Salı, Kasım 4

Unutulmayan Maçlar #2


Mahalledeyiz. Eksik çok, kimse yok. Toplasan 5 kişiyizdir. Yaz tatiline girmeden hemen önce okul askıya alınınca sokağa çıkan çoğalır ve biz her yaz başı aynı şeyi deriz. Bu yaz güzel olacak, çok zevkli maçlar yapacağız, eve girmeyeceğiz. Ama hiç öyle olmaz. Herkes bir yerlere gider, kimse bulunmaz. Ta ki okulun başlamasına 2-3 hafta kala. Eksik olmaz, tam kadro sahaya sürülürüz. Okul açılınca da moraller bozulurdu, tam havamızı yakalamışken sezon sona eriyordu.

Bu hikaye sezon ortasından. Eksik çok. Adam eksik, o nedenle çift kale maçlara muhtacız. Zamanı 31 aylık, ortada sıçan, gol atan kaleye oynayarak geçiriyoruz. Bu esnada ezeli rakip ebedi dost yan mahalleden 2 çocuk geliyor bizim oraya. Yan mahalle diyorum ama aslında aynı mahallenin çocuklarıyız. Ne yazık ki futbol ve çocuk düşmanı Türk Toplumu'nun herkes kendi kapısının önünde oynasın dayatması, yan sokaktaki çocukları "öbür mahalle" olarak adlandırmamıza neden oluyordu. Onlar da aynı dertten muzdaripti ve bizle maç yapmak istiyorlardı. Bu gün derbi günü olsundu istekleri.

Güzel bir istekti ama biz de çok eksik vardı. Zaten tam kadro olsak bile yan mahalle bizi her daim parçalıyordu. Onlar Sakaryaspor gibi sürekli futbolcu yetiştiren bir fabrikaydı. Biz ise Konyaspor gibi umudunu daha önce 3 büyüklerde oynamış olan Anadolu topçularına bağlamış, takım olma konusunda sıkıntı çeken bir ekiptik. Sağdan soldan adam bularak çıkardık mahalle maçlarına. O günkü maçta böyle bir şey yapacak zaman da yoktu, adam da. Mecbur çıkacaktık sahaya. Mahalle maçı naralarını duyunca semtin futbola aşık ve bizi bebeklikten beri bilen büyükleri de balkondaki yerlerini alıyorlardı. Hepsinden Allah razı olsun bir kez daha çünkü onlar olmasa o maç yarıda kalır bizi yine kovarlardı, futbol düşmanları.

Maç öğle sıcağı azalınca başladı. O günlerde yeni bir uygulamaya gitmiştik. Artık 10da devre 20de biter ayarında değildi maçlar. Kronometreli saatlerimizi ayarlıyorduk. Bizim mahallenin keşfiydi.O maçta yanlış hatırlamıyorsam 30ar dakikadan iki devre halinde oynanmıştı.

Kalede yaşı çok ufak olan bir kardeşimiz vardı. Eksikler nedeniyle kadro kurmakta sıkıntı yaşamış, Paf takımdan gençleri kadroya sokmuştuk. Ama rakip zengin kadrosuyla gövde gösterisi yapıyordu. Takımda tek direnen -daha önceki yazıları okuyanlar bilir- Uğur oluyordu. Ama o da tek kalınca erken yorulmuştu ve hafif bir sakatlık yaşamıştı. İlk yarı sona erdiğinde skoru tam hatırlamıyorum ama tam anlamıyla bozguna uğramıştık. İkinci yarı oyunu soğutup maçı bitirecektik. Daha fazla rezil olamazdık seyircimize. O nedenle kaleye, daha güvenili,r Uğur geçmişti. Belki artık gol atma ihtimalimiz yoktu ama bu sefer yemezedik de. Rakip ise iyice alaya girecekti bu devre, beklenen oydu. Ama işler hiç öyle geçmedi.

İkinci yarı da rakibin yağmur gibi yağmasıyla başladı. Fakat kalede Uğur vardı. Hiçbir pozisyonda gole izin vermiyordu. Onu görünce biz de kendimize geldik, şahlanır olduk. Paf takımın oyuncularından birinin golüyle iyice irkildik. Rakipte tartışmalar çıkmaya başladı. Yavaş yavaş farkı eritiyorduk. Onlar 10 kere kaleye geliyor gol atamadan dönüyordu, biz 40 yılda bir gidip golle dönüyorduk. Hatta bir ara Türker(onu da bilen bilir, bu maçta yoktu)-Ben imzalı korner taktiğini kaleden çıkan Uğur ile denedik, ve golünü attı. Heyecandan ne diyeceğini bilemeyen çocuk aklıyla o anda Uğur'a bir lakap bile takmıştık. Klinsmann'ın Çocuğu".

Farkı indirdik ama kendi silahımızla vurulduk. Süre bitmişti. Rakibi yenecekken zamana yenilmiştik. Ama yine de huzurluyduk. Çünkü belki 50 kere bizi yenen rakip, kendi mahallesine dönerken ilk kez bizle ta.ak geçmeyip, tezahuratlarla çılgın gibi sevinerek dönüyordu. Bu da bizi mutlu etmeye yeterdi.

Hiç yorum yok: