Salı, Ağustos 8

Tesadüf




Atanamamış Amatör Sosyologlar Yazıları | Doha

Refet Bele Himayelerinde..




Blogun zor zamanlarda topa girmesi ve sorumluluğu üzerine almasına bayılıyorum.

Hayat bir şekilde biz amatör sosyologları bu toplara sokuyor ve atıyor bizi bir devlet soba kurumuna KPSS'sine sokup,


Portakallar sıkılırken, konsolosluklar önünde bayraklar yakılırken 48kutay'ın Hollanda ziyareti gibi, bu kez görev belliydi; Çöl'ün incelikli haytası Katar, Katar'a da hayat katan Doha'ya düştü yolumuz...

Şimdilerde moda gezi yazıları, sırt çantalı gezginler, 25 yaşında 100.000'lik mil yapanlar versus sınırın bir adım dışına da olsa, kafayı dışarı uzatmak...

Bu ülke, bu coğrafya için bir nimettir. At gözlükleri ne kadar çok çıkarılırsa o kadar iyi. Berbere gitmek gibi, her çıkışta hamasetlerden biraz aldırıyorsunuz. Ucuz ve ezber milliyetçilikleriniz traşlanıyor.

Bu tarz yazıların vazgeçilmezidir; yanınıza şunu alın, bavulunuza bunu koyun, Barselona'ya gidip de tavuk döner yemeden dönmeyin gibi tavsiyeler verilir. Ben tam tersi bu yolculuğa çıkarken önyargılarımı bıraktım, KHK'dan
yararlanarak hızlı bir şekilde yargılayıp idama gönderdim ve verilen tüm akılları hayır kurumlarına bağışladım. 

Erasmus'a gidip gelenlerin yaptığı yılların geyiğidir; "Türkiye'de deveye biniliyor sanıyorlar, bana kaç eşlisin diye sordular..."
O zamanlar, "Türkiye'nin yerini gösteremiyorsa kendi cahilliği" deyip kesip atamıyor, bunu dert ediyorduk... Taa ki yabancı bir filmde;  "Hey dostum! İstanbul'daki dostun bize yardımcı olur mu?" repliğine müteakip  hemen balkona bayrak asıp, dertleri deryalara, sandallar aracılığı ile salıyorduk.

Dört küsür saat süren uçak yolculuğu sonrası, Hamad Uluslararası Havalimanı'na iniş yapıyoruz. Uçaktaki yolcu profili ile "önyargılarımızı asmasaydık da beslese miydik ?" deyip, sandıktan %80 bir destekle iniyorduk Basra Körfezi'ne..

72 milletten insan vardı uçakta. Paralı asker ablalar, paralılar, askerler, ablalar, bizdeki simitçilerin 'ben sivilim' diye bağırması gibi bas bas bağıran ajanlar, akbabalar, dembabalar, ceolar, ceyolular..

Ulusal bayramlarda malum koltuklara 'temsili' olarak oturtulma yaşını çoktan geçtik gerçi ama bir gün bize de sorulursa o malum sorular; "Güçlü ve her yere vizesiz giren , herkesin görünce sempatikleştiği, şaka yaptığı bir pasaportumuz olsun isterdim" diye yanıtlardım.

G.O.R.A'daki gibi adamın retinasından adeta kan alan cihaz önünde kuyruğa giriyoruz. Serde esnaflık var, "Selamın Aleyküm" le giriyoruz ve meyvasını derhal yemeye başlıyoruz. Gitmeden önce bizim Dışişleri Bakanlığı'nın prosedürlerinde "100 Riyal + rezervasyon bilgileri + dönüş bileti " ile giriş vizesi alabileceğimizi söylüyordu. Tabi onu yazdıktan sonra köprünün altından çok sular aktı.

Sıcak bir gülümseme ile "Nerede kalacaksınız" dedikten sonra bastı mührü pasaportun böğrüne. Bu arada daha önce Aleyküm Selam diye de yanıtladı onu unuttuk. Memurların amirleri yerel halktan, çalışanlar ise 99.5 millettendi. Mühür üzerine kan tahlillerinin üzerine yapıştırılan hayvan gibi bir barkod yapıştırdı. "Ulan belki İsrail'e falan gidersek, Katar damgası görmesinler sıkıntı çıkar. Belki yurt dışı çıkış puluna falan basarlar" düşüncemiz de suya düştü. Belki bunlar da şehir efsanesidir. Aynı şeyi Makedonya-Yunanistan için derlerdi de, sınır polisi "alakası yok" demişti Üsküp'te. Bu barkodun sırrını daha sonra öğreneceğiz.

Havalimanı "Almanya'yı kıskandıracak" cinsten bir mekan. Geliş Duty Free'si minnacık ve alkolsüz bir dükkan içeren, sessiz sakin bir mekan.



Pasaporttan sonra X-Ray'ler karşılıyor. Ülkeye içki sokmak yasak, bilmemkaç lira cezası varmış. Gerçi çok sıkı kontrol yok ama o riske girilmez. Yakalansak bile yalanımız hazırdı; "Abi valla hâşâ ben kullanmam, bizim patronlar istedi. Emir kuluyuz, yoksa bilmem ben anam babam, Bi soğyuk suyun varsa içerim ölmüşlerin hayrına"

Giderken bizim Duty'den içki almayın, çöpe gider.

Çıkış kapısının sürgülü kapısı açıldıktan sonra , berberlerin kullandığı fön makinasının üçüncü kademesi gibi bir sıcak vuruyor, gözlük buğulanıyor. "Sıcak karşılama" dedikleri bu olsa gerek...

Ülkedeki güneş için derlermiş ki "Katar Bayrağı'nın rengi ülke ilk kurulduğunda kırmızı-beyazmış. Bayrakta bulunan kırmızı, bir müddet sonra  dışarıdayken güneşle samimi bir ilişki kurduğu için devamlı solduğundan  kestane-bordo rengine dönermiş. Bayrak rengi "maroon" dedikleri kestane rengine dönüştürmüşler oy birliği ile.

Havalimanından oteller bölgesi yakın. Taksiler uygun. Hanutçuluk yok. Şu anda bizim taksilere gelen I-Taksi uygulamasına önceden geçmişler. Şöförün ismi, o gün yaptığı hasılat falan yazıyor ekranlarda. Tabi "Hello my friend" ile giriyoruz muhabbete, şehrin ve ülkenin atmosferini koklamak için. 

İbrahim Etiyopyalı. Gerçi tarihteki ismi daha civcivli; Habeşistan. Tarih derslerinin vazgeçilmezi.

Her zamanki vizyonsuzluğumuzla, "Elvan var bizim atlet o da Etiyopyalı" muhabbeti açıyorum. Sonra jeton düşüyor, ulan burada "Mesut Özil var, Türk o da " falan deseler ne tepki olur acaba? Kırmızı çizgilerde dolaşmamak gerek.
İbrahim'in umurunda değil, "very nice" diyor (gülüşmeler). 

Anlıyoruz ki "very nice", yani "cinsel organımda olmaz, isterse uzay vatandaşı olsun ben ekmeğime bakarım" zihniyeti. Müthiş. "Burada herkesin altında araba" diyor. "Taksi bol ama kullanan az. Denetim az" diyor. "Hiç bir yerde polis/asker yok" diyor. "17:00'den sonra herkes gider, hele bu sıcakta kimse uğraşmaz taksicinin sorunuyla" diye anlatırken, sabah karşı otele giriş yapıyoruz.

CV'lerde ilgi alanlarıma yazmak istediğim tek şey: Güneş doğum ve batımlarını izlemek

TOP 5 Döner/tatil/lahmacun/bar listeleri meşhur ya; benim de listelerim arasına yedekler arasından girebilir. 
Caddebostan ve İzmir ve Salacak'tan sonra..



Sabah ezanını merak ediyoruz acaba nasıldır diye. Bu adamlar deli zengin, deli varlıklı, camilerden canlı canlı, Bilâl-i Habeşi'nin torunlarından falan okutuyorlardır diye beklemeye başladım. 

Gösterişli camileri ve hoparlörleri yoktu. Ses gelmedi. Belki oteller bölgesi olduğundandır.

İlk soruları hep aynıydı. "Neden Doha?" Kimi iyi niyetinden soruyordu "Bunca ambargo arasında bizi seçtiniz , müteşekkiriz" diye bağlıyor, kimi de "Bu ibine kesin ajan" diye bizi deniyordu.

Harbi; neden Doha? 

Büyük Resim Görme Dersi Sertifika Programı kapsamında bir dönem ödevi diyelim ya da malum şarkıdan dolayı arayıp durduğumuz o lacivert ülkeyi bulma peşinde "gurbete kaçma" mı?






Dönem Ödevim Ektedir

1-)S.a

Balkanlar'da başıma gelen burada da geldi. "Selamın aleyküm" bizde biraz esnafvari kullanılır olmuş, hatta chat diline düşürüp "s.a" diye kısalttık bile. Buralarda çok önem veriyorlar, 1-0 önde başlıyorsunuz ortamlarda. Gerçi Souq Waqıf denilen eski Katar'da geçerli bu. Şehrin geri kalanın da hizmet sektörü Filipinlilerin elinde. İngilizce yürüyor işler. Bankacılar ve beyaz yakalılar Hint. Hizmet sektörü Filipin, Güney Afrika, tüm Afrika... Yemek sektöründe Türkler ön planda ve Hatay'lıların borusu ötüyor. Oteller bölgesinin adı Defne; Hatay'ın da Defne ilçesi olduğunu düşünürsek, kaderleri eskiden kesişmiş. Bizim gibi hikaye peşinde koşan pek yok. "Defne" isminin nereden geldiğini sordum, pek açıklayan olmadı. 

2-) Her an iç savaş çıkacak hissi

Her yer Toyota, her yer pikap. Bilinçaltımıza işlenen 90'lı yıllar TRT-Saddam-iç savaş görüntülerinden herhalde. Toyota demişken benzin, benzin demişken klişe sorulara değinelim. Yurtdışına çıkılırken eskiden forma, atkı, çikolat istenirdi. Şimdi sorular değişti:

Benzin ne kadar?
I-phonelar ne kadar?

1 litre benzin 1.60 TL falandı. Bu da zam gelmiş haliydi, biraz mutsuzlar durumdan. Elektronikte ise farklar çok yok , bizim KDV'siz halimiyiz gibiydi (Dur ya; yine sağlam fark var galiba).

Emperyalizm kafaları çok karıştırıyor. Benzin ve araçlarda KDV olmayınca taksileri uygun fiyatlı... 

Dönüşte bizim taksicilere mesafeyi ve fiyatı söylediğimde burun büktüler. "O benzin fiyatına aşırı kâr ediyorlar, pahalı aslında" deyip mavi ekran verdirdiler bana. Galiba biz her şeyin bedava olmasını istiyoruz.

Şehirde ambargo nedeniyle sebze-hediyelik eşya-giyim çok pahalanmış. Şimdilik Türkiye-İran-biraz Lübnan destek veriyor. "Made in China" lar bile pahalı "her şey 1 Riyal"cilerde.

3-) "Plaza Kahve Kültürü" 



Her yerde kahve zincirleri görmek mümkün. Fiyatları ise buranın 1.5 katı diyebilirim. Wi-fi, buz gibi ortam, şarj için oturulur. Wi-fi demişken İnternette hiç bir engelleme yok. Wikipedia'ya ve Youtube'a vpn'siz giriliyor. Hiç de düşündüğüm gibi bir ortam yoktu. Satranç oynayan bir Amerikalı-Katar'lı öğrenci, arkasında yöresel kıyafet kanduralı Katar'lı iş adamları. 

Türk siyaseti için söylenen "Cami ile kışla arasına sıkışmış" tabiri burada sosyal hayat için "İş yeri-AVM-ev arasına sıkışmış" denilebilir.

Ülkenin BİM'i, A101'i ise Carrefour'lar. Hayat kurtarıyorlar. Gördüğümüz Efes kutuları ile bayrakları asıp, şampiyonluk şarkıları söylemeye başlasak da 'alkolsüz' ibaresini görüp , "Lan belki karışmıştır" diye alıp "Kutusunda ciğer resmi olan öksürük şurubu" tadı alında aldık boyumuzun ölçüsünü. 



Emperyalizm ise kafaları karıştırmaya devam ediyor. Daha bu Ramazan canlı yayında sorulduğunu ve tartışıldığını hatırlıyorum; "Hocam gargara haram mı? orucu bozar mı?" diye. Adamlar aşmış, misvak özlü gargarayı yok satıyorlar bile. Bilinçaltı hemen ortaokul din derslerine gidiyor. "Misvak yerine diş fırçası kullanmayalım da hocam, Peki deveye niye binmiyorsunuz, son model arabalara biniyorsunuz?" ile başlayan siyaset meydanı derslerini hatırlıyorum. Garip ironiler , bilinçaltı temizlemeleri.

4-) Yırtık bir afiş, seni gördüm duvarda...

Evet hazırlıklı olun , Türkiye'de ilk kez targetstriker.blogspot'ta. Bu olay yakında bizde meşhur olmazsa ben de hâlâ atanamayan amatörlüğüme devam edeceğim sosyolog olarak. 

Şehrin her yerinde büyük bez billboardlar ve yanına konmuş beyaz tahta ispirto kalemleri herkes Katar Emiri Tamim Bin Hamad Al Thani'ye mesajlarını iletiyor. Biz de "İstanbul'dan size selam getirmişem"lerimizi ilettik. Bir an bir şey yazıp trollemek geldi içimden ama etrafta simitçi görünümlü bir sürü sivilin kokusunu biz 100 metreden aldık. Başımızı belaya sokmaya niyetli değiliz.



5-) Sendrom

Geçenlerde bir yazı okudum. Seyahatlerden sonra oluşan sendromları konu alıyordu. Paris, Kudüs, Floransa... Meraklısı google hazretlerine başvurabilir, çünkü ayrı bir yazı konusu.

Doha ise ne mistik, ne romantik ne de hiperaktif bir senrdom bırakıyor. Sürekli alışveriş  para harcama hissi, plaza, imge, iş hayatı, mavi yaka, beyaz yaka gibi duygulara etki yaptı.

Bir önceki yazılarımızda işlediğimiz Mustafa Sandal'ın Araba şarkısında dediği gibi "malesef ruhu yok" ya da bir anda Tatü gibi "Ne bu binalar, ne bu şehir... What is matriks ulan bu" diyesiniz geliyor.

Ya da aynı filmden Kadir İnanır gibi bir Emir Tamim posterine sarılıp, "Çok yalnızım be Emirim" diyesi geliyor.




6-) Dünya Kupası 2022

Tüm esnafın beklediği şey 2022. Stadlar yapım aşamasında. Sağlam hazırlanıyorlar. En azından stadlardan önce yollarını toplu ulaşımını inşa ediyorlardı. Baharın gelişini bahçeden kıyasla. Bir grup da var ki, "Bize yedirmezler ya, bizden alırlar" düşüncesinde. Büyük Resim Görme Sertifika Programı'nda en sevdiğim ve 100 aldığım dersti bu. O kadar tanıdık ki bu his. Bu arada şehirde hocalık yapıp iz bırakamamış biri olarak Bülent Uygun...Kimse tanımadı, "şimdi ne yapar" diye sormadı. 




7-) Nemli Günah Geceleri 

Alkol olayı nasıl oluyor diyecek olursanız, içki almak için tekel/süpermarket/sahilde takılırız gibi olaylar yok. Ülkede sadece bir yerde toptan/perakende içki satışı var. QDC diye bir yer. Bizim Metro market gibi düşün. Kart çıkartıyorsun baya bir bürokratik süreçten sonra, anca öyle.

Turistler, ecnebi çalışanlar ne yapıyor peki? 5 yıldızlı otellerin barları ne güne duruyor.

Pasaportunuzu ibraz edip, orada şipşak bir web-camerasından resim çektirip (kütüphane kartı alır gibi), girişte sizin pasaporta yapıştırılan eşşek kadar barkotta okutularak bir kart çıkıyor. O kulübe üye oluyorsunuz ve imkanlarından faydalanabiliyorsunuz. Genelde 01:45 gibi kapanıyor mekanlar. Hatta kovar gibi gönderiyorlar. Tüm ışıklar açılıyor ve aynı ses "yallah Arabistan'a" der gibi "yallah otelinize"...



Kış aylarında daha hareketli olduğunu söylediler. Müdavimler genelde uçuş ekipleri, çalışan yabancılar, oranın Ağaoğlu'sunun oğulları falan. Geri kalanlar ise paralı kontrgerillalar.

Gösterilen sevgiye ve ilgiye bir yanım "çok iyi ya" dese de, bir yanım da "Suriye ile de böyleydik zamanında" diyerek sertifikayı hak ettiğimi onaylıyor. Suriye demişken sokaklarda-parklarda hiç Suriyeli yok. Tinerci, gaspçı, "1 liran var mı bilader"ci sinyalci tayfa da yok. Medine Dilencisi v.s

8-) Çöl

Turu aldığım yere "Çöl için ne gerekli, yanımızda getirelim" derken, direk şu sahnede rol alıyordum : 

Çöl hakikaten bambaşka bir alem. Herşeyi sıfırlıyor. Sadece sarı ve mavi. "Asıl sen burayı ekim-kasım gibi göreceksin iğne atsan yere düşmez" diyor tur rehberi. Onların "Bodrum'un en güzel mevsimi eylül"ü gibi bir şey herhalde. "Şu karşı kıyılar Suudi Arabistan" diyor. Sonuç yine "fuck politics" e bağlanıyor. Galiba dünyanın her yerinde bu muhabbetler buna bağlanacak. Ayrıca kafamda sürekli şu şarkı çaldı, istemsiz...




O zaman yine bir 'olmamışlık' ile bitirelim..Aynı tarihlerde Türk delegasyonu'da Doha'da idi. (Tam monşer ağızı oldu bu). Aynı tarihlerde Cumhurbaşkanı ve bakanlar da Doha'da; Emir'le görüşmede idi. Barın kapanmasına yakın, kestane rengi şarabının son yudumunu kapanışa göre ayarlamış esmer bir sayısalcı manita barı terketmeye hazırlanıyordu.. "Maksat bloga yazı konusu çıksın" mottolu turizm ateşeliğimi gösterip kitaba ortasından başladım

- İyi geceler, Doha'da hep böyle erken mi biter geceler. Şimdi herkes evine mi?"(Gülüşmeler) 

+ Yooo kim demiş? Gece devam ediyor. Burada mı yaşıyorsunuz?

- Yok turistim, İstanbul'dan geliyorum. Siz?

+ Ben de öğrenciyim burada... Aaa İstanbul? Bugün başkanınız buradaydı, bayraklarınızı gördüm 

(İç ses: Ajan bu karı, kardeşi kardeşe kırdıracaklar)

-Yaa evet, ne güzel ...Ne güzel...Bu ne kadar güzel bir bir..."

İşte o ana kadar bülbül gibi şakıyan ben "tesadüf" kelimesinin İngilizcesini hatırlayamadım. Hafif peltekleştim, "Ne şans " diyeceğim kendime yediremedim. Çünkü aynı gün X geleceği için trafiği kesmişler ve İstanbul'da her gün yaşadığım sıkıntı nedeniyle yine trafikte beklemiştim ve şansıma ağza alınmayacak küfürler etmiştim. 

"Ah ne güzel sürpriz" diyeceğim, kendime yediremedim. Tam bir Kenan Birkan sahteliği gibi olacaktı "Eyşan, bu ne güzel sürpriz" der gibi..

Ben kelimeyi düşünene kadar, güvercin "Neyse ben gideyim, size iyi tatiller, hayırlı akşamlar"  deyip kanadın' açıvermişti bile...

C O I N C I D E N C E

Ömrüm boyunca unutmayacağım bile kelime olarak her türlü hafıza/sağ-sol loba kazınmış durumda. Tam bir mega hafıza tekniği. 

Tesadüfe söverken, dönüş günü bir son dakika düşüyordu; İstanbul doluya teslim!

Geçen seneki tatilimde darbe olmuş, sene-i devriyesinde Temmuz'da İstanbul'a dolu yağıyordu ve sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri.

Doha ile aramızda saat farkı yoktu ve Sabiha Gökçen'e doğru alçalırken kulakta, belki ilerleyen günlerde bloga konuk olacak "Durmuş Saat Yazı Dizisi'nin sanatçılarından birinin sesi vardı: Uğraş biter, gün savuşur...


Yazar: Refet

Hiç yorum yok: