (yani Moonlight kazandıktan sonra); hayatımda ilk defa (Yabancı film Oscarlarını saymazsak) Oscar kazanan bir filmi sinemada izlemiştim. 70'lerde büyük ihtimalle Bağdat Caddesi'ndeki Kadıköy'deki sinemalarda Godfather veya Rocky izleyen kuşaklar vardı. İyi anılar biriktirmiş olsalar gerek. Bu Oscar da bu sayede benim anım oldu. Çocuklarıma, seneler sonra artistlik yapma imkanım var.

Kısacası pek beğenmediğim Moonlight'ın kazanmasına sevindim. Hâlâ izlemesem de Manchester by the Sea ile aramızda bir gönül bağı var. La La Land!!! Sana fena kuruldum aslanım. En az 2025'e kadar yoksun listemde!

Hiç yorum yok: