Perşembe, Haziran 30

Mutfakta Biri Var


Federasyon seçimleri, başkanlık seçimleri, delegeler, üyeler çok da önemli değil. Kimin başkan olduğu veya olmadığı, kimin ne karar aldığı, ne vaatler verdiği benim meselem olmadı hiçbir zaman. Takım elbiseli kalantor adamların, dün olduğu gibi mutfak köşelerinde konuşup, delegelere, kalantorluk seviyesi bir derece aşağıda olan adamlara parmak kaldırması çok da umrumda değil.

Oyunun işleyişini kirlettikleri müddetçe kazançları azalacaktır ve sadece günü kurtaracaklardır. Bunu biliyorlardır muhakkak. Sadece günü yaşamak istiyorlarsa onları da suçlayamayız, anı yaşamak güzel bir akımdır. Ama kirlenen sadece oyunun işleyişi olur, oyunun temiz kaldığına hala inanıyorum.

Bank Asya 1.Lig bu sene 19 takım ile oynanacak. Geçen sene 17 takımla oynandı. Kararlar, kalantor adamların ilişkileri için alınıyor. Herkesin sandığı gibi; sorumlu oldukları kulüplere kıyak çekmek değil amaçları. Mutfakta ne konuşursan konuş, ne karar alırsan al, delegeleri istediğin gibi yönlendir, istersen bir sezon 33 takımla ertesi sezon 11 takımla oynat, yine de sahadaki futbolcu ne isterse o olacaktır.

Bu oyun sadece sahada kirlenir. Mutfakta ne derse de, her şey sahada belli olur. Bu oyunun değerini, güzelliğini futbolcular sağlar. Şike yapmayan, formasını satmayan her futbolcunun çabası, mutfakta alınan her karardan, kravatlı abilerin kaldırdığı ellerden daha önemlidir.

İlla bir yerde hareket eden bir top ve çevresinde koşanlar olacaktır. Futbol sadece mutfakta alınan kararlar değildir. O yüzden zerre kadar önemli olmayan bir haberdir bu benim için. Federasyon başkanı veya Ankaraspor. Yine de 3-5 paragraf ayırdık, 10 dakika zaman harcadık. Olsun.

Haziran 2011


Son 3 yılda geçirdiğim, yaşadığım en güzel ay; haziran 2011, bugün sona eriyor. Günün, ayın, yılın bitişi kaçınılmaz. Zaman geçiyor, akıyor, gidiyor ama yaşananlar akılda kalacak. Özel ve güzel dönemler de akılda kalacak, kalmalı. Kötü günlerde, geriye dönüp bakarsın ve güç verir.

2008'in yaz aylarından sonra ilk defa ortalamanın üzerinde güzel bir ay geçirdim. İçinde benim için birçok güzellik barındırıyor. Somut olanları sıralasam, "vay amına koyım herifi mutlu eden şeylere bak adam Polyanna" dersiniz, o nedenle sıralamıyorum. Fakat bunların uzun süredir görmediğim, yaşamadığım şeyler olması beni şu an mutlu ve huzurlu kılıyor.

Bugünü, sona erecek olan haziran ayını güzel uğurlamak lazım. Bu akşam Haziran 2011'in hakkını vermek lazım. Bunu nasıl yapacağım tamamen bana kalmış, benim kafamda. Bu kutlama, 21.yüzyılın kutlamalarına benzemeyecek tabi ki. Daha mitolojik bir havası olmalı. Bu ayın, bereketine ve güzelliğine sunulan saygı, yaradana duyulan şükran. Bir ibadet gibi, bir ayin gibi. Sadece 5 dakika bile sürebilir. Huzur dolu ana ulaşabilmek yeterli.

Yılbaşı kutlamaları dediğimiz ritüel de aslında, yıl sonuna, geçen yıla duyulan bir saygı değil midir? Bence öyledir. Öyle olmalı. Geçen zamanı, güzel geçen güzel zamanı iyi anmak adına, onun kutlamasını yapmak. Samimi bir ritüel. Hem hayata, yaşama hem de inandıklarına saygını göstermelisin ki gelecek günlerden, aylardan, yıllardan aynısını bekleme hakkın olsun.

Eskiden haziran ayları benim için yılın en güzel aylarıydı. Sadece son 10 yıldaki 2001, 2002, 2004, 2005, 2007 bile tek başına çok güzeldi. Sonra hayat beklediğimiz ama istemediğimiz bir şekle büründü. Bundan sonrası kayıp. Şimdi tekrardan aynı hissiyatları beslemek çok güzel ve umut verici. İnşallah kısa bir yanılsamadan ibaret değildir ve devamı gelir. Yıllar sonra gelen şampiyonluk değil, üst üste kazanılan başarılar önemli olan. Sürdürülebilir mutluluğu hedefliyoruz.

Haziran 2011'e çok teşekür ediyorum. İyidi ama şöyle bir gerçek var; bir Haziran 2004 değildi. Haziran 2001 olması mümkün değildi. Ama yine de yüreğine sağlık. Temmuz, gel oğlum.

Çarşamba, Haziran 29

Süper Lig'e Çıkan İzmirli


Yaklaşık 1.5 sene önce Kartalspor, sezonun ikinci yarısının ilk maçını oynuyor. Bir çarşamba günü, soğuk bir havada rakip Altay. Kartalspor ligin ortasında, Altay ise ilk iki, o da olmazsa Play-Off hedefliyor. İddiası var yani. Maçı yerinde takip ediyorum. Bir Galatasaraylı olarak; adı çok anılan Musa Çağıran'ı canlı izlemek maçı izleme amaçlarımdan biri.

Fakat sahaya çıkan kadroda Musa yok. Yerine uzun boylu, çelimsiz ve tüysüz bir çocuk oynuyor. Ligi yakından takip etmeme rağmen suratından çocuğu tanıyamıyorum. Sonradan isminin Okay Yokuşlu olduğunu öğreniyorum. TFF'nin sitesinde altyapı maçlarından ve milli takım turnuvalarından bildiğimiz bir isim. İlk defa profesyonel kategoride resmi bir maça çıkıyor. O gün suratından ergenlik akan genç çocuk, aradan geçen 1.5 sene içinde Süper Lig oyuncusu oldu ve Kayserispor'a transfer oldu. Takımı Altay ise, Süper Lig'den bir adım daha uzaklaştı. O gün merakla beklediğimiz ve sakatlığı nedeniyle oynayamayan Musa Çağıran'ın ise yeni sezonda ne yapacağını henüz bilmiyorum.

Okay'a dönelim. "Kayserispor'da ve Süper Lig'de ne yapacak" sorusuna şimdiden cevap veremeyiz muhakkak. Altay'dan Kayserispor'a giden son orta saha, Merter'in şu anki durumu Okay için kötü örnek. Buna Musa'yı da ekleyebiliriz. Benim düşüncem, kulübüyle sadece 35 resmi maça çıkmış bir futbolcu için ödenen paranın, daha doğrusu girilen riskin çok fazla olduğu yönünde. Buna karşın yaşının (eğer küçültme değilse, ki mart ayı doğumlu gözüküyor o zaman küçültme olmayabilir) henüz 17 olması bu riske girilmesi gerektiğini de gösteriyor.

Okay çok genç. Bu da onun daha gelişecek olduğunun kanıtı. En başta fiziği gelişecek. Gelişmek zorunda. Uzun boyunun yanına güçlü bir yapı eklemesi şart, özellikle de orta sahada oynayacaksa. Altay'da hemen hemen her bölgede oynamışlığı var. Orta sahanın ortası, gerisi, önü, kenarları, hatta forvet.

Yazının başında bahsettiğim Kartalspor maçından sadece 3 gün sonra, Alsancak Stadı'nda ilk maçına çıktı. Taraftarı önünde Orduspor'a son dakikada gol atarak takımına 1 puan kazandırmıştı. Gole yatkın olduğunu İzmir'deki ilk maçında göstermişti.

Ayağı düzgün, oyun aklı yüksek. Ama yavaş. Düşünürken de hareket ederken de. Bunların hepsini gelişir. Umut ediyoruz. Büyük takım topçusu olabilir mi göreceğiz. Ama keşke Bank Asya 1.Lig'de biraz daha kalabilseydi. Küme düşen bir takımdan Süper Lig'e, sadece 17 yaşında olduğu için transfer olmsaydı. Kendini iyice kanıtlasaydı, birşeyler başarsaydı. Üstelik uğruna harcanan para, beklentileri de yüksek kılacaktır. Neyse ki, Okay'ın en güvendiğimiz özelliği düzgün karakteri. Röportajlarından, maç sonu demeçlerinden bunu anlamıştık. Okay'ın bu açıdan Necip'e çok benzediğini düşünüyorum.

Okay'ın İzmir'de oynadığı son maça dönelim. Rakip yine Kartalspor. Maç Alsancak'ta. Altay'ın kazanması gerek. Skor 0-0. Son dakikada Altay atağında kaleci Kaya çeliyor topu. Kendisi yerde kalıyor. Kale boş. Altaylı herhangi bir futbolcunun topa dokunuşu Altay'ı Bank Asya 1.Lig'de bırakacak. Top Okay'a doğru geliyor. Okay, voleye yatıyor ve topa çok kötü vuruyor. Alsancak Stadı'ndaki Altay taraftarının son "ah-vah" hatta "hassiktir" çığlığı bu anda oluyor. Ondan sonrası TFF 2.Lig. Okay ise bu senenin Süper Lig'e yükselen tek İzmirlisi oluyor. İdolü Metin Oktay olan bir genç için İzmir'i temsil etmek adına büyük bir fırsat.

The Crush


Hiçbir özelliği olmayan bir film. Pardon, bir özelliği var. Alicia Silverstone'un ergen zihinlerde yer etmesini sağlayan film. Meşhur klip kadar önemlidir. Gerçi Silverstone'nun büyümüş hallerini görünce iyi mi oldu kötü mü oldu bilemiyoruz. Liv Tyler Raul ise Silverstone en fazla Moriantes'tir.

Bloga yazı girmiyoruz uzun zamandır, bu günü de böyle kurtaralım. Film 93 yapımı. Okan Derici'nin doğum yılı. Gündeme bağlamayı da sağladık, yeterli.

Salı, Haziran 28

İsyan Sonrası Sokaklar


River Plate taraftarları, Belgrano'yu düşman bellemeye başlamışlar. Güney Amerika'dan yeni bir Beşiktaş - Bursaspor doğuyor gibi.

Alex Farkı


"Bir futbolcu penaltı kullanırken önce kaleciye bakar, sonra topa. Alex ise her zaman bunun tam tersini yapar. Önce kafasını hiç kaldırmadan topa bakar ve kaleciyle asla göz göze gelmez. Topa tam hamle yapacakken kafasını kaldırır ve topa yüklenir. Saliselerle mücadele edersiniz ve sonuç hep hüsrandır."

Ömer Çatkıç (4-4-2 Haziran 2011 Sayısı)

Pazartesi, Haziran 27

Gio Dos Santos


Dün en çok konuşulan konuydu, Gio'nun ABD'ye attığı muhteşem gol. Gol güzel olunca Gio Dos Santos ve GS birlikteliği yine konuşulmaya başlandı. Niye gönderildi , kalmalı mıydı vs.. Olan olmuş, artık irdelemek yersiz olur. Fakat şu bir gerçek ki; konu ne zaman Gio olursa, o zaman aklımıza Şubat 2010 gelecektir.

Yaşadıklarımız, izlediklerimizden daha önemli, daha ciddi, daha unutulmaz. O gün stadyumda Galatasaray formasıyla izlediğimiz Giovanni Dos Santos'un her hareketi, ABD'ye veya başka takımlara, başka formalarla atacağı her golden daha eşsizdi.

Şubat 2010 aslında önemli bir tarih, o maç da önemli bir maç. Sanırım son kez o maçta şampiyonluk hissiyatı içimizdeydi, şampiyonluk düşüncesi zihnimizdeydi. O günden sonra bir daha stadı lider takım taraftarı olarak terk etmedik.

O maça kadar Dos Santos bekleneni tam olarak verememişti. Maçın başında da bir stadyum geleneği olarak tribünlerden homurdanmalar geliyordu. Fakat takım öyle bir iştahla başladı ki, insanların aşka gelmemesi mümkün değildi. Yoğun bir pres vardı takımda. Kalli dönemini hatırlatan bir iştah. İlk 20 dakikada farklı bir Gio izlemiştik, artık homurdanmalar alkışa bırakmıştı yerini. Yukarıdaki videoda gördüğümüz gibi; 27.dakikada Gio'nun yaptığı pres belki de onun Galatasaraylılar için kırılma dakikası olmuştu.

Uzaktan çektiği şutun gol olmamasına herkes üzülmüştü, herkes Gio'nun gol atmasını istiyordu. Zaten bu GS-GioSantos birlikteliğinin kısa sürmesinin nedenlerinden biri de sezon sonuna kadar gelmeyen o goldü.

İlk yarının sonlarında Gio bir iki kez daha esmişti, bu da devre arasında Kapalı koridorlarında "ulan çocuk kendini buldu" denilmesine neden olmuştu.

İkinci yarı olay çığrından çıktı. Santos müthişti. Maç 1-1 olunca tüm işleri o yapıyordu. Kaçırdığı her gole 2 kere üzülüyorduk. Onun bir gol atması, herşeyi değiştirirdi. Keita'nın muhteşem golünden önce kaçırdığı golü, Keita'nın golüne tercih edecek çok kişi vardır.

Fazla anlatmaya gerek yok o günü. Bazı futbolcularla (aslında çoğuyla), stadyumda ilişki kurarsınız. Tribün tepkisi, oyuncu reaksiyonu... Rıdvan Dilmen NTV Spor stüdyosunda anlayamaz bunu.
1.5 sene önce o akşam Ali Sami Yen Stadı'nda olup da Dos Santos'u sevmeyen, beğenmeyen yoktur. Galatasaray futbol takımının belki de son heyecanlı, güzel günüydü o gün. Başrolde de Gio Santos vardı.

Pazar, Haziran 26

Otomatik Portakal


Sorun bende galiba. Adı asırları aşmış insanlara bok etmek benim amacım değil. Ama bence Kubrick yapamamış. Belki de kimse yapamazdı zaten, olabilecek en iyi şey buydu ve bu oldu. Emeğine sağlık.

Filmi seneler önce izlemiştim. İyi bir film var ortada. Eğer yazılmış bir şaheser olmasaydı bu filmi kendi top 250 listemde yukarılara koyardım. Öyleydi de zaten.

Ama ne zaman kitabı okudum, filme dair düşüncelerim değişti. Bir şaheser, bu kadar mı sönük aktarılır sinemaya. Belki de yapım yılı falan filan. Belki de benim filmi bir daha izlemem lazım.

Ne yazık ki Burgess müthiş bir şey yazmış. Böyle olunca, zaten az olan Kubrick sevgim iyice azaldı. Neye, geçelim. Yazanın eline sağlık. Aslında Burgess bu kitabı yazmadan önce ona "çok az ömrün" kaldı diyen doktora teşekkür etmek lazım. Dünyaca ünlü yazara Mülayim Sert etkisi yaratmış ama iyi de olmuş.

Aziz Üstel'in çevirisi de çok şahane. Keşke filmden önce kitabı okusaydım ve belki de filme hiç bulaşmasaydım.

Cuma, Haziran 24

Gençler Top Oynuyor


Danimarka'daki U-21 turnuvası sona ermek üzere. Yarı finaller oynandı, finale kalanlar son yılların en başarılı alt yaş kategori ülkeleri; İspanya ve İsviçre.

Turnuvanın hiç bir maçını izlemedim. Veren kanal var mı onu da bilmiyorum. Eylül'den beri İstanbul'da gitmediğim salon ve stad kalmadı. Televizyondan da hatırı sayılı şekilde maç izledim. Artık dinlenmek lazım. Çocuklar oynasın, biz haberlerini alırız. Taraftar tatilde..

Çocuklar dedik gerçi ama bugün turnuvaya şöyle bir göz gezdirdim neler olmuş diye; baya tanıdık isimler var. Mesela İspanya'da Mata, Capel gibi 21 yaş üzeri isimler oynuyor.

Belarus ile oynanan yarı final karşılaşmasında, 89.dakikaya 1-0 mağlup giriyor İspanya. Önce maçı uzatmaya götürüyorlar. Ardından uzatmada 2 gol daha atıp 3-1 kazanıyorlar. Yenik durumda oyuna soktukları futbolcular; Jeffren, Capel ve Krkiç. Böyle bir kadro. Belarus'un yarı final oynaması ve son dakika golüyle finali kaçırması ilginç bir hikaye.

Deportivo'nun yıldızı Adrian Lopez 5 golle turnuvanın şu anda en golcü ismi. 3 gollü Mehmedi ise İsviçre'yi taşıyor. İsmi de güzel, bizden gibi. Arnavutluk dolaylarındanmış. Yarı finalde uzatma dakiakalrında Çek kalesine golü atmış, takımını finale çıkarmış.

İspanya - İsviçre maçı yarın oynanacak. Bir yerlerde yakalarsam izlerim. Sadece finale gelen taraftar kaprisini de bu sefer biz yapalım, sadece final maçını izleyelim.

Perşembe, Haziran 23

Santos Şampiyon

Beklenen oldu. Deplasmandan golsüz beraberlikle dönen Santos, evinde Penarol'u mağlup etti ve kupayı kazandı. 2-1 biten maçın ilk golünü fotoğraftaki Neymar attı. Belli olmaz, belki de Santos formasıyla son golü olmuştur.


Kupayı kaldıran isim ise çok tanıdık. Kaptan Edu. Eski Fenerbahçeli ilk maçta forma giyememişti, bu maçta 90 dakika sahada kaldı.

Maç sonundaki en önemli olay ise iki takım oyuncuları arasında çıkan kavga oldu. Bu fotoğraftan çok birşey anlaşılmıyor. Oyuncular arasında itişme gibi gözüküyor. Her gergin maç sonunda olan ufak hadiseler. Fakat öyle değil, baya bildiğimiz çete kavgası yaşanmış. İzlemek için buraya.

Her Brezilya başarısından sonra ortaya çıkan isim yine sahnede. Brezilya'nın ve Santos'un en büyük efsanesi Pele de bu maçta stadyumda. Kaçırması mümkün değildi zaten.

Bu arkadaş da bizim dostumuz. Elano. Formasını seyircilere veriyor. Çok istedi mutlu olmayı, hak ediyor da. Yolu açık olsun. Açık oluyor zaten.

Herkes Gider Karşıyaka Kalır


Bu sene 4 İzmir takımından 3 tanesi lig değiştirdi. Göztepe çıktı, Bucaspor ve Altay bir alt liglere düştü. İzmir futbolunun son yıllardaki görüntüsü bu zaten. Sürekli bir hareket, istikrarsızlık. Bazen aşağı taraflar, çok nadir de olsa yukarılar. Değişmeyen tek şey ise Karşıyaka.

Karşıyaka, bir zamanların, bizim çocukluk dönemimizin, asansör takımıydı. Şimdi ise sabit bir halde, yerini değiştirmiyor. Ne uzuyor, ne kısalıyor.

Bank Asya 1.Lig'e 2003-2004 sezonunda merhaba dediler. O sene son yılların en sükseli başarısına imza attılar ve Göztepe'yi derbi maçında 5-2 yendiler. Hala konuşulan bir maç. Göztepe ise o sezon sonunda paraşütsüz düşüşe geçti ama bu sene sonunda tekrar 1.Lig'e geldi. Karşıyaka ise Göztepe'nin bıraktığı yerde.

O sene 18 takım vardı ligde. Karşıyaka dışında 17 takım. Bu 17 takımdan 10 tanesi zaman içinde Süper Lig'e çıktı. Aralarında İstanbul BB, Ankaraspor, Erciyesspor gibi, Karşıyaka'nın camia gücüyle baş edemeyecek takımlar var. 10 takım ise zaman içinde Bank Asya'nın altında mücadele ettiler, ediyorlar, bazıları geri bile döndü.

2004-2005 biraz daha ilginç. Karşıyaka yine ligde. O sene rakip olduğu takımlardan, Sivasspor ve Erciyesspor zaman içinde Avrupa Kupası oynadı, İstanbul BB bu sene kupa finali oynadı, Bursaspor geçen yaz Süper Lig şampiyonu oldu.

Bu sene Süper Lig'e çıkan Orduspor ilk defa 2005-2006'da Karşıyaka ile aynı ligde yer aldı. O sezon sonunda küme düşen Mersin İdman Yurdu, geri geldi, bu sene Süper Lig'e çıktı. Samsunspor ise o sezon Süper Lig'den düşüp Bank Asya 1.Lig'e gelmişti.

Daha yakın sezonlara bakmaya gerek yok. Karşıyaka buraya alıştı, artık buranın takımı gibi. Ülkenin ücra köşelerindeki köylerde yaşayıp, o köyden hayatı boyunca dışarı çıkmayan ve tek eğlencesi yoldan geçen otobüslere el sallamak olan, yaklaşık 50 yaş üzerinde olan insanlar gibi. Herkes gidiyor, Karşıyaka kalıyor.

Salı, Haziran 21

Akmar Çocuğu Ujfalusi

Ujfalusi'yi yıllardır biliriz. Takip ederiz iyi kötü. Seveni beğeneni vardır, beğenmeyeni de. İyidir, fena değildir. Bunların hepsini geçelim. Çünkü yukarıdaki fotoğrafla beraber başlayan algı değişikliği, günlerdir devam ediyor. Bir futbolcu, bir stoper değil çok farklı bir karakter, değişik bir kafa geldi sanki. Ortalamadan farklı ama içimizden biri. Sokakta her zaman gördüğün ama aslında az görünen.

Resmi siteyi açınca bu kare çıkıyordu 2 gün önce. Yorumlar aldı başını gitti. Hz.İsa'ya, Smackdown güreşçilerine, Robinson Cruose'a benzetenler oldu. Iron Maiden konseri için İstanbul'a gelmişken Galatasaray'a imzaladığını söyleyenler oldu. Tamam Avrupalı topçular, Avrupalı bizden farklı, ama Ujfalusi alıştığımız topçu tipinden daha da farklı.

Kafası kırık adamlar iyidir. Bu adamın kafası kırık, belli. O zaman iyidir. Gerçi Cana için de bu cümleleri söyluyorduk, sonu iyi olmadı. Zaten artık gelen futbolcunun takımdaki durumu veya formu, performansı önemli değil. Tahminen 2 sene içinde gidecek bu adam, kupa kazandırmasa da olur, ama 5-10 sene sonra bile çocuğumuza, eşimize dostumuza anlatacak ve güldürecek hikayeler yaratırsa, yeterli olur. Artar bile.

Biz alışık değiliz böyle stoperlere. Rock yıldızına, roman kahramanına hatta peygambere benzetilen stoper buralarda pek olmaz. Genelde odunlara veya kasaplara benzetilir.

Bir de bu fotoğrafı var. Motora atlayıp deplasmana gidecek gibi. Yol adamı, belli. İstanbul'a dönüşte de Kadıköy'de veya Beyoğlu'da takılıp birşeyler içer, eve öyle gide. Ama mesela Nişantaşı'na sık uğramaz, İstinye Park hiç olmaz. Gibi.

Bu arada Kadıköy'de bir gece kavga çıkarsa güzel olur. Ne zaman gelecek o büyük gece.?

Pazartesi, Haziran 20

Galatasaray 88-91 Fenerbahçe


Hiç beklemiyorduk. Cuma akşamı kendimizi Abdi İpekçi’de bulacağımızı tahmin etmiyorduk. Bir önceki cumartesi günü o salondan üzgün ama gururlu şekilde çıkarken, takımı alkışlarken, sezonun son iç saha maçını oynadığımızı düşünüyorduk. Ama salı günü Shipp’in basketiyle değişti her şey.

3-2 olan seride şansımızın hala rakibimize göre az olduğunu biliyorduk. Zaten şampiyonluk çok da önemli değildi. Olsa güzel olurdu ama bu sene final bile beklenti değilken, buralara kadar gelmek yeterliydi, mutluluk vericiydi. Ve aslında, 6.maça kalmasının en güzel yanı, bu takımla bu taraftarın tekrar bir maç daha beraber olma fırsatını yakalamasıydı.

Çarşamba günü, bir haziran gününde Biletix önünde ve internet başında bilet bekleyen binlerce kişi. 1 saat içinde tükenen basketbol biletleri. Saat 10.00’da bomboş bir AVM içinde koşturan onlarca kişi.

Aylar önce, bu sıcak hazıran ayının tam zıttında, bir soğuk şubat gününde; bu sefer Ayhan Şahenk'e gitmiştim. Trabzonspor maçı vardı. 3 gün önce Avrupa’ya veda etmiş takım, soğuk hava, aranan herkesten gelen “bugün Cuma yapacak daha iyi işlerim var” cevabı… Önemli bir gündü o gün benim için; sadece takımın lig yolunda bir virajı değildi, benim hayatımda da değişik bir akşamdı. O günün sonu Trabzonspor galibiyetiyle bitmişti. O takım 4 ay sonra yine bir Cuma günü sezonu noktaladı. 2005-2006 futbol takımının şampiyonluğundan sonra en çok içinde bulunduğum takım belki de bu takım. Bu takımkış aylarında 2000 kişiye oynarken, sezon sonunda 12.000 kişiye oynamaya başladı, karaborsa bilet sattırdı, saat 10.00'da insanları kuyruğa soktu. Bu noktaya nasıl gelindiğinin nadir şahidi bizleriz.

Abdi İpekçi’den nefret ediyordum sezon başında. Şu an sadece benim için değil birçok Galatasaraylı için çok farklı anlamlar ifade ediyor. Özellikle son 1 ayda oynanan maçlarda yaşanan hava. Maç içinde olanlar önemli değil. Maç öncesinde gördüğümüz insanlar, eski dostlar, küskünler, kırgınlar, eskiler, ağabeyler. Abdi İpekçi, bunu sağlayacak en son yer gibi gözüküyordu oysa şimdi Galatasaray tribününü, Galatasaraylıyı yeniden bir araya getiren yer oldu. Bazıları erken çıksa da...

Hızlı hızlı içilen biralarla maça giriyoruz. Hızli bira bizi maçın içine ortak ediyor. Shumpert’ın attığı şutta, Ermal’ın yaptığı savunmada sahanın içindeyiz. Maça, ilk yarıya dair hatırlanan şeyler kısıtlı. Ömer Onan’ın her attığı giriyor, Ukiç dalıyor, May TBL' de ilk defa üçlük atıyor, Fener ne atsa giriyor. Bizimkiler de yine iyi mücadele ediyor. İlk yarı berabere. Bu serinin ilk yarısı berabere biten 3.maçı sanırım. Gerçi birinde sayı geri alınmıştı galiba.

İkinci yarı, üçüncü periyot. Korkutucu 10 dakika. Bu sefer çok iyi atlatıyoruz bu 10 dakikayı. En azından kendi standartımızın üzerindeyiz. Bir de Tomas o son saniyeyi atmasaydı. Son topa kadar devam edeceğiz. Ediyoruz. Ama yine acemilikler. Haluk Yıldırım topu oyuna sokamıyor. Ondan sonra 3 dakika sürsen bir 14 saniye. Fauller, atşlar. Ukiç 2’de sıfır atsa da ize yetmiyor.

Maç bitiyor. Pet şişeler atılıyor. İçeride Fenerbahçeli kalmıyor.. Oyuncularımıızla başbaşayız. Tarihi, gerçeği biz yazıyoruz sanki. Şampiyon biziz sanki. Salonda duygu patlaması. Bunun nedeni, ne final, ne başka bir şey. Yıllardır hissetmediğimiz duygular. Şampiyon sesleri. Oyuncular tribünde. Rancik belki de son kez 3lü çektiriyor. Bu sefer şampiyon için kurulan platforma çıkıyor. İşaret parmağı yine havada, döndürüyor.

Üçlünün ortasında içinde Fenerbahçe geçen cümleler. Ondan sonra iş Fenerbahçe’ye sarmaya dönüyor. Çıkmıyoruz, bekliyoruz. Ali Koç orada. Ünal Ayal başkanlığın ne olduğunu o akşam anlamıştır herhalde. Lisedeki en otoritesiz hocanın derse girmesi gibi. Kapalı saat kaç dese ne güzel olurdu oysa. Taraftar çıldırıdı Ali Koç’u istiyor. Şansımıza yine polis müdahelesi geliyor. Yaş 25 üzeri. Artık polisle uğraşılmaz. Spor Büro kameraları zaten üzerimizde. Çıkıyoruz salondan. Mutluyuz, gururluyuz. Kaybetmek çok da önemli değil. Bazıları anlamasa da, bu takım alkılanmayı hak etmişti. Mahmudi’nin dediği gibi üzülmek için bile hak etmek lazım. Her şeyi hak ettik bu sezon.

Saat 00.00 civarı boş salonda Fenerbahçe kupayı almış. Onlara da tebrikler.

Cuma, Haziran 17

Düğün Dernek


Buffon evlendi. Haber değeri pek yok ama işte öylesine.

Tüm arkadaşlarımız evleniyor, Buffon da evlenince arkadaş sandım bir an.

Perşembe, Haziran 16

Libertadores Finali

Dünün en önemli futbol olayı Libertadores Kupası finalinin ilk maçıydı. Uruguay ekibi Penarol, Brezilyalı Santos ile karşılaştı. Maç golsüz sona erdi, o yüzden ev sahibi ekibin tribünlerinden birkaç fotoğraf koymak yeterli olacak.

Penarol 1987 yılından beri bu kupada şampiyonluk yaşayamadı. Bu kadar yaklaştılar ama avantajı kullanamadılar. İkinci maç haftaya Brezilya'da oynanacak. Bu arada Santos hakkında bir iki cümle yazalım; Elano maça kaptan olarak çıktı. Yaklaşık 6-7 ay önce gönderdiğimiz adam, haftaya Güney Amerika'nın en büyük kupasını havaya kaldırabilir.

Sntos'un şampiyonluk hasreti Penarol'dan daha uzun. 1962'de ve 1963'te kazanılan iki Libertadores finalinden sonra uykuya daldılar. 48 senelik bekleyiş haftaya sona erebilir.

Çarşamba, Haziran 15

Benim Balonlarım Vardı








Biz Bitti Demeden Bitmez


- Bu çok farklı bir galibiyet, şu an anlatılması mümkün değil.

- Belki sadece prestij galibiyetidir. Çünkü ipler hala Fenerbahçe'nin elinde, hala şampiyonluğa en yakın olan onlar. Ama bu çok başka.

- Bu bir camianın son yıllarda yaşadığı en gurur dolu anlardan biri.

- Pes etmeyen, vazgeçmeyen, dayak yese de ayağa kalkan bir takımın varlığına inanıoruz.

- Son 10 yılda futbol ve basketbolda kaç deplasman galibiyetimiz vardı? Bir tek Esra'nın 20 sayı
attığı Caferağa maçını hatırlıyorum.

- Ara ara hücum ribandu almak bile fark ettirdi. Biz toplam 40 ribaund aldık, Fenerbahçe 33'te kaldı. Maçtan önce biri söylese inanmazdım.

- Fenerbahçe'nin anonsçusu, bir sus zaten ortalık karışık.

-Kamikaze Ukiç

- Ermal üçlük attı.

- Sol çapraza bakacaksın, eğer Emir ordaysa korkacaksın.

- Bu sene baskette tarih yazalım tezahüratı artık son bulmalı; tarih (şampiyon olmasak da) yazıldı.

- O tezahüratı ilk söylemeye başladığımız yıllarda takım play-out oynuyordu, şimdi play-off finali 6.maçını bekliyor.

- Müthiş bir pas Tutku'dan...

- Son 3 maçta ömürden toplam 1 sene gitmiştir. Kalp sağlam.

- 00.58 kala Emir'in girmeyen üçlüğü, seriyi değiştirebilir. (via Gürkan Menteş)

- Caner o teknik faulu yapmasa belki daha rahat yenecektik.

- Son topta Fenerbahçe'nin faul yapmama tercihi ilginçti. Tercihtir. Bu sefer tutmadı, ama teknik heyetin takım savunmasına güvendiğini gösterir.

- 14 Mayıs 2006'da "Denizli'den gol haberi var" diyen Gümüşbıçak bu sefer de "Josh Shipp dönüp atışı, giriyor, giriyor, giriyor. dedi.

Salı, Haziran 14

Bitirimler Sosyetede


Bazı güzel, komik Türk filmleri vardır, bunlar biraz kıyıda köşede kalmıştır. Bu film onlardan biridir. Kadir İnanır ve Kartal Tibet gibi iki ağır abinin güldürdüğü bir filmdir. İkisinin de oyunculuğu her daim müthiş olmuştur. Bu filmde de aynıdır.

Konuyu anlatmayalım ama şöyle diyelim; "orospu çocuğu canım evladım" tarzı filmlerdendir. Bu filmde de "Evladım gözlerinden öperim; babanız" vardır.

Kadın rolünde Gülşen Bubikoğlu var ama afişte de görüldüğü üzere o zamanlar Gülşen Gülşah yıllarıdır. Kendisi bu filmde henüz 19 yaşındadır ve baya da güzeldir.

Filmin bir sahnesinde garson rolünde Şener Şen'i de görürüz, sadece tek bir sahne. Ama güzel bir sahnedir o da.

Palermo'nun Vedası


Martin Palermo ile ilgili anımız çok. Çok ilginç bir karakterdi. Çok ilginç hikayeleri vardı. Hikayeli topçuları, hikayeli insanları severiz. Bundan sonra ne yapar ne eder bilmiyoruz. Noktayı dünyanın en güzel stadlarından birinde La Bombonera'da koydu. Veya virgülü. Ortadan kaybolacağını sanmıyorum, yeni hikayeleri gelecektir.

Böyle bir veda yaşayan futbolcu azdır; ama bir de kahramanlarının vedasına gelenler var. Bir kahramana sahip olmak da güzel bir şey. Onun özel bir gününde yanında olmak da unutulmaz.

Pazartesi, Haziran 13

Uzlaşmak İstemiyorum

Garip bir dönem yaşıyoruz sanırım. Veya hep öyleydi de şimdi yaş artınca biz de iyice içine girdik. Bu garipliğe, hayatımıza yeni yeni giren olgular da eklenince karışıklık zirve yapıyor.

Beşiktaşlı birkaç kişi Twitter'da TFF Başkanı Mahmut Özgener'e hakaret etmiş. Bilişim Suçları bu kişileri tespit etmiş ve ifadelerini almış. İfade yukarıda.

Kafamda çok soru var. Bedduaya (Allah Belanı Versin) yaptırım ne olabilir mesela? Ve bu bilişimde farklı, stadda farklı mıdır? Geçen sezon Beşiktaş'ın İnönü'de oynadığı Sivasspor maçında tribündeydim. O gün Mahmut Özgener'e tezahürat eşliğinde bela okumayan yoktu. O insanların bu insanlardan farkı neydi?

Yeni yasa bu konularda ne yapıyor, olayı nedir? 2 gün önce Abdiİpekçi önünde elimizden biraları alan Çevik Kuvvet amirleri gibi; bilişim suçları da istediği gibi evden alabilir mi?

Bunları cevaplamak zor. Belki şu an ben de bilişim suçu işliyorum, emin değilim. Ama bu olayda en dikkat çekici husus şurası; tweet'i atıp ifadesi alınanlar geri vites yapmamış. Evet biz yaptık, biz de tweet yazdık, hep bir ağızdan sana bağırdık der gibi ifade vermişler.

Galatasaray 74 - 85 Fenerbahçe


Aslında zirvede bırakmalıydık. Perşembe günkü muhteşem maç ve kazanılan galibiyet yeterdi. Doymadık. Evimizde oynayacağımız 2.maç için kastık. Bilet bulmak için abandık. Sonunda bulduk da. Son 5 senede tribünden izlediğim maçlarda toplam 5 Fenerbahçe galibiyeti görmemişken, 1 gün arayla 2 Fenerbahçe galibiyeti görmek; bünye kaldırmazdı, alışık değildi. Şımarıklık olurdu.

İtiraf etmek gerekir son 10 yılın en iyi basketbol kadrosuna sahip rakibimiz. Ukiç'i, Preldziç'i izlemek bir zevk. Bizim Caner'den beklediğimizi, Caner'in aldığı görevi orada Jasikevicius yapıyor. Öyle bir takımı bu sene 2 kez yenmek bile önemli. Geçen sene yaşananlardan sonra buraya yükselmek önemli. Bunlar hep pozitif şeyler. Zaten maça gitme isteğinin altında yatan da biraz buydu. Bu takımın sezonun son maçlarında kazansa da kaybetse de yanında olabilmek bir sosyal sorumluluktu.

Polis abilerimizin gereksiz uygulamalarıyla canımız sıkılarak maça girdik. En azından maça girdik, buna da şükür. Yine kalabalık. Gözler Shumpert'ta. Isınma esnasında bile sıkıntısı olduğu belli. Rancik yine sivil giyinmiş. Fenerbahçeli oyuncuları Erbil ısındırıyor. Çok daha fazla konsantreler. Soktukları her toptan sonra birbirlerine sarılıyorlar. Preldziç, kendisine tribünden taşanlara gülerek yanıt veriyor.

İlk periyot facia şeklinde geçti diyebiliriz. Ribaund almakta zorlandık diyemem, neredeyse hiç alamadık. Lavrinoviç gibi bir adam hızlı hücumdan sayı buldu. İlk maçta Ömer Onan skor yükünü çekiyordu, şimdi Lavrinoviç fırladı. Periyodu 6 sayı önde bitirdiler neyse ki; Shumpert iyi atıyordu.

İkinci periyot ne güzel başlamıştı. Andriç falan iyidi. Shumpert kenardaydı ama hiç aramıyorduk. Farkı baya açmıştık. Ama Bodiroga girdi oyuna, ağırlığını koydu. Emir sayesinde geri döndüler. Son topta bir de Lavrinoviç tipledi. Ermal orada topu alsa, dışarıya vurmasa... 12-4lük seriyle girdik soyunma odasına. Canımız sıkıldı.

3.periyot Galatasaray'ın bu senesinin özeti. Bir iflas anı. Neden böyle oluyor anlamak mümkün değil. "Alan savunmasına karşı skor üretememek" tek neden değil sanki. Hele o 48'de takıldığımız anlar. Neyse ki Fenerbahçe de periyodun son bölümünde skor üretmekte zorlandı. Fark 15 sayıydı ve işimiz çok zordu.

Daha önce kız maçında yaşanmıştı buna benzer birşey. O çok daha farklıydı. Daha acı oldu. Burada farkı 4 sayıya indirdik. Herşey çok güzel gidiyordu. Ama ortada kalan topun Fenerbahçe'de kalması ve Ömer Onan'ın üçlüğü. Bütün direnci kırdı. Ardından gidenler oldu. Salon boşalmaya başladı. Maç sona erdi. Seri 3-1 oldu.

12.000 kişinden 4000 civarı içeride kaldı. Çıkmadı. Takımın geri dönmesini bekledi. O 4.000 kişi bu sezon Olin maçında da, Beşiktaş play-off serisinde de, Ayhan Şahenk günlerinde de vardı. Maçın en güzel anlarıydı. Sanki kazanan bizdik. Zaten kazanan bizdik. Rancik yine 3'lüyü çektirdi. Bu sezona anlam katan güzel takım. Abdi İpekçi gibi bir yeri bile sevdiren takım. Sezon yeniden başlasa da; nefes almanın zorlaştığı salonda haykıralım sevdamızı daha fazla.

Top Zamanı

Sezon bitti, seçim bitti, artık top oynama vakti.. Oynayın çocuklar, çocuklar oynayın...

Cumartesi, Haziran 11

Baraj

Yarın oy vereceğim. Oyumu vereceğim parti bir mucize olmazsa barajı geçemeyecek. Egemenlik kayıtsız şartsız milletin ama bir kısmının. Benim 25 yıllık yaşantımda 2. genel seçimim ama yine meclise giremiyorum.

Oy vereceğim parti belki de ülkenin en sevilen partisi. Ben aman aman sevmiyorum. Hatta yetiştiğim siyasi üslubun çok tersinde yer alan bir parti. Fakat ortak kelimeler vaad ediyor. Eşitlik diyor, vijdan diyor. Mevcutlar içinde en samimi olanı gibi duruyor. Ve aslında herkes aynısını üşünüyor. Kimle konuşsam "ya evet onlar çok iyi, çok güzel" diye başlıyor, sonra ama kelimesiyle devam ediyorlar. "Ama onlara oy verirsem oyum boşa gider, hem onlar kazanamaz, bu seçim X partiye atayım bir sonrakinde (sanki gelecek aymış gibi) onlara atarım" diyenler..

Seçimler Eurovison mantığında yapılsaydı, yani misal herkes 3 partiye puan verseydi bizim parti kesin meclisteydi, belki de 1.partiydi. Herkes seviyor ama kimse oy vermiyor. Good evening Türkiye

Niye böyleyiz bilmiyorum. Belki de sorun ben de. Oy verdiğim parti bile seviliyor ama kazanamıyor. Herkes gücün ve güçlünün peşinde. Ya iktidarı seviyorsun, ya da iktidarı sevmiyorsun ve en güçlü muhalefet partisini seviyorsun. Ama böyle de muhaliflik olmuyor, çünkü yolun ve kelimlerin çok da farklı olmuyor.

Aslında seviniyorum. Bu düzende rol alanları ben getirmiyorum. Biz temsil edilemeyenleriz, biz azınlığız, biz kaybedeniz. Böyle de devam edecek, her dönemde her alanda. Ama şundan eminim ki vicdanı en rahat olan bizleriz. Bu vicdan bizi çoğu gece uyutmasa da en azından seçim gecesi huzurlu yapacak. 50li yaşlarındaki sosyal demokrat akrabalarıma ve 20li yaşlarında Facebbok'tan video paylaşarak siyassi düşünceye kavuşan arkadaşlarıma göre oyum boşa gidiyor. Fakat ben de zaman zaman iyi bir uykuyu hak ediyorum.

Barajın altında kalınca mutlu olan insanın gündeme dair yazısını okudunuz. Çok fazla önemsemeyin.

Galatasaray 97 - 93 Fenerbahçe


Haziran ayı. Üzerine formanı giyerek evden çıkıyorsun. Spor kulübü olmak böyle birşey işte; tekrar hatırlıyoruz bunu. Çoğunluk gibi; TFF'nin açıkladığı fikstüre göre 34.haftada sezonu bitirip tatile çıkmıyorsun. Gerçi sokakta formayı görenler "maç mı var abi" yerine "transfer mi var, oyuncu karşılamaya mı gidiyorsun" diye soruyor. Haziran ayının algısı yine aynı.

Akşam 6 oluyor. Artık salon yolları. Bu yollar bu sene çok üzmedi. Eskiden hiç sevmezdim. Abdi İpekçi ve onun soğuk mahalleleri, ıssız sokakları. Artık öyle değil. Ali Sami Yen gidince boşluğa düşen binler artık orada.Birasını alan, köftesini yiyen orada. Tanıdık yüzler çok fazla. Zaten basketbol maçına gelen insanlar hep tanıdık yüzlerdi. Ama bu sefer eskiler, kırgınlar, küskünler de geliyor. Herkesin tanıdığı abilerden biri yakaladığı her gence anlatıyor; "25 sene önce Spor Sergi'de......"

İçeri girmeden önce cumartesine bilet arıyoruz. Karaborsa bile ASY ekolünden. Eskiden Abdi İpekçi'nin önünden geçen adama "abi maç var gel sen de, adam olsun" denilen günlerden her adım başı rastlanan karaborsacıya.

İçeri erken giriyorum. Salon boş gözüküyor. Herkes avluda takılıyor. Abdi İpekçi'ye gelip önünde takılmak. Çok garip. İçeride eş dost. Sonra büyükler. Haldun Üstünel'den Faruk Süren'e kadar tüm camia orada. Alba Torrens ile ilk selamlaşma. Drogba istekleri hiç olmasa keşke.

İlk basket onlardan. Sonra Johnson ve Shipp. Farkı açıyoruz ama Ömer Onan giriyor devreye. Sinir bozucu şekilde her yerden sallıyor. Bu arada salon dolmaya başlıyor iyice. O kadar kalabalık ki, ne kadar kalabalık olduğunu göremiyor. Çocukluk günleri gibi; kafaların arasından sahayı görmek yetiyor.

Peiyot, herşeyi "zaten biliyor" Kaya'nın hücum süresinin 24 saniye olmadığını bilmemesiyle ve Shipp'in 2 Fenerli'yi devirip sayıyı bulmasıyla bitecekti. Eğer Tomas o son atışı yapmasaydı.

İkinci periyot farkı açmıştık ne güzel. Ama işte rakip Fenerbahçe. Ukiç, yoksa, Preldziç, illa biri çıkıyor. Yine de iyiyiz, güzeliz.

Devre arasında koridorda sıkıntı büyük, oksijen yok. Salonda oksijen olduğunu kimse bana inandıramaz. 3.periyot nefes tutulması başlıyor.

Bundan sonra izlediğimiz maç, daha önceki çoğu maça benzemiyor. Duygusal bir yaklaşım değil; gerçekten çok güzel bir maç olmaya başladı. Uzun süredir salonda böyle bir maç izlememiştim. Shumpert sakatlanıyor, Rancik zaten yok. İşler kötü gidiyor. Preldziç de oyuna ağırlığına damga koyuyor. Biz ise maça Haluk Yıldırım, Caner, Johnson ile tutunuyoruz. Hiç bir zaman takımın en önemli ismi olmayan adamlarla.

Periyot biterken Tutku. Rahat bir periyot arası yaşıyoruz sayesinde. Dönüşte bir tutulma yaşanıyor. Yalçın Dümer'in sadece "Lavrinoviç" diyebildiği dakikalar. Asıl tutulma son dönemde yaşandı. Sayı bulamadık. Fenerbahçe sadece 4 sayı atarak maçı uzatmaya götürdü.Jasi'ye yapılan her faul banko 2 sayı olarak geri döner dakikaları. Litvanyalı adama faul yapmayacaksın aga. Ukiç'in kamikaze gibi dalışlarından biri daha; maç 84-84

Son top bizde, ama Işıl Alben'in son topta hatalı yürüdüğü yerde bu sefer Ermal tıkanıyor. Üstelik aynı yerde 1.5 dakika önce de başarısız olmuştu. Maç uzatmaya gidiyor.

Uzatma da artık anlatılmasın, yazılmasın. Shipp'in kaçan serbest atışlarına sağlık olsun. Maçın en iyisiydi. Johnson en beklenmedik anda sezona damgasını vurdu, sene sonunda gitse de artık unutulmayacak. Ermal ve Haluk büyük karakterler. Tutku, takımı baltaladı ama ligdeki maçta ne yaptığı hala akıllarda. Caner'in yaptığı ekstra işler artık bizim için ekstra değil. Evren'in savunması.

Kazandık, 2-1 oldu. 20 küsür sene sonra kazanılan final maçı. Bunu izledik, 2 gün sonra tekrar Fenerbahçe'yi yenmek. Uzun süredir 1 gün arayla Fenerbahçe galibiyeti görmemiştim. Ama yine de, herşey bir yana; şampiyonluk, final serisi, derbi galibiyeti vs.. Hepsi tamam da; uzun zamandır böyle bir atmosfer yaşanmadı. Önce Banvit, sonra FB maçları; bu maçlarda çok başka havalar var. Spor kulübü olmak böyle işte; bir branş herşeyi unutturuyor.

Perşembe, Haziran 9

Biz Böyle Biliriz


Signori'nin adı şike soruşturmalarında geçiyor. Şike yaptığı iddia ediliyor. Umarım yapmamıştır. Onun için değil, benim çocukluk günlerim için istiyorum bunu.

İtalya Ligi eskiden de ( ayrı yazılan de'ye dikkat) güzeldi. Eskiden daha güzeldi hatta. O güzel zamanların, güzel futbolcusuydu.

Suıçlu veya şucsuz. Karar nasıl çıkarsa çıksın, (belki de çıktı ben bilmiyorum) Signori her zaman, Bologna'nın 10 numaralı formasının arkasında yazan ismiyle hatırlanacak. O formayla bize de gol atmıştı.

Salı, Haziran 7

7 Haziran 1987

6 Haziran 1987'de yapılan son idman ve sonrası. Eskiden idmanlara gidilirdi, bazen desteğe bazen basmaya. Son idman nasıldı acaba?


7 Haziran 1987 günü gazeteler 14 senelik aradan "Galatasaray Şampiyon" manşetiyle çıktı.

Cast-i Olan Var Mı?


Başak Daşman yönetmiş. Aslında güzel düşünmüş ama oyuncumuz Gözde Seda Altuner çok itici geldi. Kadınlara ve oyunculara karşı ufak bir soğuma yaşadım, filmin sonuna doğru geçti. Son anlar eğlendiriyor. Gözde Kansu'yu görmek mutluluk verici. Çerezlik bir kısa film.

5 Senelik Fark


- 2006'da Ülker ile şampiyonluk yaşayan 3 kişi üzerinden 5 sene geçmesine rağmen hala daha Fenerbahçe forması giyiyor. Oturmuş sistem için güzel örnek.

- Geçen sene Galatasaray kadrosunda yer alan isimlerden sadece 2 tanesi bu sene final maçı oynuyor.

- Yabancı farkı ise Ülker - Fenerbahçe birleşiminden daha farklı bir yerde. Tomas, Ukiç, Emir, Lavrinoviç dörtlüsü mahalle maçında aynı takımda oynamaz, karma maç olur iki takıma dağıtılırlar.

- Avrupa basketbolunun en önemli isimlerinden biri Fenerbahçe'de yedek.

- Bu maçı uzun süre başa baş götürdük, hatta öne geçtik. Ama ilk periyotta ezildiğimiz kadar, son senelerde lig maçlarında hiç ezilmedik.

- Maç boyunca çok telaşlıydık. Telaş kötü şey.

- Kaya Peker ve Ömer Onan'a rağmen son yılların saha içindeki en ılımlı Fenerbahçe takımının bu takım olduğunu söylemek lazım. Erdal Bibo'nun, Rasim Başak'ın, Barış Güney'in, Zaza Enden'in, Mirsad Türkcan'ın oynadığı maçlardan sonra, bu maçlarda bu takıma yenilmek çok koymuyor.

- Ukiç, Tomas ve Emir idman yapsa izlemek lazım.

- Maçın kırılma anları Ukiç ve Tomas'ın arka arkaya attığı üçlüklerdi. Kupa yarı finalinde de böyle yüksek yüzdeli oynamışlardı.

- Karşı koyamayacağımız bir hücum yaptılar.

- Galatasaray'ın 3.periyotları kötü oynama hastalığı.

- Ermal pota altında 10 top kaçırsa da, Shumpert 20'de 0 yapsa da, Tutku 35 top kaybı yapsa da, bu takım eylülden mayısa kadar gerekeni yapmıştır. Haziranda yapmasa da olur.

- Sinan Erdem'de 3 maçta ortalama 86 sayı yedik. İpekçi'de Fenerbahçe'yi 56'da tuttuk. Demk ki savunmayı 5 kişi + tribün yapıyormuşuz.

- Haluk Yıldırım...

- Shumpert da sinsi sinsi attı yine 16 sayı.

- Sean May çok enteresan. Sanki ligin en iyisi Fenerbahçe'nin dratfın son sırasından almak zorunda kaldığı oyuncu.

- Fenerbahçe 25 şut kaçırmış, Galatasaray 25 şutta isabet sağlamış.

- Sinan Erdem'de deplasman atmosferi olmuyor. İyi ki de olmuyor.

Hoşgeldin Transfer Dönemi

11 ayın en sıkıcı dönemi. Eskiden sarıyordu, küçükken eğlendiriyordu ama artık baş ağrısı. Sadece yalan-yanlış haber yazan basın çalışanları suçlu değil. Futbolcu, yönetim, taraftar; herkesin payı var.

Pazartesi, Haziran 6

Bar Muhabiri


Kabadayı'yı iilk defa geçen cumartesi izledim. Film hakkında sonra yazarız ama şu sahne nedense sevindirdi beni.

Spor muhabirlerini mahalleden biriymiş gibi benimsemek anca bizim gibi kırıklara nasip olur. Yıllardır mikrafon tutarak gördüğümüz Özgür Buzbaş'ı, elinde küllüklerle görünce komşumuzu görmüş gibi olduk.

Şuradan bakılabilir.


Fenerbahçe 81 - 59 Galatasaray


Türkiye'de bir sporun zirve noktası Galatasaray - Fenerbahçe rekabetidir. Futbolda iki takımın çekiştiği sezonlar daha bir farklı olur. Basketbolda 26 sene sonra oynanan final de iki takımdan öte basketbol için çok önemli.

2000li yılların ortasına kadar geçen süreçi hatırlayınca, yani iki takımın ligde figüran olarak gezindiği, maçlarında 300'er kişinin geldiği, Ahmet Cömert'e, Haldun Alagaş'a mahkum kaldığı günleri düşününce bu final gerçekten gurur verici.

Fenerbahçeli bu seviyeyi yıllardır yaşıyor. Çok da eski değildir ya olsun. 6 sene önce Play-Out oynayan, geçen sene skandal yaşayan Galatasaray'a göre hep bir artıdır. Fenerbahçe için şaşırtıcı veya farklı bir şey yok ama Galatasaray için önemli bir nokta.

Sezon başında bile kimsenin hedeflemediği finale ulaşan Galatasaray, 21 sene sonra ilk finalini geçen yaz açılan Sinan Erdem'de oynadı. Spor Sergi'den Sinan Erdem'e, yaşanan 21 sıkıntılı sene unutulmamalı.

Sinan Erdem'de maç izlemek zor. Üst kattaysanız hele daha da zor. Maça konsantre olmak için kendinizi zorlamanız gerekiyor. Bu zorlama da bünyeyi yoruyor. Çekişmeli bir maç olmaması bunun nedeni değil, keza ligde 83-80 biten maçta da aynı sıkıntılar yaşanmıştı.

Maç için erken koptu diyemeyiz. Kupa yarı finalinde 21 sayıdan geri dönen Galatasaray, yine geri dönebilirdi. Ama olmadı, basketbol maçlarının en önemli zaman dilimi olan 3.periyotu Galatasaray çok kötü oynadı.

Arada oluşan 22 sayı fark bence iki takım arasındaki kalite farkı değil. Evet Fenerbahçe çok daha iyi bir kadroya sahip. Çok daha organize. Hem şube yapısı olarak hem kadro olarak daha oturmuş bir sisteme sahip. Ama final oynayan iki takım arasındaki fark da bu kadar açık değil. Biraz yorgunluk, biraz da 2 sayı yenilgi ile 22 sayı yenilgi arasında çok fark olmamasından doğan isteksizlik. Efes Pilsen'i 3-0 ile geçen bir takıma saygı duymak zorundayız ama bu onları seri içinde zorlayamayacağımız anlamına gelmiyor.

En basitinden bu sene Euroleague'de ilk maçta 48 sayı fark yiyen Siena Olympiakos'u eleyerek final-four oynadı.

İkinci maç bugün. Kimsenin beklemediği serseri bir deplasman galibiyeti işleri değiştirir. Kaya Peker'i dinledikten sonra rakipte oluşan rehavet hoşuma gitti. Oktay Mahmudi'nin yenilen 81 sayı için takımı silkelediğini de düşünürsek ilk maçtan farklı bir maç yaşanır diye tahmin ediyorum. En azından sıkılmadan, uyumadan izleyelim. Zaten salonda değil televizyonda izleyeceğiz. Rahat olur.

Pazar, Haziran 5

Like a Rolling Stone

Güney Amerika.. Seviyorum. Brezilya tribünü, Mick Jagger kartonu.


Bu da gruppie. Ne güzel bir tribün.

Rock&güzelkızlar

Perşembe, Haziran 2

Galatasaray 89-55 Banvit


Kafa dağınık, dağıtacak tek şey belki aylardır belki yıllardır beklenen final. Hayata yine Galatasaray ile bağlanma yolları. Sıkışık trafikte salona yetişme çabaları. Maç için galibiyet için değil başka bir şey için koşturuyoruz.

Serinin hiçbir maçını izleyememek. Belki de yeni bir totemdi. Ne oldu, nasıl oldu, Bandırma'da nasıl yendik, İstanbul'daki ilk maça binlerce kişi nasıl geldi, bilmiyorum. Tek bildiğim seri 2-1, kazanırsak finaldeyiz maçı.

Hikayeyi istediğin yerden yazmaya başlayabilirsin. Mesela 2005'ten; bu takımın play-out oynadığı günlerden, Banvit'e karşı antipati oluşan günlerden. 6 sene sonra bu konuma yükselen takımın finale Banvit'i ezerek çıkması ne kadar hoş.

Hikayeyi geçen seneki Fenerbahçe maçından da başlatabiliriz. Eyvallah Cem Akdağ, sağolasın, varolasın..

Veya bu seneki Fenerbahçe maçından. 56 sayıda tutulan bir Eurolig takımı. Akabinden insanların artan ilgisi. Şimdi de yarı finalde rakibi 55 sayıda tutarak, Fenerbahçe'nin rakibi olmak.

Bu hikayenin en kötü günleri yazılırken salonda olan ben, en iyi zamanında orada olamıyordum . Gün içinde çekilen sıkıntının hesabı yok. Beki de sırf bu nedenle maçtan hiç bir şey anlamadım.

Zaten çok da anlaşılacak ve izlenecek bir maç yoktu. Biz içeri girdiğimizde maç başlayalı 3 dakika olmuştu ve maç çoktan kopmuştu. İlk periyot bittikten sonra yaşananlar ise basketbolla veya saha içi herhangi bir organizasyonla alakalı değildi.

Bir kaç yıldır sıkıntı çeken bir tribünün çığlığı. Hem başarıya hasret kalan hem tribün işlerini yerine getiremeyen, sürekli zorluk yaşayan, gerilen, sinen, üzülen, kızan, küsen insan topluluğu. Dün maça gelenlerle Fenerbahçe serisinde maça gelenler arasında fark olacaktır. Dünü yaşayanalar ve yaşatanların çoğunluğu her yerde yazılmayan, herkesin yaşamadığı, Galatasaray'ın son 10 yılında gerekli yerlerde var olan insanlardı. Cümleyi düzgün kuralım, tribünün ve Galatasaray'ın tozunu yutmuş bir 10.000; belki de daha fazlası.

Hoşuma gitmeyen ufak tefek şeyler es geçilsin. Sevmediğimiz Abdi İpekçi bile artık aidiyet hissettiğimiz bir yer olma durumuna geliyor. Bizden öncekilerin Spor Sergi efsanes kadar olmasa da, bu sezonun mekanı olduğu için adı bizim için daha anlamlı olacak artık. Bu sezon unutululmayacak, çocuklarımıza anlatacağımız şekilde kalsın ve burada da öyle yazılsın.

İhtiyacın olanı hiç beklemediğin yerlerde buluyorsun.

Dün gördüğümüz bir basketbol maçı değildi. Çok başka birşeydi, bir dışavurum, bir rahatlama, orgazm.

Farklı galibiyetle biten maçları çok sevmem ama dünkü maç tam yerinde ve vaktinde oldu.