Pazar, Kasım 30

Kumar tuttu

Maç öncesi Ntvspor'da Rıdvan'ı dinledim, özellikle Holosko'nun kenarda olmasını eleştirirken, Fenerbahçe'nin tek kale oynayacağını söylemişti. Ben buna pek katılmıyordum, çünkü Aragones'in ortasaha tercihi Mustafa Denizli'nin Holosko yerine Serdar ya da Ekrem tercihinden daha yanlıştı ya da nasıl desem daha riskliydi. Nitekim Fenerbahçe golleri bulmasına rağmen Beşiktaş daha sağlam göründü oyunda. Sivok ve Cisse alanı iyi parselliyorlardı.
***
Deivid, Alex, Kazım ve Uğur'lu bir ortasaha çok lüks kaçtı. Bu 4 ismin de geriye dönüşü yok, Kazım ve Uğur'un ilerideki pas ya da şut tercihleri ise sadece ilk yarıda değil, ikinci yarıda da oldukça kötüydü. Kaldı ki bu ortasaha kurgusunun defansif zaafı ilerleyen dakikalarda falan değil, maçın başından itibaren belirgindi. Lamucimi yok arkadaş, Deivid'e Alex'e adam kovalatamazsın, sadece Selçuk'la savunma yapamıyorsun işte. Futbol artık yetenekli adamların oynadığı oyun olmaktan çıktı bunu kabul etmek zorundayız. Koşan, mücadele eden, savaşan kazanıyor. Alex'ten bunları beklemek insafsızlık. Ayrıca oyundan çıkarmak da büyük hataydı. O noktada oyundan çıkması gereken isim Deivid'di bence. İkinci yarıda Fenerbahçe'nin yakaladığı ya da yakalamasına 1 mantıklı pas kalan gol pozisyonlarının heba olmasının tek sebebi abuk subuk bireysel tercihlerdir. O bölgede Alex olsaydı, 3.yü atacağımızdan şüphem yoktu. Yabancı krizini çözmek için Deniz'i kullanmalı Aragones. Josico veya Maldonado'dan eksiği olduğunu sanmıyorum.
***
Bünyamin Gezer benim bu ligde en beğenmediğim hakemlerden. Hayt huytla maç yönetmeye çalışıyor. Otoriter ayaklarında... Her zaman stoper ve önliberoların daha zor kart görmesini savunmuşumdur. Cisse'nin ilk sarı kartı biraz ağırdı. Ancak sarı kartın varken neden arkadan pata küte Uğur'u indirirsin, bunu da kendisine sormalı. Ondan sonra oyun döndü. İlk yarının bitmesine dakikalar kala Guiza, sabit dursa kendisine çarpıp girecek topu ayak içi vurayım derken kaçırdı. O klas gol vuruşunu yapan adam o golü nasıl kaçırıyor hayret ya! Ya diğerleri, boş koşuları da artık sevimli değil. Takımda kimse koşmuyorken kabul edilebilirdi, itiraz havası taşıyordu ancak Alex'in bile önlibero gibi adam kovalamaya çalıştığı, Deivid'in gerilere gelip yardım ettiği, Selçuk'un iki derbidir kendini aştığı bu günlerde gereksiz. Bu kadro ile maç kazanması çok zor Fenerbahçe'nin, ancak çok iyi konsantrasyon ve mücadele ile olabilir. Bugün de o oldu. Kalabalık Beşiktaş orta sahası ile iyi boğuştu teknik ayaklar, ancak bir yere kadar. Cisse atılmasa ve mevcut dizilişler ile Aragones'in oyuncu değiştirme dakikalarına kadar gidilseydi, Beşiktaş dengeyi sağlayabilir hatta öne de geçebilirdi.
***
Velhasılkelam, derbi kazandık mutluyum. Fenerbahçe son yıllarda derbilerde çok iyi bir performans gösteriyor. Lig tablosu açısından bu durumu kalıcı kılmak için önündeki 3 maçtan 9 puan çıkarmalı. Bunu yaparsa 16 maçın sonunda ilk yarıyı ilk 2'de bitireceğini düşünüyorum.

Perşembe, Kasım 27

Denklem

Saha içi planlaması açısından Guiza ne kadar doğru bir transfer acaba? Kötü futbolcu değil, hatta fizik olarak düştüğü son 2-3 haftaya kadar ben de bayağı beğeniyordum Guiza'yı. Ama formayı geçirdikten sonra duyduğumuz sevgi ve saygıya gelmeden öncesini ele alalım bir zahmet. Sevmekse, işte Emre'yi bile kabulleniyoruz artık, mevzu o değil. Mevzu, Kezman gitti Guiza geldi, daha iyisi geldi de değil. Geçen senenin başında Semih'i yedek bırakmak çok kolaydı. Semih zaten yedek statüsünde bir futbolcuydu, o zamanlarda hatta Daum zamanında bile bu kadar yedek kalmamalıydı ancak önünde yer alan forvetleri geçmesi de hayli zordu. Kezman sakatlandı, Semih şans buldu, ve bu şansı mükemmel kullandı. Taraflı tarafsız herkes Semih'in ne kadar iyi bir futbolcu olduğunu gördü. Kutay bile eskisi gibi giydiremiyor ona.
***
Sorun da tam burada işte. Semih artık yedek bırakabileceğiniz bir futbolcu değil. Geçen senenin gol kralı ve kaldı ki sadece krallık değil Euro 2008'de gösterdiği performans ile de bunu haketmiyor zaten. Elinizde bir de Alex'iniz var. Bu takım öyle veya böyle Alex ile oynamaya alışkın. Alex'sizliği düşünmeyeceğiniz aşikar. Şimdiden Figger ikna edilmeye çalışılıyor, belki de önümüzdeki 2-3 yıl daha Alex ile geçecek. Alex, Semih ve 14 milyon euroya transfer ettiğiniz Guiza. Ve başarılı olduğunuz güzelim tek forvetli sisteminiz. Çözülmesi gereken denklem budur Fenerbahçe için saha içerisinde. Çünkü bu üçlüyü aynı anda sahaya sürdüğünüzde geride Uğur gibi Deivid gibi savunma yönü zayıf adamlar kalıyor. Guiza'yı kulübeye gönderemezsiniz, artık Semih'i de... Bence alınması gereken pahalı forvet yerine pahalı orta sahaydı. Semih'in yanına da hadi isim de verelim Mehmet Yıldız gibi bir forvetti. Yedek bırakabileceğiniz, ama aynı zamanda sisteminize uyabilecek...

Fairson üzerine

Benim Velociraptor'dan sonra gördüğüm en iyi kumcudur Fairson. Velo zamanında Centaur gibi, Sun Child ve hatta şanssız biçimde sakatlanarak veda eden Princess Alara gibi kıymetli kumcular da vardı. Şu sıralar ise Fairson kum dendiğinde akla gelen ilk safkan. 1997 Gazi birincisi Fair Tail'in ve çok iyi kumcular veren Royal Abjar'ın oğlu. Bugün de 1400 metrede zorlanmadan kazandı ki aslında ideal mesafesi de 1 mil ve civarı, fazlası değil. Uzun yarışlarda sonlarda nefesi azaldığı zaman geriden kuvvetli kopabilen biri varsa Fairson'u geçebiliyor. Nuhbaba ya da Harputlu Gaggoş gibi... Fairson Türkiye sınırları içinde koştuğu kum yarışlarında ikiliden hiç düşmedi. Efsane bir performans neresinden bakarsak bakalım...

Salı, Kasım 25

Porto öncesi...

Şu maçı bir değerlendirelim. Fenerbahçe'nin şampiyonlar ligindeki olmak ya da olmamak maçı. Fenerbahçe bu maçı kazanırsa, bence grubu sonuncu bitirmez. Zico ile elde edilmiş kazanımlar vardı, gruplara 3.torbadan girmek gibi, bu kaybolmamalı. Fenerbahçe prestijini korumalı en azından, gruplardan çıkamayacak olsa bile ki bence öyle olacak, UEFA Kupası için şansını sonuna kadar devam ettirmeli.
***
Bugün mutlaka galibiyet lazım. Selçuk ve Lugano cezalı. Lugano'nun yokluğu problem, bana göre onun yerinde Önder oynamalı. Yıllardır Fenerbahçe'de olup da kendini bir türlü geliştiremeyen Can'ı geçiyorum artık. Semih de onun konumundaydı, değil sahaya, kadroya girmesi bile mucizeydi ama Semih başardı. Üstelik de Fenerbahçe gibi hücum oyuncusu transfer etmeye meraklı bir kulüpte kendini kabul ettirmeyi başardı ki bugün ki önemli eksikliklerden biri de Semih. Can bir türlü geliştiremedi kendini, hava toplarına uçan tekme ile çıkmaya devam ederse bir süre daha geliştiremeyecek. Yasin ise, Fenerbahçe yedek kulübesinde oturması bile lütufken, sezon başında Edu'nun yokluğundan mütevellit bulduğu şansı berbat biçimde değerlendirdi. Devamlı pozisyon hatası yapıyor, güven vermiyor. Bir başka isim ise Önder. Önder de süper bir futbolcu değil ancak böyle maçları çok oynadı, tecrübeli ve daha ağırbaşlı. Aragones stoper seçimini Önder'den yana kullanmalı.
***
Eğer Lugano yok diye "orta sahayı kalabalık tutayım, önce gol yemeyeyim" diye düşünrse Selçuk'un yerine monte edeceği adam büyük ihtimalle Maldonado olacak. Josico-Maldonado göbeği tam da Jesualdo Ferreira'nın istediği gibi bence. Adamlar beraberliğe razı. Bu orta ikiliyle Fenerbahçe ancak Kiev maçındaki kadar yaratıcı olabilir. Bunlardan birinin yerine sol çizgide heba edilen Emre kullanılmalı diye düşünüyorum. Böylece hem orta sahada topu bilen, dikine oynayabilen bir adam olur, hem Emre yerine kavuşur hem de Alex geri gelip oyun kurmak için çabalamak zorunda kalmaz. Sola ise Uğur Boral kaydırılabilir. Deivid'in varlığı ise hepimizin olduğu gibi benim de içimi rahatlatan birşey. Bugün gene uzaklardan yazsa, bitirse işi...
***
Porto'da Lucho Gonzalez yok. Orta saha forvet bağlantısını kuran faydalı bir elemandı, oynamayacak olması büyük avantaj bence. Ben bu maçı 1-0, 2-0 ya da 2-1 gibi bir skorla kazanacağımızı düşünüyorum. Allah utandırmasın...

Cumartesi, Kasım 22

Bir Karaköy Vapur İskelesi vardı...

Lodosun gözü yaşlı olur derler, oldu. İstanbul'da bugün çıkan fırtınada Karaköy Vapur İskelesi çöktü, sulara gömüldü hatta. Bu iskele bir tuhaftı zaten, normal zamanda bile geminin yanaşması aşırı titreşim oluşturuyordu. Bugün ki fırtınaya da dayanamadı. Koca iskele baya bildiğin Titanic gibi yavaş yavaş battı. Videosunu izlerken gördüm, Paşabahçe refakat etti iskeleye batarken. Paşabahçe vapurlar içinde en sevdiğimdir, üstü açıktır, üst katı püfür püfürdür. İstemeye istemeye gittiğim üniversitenin dönüşlerinde denk gelirdim genelde, Anadolu yakasına geçmek onunla daha da güzel olurdu. Zaten karşıyı da sevmezdik, orada yemek yiyip döviz bırakmazdık, okul bitince iyice elimizi eteğimizi çektik, iyi de oldu...

Bic

Tanıştırayım, kendisi Bic 3 Sensitive... Wilkinson Quatro, Mach 3 ve Derby Samurai de kullanmış biri olarak söyleyebilirim ki fiyat/kalite eğrisini de düşünürsek şimdiye kadar kullandığım en verimli traş bıçağıdır. Hem çok ucuz, hem kaliteli, hem de dayanıklı. Geçen gün bakkalın önünden geçerken birkaç tane aldım, askere giderken yanımda götürücem sanırım, yüzüm alıştı. Orda satılan bıçak Bic değilse, bu ayrılık koyar bana...

Cuma, Kasım 21

Ne Güzeldir Yollarda Olmak Şimdi


Bugün uzun bir aradan sonra haberleri izleyebildim. Her akşam 11 civarı evde oluyorum, bu akşam erken çıktım bari ülke gündemine bakalım dedim. Bıraktığım yerden devam ediliyormuş oysa, çok kaybım olmamış. Doğan medyası eski dostu AKP' ye saldırmaya devam ediyor. Bu sefer konu belediyelerin bedava dağıttığı kömürler. Hiç ilgimi çekmedi, çünkü yeni birşey yok. Haberin tek ilgimi çeken kısmı arka fonda çalan Yeni Türkü türküsü oldu. Halk arasında Mamak Türküsü diye bilinir, biz Sonbahardan Çizgiler diyerek sevdik.

Şarkı çok güzel zaten anlatmaya gerek yok, ama işte böyle şarkılar bazen insanın hayatına girer. En olmadık zamanlarda karşına çıkar, o anları birbiriyle bağlayıp hayatını gözden geçiririrsin.

Bu şarkıyı evde çok dinlerdim küçükken, aile dinler ben de duyardım. Yıllar sonra birgün bir arkadaşım msnden yolladı. O arkadaşımla sık sık beraber olurduk. Önce ben İstanbul'dan gittim sonra askere gittim. İstanbul'a döndüm, bu sefer o gitti. Şimdi birbirimizi göremez olduk.

Şarkı PC'de yer edince hemen Peralta'ya yollamıştım. O zaman üniversitedeyiz.(Hayatımda ilk defa bu cümleyi kurdum galiba bu da garip oldu.) El nuru göz bebeği FOE FANZİN çıktı çıkacak. İsmine karar veremiyoruz hatta. Samsun Asfaltı tadında bir ismi olsun denmişti bir ara. O zaman iki arzumuz vardı. Önce fanzin çıkacak, çok şükür çıktı, sonra bisiklete atlayıp Van Kalesi'ne kadar gideceğiz. Bu şarkının muhabbetini yapmadan, bisiklet fiyatlarını konuşmadan günümüz geçmezdi.Sonra ben İstanbul'dan gittim. Van kalesi yalan oldu, askerlik yolumuza çıktı. Askerde en çok dinlediğim şarkılardan biriydi.Keza tugaydan İstanbul Yolu'na, ordan geçen arabalara bakınca akla bu şarkının gelmemesi imkansızdı.Dönüşte herşey güzel olacak, kendimizi yollara verecektik. Her şehirde bir futbol maçı izleyecektik. Ernesto'nun Che olmadan önceki halini yaşayacaktık. Zaten Che olmak istemem şahsen, Maradona olmayı istemek varken.

Askerden döndük iş-güç hayat gailesi derken geldik bu güne. Ben ay sonu kafa olarak rahat olamadığım işimden ayrılacağım. Peralta ise ondan 11 gün sonra askere gidecek. Eğer kısa dönem yaparsa tam döndüğü gün ben de İstanbul'da ayrılma kararı alabilirim. O döndüğü zaman ben askerden döneli 1 sene olmuş olacak. Ben gitmeden önce ona büyük bir heyecanla" abi hesap yaptım 17 Mayıs günü çıkıyorum askerden, bu iyi bir işaret" falan demiştim. O da "ulan bıktım sizin camianın bu 17 Mayıs mitinden" demişti. Meğer aralıkta giden her kısa dönem 17 Mayıs günü çıkıyormuş. Ben de bu 17 Mayıs günü Peralta çıkıp gelince bir muhasebe yapıp karar vereceğim.

17 Mayıs 2000 çok güzel bir gündü, ama hayatımızın en güzel zamanı o mayıstan sonraki sonbahar-yaz araşı yaşandı. Unutulmaz 2000-2001 sezonu. O sezon gibi yıllar nasip olur bizlere inşallah. Herhalde 17 Mayıs günü bu şarkı çalmaz, ama her çaldığı zaman o günü hatırlarız. Yolumuz açık olsun.
Bu yazıyı kimse okumasa da sevmese de olsun , sadece Peralta okusun yeter.Sevmese bile unutmasın.

Perşembe, Kasım 20

Ayabakan hakkında...

En heyecanlı koşuları bile x birinci, y ikinci oldu diye anlatan aşırı resmi site tjk.org bile Ayabakan ile ilgili bir yazı yayınlmayı uygun buldu. Aynen aktarıyorum; "Kısa bir süre sonra önemli bir ameliyat geçirecek olan Ayabakan’ın dizine takılacak platin sonrası, uzun bir süre istirahat edeceği, en az 1 yıl sonra her şey olumlu ilerlediği takdirde koşu hayatına geri dönebileceği belirtildi.
Şampiyon Ayabakan’ın en kısa sürede sahalara dönmesi dileğiyle…"

Çarşamba, Kasım 19

Dillerdesin

Lalistawip sitesinin araştırmasına göre Luis Aragones en çok tık alan spor adamlarından biri olmuş. Listede ik beşte sırayla, Beckham, Cristiano Ronaldo, Rafael Nadal, Ronaldinho ve Luis Aragones var. Maradona altıncı sırada...

Issız Adam

Artık iki çift laf etme zamanıdır Issız Adam hakkında... Eleştirilerin çoğu mükemmel. Sinemadan salya sümük çıkan insanlar, işte görülmemiş bir aşk hikayesi, yoğun bir duygusallık, hemen herkesin etkilendiği, etkileneceği bir filmmiş Issız Adam. Ben hiç öyle düşünmüyorum. Bana çok sıradan geldi, diyemem ki "iki saatim boşa gitti, bu filmi izlemeye değmez" ancak öyle abartıldığı gibi de iyi değil bu film. Kişisel fikrim sıradan olduğu yönünde.
***
Oyuncular hakkında birkaç şey söyleyeyim. Cemal HünalAsi dizisinden de biliyoruz, yardımcı erkek oyuncu orada. Filmdeki performansı, özellikle de annesi masadaki birşeyi devirdiğinde verdiği tepki, mimikleri dikkat çekiciydi. Melis Birkan, Köprü dizisindeki taşralı kadın rolünden sonra, Barda'da talihsiz gençlerden biriydi. Modern zaman oyuncularından Goncagül Sürer arada gözüküyor, kovboy kıyafeti beğenen küçük kızını da Gönül Yarası filminden hatırlamak mümkün. Ve Gözde Kansu... Dudaktan Kalbe'deki fettan kadın. Son zamanlarda ekranda gördüğüm en çekici yüz... Velhasılkelam, overrated bir film Issız Adam. Kusura bakma Selim...

İkilem

Bok yedin Sigames... Çok kötü oldu bu FM 2009'un çıkması... Askere gitmeden iş aldık başımıza. Hoş daha birşey almadık da tazesi dururken, 8.0.2 ile ne kadar devam ederim bilmiyorum. Üstelik görüntüler de üç boyutlu. Eğer hayal kırıklığı bir oyunsa ki hiç sanmıyorum, çünkü devrim niteliğinde yeniliklerden bahsediliyordu oyunda, ve az önce Selim'den aldığım bilgilere göre oyun kusursuza yakınmış. Evet ne diyorduk, oyun hayal kırıklığı ise benim açımdan iyi olur çünkü kaymak gibi FM'yi bırakıp askere gitmek adama koyar. Almasam, bu sefer de oyunu merak ediyorum. Sonumuz hayrola...

Salı, Kasım 18

Ezeli Rekabetler / Özgünhan - Demirkazık

Özgünhan'a kimsenin rakip olacağı yok aslında, ancak bu güzide Demirkır yavrusunu, hatta bu ikiliyi bir dönem oldukça rahatsız eden Anadolu Ateşi'ni de hatırlamak, hatırlatmak gerekir diye düşündüm. İlk önce bu iki ismi kısaca tanıyalım:
***
Özgünhan, Özgün-39.Neame orijinlidir. Babası, Odin, Odinhan, Ayabakan gibi şampiyonlar vermiş daha önce de ne zaman fırsat gelse bu satırlarda itibarını teslim ettiğim 1988 yılının şampiyon atı seçilmiş Özgün iken, anne 39.Neame ise efsane safkanlardan Halid'in de annesidir. Neresinden bakarsak bakalım kuvvetli bir kan hattı. Özgünhan koştuğu 38 yarışın 26'sında potoyu önde geçti, 8'inde plase yaptı, 2 defa 3. olurken, ağır sakatlıklardan çıktıktan sonra koştuğu iki yarışında ise tabela yapamadı.
Demirkazık ise sorunlarından ötürü yarış hayatını kısa sürede noktalamak zorunda kaldıysa da güzel eşgali ve Ögünhan'a kafa tutabilmesiyle akıllarda yer etmiş, Gülerce ekürisinin kıymetli atlarından biridir. Demirkır-56.Seyyare yavrusudur. 2001 jenerasyonu dendiğinde akla gelen 3 attan ikisidir bu ikili zaten. Bu ikilinin yaptığı kapışmalar bir döneme damgasını vurmuşsa da devamlılığını koruyabilen Özgünhan bugün bile gelmiş geçmiş en büyük şampiyonlardan biri kabul edilmektedir ki, sanırım günümüzde onu unutturabilecek kapasitede olan tek isim de Ayabakan'dır. Pazar günü yaşanan talihsizlikten sonra bir daha koşar mı bilinmez tabi...
***
Eskiden 3 yaşlıların sezon açılışındaki en önemli koşusu sayılan 2001 Sultansuyu Tarım İşletme Koşusu'na Demirkazık, Anadolu Ateşi'ni iki defa geçerek girerken, Özgünhan da Adana kumunda Dağhanbey ve Didim gibi ters kumculara bir kez geçildikten sonra sağlam bir toto ile çıkıyordu. Bu yarış okulların kapandığı hafta perşembe günü koşulmuştu. Hatta o gün aldığım bültende, bir sonraki cumartesi Odinhan'ın kazanacağı Ali Rıza Bey Koşusu'nun da kayıtları vardı diye hatırlıyorum. Yarışta koşan isimler o dönem performans olarak birbirine yakındı. Özügnhan, Demirkazık ve Anadolu Ateşi daha sonradan rakiplerinden ayrıldılar ve bugün daha farklı bir yerde olduklarını sööyleyebiliriz. Yarışı Başkanbey kazanmıştı ki nispeten sürprizdi bu sonuç. Özgünhan, Aziziye Koşusu'nda ise Babanur'a geçilmişti. Çanakkale Zaferi, Demirkazık'ın üstünlüğü ile geçilirken ilk 1600 yarışı olması bakımından önemli sayılabilirdi.
Hatay Koşusu'nu ikili yumuşak çimde 1.45.05-09 ile bitirirken Özgünhan baş farkıyla koparmıştı yarışı. Aslında taylık dönemlerinde Demirkazık'ın sanki biraz daha iyi olduğunu söyleyebiliriz. İyi derken öyle aman aman bir üstünlük yok. 4 yaşlılığında Özgünhan'ın yeni rakibi Tamerinoğlu oldu. Fakat Tamerinoğlu hemen hemen her yarışında tosladı Özgünhan'a. Bu dönemde Albatur yavrusu Anadolu Ateşi'nin de zaman zaman bu ikiliyi zorladığını hatta geçtiğini hatırlatmak lazım. Ankara'da koşulan 2002 yılı Mehmet Ali Kiper Koşusu mesela. Anadolu Ateşi bu yarışta, Özgünhan, Odin, Şirinoğlu gibi isimleri geçmeyi başarmıştı. Bir önceki yıl Odinhan'ın kariyerinin sonunu hazırlayan TSK Koşusu laneti aynı yıl Özgünhan'ı da vururken, yarışta sorun yaşamasına rağmen Demirkazık'ı geçmeyi başardı. Ertesi yıl koştuğu ilk yarışında ise tabela yapamadı.
***
Bu iki safkanın zaman zaman ayyuka çıkan mücadeleleri Demirkazık'ın sorunları yüzünden çaptan düşmesi nedeniyle sekteye uğradı. Son kapışmaları 2004 yılı Cumhuriyet Koşusu idi. Yalçın Akağaç'ın Grand Ekinoks'tan sonra kariyerinde en çok unutamadığı at olan Dayıbey büyük bir sürpriz yaparak Özgünhan ve Demirkazık'ı geçmeyi başarmıştı. Geçmişe bakıldığında 2000'de Odinhan-Tamerinoğlu ne idiyse, 2001'de Özgünhan-Demirkazık oydu bence. Güzel günlerdi...

Pazartesi, Kasım 17

Ayabakan'a dair...

Ayabakan neden sakatlandı? Acaba bir ihmal sonucu mu? Çelikkan'a geçildiği yarıştan sonra Halis Karataş ata çok güvenmesinin de yarışı kaybetmelerinde bir etken olduğunu söylemişti. Forumlardan takip edebildiğim kadarı ile genel görüş Ayabakan'ın yarıştan önce de ufak bir problemi olduğu yönünde. Eğer öyleyken Şimşek ekürisi "biz bunları nasıl olsa geçeriz" diye düşündüyse ve Karataş gibi ata fazla güvenip 2800'e çıkardılarsa büyük hata yaptılar. Ama ben öyle olduğunu sanmıyorum, Selman Taşbek'in Ribella için anlattıklarını dinledikten sonra bir at sahibinin atını ne kadar sevebileceğini görmüştüm ve para hırsına ihtimal vermek bile istemiyorum açıkçası.
***
Yorumlarda yaşının mesafe için ufak olduğu söyleniyor ancak Kafkaslı da 2006'da bu koşuyu kazandığında 4 yaşındaydı. Tarzdan kaynaklanan bir sorun olsa Çelikkan'ın 100 metre fark yaptığı 2400 metrelik yarışta farkı 2-3 boya kadar indirecek sprinti de atamazdı Ayabakan. Kader desek kabullenmek istemiyorum. Kısaca konuşsam faydası yok, sussam gönül razı değil durumu benimkisi. Sadece Ayabakan'a çok yazık oldu, bunu diyebiliyorum...

Pazar, Kasım 16

Ayabakan sakatlandı...

Az evvel koşulan uzun mesafeli Veliefendi Koşusu'nda son viraja girilirken Ayabakan arızalanarak yarışı yarım bıraktı. Geçmişe gitmemek mümkün değil, insanın aklına Odinhan geliyor. Yarıştan sonra seyisi ağlaya ağlaya koştu atına... At yarışı salt bir bahis oyunu değildir derken demek istediğim de bu aslında. İzbatur potoyu geçerken, seyisin ters yöne deparı, benim bu postu girme gereği duymam vs... Umarım bir an evvel sakatlığını atlatır, ve yeniden döner pistlere. Ayabakan koştuğu 13 yarıştan 12'sini kazanmıştı...

Dem

Yaşar'ın son albümü şahane. Eski albümlerindeki başucu şarkılarını yeni bir tatta, yeniden yorumlamış. Sesini, yorumunu zaten severdim, bu albümdeki farklı tarz yorumunu sevenler için bulunmaz nimet. Nehir gibi akıyor fonda Yaşar'ın sesi... Divane, Esrinim ve Masal albümlerinin baş harfleri Dem. Zaten albümdeki şarkılar da Yaşar'ın karyierinin baş harfleri. Sadece Kumralım eksik, o kadar da olur...

Günün Lafı

FB TV muhabiri Uğur Boral ile maç hakkında konuşurken, Volkan Demirel gelir. Muhabir Uğur'a Volkan'ı sorar. Onun ayak hakimiyetinden bahsetmesini ister. Uğur da mealen şöyle der:
Ayak hakimiyeti önemli değil , bence ellerine hakim olsun yeter, ama...."

Uğur Boral gibi eski(ilk) televole kültürü topçularını seviyorum.

Sıradaki Gelsin


Bir derbi günü daha sona erdi. Yerinde izlemek nasip olmadı sağlık olsun. Skor da istediğimiz gibi bitmedi zaten. Peralta istediğini aldı o ayrı konu. Basket maçlarının şaşmazı olarak yine olaylar çıktı, yine Fenerbahçe'nin dış atışları Galatasaray potasına girmekte zorlanmadı. 2 Ocak 2005te dolan tribünler nasıl erkek basketbol ligine renk kattıysa bugün dolan tribünler de bayan basketboluna katkı sağlamış olsun. Geçen seneki final serisi bunun ilk adımıydı zaten.
2 maçta 2 yenilgi. Bir derbi galibiyeti almamız gerekiyor yoksa iki sene önceki 14 maçlık seri tekrar akıllara girecek. Bundan sonraki ilk derbi salı günü oynanacak olan erkek voleybol maçı. Bir taraf olarak iyi oynayan kazansın diyemiyorum. Hayırlısı olsun.

Yürüye Yürüye Şampiyon


Bir Galatasaraylı, Fenerbahçe'de çalışmış bir hocayı anca bu kadar sevebilir. Zico sevgim çok fazla. O gelmeden önce de öyleydi, ona stajyer dedikleri zamanda da , şampiyon olduğunda, İstanbul'dan gittiğinde de öyleydi. Şimdi de Özbekistan'da şampiyon. Yolun açık olsun Pele'ye "siyah zico" adını taktıran usta. Bir gün semtimize yine yolun düşer inşallah.

Cumartesi, Kasım 15

Football Tycoon

Bu oyun hakkında yazmak istiyorum evet. Ntvspor'un internet üzerinden oynanan, adamı bayağı bir meşgul eden, ince düşünülmüş, leziz oyunu. Bütün eksiklerine rağmen insan yine de kopamıyor, bir ara saat 17.00'de bilgisayar başında olmalıyım diye paralıyordum kendimi, hoş hala da farklı değil durum.
***
Oyun 3 temmuz perşembe günü oynanabilir hale geldi ve o tarihte başladı. Biz Selim'le 4 temmuzda bu oyuna başladık. Selim ki, FM 2008'in patchli versiyonunu bana ulaştırmış, askere gitmeden önceki günlerimin keyifli geçmesinde büyük katkısı olan, tek falsosu Galatasaraylı olmak olan güzel bir kardeşimizdir. Oyunda menejer puanı çok önemli. Antremanı da menejer puanı sayesinde yaptırıyorsunuz, bonservissiz genç yetenek, amatör ya da profesyonel oyuncu alırken de menejer puanına ihtiyacınız oluyor, bilet fiyatlarını düzenlerken de, sponsorlarla anlaşma yaparken de... Kısaca menejer puanı oyunun belkemiği ve sadece saat başlarında artan birşey. Günlük 24 puan kadar bir marjınız var yani... Biz oyuna ilk başlayanlardanız, ikinci günde başlamıştık ve caanım menejer puanlarını har vurup harman savurduk o dönemde. Oyuna başlayacaklar için söyleyeyim, hemen idmana kasıp da mevcut takımı iyileştirmeyi düşünmeyin, düzgün idmanda tutun takımı, takıma 5-6 tane genç yetenek kazandırın, bu adamları bir dahaki sezona hazırlayın. Başarının sırrı burada yatıyor.
***
Oyunda tek yıldızlı oyuncu genç yetenek, iki yıldızlı oyunculara ne deniyor bilmiyorum ama kırmızı yıldızlı olanlar süperstar ve bu adamlar şu günlerde akıl almaz paralara gidiyorlar. Takımı fazla yaşlı tutmamak lazım, çünkü ha deyince yaş ortalaması düşürülmüyor, mesela benim ilk takımımın iskeletini gençleştirmek neredeyse 2 sezonumu aldı. Menejer puanı konusunda cimri davranmak gerektiğini söylemiştim, Selim'in keşfettiği birşeyi paylaşayım, saat 00.00 olduktan sonra 17.00'de maça çıkan oyuncuların güçleri fulleniyor, bu dakikaya minimum 6 puan saklamak ısınma ve idman maçı yaptırmak için gerekli. Çünkü bu idmanı ertesi gün yaptırdığınız zaman maç saatine oyuncuyu hazır hale getirmek için bir de takım masajı yaptırmanız lazım ki bu da 3 puan demek. İstikrarlı giden bir takımınız varsa bir sezonu feda edip bireysel idmandan oyuncuların özelliklerini geliştirmek için kasmakta fayda var diye düşünüyorum.
***
Takıma katılan genç yeteneklerin kondisyonunu artırmak çok önemli, bu yüzden 7 takım puanına kıyılıp da alınan genç yeteneklere günde 1 kez kros idmanı yaptırmak elzem. 1 kez de pozisyonlarına göre idman yaptırmak lazım. Forvetse hücum eğitimi, savunmacıysa defans eğitimi vs...
***
Bir de sponsor konusu var. Ben bu aralar ne forma reklamı alıyorum ne de stad reklamı alıyorum. Çünkü bir kez daha vurgulayayım, menejer puanı çok önemli ve eğer maddi açıdan fazla sorununuz yoksa, o puanları sponsorlar içn değil de idman ve genç yetiştirmek için kullanmak daha mantıklı. Casus meselesi de enteresan ayarlanmış. Karşı takımın taktiğini öğrenip ona göre bir strateji oluşturmanız mümkün. Ancak bunun da bir maliyeti var, 5bin ytl ve 6 menejer puanı. Parayı geçtim, ancak 6 puan oldukça fazla. Bu yüzden bu 6 puanı gerçekten puan tablosunda önemli bir yer işgal eden rakibe karşı kullanmak gerekiyor. Ben bir ara "madem casus var, her maçı böyle alırım" dedim ancak kazın ayağı farklı. Böyle yaptığınız zaman, zamanla takımınızın kondisyonu azalıyor, güçler düşüyor, çünkü puanlar idmanlara değil, casuslara, taktik belirlemelere gidiyor. Kaldı ki iş sadece 6 puanla da bitmeyebiliyor. Buna göre oyunda 3 tane taktik var. 3-4-3, 3-5-2 ve 4-4-2. Buna göre agresif 3-4-3' karşı dengeli 4-4-2, 4-4-2'ye karşı 3-5-2 ve 3-5-2'ye karşı da 3-4-3 kazanıyor. Taktikler eyvallah da bir de takımınızın stratejisi var. Ya ofansif, ya defansif ya da normal olarak beliryebilirsiniz stratejinizi. Oyunun size verdiği ipucunu geçiyorum, 8 sezonluk tecrübeme göre söyleyeyim; defansife karşı ofansif kesinlikle avantajlı, keza bence normale karşı da defansif yüksek oranda kazanıyor, ancak ofansifin tam panzehiri normal değil bence... Birçok defa maç sonuçlarına bakarken casus yollayıp göt olduğumu hatırlarım. O yüzden ofansif rakibe, hodri meydan diyip ofansif taktik belirlemek daha makul gibi görünüyor.
***
An itibariyle amatör ligde 26.gruptayım. Hedef askere gitmeden önce takımı 3.lige taşıyabilmek. Camia kenetlenmiş vaziyette. Takımı Selim'e bırakacaz da, ona "enkaz devraldım" dedirtmemek için bir kaç tane daha genç yetenek kazandırmak istiyorum takıma. Bu arada Selim, Edirne'nin boku çıktı, gel de FM maceralarımı anlatayım, msn de bir yere kadar, gül cemalini göreyim :)

Nereden nereye...

Geçen gün Haydi Gel Bizimle Ol'u izlerken gördüm Özgü Namal'ı son kez... İlk kez gördüğümde Cüneyt Arkın'lı, Küçük Onur'lu Karate Can'da esas kızdı. Hatta Kurtlar Vadisi'nin reklamları bangır bangır televizyonlarda çınlarken Türkiye'nin ilk defa gördüğü Necati Şaşmaz'ı değil, Özgü Namal'ı alakasız bulmuştum avukat Elif Eylül rolü için. Ama cazgır avukatı harika oynadı.
***
Axess kızı olduğu zaman "axess kızı axess kızı, sen mavi giy ben kırmızı" diyen Bahadır Boysal'a güldük, ama bir şekilde rolü kaptı ve kaptığı roldeki ismiyle akıllara kazındı. Fimlerini çok başarılı bulmadım açıkçası, Büyü fimli yanılmıyorsam IMDB'de de en kötü 100 film arasına girmişti ki bence de doğru, rezalet bir film. Anlat İstanbul'da, alakasız kaderlerin kesişmesi ele alınıyordu, Özgü Namal bir şekilde mağdur olmuş bir sürü insanın dışındaydı, kocasını aldatıp onu bu mağduriyetin içine yollarken, etkendi. O.... Çocukları'nı ve Polis'i izlemedim, ama Özgü Namal bugün en çok aranan kadın oyuncuların başında geliyor. Çünkü su gibi, her kabın şeklini alabiliyor, her rolün hakkını veriyor bence. Nerede tuttuğunu koparan acar avukat Elif Eylül, nerede Axess Kızı, nerede mahalle fotoğrafçısıyla iş pişiren Şenay... Gittikçe yükselen bir kariyer onunkisi.

Cuma Sendromu


Her cuma internet haber sitelerinin Aysun Kayacı'ya saldırmasından bıktım artık. Her perşembe 4 kadın bir araya gelip konuşuyorlar.İzleyen izler, gayet normal bir program. Ama her cuma, program yayınlandıktan sonra özellikle bir gazetenin internet sitesi Kayacı için demediği lafı bırakmıyor. Altına okuyucu yorumları da gelince programı izlemeyen biri Aysun Kayacı'yı dünyanın en aptal insanı sanır ve programdaki amacının insanları eğlendirmek olduğunu düşünür. Oysa hiç öyle değil.

Bence Aysun Kayacı özgüven içinde aklından geçenleri söylüyor. Herkesin düşündüğünü ama dillendiremediği birçok şeyi programda söyledi. Ama artık sarışın olduğu için mi, güzel olduğundan mı, genç olduğundan mı, eski mankenlerden biri olduğu için mi yoksa düşündüğünü söyleyebildiği için mi böyle davranıyorlar bilmiyorum.Ama işin bokunu çıkardılar ve biraz ayıp olmaya başladı.

Belki de benimki çok yersiz tepki. Belki programın tanıtım politikasının ürünüdür bu yazılanlar. Keza ilk başlarda Müjde Ar'a giydiriyorlardı, ama onun hayranları biraz dişli çıktı herhalde. Aysun'u pek seven yok. Erkekler ulaşamadıkları için mundar diyor, kadınlar kıskanıyor. O zaman Aysun'a vurmak daha mantıklı oluyor.

Sonuçta Aysun Kayacı babamın kızı değil. Ne derse desin. Ama inşallah bu reklam hareketidir. Yoksa bu ülkede tiksindiğim bir şey daha olmuş olur. Aysun Kayacı'nın iyi bir Galatasaraylı olmasının bu yazdıklarımla zerre kadar alakası yok(mu).

Derbinin Yeri Olmaz


Birkaç sene önce FB-GS genç bayanlar maçını izlemek için Peralta'yı bu sözlerle ikna etmiştim. O gün tesadüf eseri 6 Kasım olunca kolay ikna oldu, beraber izledik maçı. O maçtan aklımıza Galatasaray'ın 7 numarası ve bu söz kaldı.
O genç bayanlar büyüdü A takıma çıktılar(herhalde öyle oldu yoksa hiçbirinin ismini bilmiyoruz). Yarın bu sefer Maslak'ta yaşanacak derbi heyecanı. İstanbul'un her semtinde ülkenin her şehrinde derbi yaşanabilirin kanıtlarından. Bakalım yarın orada olabilecek miyiz, iş çıkışı oraya yetişmek zor, biletlerin çoğu da tükenmiş. İş yerinde Sarıyerli geçinen "tayfa"nın salonun yerini bilmemesine istinaden kuşbakışı resmini koyup görevimizi yapalım.
Yarın ya burada oluruz, ya da FB TV'nin başında Kıvanç ve Baturabi eşlik eder bize. Hayırlısı olsun.

Cuma, Kasım 14

Alemci Futbolcu

Fotoğraftaki isim Carlos Alberto. Brezilya liginin en ünlü takımlarından, Rio'nun 4 büyüğünden biri olan Botafogo takımının yıldızı.
Avrupa'da senaryo bellidir. Yıldız ama kaprisli futbolcu, bekleneni veremez, takım kötü gittiği zaman da eleştiri oklarını ilk o üzerine çeker. Alemci olduğu vurgulanır, gazetelerin magazin sayfalarında resimleri görülür. Tribünler herkese nasip olmayacak formanın hakkını vermemekle suçlar. Milano, Madrid, Londra, Roma, İstanbul gecelerinde gözükmek yıldızın söndüğü andır.
Güney Amerika'da senaryo biraz farklılaşıyormuş. Carlos Alberto kulübün başkan yardımcısı Carlos Montenegro tarafından suçlandı. Tribünlerin önüne yem olarak attı. Sebep ise tamamen sambacılara özgü.
Carlos Alberto sakat olduğu gerekçesiyle bir maça gitmiyor. Ama daha sonra baskına uğruyor ve yakalanıyor. Yakalandığı yer ne bir bar, ne bir tekne, ne de alkollü bir şekilde bir sokak arası. Kendisi Rio'da arkadaşlarıyla maç yaparken görülüyor. Bu olay kulüpte krize neden oluyor.
Olay ne kadar doğru-gerçek bilmiyorum. Ama Alice Harikalar Diyarı nasıl bir yerse çocuklar için, bizim için de Brezilya öyle bir yer. Gitmesek de göremesek de o köy bizim köyümüz.
2002 dünya kupasında oynayacağımız yarı final maçından önce sahilde maç yaparken bizi kovan abilere selam olsun bu arada.

Çarşamba, Kasım 12

The Chinese Restaurant

George: Excuse me, I'm expecting a call. Costanza?
Restorandaki adam: Yeah, I just got a call. I yell 'Cartwright! Cartwright!', just like
that. Nobody came up, I hang up.
George: Well, was it for Costanza or...
RA: Yes, yes, that's it. Nobody answered...
George: Well was it a woman?
RA: Yeah, yeah. I tell her you not here, she said curse word, I hang up.
***
George: She called. He yelled Cartwright. I missed her.
Jerry: Who's Cartwright?
George: I'm Cartwright!
Jerry: You're not Cartwri...
George: Of course I'm not Cartwright!

Kaybolan Yıllar?

Gazetelerin net sayfasında über güzellerden bahsedilirken, işte şu ünlü şu kadar estetik yaptırmış, estetikten önceki fotoğrafları için tıklayınız gazteciliği var. Kah yıllıktan fotoğraf koyuyorlar, kah süklüm püklüm bir fotoğrafını koyuyorlar. Bu neden yapılıyor bilmiyorum, şahsen bir erkek olarak bugüne bakıyorum, bahsedilen kişinin geçmişte nasıl olduğu beni ilgilendirmiyor. Kaç estetik ameliyat geçirdiği de... Sanırım hanımlara moral vermek için yapılıyor bu tarz haberler. Sahte güzel bunlar, bakmayın çalımlarına der gibi... E bayağı da bir tık alıyor. Haber neden yapılıyor diye sorgulamıyorum, ancak bazıları da alakasız kaçıyor sanki... Bugün milliyet'in net sayfasında en beğendiğim aktrislerden Catherine Zeta-Jones'un eski fotolarını gördüm. Haber yine aynı şekilde veriliyor, ünlü sanatçının yıllar içinde geçirdiği inanılmaz değişim falan filan. E ulan iyi de bu örnek hiç iyi bir örnek değil ki... Cem Yılmaz'ın dediği gibi güzelliğin o kadar da göreceli olmadığını kabul edersek bu kadının eski hali de bayağı güzelmiş hani... Sadece daha genç olduğunu farketmek mümkün eski fotoğraflardan... Yıllara meydan okuyan diye değiştirmek daha güzel olurmuş bu haberi. Kaldı ki Catherine de sadece 39 yaşında... (catherine ne zibidi)
***
Bir de güzellik geçicidir geyiği var ki hiç katılmadığım birşey de bu... 30 yaşında çok güzel olan bir kadının, 50 yaşında 30 yaşındaki kadar çekici olmasını beklemek yanlış, sonuçta bu kadın kendi yaşıtları arasında yine de güzel değil midir?

Zico'nun Takımı


"Eğer Flamengo taraftarı olan bir hırsız çaldığı cüzdanın içinde Flamengo üyelik kartı görürse sahibini bulup cüzdanı geri verir."
Brezilya halk inanışı/Anonim

Salı, Kasım 11

Sarı Prenses


Pazar günkü acı sonuç daha tazeliğini koruyor. O yüzden kafayı dağıtmak lazım. Bazılarına göre kaybedilen derbiden sonra gündem değiştirmek olarak görülebilir bu yaptığım. Kimine göre yeni derbileri gündeme taşımak.

Geçen cuma Beyaz Show'a Işıl Alben konuk oldu. Bir bayan basketbolcu Türkiye'nin en çok izlenen programında. Bayan basketbolu için bulunmaz bir reklam. Bu reklamı yapabilmek için Işıl gibi birisi şarttı. Çünkü diğer sporculardan biraz daha farklı.

Bu sayfada Işıl hakkında yazı yazacak kişi ben değilim aslında. Peralta, onu hayranlıktan fazla bir derecede beğeniyor. Beğenmemek ne mümkün.

Bir voleybolcu kendini çok kolay beğendirir. Çünkü fizik olarak çok güzellerdir. Kıyafetleri iç gıcıklayıcıdır. Hele plaj voleybolu erkeklerin en çok ilgisini çeken dallardan biridir.

Tenisçiler de bu kıstaslara uyar. Onların bir artısı da tahrik edici çığlıklarıdır. Sharapova hayranlığının yarısını bu çığlıklar oluşturur bence. Kournikova gibi vasat bir tenisçinin bu kadar popüler olması güzellik sıfatından başka bir şeyle açıklanamaz.

Atletler bile aralarından güzel kızlar çıkarır.Yelena Isınbayeva, Blanka Vlasiç, Leryn Franco son dönemin güzel ve başarılı sporcuları.

Baketbolculardan örnek çıkarmak çok zor. Işıl Alben bu konuda hem diğer basketbolculardan hem de yukarıda adı geçen sporcularından ayrılıyor. Çünkü o diğerlerinin sahip olduğu veya gösterdiği seksapalite sayesinde bu sevgiye nail olmadı. Kısacık sarı saçları, kısa boyu, maç içinde sıkça gördüğümüz sert ve hırslı bakışları onun özellikleri. Belki sokakta görsek, sporcu olmasa bu kadar çok beğenmeyiz. İşte tam bu noktada o sevginin nedeni ortaya çıkıyor.

Kendisi çok doğal. Sokakta görmemiz mümkün değil çünkü kamp ve antreman dışında bir şey bilmiyor. Bizim takımlarımıza duyduğumuz aşkı, diğer sporcularda göremediğimiz takıma bağlılığı her fırsatta hissettiriyor. Bu sayede Fenerbahçeli Peralta bile ona büyük sevgi duyuyor. Üstelik Caferağa'daki bir derbiden önce "hakettiğimizi almaya geldik" diyecek kadar atarlı-giderli konuşmasına rağmen.

Üstelik çok iyi bir sporcu kendisi. Yani bir Kournikova değil. Genç yaşına rağmen el yakan topları kendi kullanır, sorumluluk almayı sever, kırılma anlarında sahneye çıkar, takımı ateşler. Tam aranan sporcu. Erkek basketbolundaki karşılığı belki de Damir Mrsiç olur. Hemen hemen aynı karakter, aynı başarı seviyesi, aynı güzellik.

Işıl bizim takımın kaptanı olduğu için, iyi bir Galatasaraylı olduğu için, iyi bir sporcu olduğu için her zaman sevdiğim bir basketbolcuydu. Ama şu Beyaz Show'a çıktığı günden beri ben de farklı duygular beslemeye başlama noktasına geldim. Peralta ile kapışabiliriz. Cumartesi Şahenk'te olay çıkarsa Işıl kavgası buna neden olabilir.

Tarkan Güçlü Kahraman

Kartal Tibet bu saçma filmleri neden çekti bilmiyorum, nedenleriyle de ilgilenmiyorum ama bir dönem cumartesi öğlen kuşağının en azından benim için keyifli geçmesine neden olmuş film serisidir Tarkan filmleri... Bunun için televizyon kumandasında her zaman 5 numara ile libero oynayan Star'a teşekkür etmek lazım. Evet bir arkadaşımın daha evlerinde Star 5'miş. Bir sırrı olmalı... Neyse biz filme dönelim. Tarkan Kolsuz Kahramana Karşı diye de geçiyor film ancak neden öyle geçiyor bilmiyorum çünkü Tarkan'ın kapıştığı elemanın kolu bacağı yerindedir. Tarkan Viking Kanı, Tarkan Gümüş Eyer, Tarkan Altın Madalyon gibi türevleri de vardır...
***
Filme can veren iki karakter kuşkusuz Vang Yu (hakkı koşar) ile giriştiği mücadelede gözlerini kaybetmesine rağmen kulaklarıyla görüp, rakibin hamlesinin nereden nasıl geleceğini sezen Ulu Gökçe (reha yurdakul) ile filmin sonuna kadar Tarkan'a fena sopa atan Vang Yu'dur. Film Altın Kılıç teması üzerine kuruludur. Buna göre tapınağın birinde bir Altın Kılıç vardır ve bu kılıcı alan hükümdar Sapan ülkesine hakim olacaktır. Attila'nın da amacı budur, Çin ile arasında tampon bir bölge kurmak istiyordur ki Avrupa'ya rahatça sefere çıkabilsin. Altan Deliorman'dan tarih dersleri bitti, filme dönelim... Kılıcı almak ise oldukça zordur. Attila kılıcı almak için tabii ki Tarkan'ı görevlendirir. Tarkan da o zamanlar, kurdu ve e-5 kenarında at arabası çeken atlardan hallice olan kır atıyla bu kutsal görevin peşine düşer...
***
Yalnız yolda başına talihsiz olaylar gelir... Gerçi Alonya'yı görmenin neresi talihsizliktir tartışılır zira Hülya Darcan tıpkı kızı Bergüzar Korel gibi oldukça güzel bir hatundur ve Ulu Gökçe'nin de kızıdır. Girdiği her handa yiyip içen, kendi yemesi içmesi yetmiyormuş gibi bir de kurduna da yediren ve bugüne dek tek kuruş hesap ödememişliği olan Tarkan efendi, başı Kazım Kartal'la derde giren Alonya'yı kurtarayım derken bir komplo sonucu kendi başı derde girer. Başını (ne çok baş dedik) Halit Akçatepe'nin çektiği pırpır tayfa ile birlikte yakalanır ve kurtuluş için tek yol yine binbir testten geçmektir. Tarkan bu testleri de geçer ve bir punduna getirip kendini ve arkadaşlarını esaretten kurtarır.
***
Tapınağa kılıcı almak için vardığında Vang Yu ile karşılaşır ve tabir-i caizse bir araba sopa yer. Yaşaması bir mucizedir artık. Alonya Tarkan'ı bu perişan halden kurtarır ve bir umut Ulu Gökçe'nin yanına getirir. Filmin en absürd sahneleri de bundan sonra yaşanır. Ulu Gökçe Tarkan'ı bir muayene eder, tüm kemiklerinin kırılmış olduğunu, yaşayabileceğini ancak döğüşemeyeceğini söyler. Yaşaması için de ancak kurt sütü lazımdır ki burada Tarkan'ın en sadık dostu kurt flashback yaşar, gider kurt sütü bulur, buradan öğreniyoruz ki Tarkan'ı kurtlar büyütmüştür... Kurt sütünü alan Tarkan kendine gelir ancak yeniden eski kudretine kavuşabilmesi için bilmemkaçbin derecelik, dünyanın bütün madenlerinn eridiği (kimya dersinden öğrenmiştik, demir 5000 derecede eriyor, bizim vücut sıcaklığımız 40'a vurduğu zaman havale geçiriyoruz) lav havuzuna girmesi ve oradan sağ çıkması gerekmektedir. Erkekliğe bok sürdürmemek için kabul etse de, havuza girerken bağırıp inlemeyi de ihmal etmez.
***
Tarkan havuzdan sapasağlam çıkar... Ulu Gökçe'nin rövanşı da alamadığı Vang Yu ile karşılaşır ve bize öğretilen tipik Çin yavşaklığı ile Tarkan'a düello teklif eder. Kazanırsa tapınakta yediği dayağa rağmen Altın Kılıç'ı alacaktır. Ayı postuna oku yollar, ancak postun arkasında kılıç değil Vang Yu'nun esir ettiği Alonya vardır ve Tarkan istemeden Alonya'yı öldürür. Bu sahne filmin en akılda kalıcı sahnesi bana kalırsa, kocaman gözlerini açmış Alonya'nın şakaklarından ilkokulda kullandığımız suluboya akmaktadır.
***
Tarkan filmin sonunda Vang Yu ve çetesini perişan eder, Altın Kılıç'ı da alır ve yeni serüvenlere doğru yol alır...

Derbi Bitmez


Sadece Türk sporunun değil, Türk toplumunun yaşam tarzının en önemli olgularından biridir FB-GS rekabetinden doğan derbi maçları. Klasik bir tabir vardır ya gazozuna bile oynasalar milyonlar izler. Mahallede top oynayan çocukları takımlarına göre ayırsanız ve onlara maç yaptırsanız 20 dakika sonrası bütün mahalle orada o maçı hararetle izler.

Derbi bereket demektir. 3 haftada 800 kişi tıklamış bloga. Pazar günü işten çıkarken [burada maçtan çıkarken demeyi o kadar çok isterdim ki] "acaba bu hafta içi 1000 olurmuyuz" dedim. Eve geldim 1200e dayanmıştık. Fanatik gazetesi aylardır beklenen zammını derbi sonrasına saklamış. Kimsenin rahatsız olmayacağı bir güne.

Pazar günkü maç hakkında yazmak gerekiyor, ama bu mağlubiyet üzerine yazı yazılmaz. Artık önümüzdeki derbilere bakıyoruz. Ve ilk derbi cumartesi günü Ayhan Şahenk'te. Maç saati belli değil, ayni gün Galatasaray erkek takımı Efes ile oynayacak. Peralta'nın deyimiyle iki film birden. Geçen seneki final serisi gibi zevkli bir maç izleriz, derbiye yakışan bir heyecan yaşarız. Ve inşallah biz de orada oluruz.
NOT: Maç saati belli oldu. 15:00te bayanlar maçı başlıyor, Efes maçının başlama saati ise 17:30.
Bekliyoruz...

Pazar, Kasım 9

Fenerbahçe 4-1 Galatasaray

Selçuk Şahin eğer post fotosunda yer alıyorsa, ya çok içmişimdir, ya da kıyamet alameti dedirtecek kadar iyi oynamıştır Selçuk. İkincisi oldu, Deivid'le birlikte maçın adamıydı ki, Deivid için söyleyeceklerimi yazının sonuna bırakmayı uygun görüyorum.
***
Yine tipik bir Kadıköy başlangıcı oldu bence oyun olarak. Galatasaray genelde iyi başlıyordu, gol atamıyordu, bu sefer golü de buldu. Ancak beraberlik golü erken gelince, planlar bozuldu biraz. Şöyle düşünelim, Selçuk'un golü, bir önceki pozsiyonda da topa onun vurduğunu düşünürsek, yine direk dibine yaptığı koşunun Galatasaray defansınca önemsenmemesi, o topun o açıdan girmesi bayağı zordu. Eğer böyle olmasaydı da, maç 0-1 iken 15 dakika Galatasaray top yapsaydı maça başladığı sükunette, belki daha farklı bir sonuç ortaya çıkabilirdi. "öyle olmasaydı böyle olurdu" gibi vasat bir görüş olabilir ancak, Kadıköy'de 0-1 geçen her dakika, Fenerbahçe'nin kırılganlığını biraz daha artırırdı. Öyle olmadı, önce o beraberlik golü geldi ki Selçuk'un gol atması bir olaydır. En akıllarda kalan golü, Coupet'ye 30 metreden attığı balık goldü, bugünden itibaren bu da değişti. İkinci golle birlikte de Fenerbahçe hem iştahlandı hem de Galatasaray demoralize oldu. O ikinci gol de bayağı moral bozucuydu...
***
Bazı bireysel performanslardan söz etmek istiyorum, ancak bir iki yüzlülük durumu oluşabilir. Çünkü şimdiye kadar burada kendi çapımda eleştirdiğim, giydirdiğim bütün adamlar bugün mükemmel oynadılar. Ama şu var ki ben Fenerbahçeliyim, dolayısıyla objektivite gibi bir derdim yok, tarafım, bugün iyi oynadıkları için alkışladığım oyuncular yarın kötü oynarlarsa yine eleştirebilirim onları. Neyse Selçuk diyorduk, hakikaten Fenerbahçe kariyerindeki en iyi maçlarından birini çıkardı. 6 yılda 7-8 tane maçtır sanırım ama olsun. Ha top kaybetmedi mi, yine kaybetti. Hatta bunlardan birinde de sarı kart gördü, ancak benim ondan asıl beklentim ve isteğim top rakipteyken yapabilecekleri... Rakibe basması, pres yapması, mücadele etmesi. Bugün o işi tam yaptı... Josico neden Fenerbahçe'de derken bugün oldukça iyi oynadı. Evet bir Aurelio değil, ancak oyunun defansif yönünde Maldonado'dan çok daha dirençli ve bu maçın ardından "Fenerbahçe rakısı" temalı tezahurat da tarihe karışır sanırım...
***
Ve Deivid... İlk senesinde Kayseri'de attığı beraberlik golü, İzmir sürgününde şampiyonluğu getiren golü atması, onun eleştirilmesini engellememişti. Geçen seneye bambaşka girdi bu adam. İnanılmaz goller attı, attırdı. Sevilla ve Chelsea maçları, bu yıl oyuna girip golünü atıp ağlaması, duygusal açıklamaları ve özgüveniyle Fenerbahçe'de en sevdiğim yabancılar listesine çoktan adını yazdırdı. Oyuna girmesi çok şey değiştiriyor Deivid'in. Kah oyun kurucu oluyor, kah Gökhan'a yardıma geliyor, ki Gökhan da parlayan isimlerden biriydi, top dağıtıyor, kaybediyor, kazanıyor, arapası atıyor, sürekli deniyor... Kısaca, Deivid toptan anlıyor ve bence komple bir futbolcu.
***
Tolunay Kafkas geçen hafta Beşiktaş'ı yendikleri maçtan sonra "Denizli'yi yenemezsek bu galibiyetin anlamı kalmaz" demişti. Denizli'yi yenemediler ve gerçekten de hiç bir anlamı kalmadı o Beşiktaş galibiyetinin. Haftaya biz Ankaraspor'u yenemezsek eğer, puan olarak zaten geride olduğumuz ligde yine bir darbe almış olacağız. Ama bugün ki maçın anlamı kalmaz diyeni döverler heralde. Bir derbi kazandık, çok mutluyum, ve bütün hafta böyle geçecek, bu kadar basit...

Kadıköy'deki En Unutulmaz 5 FB-GS Maçı


Öncelikle not düşelim bu 5 maç bizzat benim unutamadığım, en güzel beş maçtır. Yani 30 sene evvelki bir derbinin ne kadar güzel olduğunu bilemedim,sıralamaya sokmadım. Ama her derbi gibi o da güzeldir tabi, o da ayrı mesele.

Sıralama tarih sırasına göre yapılmıştır.

1-) 11 Nisan 1993: Galatasaray Alman ekolünü devam ettirmiş, başına Feldkampı getirmiş. Amaç Beşiktaş'ın hakimiyetine son vermek ve Avrupa'da başarı kazanmak. Bu tarihe kadar Frankfurt ve Roma galibiyetleri yaşamış olan Feldkamp'ın takımı çoluk çocuktan kurulu ama deli gibi top oynuyor. Eksik kalsa bile galip geliyor, gelene geçene 3-5 tane atıyor. Yabancıların yaşı sorun olmuş ama gün geçtikçe kaliteleri ülkeye damga vurmuş.

Fenerbahçe ise 90lı yılların standartında. Lige büyük umutlarla girilmiş ama yarıştan erken kopulmuş. Camia karışık, patlamak için neden aranıyor.

Bu maç böyle bir durumda bu yıllarda oynansa Fenerbahçe 1-0 da olsa kazanırdı. Keza o sezonun ilk yarısındaki maçı Sigma'dan 7 yiyen Fener Sami Yen'de Almanları deviren Galatasaray'ı 1-0 yenerek kazanıyordu.

Gündüz oynanan maça Galatasaray hızlı başlar, 10.dakikada Torsten "stasi" Gutschow ile öne geçer. İlk devrede başka gol olmaz ama Mert Korkmaz kırmızı kart görür. Fenerbahçe ikinci yarıya heyecanla başlar rakibi eksildi diye, ama önce Tugay çıkar sahneye. Bülend Karpat'ın "iğne deliğinden geçirdi topu" deyişiyle farkı serbest vuruştan 2ye çıkarır. Genç golcü Kral, genç kaleci Can'ı avlar, farkı 3e çıkarır. Eski kral ise eski takımına karşı penaltı kaçırır. Derbilerin unutulmaz figürü Hayrettin Demirbaş çıkarır topu. Tugay ise kendi takımı adına kazanılan penaltıyı gole çevirir, fark 4 olur. Tanju golünü atar maçın skoru ortaya çıkar: 1-4

Maçtan sonra Dereağzı isyana evsahipliği yapar. Florya ise sezon sonu gelecek şampiyonluk kupasını beklemeye koyulur. Televizyonda veya kanalda tam hatırlayamadığım bir nedenden dolayı bir arıza oluşur maç izlenemez, 4-1lik sonuç duyulunca şok olunur. Gece tekrarı izlenir, sabah okula gidilmez,hava atılmaz.

2-) 22 Aralık 1999: Aslında gayet sıradan bir derbi. Ama gün geçtikçe daha da unutulmaz olacak, Kadıköy büyüsü bozulmadıkça hatırlanacak, her sene önemi artan bir maç olacak. Bu sayede Marcio gibi bir yeteneği Türk futbolseverleri unutmamış olacak.

Maç Çamlıca'dan esen yoğun rüzgar,fırtına,yağmur ve soğuk altında oynanır. Bir erteleme maçıdır, o yüzden bir çarşamba maçıdır.Galatasaray'ın Avrupa yürüyüşü sezonuna denk gelen maça Galatasaray nispeten yedek ağırlıklı kadro ile çıkar. Hasan ve Marcio atar 2-0 olur. Ne büyük tesadüftür ki kötü hava şartları nedeniyle elektrikler kesilir ve 6 sene önceki gibi maçın büyük bir bölümü izlenemez. O esnada Moldovan'ın ilginç golü gelir. Elektrikler de geri gelir. Maç 2-1e kitlenir. Galatasaray'da 9 sene kitli kalır.

3-) 7 Şubat 2001: Efsane sezonun Türkiye Kupası ayağı. Kupa statü olarak şimdiki gibi iğrenç değil, gayet normal ve kupa gibi. İki takım yarı finalde karşılaşır. Tek maç Kadıköy'de, alan tur atlıyor. Galatasaray UEFA Kupası galibi olarak ilk kez geliyor Kadıköy'e. Başlarında Lucescu. Fenerbahçe'nin başında Mustafa Denizli. Maçı Show TV veriyor. Spiker Ercan Taner. Hakem Metin Tokat. İlk gol dakika 5 ,şimdinin Fenerlisi o zamanların gözbebeği, 4 ay sonrasının haini Emre'den. Galatasaray fark atacak diye beklerken sahneye çıkan oyuncu o zamanın Fenerlisi, daha sonranın Galatasaraylısı Haim Revivo. Ogün'e, Serhat'a ve Johnson'a yapılan asistler skoru 3-1e getirir. İkinci yarıya yine golle başlar Galatasaray.Hasan önce gol atar, sonra "ben adamın.." diye başlayan cümlesini söyler. Maçın yıldızı ve o maçtan sonra kendini bulup sezona damga vuran Revivo golünü atar,4-2 olur. Maç böyle bitecek derken son 10 dakikada önce Jardel atar. Bir önceki sezonun Milan maçı senaryosunu hatırlatan bir şekilde, Abdullah Ercan Davala'nın saçını çeker, 90.dakika penaltıcısı Ümit atar 4-4 olur maç.

Uzatma biraz sakin geçer. Lazetiç kazanılan penaltıyı kaçırınca "gooooooool" sesi duyulur sadece sessizliği bozan.

Maç kalbe zarardır sona erer. Ama penaltılar daha da kötüdür. Atışlar inşaat halindeki lise tribünü tarafındaki kaleye yapılır. Johnson gibi topçu ayak içi vurur kaçırır. Jardel gibi gol kralı kaçırır.Lazetiç maç içindeki hatayı yapmaz. Turu Fenerbahçe geçer. Bir gün sonra bütün manşetler ayndır. 4-4LÜK MAÇ..

4-) 6 Mayıs 2001 : Efsane sezonun efsane maçı. Anlatmak için ayrı yazı gerekir. Hem maç için hem sezon için. Bahar yağmuru şiddetli yağar, o gün tamamen yenilenip açılan Saraçoğlu'nu "yüzen stadyum"haline sokar. Bir de terör mabedi durumu vardır ki bu konu yazıyı oldukça uzatır,girmeyelim. Ali Güneş forvet arkası oynar golünü atar. 2. golü Yusuf atar. Suat atar 2-1 olur, aynı anda Rüştü sakatlanır, Oğuz Dağlaroğlu geçer kaleye. Hagi sallar, Jardel vurur. Gol gelmez. 3 puan önde gelen Galatasaray avantajı kaybeder asıl şoku ise bir sonraki hafta yaşar.

5-) 6 Kasım 2002 . Bir Galatasaraylı olarak ne kadar yazabilirim ki bu maçı. Yine bir erteleme maçı, yine bir soğuk hava.Ramazan'ın ilk günü. Maç öncesi olaylar. Yer ayrılmayan tribüne Glatasaraylı taraftarların bilet alarak girişi. Tuvaletlerde olaylar. Gergin atmosfer. Yağmur gibi goller. Şeref tribünündeki alkışlar. Ortega'ya çıkan kırmızı karttan sonra gelen goller. 2-0 mağlupken forveti 4lemeler.

Sezon sonu Fener 6., Galatasaray 2. bitirir.

Cumartesi, Kasım 8

Çubuklu vs Parçalı


Yarın dünya derbisi oynanacak. Kimin kaç gazeteci gönderdiği, kaç ülkeden canlı olarak verildiği, FİFA'nın ne dediği hiç önemli değil.Bizim için öyle bu derbi. Boca Juniors'ın adını bilmezdim 5-6 yaşında ama o yıllarda Galatasaray kadrosunu ezbere sayardım. O yaşta bile Fenerbahçe maçlarını bir gece önce uykusuz geçirerek beklerdim. Ve o yaşlardaki bir diğer huyum; maçtan önce Galatasaray hangi formayla çıkacak diye tahmin yürütmemdi. Fenerbahçe maçlarında hep aynı formayı tahmin ederdim.Parçalı forma.

Eğer bu derbi bizim için en büyük derbiyse ve bunu dünyaya iyice tanıtmak istiyorsak yapmamız gereken şey geleneklerimizi korumak. Yarın Fener sarı formayla çıkabilir, biz turuncu formayla çıkabiliriz. Bunu futbolun sektör olmasına bağlayabilir bazı büyüklerimiz. Haklı olabilirler. "Endüstriyel Futbol" deyimi artık Tribündergi sınırlarını aştı, herkesin ağzında. Biz burda karşı olursak kim tınlar.

Yarın Papazın Çayırı'na çubuklu-parçalı iki takım çıksa fena mı olur? Hadi bu olmaz, bari maça gidenler o formalarıyla gitsinler. Hani diyoruz ya bazen, tribünler bazı zamanlarda rekabeti bırakıp birlik olmalı tribün duruşu sergilemeli, anca o zaman endüstriyel futbolun zararlarından arınabiliriz. O zaman bundan sonra derbilere Galatasaray taraftarı parçalı formasıyla gelsin, Fenerbahçeliler çubukluyu geçirsin üstüne. Sahada olamıyor bari tribünde bu gelenek sürsün.

Eğer çubuklu-parçalı forması yoksa bir taraftarın o da onun ayıbı olsun.

Cuma, Kasım 7

Aşık Oldum

Selma: Ve bu rezaletin sahibi, o rezil hala utanmadan bu masada oturuyor...
Sedat: Teessüf ederim Selma, insan bunca yıllık eşine rezil der mi...
Selma: Ve bu rezilliği benim 12 yıllık arkadaşım Tülay’la yapıyor...
Sedat: Bir kere 12 yıllık diil, 10 yıllık arkadaşı...
Selma: Aynı apartmanda aynı katta oturduğumuz…
Sedat: Aynı katta diiliz, üst katta oturuyor...
Selma: Sabah buluşuyorlar, öğleden sonraları da mektup yazıyorlarmış birbirlerine...
Sedat: Abartıyorsun, abartıyor... Buluştuğumuz günlerde değil, buluşmadığımız günlerde mektuplaşıyorduk.
Selma: Hem de benim odamda, benim yatağımın üzerinde şaapıyorlarmış!
Sedat: Ben o mukaddes yatakta hiçbir zaman şey yapmadım! Her zaman salondaki divanda yaptım aaa!!!
***
Çerez niyetine izlenebilecek en sağlam Türk fimlerinden biri Aşık Oldum. Şener Şen ve Erdal Özyağcılar'ın oyunculuklarının doruğuna çıktığı bu Ertem Eğilmez filminde, 80'lerin kaydadeğer hatunlarından (imiş) Şehnaz Dilan da başrolü paylaşıyor Şener Şen'le. Bir de Necati Bilgiç var, spor yazarı olmayan... Bu filmde Haluk rolünde görüyoruz kendisini, Arabesk filminde kötülerin dostu Kaya ve yine Şener Şen'in Milyarder filminde büyük ikramiyeyi 1 rakamla kaçırınca intihar eden dişçi Atıf dersek sanırım herkes hatırlar...
***
Filmde dikkatimizi çeken bir başka şey de Uğur Yücel - Şener Şen ortaklığını farklı bir biçimde görmemiz. Sekreter İnci'nin (ayşen gruda) deyimiyle, kocakafa Ercan rolünde büyük usta... Daha önce Kemal Sunal'ın başrolünü oynadığı gerek Atla Gel Şaban gerekse de Kılıbık filmlerinde cazgır kadın rollerinde gördüğümüz Nevra Serezli de bu filmde Güzin Bostancı rolünde.
***
Şener Şen'in oyunculuğunun doruğuna çıktığı film dedim, böyle büyük bir ustaya bu tanımı yapmak için fazla hafif bir film mi bilmiyorum, ancak Şakir Bostancı gerçekten efsane bir karakterdir. Asansörde ıslıkla Love Story'i çaldığı sahne, küvette keyif yaparken kendi kendine çektiği telgrafın gelmesi üzerine koftiden sinirlenmesi ve Sibel'i (şehnaz dilan) getirdiği evde akraba talükatı görmesi üzerine zaman kazanmak için çektiği numaralar hakikaten usta işi ve görmeye değer. Macit ise (erdal özyağcılar) ne çapkınlıktan vazgeçer, ne de karısından... Karısının terkettiğini öğrendiği zaman cinnet geçirip mutfağı dağıtması olsun, Türk sinemasının en gerekli aktörlerinden Sümer Tilmaç'ın barmenlik yaptığı bardaki kör taklidi olsun, hepsi süper. Delirip kızdığı zaman mükemmel bir oyuncu oluveriyor Erdal Özyağcılar. Kemal Sunal'ın Postacı filimindeki Gurbetçi Latif karakteri de böyle bir karakterdi, Yabancı Damat'taki Kahraman usta da...
***
Yukarıdaki dialog ise filmin en komik dialogu bence... Bizimkiler'in Nazan'ı Ayşe Kökçü ve Savaş Dinçel arasında geçer, olayla ilgili fikri sorulan Şakir "bu ne tedbirsizlik?!" diyerek tüy diker. Güzel bir film, eğlencelik...

Perşembe, Kasım 6

1 puan 1 puandır

Josico neden Fenerbahçe'de, veya oyuna girince ne yaptı, acaba fizik olarak iyi olsa bir sonuç verir mi, heralde farklı olmazdı... Çünkü bakıyoruz takımın geneline, sakatlanmamış olsa ve takım arkadaşlarıyla birlikte düzgün idmanda olsa o da 60'tan sonra sürünürdü. Bugün Fenerbahçe Sevilla'daki direnişi gösterebildi mi, ya da kaybettiği Chelsea maçındaki oyunu oynayabildi mi, hayır. Hatta skor aynı olmasına rağmen ve son yarım saati 10 kişi oynamasına rağmen PSV deplasmanında bile fizik açıdan bu takımdan çok daha iyiydi Fenerbahçe. İlk gördüğüm şey bu fiziki noksanlık...
***
Roberto Carlos iyice tükenmiş. Demin sakatlığı konuşuluyordu Star'da, belki de onu bahane etti de çıktı, o bile olabilir. Çünkü artık götüremiyor bu seviyedeki maçları. Kendi acziyetini görüyor olabilir. Ya hata yapıyor, ya hata yaptırıyor... Vederson'un dönmesine sevindim. Gökhan Gönül bugün hem takımın en iyisiydi, hem de mücadelesi ve azmiyle alkışı haketti. Selçuk ve Maldonado için fazla birşey söylemeye gerek yok, Selçuk üçüncü stoper gibi oynadı biraz da mecburiyetten, Maldonado da idare etti işte. Lugano ve Edu ise bayağı dirençliydi. Gömülü olduklarında hata yapma oranları oldukça düşüyor bu ikilinin, Lugano savaşçı, Edu ise dikkatliydi.
***
Semih'i çok seviyorum ben. Bundan sonraki kariyerinde sonsuz başarısızlıklar da yaşasa benim için çok büyük futbolcu Semih Şentürk. Ama ne hakemin uyarısına rağmen Van Persie'yi itmesi ona yakışıyor ne de Silvestre'ye dirseği vurması. Belki bilinçli bir hareket değildir bilemiyorum ama Semih'i bu tip olaylarla değil, o olağanüstü motivasyonu, futbol bilgisi ve golleriyle hatırlamak istiyorum hep.
***
Grup aritmetiği iyice karıştı. Arsenal ve Fenerbahçe son ikişer maçını kazanırsa ikisi birden gruptan çıkıyor. Hayal kurmamak lazım, bana göre gruptan çıkmak hayal. Hatta Porto'nun bu galibiyeti ile 3. olmak da güçleşti. Devre arasına kadar Fenerbahçe'nin hem ligde hem de Şampiyonlar Ligi'nde hedeflerinden kopmadan atlattığı her maç kardır diye düşünüyorum sadece...

Çarşamba, Kasım 5

Zamanı geri sarsam...

Popstar'daki halini falan geçelim, Ebru Gündeş ne de güzeldi eskiden... Her albüme bir dizi yapardı, zayıf, hoş bir hatundu. Baskın mimikleri vardı, hala var, ama antipatik...
***
Parreira zamanı, Uche ile Högh'ün önünde Kemalettin'in takıldığı günler, ilkokul 5'teyim, Fenerbahçe hababam futbolu oynuyor diye eleştiriliyor ama ligde de iyi gidiyordu. O zamanlar, Ebru Gündeş fırtına gibi esiyordu magazin dünyasında. Hoş, o zamanlar bir magazin dünyası yoktu, Televole'de bile Hakan Şükür fıkra anlatır, Saffet Sancaklı ise Sergen Yalçın'ın kulaklarıyla dalga geçerdi. Öyle günlerdi... Ebru Gündeş'in bu zamanlardan aklımda kalan ve hemen herkesin de aklına gelecek iki klibi kuşkusuz Sevme Yanarsın ve Fırtınalar şarkısına çektiği kliplerdi. Sevme Yanarsın'da keltoş bir taksiciye aşık oluyordu Ebru, annesi rolünde Gamze Gözalan vardı ki, Baskül Ailesi'nin Fidan'ı, ya da Çiçek Dilligil Öztoprak olmayanı dersek herkes hatırlar. Ayrıca kendisini Bücür Cadı dizisinden de hatırlayabiliriz, ama hatırlatabilir miyiz bilmiyorum, o diziyi de bizden başka izlemiş olan var mıdır, izlemişiz, tarihe acı bir not olarak düşmek lazım sanırım. Gamze Gözalan-Ebru Gündeş ortaklığı, Fırtınalar dizisinde de vardı, orada Ebru Gündeş'in konservatuardan arkadaşını canlandırıyordu, doğumgününde şarkı söylemesi için Ebru Gündeş'e baskı yapmışlığı da vardı bu karakterin. Aynı yıllarda farklı projelerde Ebru'nun hem annesini hem de arkadaşını canlandırdığından üzerinde durmaya değer sanırım...
***
Sevme Yanarsın klibi, evet çok kötü bir kliptir. Ebru Gündeş'in oyunculuğu vasattır klipte, bir Sırnaşık Sevgilim klibindeki jestleri burada göremiyoruz. Ancak o zamanlar ağzım açık izliyordum. Hatta başıma bir iş gelmeyecekse itiraf edeyim, Ebru Gündeş'e aşıktım o zamanlar... Klip, Ebru Gündeş'in aşkının hüsranla sonuçlanması ve annesinin evine tıpış tıpış dönmesiyle son bulurken, anne sözünün dinlenmesi gerektiğini pompalay zihinlere.
***
Fırtınalar klibinde ise karmaşık ilişkiler yumağı söz konusudur. Ebru sevgilisini aldatıyordur, yalnız uğruna sevgilisini aldattığı adamın da bir sevgilisi vardır. Bu adam zibidinin önde gideniydi diye hatırlıyorum. Bir kere uzun saçlıydı veuzun saçlı olmak o zamanlar zibidilikti. Klibin sonunda bunlar oto yıkamacıda karşılaşırlar ki şu anlaşılır, meğerse Ebru'nun fingirdeştiği zibidinin kız arkadaşı Ebru'nun da arkadaşıdır. Bunun üzerine Ebru da kürkçü dükkanına geri döner. Bu klipte dikkat edilmesi gereken bir kaç nokta var, sıralayayım. Birincisi kliplerdeki arabalar aşmıştır, ikincisi Ebru'nun üzerindeki siyahlı beyazlı kıyafet ilginçtir, bugün biri giyse gülerim, ancak o zamanlar hayranlıkla izliyordum. Diğer bir nokta ise Ebru'nun erkek arkadaşıdır. Bu adamda fena halde bir Hırvat forvet havası vardı...

Fırtınalar dizisi Ebru Gündeş'in ilk ciddi oyunculuk denemesiydi. Kerem Alışık ile başrolü paylaşıyordu, dizide Senem Hakkı ve Oylum Öktem gibi genç isimlerin yanında Güzin Özyağcılar ve Erol Taş gibi tecrübeli oyuncular da vardı. Yalnız diziye can veren karakter Gönül Cebeci'ydi, hakkını verelim. Daha sonra her albüme bir dizi dönemi başladı, Deli Divane'de Gökhan Arsoy, klibinde Uche'nin oynadığı Sen Allah'ın bir Lütfusun şarkısının dizi versiyonunda ise Tolga Savacı ile başrolü paylaşmıştı. Bu dönemlerde Sevme Yanarsın gibi enkaz kliplerin yerini Sırnaşık Sevgilim gibi nispeten daha iyi klipler almıştı. Belki de klipler hala kötüydü ancak Ebru Gündeş güzelleşmişti... Belki de bir nesli böyle uyuttular... Belki de Arsenal maçı öncesinde böyle alakasız bir post girerek ben kafamı boşaltayım dedim, bilemiyorum.

Salı, Kasım 4

Unutulmayan Maçlar #2


Mahalledeyiz. Eksik çok, kimse yok. Toplasan 5 kişiyizdir. Yaz tatiline girmeden hemen önce okul askıya alınınca sokağa çıkan çoğalır ve biz her yaz başı aynı şeyi deriz. Bu yaz güzel olacak, çok zevkli maçlar yapacağız, eve girmeyeceğiz. Ama hiç öyle olmaz. Herkes bir yerlere gider, kimse bulunmaz. Ta ki okulun başlamasına 2-3 hafta kala. Eksik olmaz, tam kadro sahaya sürülürüz. Okul açılınca da moraller bozulurdu, tam havamızı yakalamışken sezon sona eriyordu.

Bu hikaye sezon ortasından. Eksik çok. Adam eksik, o nedenle çift kale maçlara muhtacız. Zamanı 31 aylık, ortada sıçan, gol atan kaleye oynayarak geçiriyoruz. Bu esnada ezeli rakip ebedi dost yan mahalleden 2 çocuk geliyor bizim oraya. Yan mahalle diyorum ama aslında aynı mahallenin çocuklarıyız. Ne yazık ki futbol ve çocuk düşmanı Türk Toplumu'nun herkes kendi kapısının önünde oynasın dayatması, yan sokaktaki çocukları "öbür mahalle" olarak adlandırmamıza neden oluyordu. Onlar da aynı dertten muzdaripti ve bizle maç yapmak istiyorlardı. Bu gün derbi günü olsundu istekleri.

Güzel bir istekti ama biz de çok eksik vardı. Zaten tam kadro olsak bile yan mahalle bizi her daim parçalıyordu. Onlar Sakaryaspor gibi sürekli futbolcu yetiştiren bir fabrikaydı. Biz ise Konyaspor gibi umudunu daha önce 3 büyüklerde oynamış olan Anadolu topçularına bağlamış, takım olma konusunda sıkıntı çeken bir ekiptik. Sağdan soldan adam bularak çıkardık mahalle maçlarına. O günkü maçta böyle bir şey yapacak zaman da yoktu, adam da. Mecbur çıkacaktık sahaya. Mahalle maçı naralarını duyunca semtin futbola aşık ve bizi bebeklikten beri bilen büyükleri de balkondaki yerlerini alıyorlardı. Hepsinden Allah razı olsun bir kez daha çünkü onlar olmasa o maç yarıda kalır bizi yine kovarlardı, futbol düşmanları.

Maç öğle sıcağı azalınca başladı. O günlerde yeni bir uygulamaya gitmiştik. Artık 10da devre 20de biter ayarında değildi maçlar. Kronometreli saatlerimizi ayarlıyorduk. Bizim mahallenin keşfiydi.O maçta yanlış hatırlamıyorsam 30ar dakikadan iki devre halinde oynanmıştı.

Kalede yaşı çok ufak olan bir kardeşimiz vardı. Eksikler nedeniyle kadro kurmakta sıkıntı yaşamış, Paf takımdan gençleri kadroya sokmuştuk. Ama rakip zengin kadrosuyla gövde gösterisi yapıyordu. Takımda tek direnen -daha önceki yazıları okuyanlar bilir- Uğur oluyordu. Ama o da tek kalınca erken yorulmuştu ve hafif bir sakatlık yaşamıştı. İlk yarı sona erdiğinde skoru tam hatırlamıyorum ama tam anlamıyla bozguna uğramıştık. İkinci yarı oyunu soğutup maçı bitirecektik. Daha fazla rezil olamazdık seyircimize. O nedenle kaleye, daha güvenili,r Uğur geçmişti. Belki artık gol atma ihtimalimiz yoktu ama bu sefer yemezedik de. Rakip ise iyice alaya girecekti bu devre, beklenen oydu. Ama işler hiç öyle geçmedi.

İkinci yarı da rakibin yağmur gibi yağmasıyla başladı. Fakat kalede Uğur vardı. Hiçbir pozisyonda gole izin vermiyordu. Onu görünce biz de kendimize geldik, şahlanır olduk. Paf takımın oyuncularından birinin golüyle iyice irkildik. Rakipte tartışmalar çıkmaya başladı. Yavaş yavaş farkı eritiyorduk. Onlar 10 kere kaleye geliyor gol atamadan dönüyordu, biz 40 yılda bir gidip golle dönüyorduk. Hatta bir ara Türker(onu da bilen bilir, bu maçta yoktu)-Ben imzalı korner taktiğini kaleden çıkan Uğur ile denedik, ve golünü attı. Heyecandan ne diyeceğini bilemeyen çocuk aklıyla o anda Uğur'a bir lakap bile takmıştık. Klinsmann'ın Çocuğu".

Farkı indirdik ama kendi silahımızla vurulduk. Süre bitmişti. Rakibi yenecekken zamana yenilmiştik. Ama yine de huzurluyduk. Çünkü belki 50 kere bizi yenen rakip, kendi mahallesine dönerken ilk kez bizle ta.ak geçmeyip, tezahuratlarla çılgın gibi sevinerek dönüyordu. Bu da bizi mutlu etmeye yeterdi.

Ayıp Olmaz Mı?


Eskiden çok severdim Formula 1 izlemeyi. O zamanlar Okay Karacan anlatırdı biz de 2 haftada bir izlerdik Schumacher'i, Hakkinen'i, Damon Hill'i, Irvine'ı Coulthard'ı, Jacques Villeneuve'ü. Hepsi çok iyi yarışçıydı ama tek talihsizlik Schumi ile beraber yarışmalarıydı herhalde. Her yarış zevkliydi, farklıydı, unutulmazdı. Mesela Monaco'da yağmur yağmıştı herkes teker teker yarış dışı kalmıştı, beklenmedik şekilde Olivier Panis kazanmıştı. Veya Schumi-Hakkinen çekişmesinin zirve noktasında 2000 yılında Belçika'da ikili aynı anda Ricardo Zonta' ya tur bindirmişti. O esnada kalpler yerinden çıkacaktı nerdeyse. Evin yarısı Almanı, yarısı Finliyi destekliyordu çünkü, tıpkı mahallede olduğu gibi ikiye bölünmüştük. Bir başka yarışta ise 98 yılında Coulthard ile Schumi birbirine girmişti yarış sonrası. Rubens Barrichello'nun son sırada başlayıp, piste giren bir seyirci sayesinde yarış kazanması. Bunların hepsi hala hafızalarda.

Ama bir yerden sonra heyecan kayboldu. Eskiden arabalara şekil veren, yarışı renklendiren sürücüler yavaş yavaş silinmeye başladı. Uzun bir süre Montoya'nın agresif sürüşüne tutunarak heyecanlanmaya çalıştık.Ama 1 taneyle olmuyordu bu, hem zaten Mondragon "DELİ Kolombiyalı" kontejanını dolduruyordu bizim için. O yüzden uzun süredir f1 takip etmiyorum. Ve dün iyice anladım ki kararım doğruymuş.Belki de son yılların en zevkli sezonlarından biri ama içinde birşeyler eksik artık bu sporun, veya yarışmanın ne denirse artık..

Evet eskiden de yol vermelerde, tur bindirmelerde eşit davranmamalar oluyordu. Yüzde yüz fair yarışılmıyordu muhakkak, ama bu sefer biraz ayıp oldu bence.

Düşünün sezonun son maçı. Takımlardan biri rakibini yenerse şampiyon olacak, ama eğer diğeri 5-0 yenerse o yenecek. Maçlar berabere gidiyor. İlk takım 1-0 öne geçiyor, şampiyonluk gelecek , maçların bitimine 10 dakika var. Bir anda öbür takım 0-0 giden maçta 5-0 yapıyor skoru. Neler denir. Şaibeler, şikeler konuşulur. Ama Formula 1 de öyle olmuyor. Böyle bir yarıştan sonra tüm Formula 1 izleyicileri "ne zevkli yarıştı" diyor. Demek ki onlar hoşnut, ama bence eski tat kalmadı.

Boku çıktı

Lig başlayalı 9 hafta oldu ve Samet Aybaba da Bursa'daki görevinden ayrılmış. Yani artık hakikaten boku çıktı. Arsene Wenger bu ülkeye bir maç vesilesiyle geldi ve Aragones ile ilgili açıklamalarında yeni bir teknik direktöre en az 6 ay süre verilmesi gerektiğini söyledi. Şimdi bazıları gibi işte istikrar, Arsene Wenger falan filan demeyeceğim ama şu lafa da katılmamak elde değil. Yani bir de değiş tokuş oluyor, Mesut Bakkal Gençlerbirliği'nden ayrıldı, şimdi kim bilir yine hangi süper lig takımının başına geçecek.. Peki Mesut Bakkal'ı yeniden ikame edecek kafalar, bu adamın bir şekilde Gençlerbirliği'nde yapamadığı şeyleri, kendi kulüplerinde yapacaklarına nasıl ihtimal veriyorlar? Mesut Bakkal iyidir kötüdür bu değil mevzu, en büyüğünden en küçüğüne kulüpleri yöneten adamların bir futbol vizyonu, görüşü yok. Osman Özdemir kan değişikliği lazım diye istifa etmiş. Açıkçası Oftaş'ın, pardon Hacettepe'nin bu ligden düşmesini isteyenlerin önde gideniyim.
***
Şu Bursaspor mevzusuna kızmamak elde değil. Yahu sen Bursaspor'sun işte, tamam küçümsemiyorum ama ligi ilk 6-7 içerisinde bitirmek başarısızlık olmasa gerek Bursa için. Bilmiyorum belki başka olaylar vardır işin içinde ama ne olacaktı yani her maçını alacak mıydı Bursa. Bu takım belki de erken form tuttu ve kötü bir dönemden geçiyor? Olamaz mı yani... Türk medyasının yere göğe sığdıramadığı Arsenal gelene geçene 5 mi atıyor zannediyorlar, anlamak mümkün değil gerçekten. Şimdi bir teknik direktör değiş tokuşu başlayacak. Derken Güvenç Kurtar Bursaspor'un başına geçmiş...

Hafta Açılsın Bayram Başlasın


Türkiye'nin bayramı bu hafta. Bazıları futbol bayramı der sadece ama bence futboldan öte bir bayram. Dünyanın derbilerinin kendine has adları var. Clasicolar, süperclasicolar, old firmler. Bizimkinin böyle bir adı yok. Derbi denince herkes anlıyor, ama bayram desek de olur. Kimse şaşırmaz herhalde.

Bu hafta bütün konumuz bu. Muhabbetler bu konuda şekillenecek. Şahsen ben de derbi hakkında daha çok yazarım bu hafta. Arsenal ve Benfica gibi önemli takımlar bu hafta figüran konumunda olacak bizim için. Bazı abilerimiz; "derbi galibiyeti ne demek Avrupa maçları daha önemli" diyecek. Özünde haklılar ama bu heyecanın bambaşka birşey olduğunu onlar da biliyor. Mantık işleseydi zaten bu kadar tutkuyla bağlanmazdık oyuna ve takımlarımıza.

İlk günler gündem maddesi "hakem kim olacak" tartışması. Bu konu tatlıya bağlanınca deplasman tribünü ve güvenlik başlıklı oturumlar düzenlenecek, ekranda,sokakta,evde.

Maç günü kadrolar ve istatistikler önem kazanacak. Ve maç saatini beklemeye başlayacağız. Eğer bir süpriz olmazsa maç saatinde çalışıyor olacağım. Hayatımın en zor günlerinden biri olacak. Askerde bile derbileri izlemiş birinin bu sefer bu bayramdan mahrum kalması çok kötü. Allah düşmanımın başına vemesin.


Derbi Olasılıkları


1-) Son yılların alışılmışı olur. Galatasaray maça iyi hazırlanır, "bu sefer olacak" diyerek Kadıköy'e çıkar, Fenerbahçe rekorun verdiği gerginlikle çıkar " ya kaybedersek"i düşünür. Ama ilk 10 dakikada hiçbir maçta girmeyecek top veya toplar o dakikada kaleye girer, maç kopar Fener takımı kazanır.

2-) Hafta içinde Fenerbahçe, Arsenal'e yenilir. Hatta fark bile olabilir. Camia çalkalanır, Aragones bavulları toplamaya başlar. Muhalif kanat Aziz Yıldırım'a sesini yükseltir. Galatasaray ise Benfica'dan puan veya puanlarla döner, herşey güllük güllistanlık. Kadıköy'e yenmeye değil rakibi ezmeye gider. Sonrası Avrupa dönüşlerinin klasik derbi sonucu. Fenerbahçe yener, sular durulur, başkan gövde gösterisi yapar, hoca baştacı olur. Galatasaray cephesi şaşırır, 2 hafta kendine gelemez.

Örnek: 92-93 sezonu Sigma-Frankfurt maçları sonrası Aykut Kocaman

Örnek: 2005-06 sezonu, 4-0lık Milan hezimeti sonrası Marcio Nobre

3-) Geçen seneki Feldkamp'ın takımından daha kötü bir Galatasaray, geçen senenin Zicolu Fenerinden daha kötü bir Fenere karşı oynar. Yüksek gerilim, kalitesız futbolla birleşir. Kadıköy'de kaldığı yerden devam eder bayram. Beraberlik gelir 9 ay sonra birkez daha.

4-) Geçen seneki beraberlikle büyü bozulur, sıra şeytanın bacağını kırmaya gelir. Galatasaray iyice asılır. 6ları 4leri yaşamayan genç topçular ve yabancı yıldızlar özgüvenle saldırır ve Galatasaray yener.

5-) Derbilerde heran herşey olabilir.


Sonuç: Yüzde 40 Fenerbahçe

Yüzde 20 Galatasaray

Yüzde 20 Beraberlik

Yüzde 20 Derbinin favorisi olmaz ( Bu yazıya inanmayın)