Cuma, Temmuz 31

Çatışmalar Başlasın


"Elano, Hakan Şükür'ün 9 numaralı formasını istedi".
Başladılar. Daha 1 gün oldu transfer açıklanalı. 17.20'de havalimanında olacak Elano. Kalabalık bir kitle karşılayacak. Tıpkı Lincoln gibi. Çok para alacak. Tıpkı Lincoln gibi. 10 numarayı Arda giyecek, Elano 9'u istemiş. Herkesin okuduğu bir blog, fazla yazmamalıyım. Ama tutamıyorum kendimi. Allahım sen bu takımı koru.

Sinir Bozucu Kart


Dün herşey güzel gidiyordu. Sabah Elano geldi, akşam oynanan maç ise fena değildi. Ne olursa olsun 4 gollü galibiyet sıkıntıları azaltmış, kendimize güven gelmiş. Sevdiğim iki adam Balta ve Kewell gol atmış, sevilmeyen adam Sabri kapak sunmuş. Rövanşta rahat maç olur, tribünde makara olur diye keyiflenmişiz.

Derken Maccabi Netenyalı bir eleman kendi yarı sahasında topla buluştu. Galatasaray'a gol atabilmenin onurunu yaşamak istedi belki. Ama zaten kaleye uzaktı, tehlike olmazdı. Olsa bile ne olacak, en fazla 4-2 olacaktı maç. Pardon; 2-4. Eleman topla ilerlerken geçen sezon bu tip hareketleri defalarca yapan Milan Baros, adamı formasından çekerek durdurdu. Haliyle sarı kart gördü. Hem sporcuya yakışmayan bir davranış, yenik durumdaki rakibe bunu yapmak ayıp olur, hem de bizi zor durumda bırakacak bir kart. Bu tip maçların, bu tip dakikalarında, bu tip hareketlerle sarı kart görmek sinirlerimi bozuyor. Geçen sene Nordbank Arena'da oynanan maç aklıma geldi. Baros yoktu, Nonda tek başına yalnız kalmıştı. Gol kaçırmıştı. Galip gelecekken, berabere kalmıştık. Elendiğimiz maçın bir öncesi.

Bu sene finalin oynanacağı stadyumdaki o dakikalar. 10 kişi kalıp ileride top tutamadığımız anlar. Acaba o maçta Baros niye yoktu? Bu anlamsız kartlar başımızı ağrıtmasın, amin.

Kıyas


Fanatik Gazetesi bugün Fenerbahçe'nin yedek kulübelerini kıyaslamış. Dünkü maçta yedek olanlar ile, geçen sezonun ilk resmi maçı olan MTK maçındaki yedekleri. Öncelikle şunu söylemeliyiz, bu sezon Fenerbahçe'nin kadrosu daha geniş. Buna lafımız yok. Ama şu kıyasa itirazım var.

Geçen senenin yedekleri: Emre, Can Arat, Burak Yılmaz, İlhan Parlak, Gürhan Gürsoy, Önder Turacı, Volkan Babacan

Bu senenin yedekleri: Mehmet Topuz, Deivid de Souza, Selçuk Şahin, Deniz Barış, Bekir İrtegün, Uğur Boral ve Mert Günok.

Haberde savunulan düşüncenin ana fikri şu. "Geçen sene kulübe yetersizdi, bu sene yeterli; işte en somut örneği." Bence savunulan düşünce doğru, ama yola buradan çıkılırsa, bu iki kulübeyi kıyaslayarak, yanlış olur.

Kalecilere baktığımızda Babacan, Mert'e göre daha iyi. 1-0

Sol tarafta oynayabilecek adamlara baktığımızda Uğur'u sevip, Emre'den nefret etmeme rağmen, Emre Uğur'a baya fark atar: 2-0

Stoperlerden Önder Turacı ve Bekir İrtegün. Biri dün kadroda diğeri yedek: 3-0

Yine savunma oynayacak adamlardan Can Arat ve Deniz Barış. Ben Can'ı beğeniyorum, Deniz'i de Letonya maçından beri beğenmiyorum. Can'ın geçmişinde güzel günler var ama Deniz her zaman sıkıntılıydı. Bana kalsa Can derim ama Fenerbahçeliler Can konusunda hassas. Deniz diyelim: 3-1

Gürhan Gürsoy ve Selçuk Şahin kıyaslansa Selçuk belki daha çok ön plana çıkar. Fakat bir çok defa da kanser etmiştir tribünleri. Oysa Gürhan genç yetenektir, kadroda olması gereken bir isimdir: 4-1

Mehmet Topuz ve Burak Yılmaz için berabere diyorum. Karşı çıkan çok olabilir fakat Burak'ın potansiyeline hala güveniyorum. Kendisi bu kadar güvenmiyordur belki de.

Ezici olan fark İlhan ile Deivid arasında. Onun dışında geçen seneki kulübe daha iyi bence. Siz ne düşünürsünüz? Belki kıyas yolum yanlıştır. Yorumlara alalım.

Gecenin Fotoğrafı


Ne Sabri'nin gol atması, ne Guiza'nın hat-trick yapması, ne Karabağ'ın yine galip gelmesi, ne A.Bilbao'nun San Mames'de yenilmesi. Gecenin fotoğrafı budur. Türk sporunda ve tribünlerinde bir fenomen. Ayhan Akman'ın korkulu rüyası, Avrasya Maratonu'nun şampiyonu. Rambo yine sahnede.

Perşembe, Temmuz 30

Perde açılıyor

Bu akşamla birlikte futbol dolu günlere de başlıyoruz kısmetse. Futbol fakiri ay her zaman temmuz olmuştur, temmuz da bitiyor işte, işimize gücümüze bakacağız artık. Biraz bugünkü maçlara değinelim o zaman...
***
Dün Christoph Daum basın toplantısında aynen şunları söyledi "büyük konuşmayı sevmem, verdiğim sözü tutmayı severim". Bunda problem yok, eyvallah büyük lokma ye büyük konuşma demişler ancak Daum bunu bir basın mensubunun Avrupa Kupaları'ndaki hedefini sorduğu zaman söyledi. Daum'un aslında söylemek istedikleri diye başlık açsın sözlükçüler. "UEFA Avrupa Ligi hele hele Honved maçı angaryadan başka birşey değil, şampiyon olalım yeter" dedi aslında. Gerçi dürüst olduğunu belirtelim hocamızın, daha önce de hiçbir zaman yerel hedefler dışında bir arzusu olmadı. Bugün ben Fenerbahçe'nin gol yemeden rahat bir galibiyet alacağını düşünüyorum. Biraz daha ciddiye alacakları bir hazırlık maçı olacak, öyle düşünelim. Bence Zico döneminden de daha iyi bir kadro var Daum'un elinde. Sol kanattaki alternatifleri çoğaldı, üstelik Andre Santos alternatif çoğaltan biri de değil, gayet ilk 11 oyuncusu. Christian uzaktan bir tane yazarsa kapalı kutuluğu gider, 6 yıl boyunca futbolunun üstüne bir tuğla ekleyemeyen Selçuk'tan kötü olacağını zannetmiyorum. 3 yıldır ilk defa sezon başı hazırlık kampına katılan ve sakatlık yaşamayan Emre var, eminim daha verimli olacaktır. Kayseri'deki kafdar borusunu öttüremese de direkt ilk 11 oynayabilecek kapasitede olduğunu düşündüğüm Mehmet Topuz ile birlikte çok güçlü bir orta sahası oldu Fenerbahçe'nin.
***
Galatasaray'ın ise ne oyndığını anlayamadım deplasmandaki Tobol maçında. İzleyenlerden öğrendiğim kadarıyla ASY'deki maç da farklı olmamış. Ben bugün de Galatasaray'ın zorlanacağını düşünüyorum. Sürpriz bir mağlubiyet de alabilir, rahat bir galibiyet de alabilir. Bir süre daha sağı solu belli olmayacak Galatasaray'ın.

Schumacher ve Brezilyalılar


Formula 1'e olan ilgim Ayrton Senna'nın ölümüyle başladı. Evet, dramatik bir durumdu. Ama aynı zamanda oldukça romantikti. Formula 1 pilotların o zaman spor olarak sayabildiğim Formula 1'de, ölümü göze alarak spor yaptıklarını farketmiştim. Saygı duyulması gerekiyordu.

Ben de büyük saygı beslemeye başladım. O gün Formula 1 izlemeye başladım aynı zamanda. Sene 1994'tü, yaşım 9'du. Arabalara ilgim yoktu, ehliyetimi bile 24 yaşında aldım. Ama Formula 1 çok güzeldi. Çünkü tüm olay araba-motor vs değildi.

Senna'nın ölümüyle Schumacher parladı. Parlamakla kalmadı, Formula 1'i değiştirdi. İlgi daha da arttı. Schumimania oluştu. Kolay olmadı. Zor rakipleri vardı. O zamanlardı işte çok güzel olan. Schumacher'in zorlandığı, yenildiği, sinirlendiği zamanlar. Hakinnen ve Coulthard'a sahip McLaren ile tek başına savaştığı zamanlar. İkinci pilotları, takım arkadaşları hep vasattı mesela Schumi'nin. Irvine ise sapıktı o yüzden çok severdim. Daha sonra o sapıklık kontejanını Montoya doldurdu. Kolombiyalılar işte. Mondragon da bir acayipti ya neyse.

Mesela Damon Hill, Jean Alesi, Jacques V., gider de gider. Bir Brezilyalı'nın ölümü bana Formula 1'i sevdirmiş, Schumacher'e ise zirve yolunu açmıştı. Öte yandan Schumacher'in zirveye çıkmasından sonra Formula 1 keyifsiz olmuş benim de ilgim azalmıştı. Çünkü olay Schumacher-Hakinnen, Schumacher-Coulthard olmaktan çıkıp, Schumacher ve diğerlerine dönmüştü.

Yaklaşık 4-5 sene oldu Formula 1 izlemeyeli. Belki de daha fazla. Masal gibi geçen yarışlar yok artık sanki. Hareket çeken Coulthard, küfür eden Irvine, Monaco'da şampiyon olan Panis, baba olunca yavaşlayan Hakinnen yok artık. Haliyle izlenecek bir şey de yok(tu).

Yine bir Brezilyalı kaza yaptı bu hafta. Artık güvenlik önlemleri daha sıkı falan işte. Can kaybı yok. Massa yaşıyor. Ama yerine geçecek biri lazımdı. O da Schumacher oldu. Yine bir Brezilyalı yol açtı Schumacher'e. Benim ilgim yine artacak mı bilmiyorum. Sanmıyorum. Ama sevindim, "ulan belki eskisi gibi olur" diye düşündüm kısa bir an. Ama zor. Hakinnensiz Schumacher, hep bir eksik sanki. Ralf olmadan Michael olmaz. Frentzen yoksa Alman eksikliği var demektir. Fark ettiniz mi 1 satır dışında takım adı da yazmadım. Olay hep pilotlarla ilgiliydi eskiden. Ölümüne spor yapanların hikayesiydi. Artık öyle mi?

Netenya


Atilla'nın dünyaya mirası olan Macarlar'ın bize daha yakın isimleri olacağını düşünmüştüm. En azından çoğunluğunun adı Atila orada. Ama bugün Honved ile Netenya'nın kadrosuna bakınca Netenya bana daha yakın geldi. İlk onbirde bir tane Saban var, Şaban olabilir. Ogani var mesela, Ogün, Okan, Ogan gibi geliyor kulağa. Gazal var, Hazal'ı Gazel'i andırıyor. Cohen bir İsrail takımının olmazsa olmazı, Yalçın Küçük'e kadar uzanır burası. Forvette Sabaa var, Saba Tümer'e sevgilerimizi yollatırıyor.

Perez bize Sebastian Perez'i hatırlatıyor ki Uğur Uçar'dan başka son 7 senede sağ bek oynayan herkes Perez'i unutmamızı engelledi. Bir de Okocha var İsrail ekibinde. Fotoğraftaki eleman kendisi. Adı da Samedu. Bizim tanıdığımız bildiğimiz tek Okocha vardı ona da Muhammet derdik. Netenya'daki Okocha'ya karşı, TC vatandaşı Muhammet Yavuz kültürü.

İsa Musa Gel Bizi Kutsa


Sahaya çıkmayı bırak, Türkiye'ye henüz ayak basmamış bir topçuyu ilah yapmak hoşumuza gidiyor. Bu coşku bize 1 ay yeter, ondan sonra çıkar bir de topunu oynarsa Rio'ya gidip o heykele arkasında Elano (ve Ülker) yazan Galatasaray forması giydirmek boynumuzun borcudur.

Elano-Vassel


Elano uzaktan çakar, Vassel coşar. Türkiye'de bu sezonun modası Man.City

Çarşamba, Temmuz 29

Erhan

Sabahları Fatma Hanım uyandırıyor; helva, ekmek, çay...
severiz erhan güleryüz'ü, güzel adamdır.

Maltepespor Seçmeleri


Futbolcu olma hayaliyle yanıp tutuştuğum yılların sonundaydım. ÖSS'yi kazandığım yazdı. Herkes kariyer hesapları ve tercihlerle uğraşırken ben hayalimi gerçekleştirmek için son kez didiniyordum.

Berker ile beraber Maltepespor'un yolunu tutmuştuk. Bir şans verseler, kendimizi göstersek, kapağı atsak hayalleri. Yaz sıcağında kulüp binasında hayatımızın en önemli iş görüşmesine girmiştik. Oradaki adam, sıfatını hatırlamıyorum şimdi, önce bana sordu: Kaç doğumlusun?. 1985 dememle sırtını dönmesi bir oldu. Berker, 1987 dedi. "Yarın idmana gel sen!" dedi Berker'e.

Hafiften üzüldüm. Beni de deneyin ulan dedim içimden. Zordu ama biliyordum. Berker'in de zordu ama onu kabul etmişlerdi. O açıdan sevinçliydim.

Bir gün sonra Başıbüyük'te idmana çıktı Berker. Ben de izliyordum. Futboldan tiksindiğim nadir günlerden biriydi. Sebepleri ayrı yazı konusu. Berker biraz iri bir arkadaştır. Ama iyi top oynar. Hoca ona, yeni sezona kadar kilo ver gel gir takıma dedi. O, Kızılkayalar'da 10 dakikada 5 hamburger 1 elma yiyebildiği için kilo veremedi. Haliyle Maltepespor defteri onun için de kapandı.

Bunları niye yazıyorum? Çünkü o gün beni idmana almayan Maltepespor, tam 6 sene sonra Türkiye'de bir ilki gerçekleştiriyor. A Takım için seçme düzenliyor. Herkes katılabilir. Bizim mahallede hala futbolcu olmak isteyen, bunun hayalini yaşayanlar var. Onların haberi var mı bilmiyorum. Eğer haberdar olurlarsa kesin giderler. Bazılarına şans güler mi acaba çok merak ediyorum.
İdealtepe Tesisleri'nde yapılacakmış. 30-31 Temmuz'da. İlgilenen varsa, son şansını denemek isteyen varsa buyursun.

Stad Projesi


Karşıyaka'da sahile sıfır stadyum. İzmir'in İnönü'sü. İzmir'e yerleşmek için bir neden daha. Bakalım olacak mı?

Eğitim şart

"Bilirsiniz ben hakemler hakkında fazla konuşmayı sevmem" diye başlayan cümlelerin ardından ekrandaki kişinin dakikalarca hem ilgili maçın hakemini hem de diğer bütün hakemleri eleştirdiğini gördük yıllarca. Bu açıklama Bülent Uygun'a ait değil. Bu açıklamayı yılda en az 10 kere farklı renkteki ağızlardan duyarız. Futbolcuların klasikleşen açıklamaları da vardır sinir bozan, "ancak x'ten büyük bir takımdan teklif gelirse Avrupa'da oynarım" misali... X'ten büyük ona göre iki takım vardır ama, ya Real Madrid'dir, ya da Milan. Bülent Uygun ise bütün bunların toplamı. Cem Yılmaz'ın dediği gibi hepiniz öyle değilsiniz ama hepinizi topladığımızda sonuç bu. Sivasspor'da yaptıklarını inkar edecek halim yok, müthiş iler yaptı 2 yıldır. Ama kariyeriyle ters orantılı olan ise yaptığı açıklamalar oldu. Dün maçtan sonra açıklamalarını dinliyorum, ortada fol yok fos yokken "bütün suç bana ait" dedi. Yahu be adam bütün suç niye sana ait olsun ki... Şimdi delikanlı mı oldun yani? Hem niye bütün suç sana ait... 33 yaşındaki Michel Petkovic'e hatalı çıkma demen mi lazım soyunma odasında? Ya da savunma oyuncularına aval aval bakmayın birbirinize demediğin için mi suçlu sen oldun? Sivasspor açıklanamayacak kadar kötüydü dün. Sahada olan herşeyin sorumlusu teknik direktör değildir bence. Futbolcunun asgari olarak yapması gereken şeyler vardır diye düşünüyorum. Dün o asgari şeyleri bile yerine getiremedi Sivasspor'lu oyuncular. Neyse, amacım maçı yazmak değildi. Şu klasik açıklamalardan ve gereksiz teknik direktör delikanlılığından çok usandım. Eğitimle ilgili bir sorun olsa gerek...

Salı, Temmuz 28

Yine Buluştular


2003-04 sezonunun en güzel futbol hikayesiydi Monaco. Sıfırı tüketen takım inanılmazı başarmış ve Şampiyonlar Ligi'nde final oynamıştı. Mourinho'nun Porto ile Uefa'nın ardından Ş.Ligi'ni kazanması Monaco kadar etkilememişti beni.

O takımın teknik patronuydu Descahmps. Golleri atan ise Moriantes idi. Hikayenin en heyecanlı sayfaları Monaco'nun Real'i elediği günlerde yazılmıştı. Tabi ki eski takımına acımayan Fernando olayın baş kahramanıydı.

Şimdi bu ikili Marsilya'da yeniden buluştu. Geçen sene Gerets ile kupa kazanamasa bile daha önemlisini elde eden; "hava yakalayan" Marsilya bu sene Şampiyonlar Ligi'nde ne yapacak merakla bekliyoruz.

Arda Nereye Bakıyor


Ya Adidas'ın şortları potluk yapıyor, ya da bizim tandem çok sağlam...

Beğendim Ama Sevmedim


Bugün en çok konuşulan konu Galatasaray'ın mor forması oldu. Msn'den internetten sürekli mor forma geyikleri dönüyor. Eski açık mor desene diyenler, milka espirisi yapanlar, cimbom morardı diye başlık bekleyenler.

Hepsi hakedilmiştir. Çünkü Galatasaray'ın mor rengi yoktur. Formaların dizaynına çok takılmam. Sarı ve kırmızı olduktan sonra her forma makuldür benim için. Formalar oynanan maçlarla değerlenecektir çünkü. Galatasaray'ın beyaz formaları Xamax ve Arsenal maçlarıyla kalplerde yer edinmiştir mesela. Düz sarı denince akla Manchester United maçı gelir. O yüzden çok takılmıyorum. Sarı-kırmızı olsun bir de parçalı olsa tadından yenmez o ayrı.

Gelelim mor formaya. Formayı beğenmedim diyemem. Güzel olmuş. Mor renk güzeldir. Üstelik çok kullanılan bir renk değildir futbol sahalarında. Fiorentina, Orduspor, eflatuna giden Real Madrid. Akla gelenler bunlar. Fazla yok. Az kullanılan fark yaratır. Farklı olan güzeldir. Ama diyoruz ya çok kullanılan bir renk değildir. O kullanmayanlar biridir Galatasaray.

Geçen seneki turuncu formadan daha güzel bu mor forma. Ama turuncunun en azından bir anlamı vardı. Sarı ve kırmızının birleşimi, kesişimi, arası diyebilirdik. Morun hiçbir alakası yok. Şimdi tarih sayfaları karıştırılıyor. Mor ile ilgili anılara, arşivlere, yazılara bakılıyor. Galatalılar'a, Cenevizliler'e kadar gidiliyor. Hiç gerek yok bunlara. 500 yıllık camianın muhakkak her renkle ilgili bir olayı, bir anısı olacaktır. Ama asıl renkleri bellidir.

Turuncu formanın sonunu hazırlayan biraz da geçen seneki Kadıköy maçı olabilir. 4 gollü alınan mağlubiyet sonrası söylenen Turuncu formayla geldiler ama yine tanıdık sözleri etkilidir belki de. Bu sene de "Biz bir şey yapmadık, onlar böyle geldi" derlerse altından kakmak zor olur.


Peki, yukardaki fotoğraftaki en güzel şeyin Işıl Alben olduğunu söylemeye gerek var mı?

Sezonun İlk Derbisi


Güney Tribün: 20 TL

Doğu Tribün: 40 TL

Batı Tribün: 40 TL

Biletlerin fiyatları gayet uygun. Herhalde uzun süre bu fiyata derbi izleyemeyiz. Fakat şöyle bir sıkıntı var ki, maç İstanbul'da değil. Bulgaristan'a yakın bir yerde oynanacak. Yoksa gidilirdi. Televizyondan izleriz artık.

Telefonun Tellerine


"Bedelsiz olarak Galatasaray’a giden Gökhan Zan’ın, yardımcı antrenör Tayfur Havutçu’yu telefonla aradığı ortaya çıktı. “Ferrari’nin benden üstün ne yanı var ki, sürekli gündemde, anlamadım” diyen milli futbolcuya hocanın yanıtının ise “Adamın kariyeri ortada. Biraz araştır, anlarsın” şeklinde olduğu belirtildi."

Pazartesi, Temmuz 27

Milano Derbisi


Bambaşka bir kıtada dün gece Milano derbisi oynandı. Hazırlık maçında gülen maviler oldu. Şehrin iki takımı da birbirinden çok farklı durumda. Inter oldukça iyi olan takımını daha da iyi hale getiren transferler yaptı. Ac Milan ise kötü geçen sezonun ardından gerekli işleri yapamadı. Üstelik Kaka'yı da kaybetti. Aradaki fark açılıyor sanki.

Inter'in fazla transfere ihtiyacı yoktu. Eto'o daha yeni geldi. Ondan önce yapılan en isimli transfer Milito olmuştu. Milan'ın en önemli transferi Onyewu idi.

Bu şartlar altında başladı maç. Dakikalar daha 4 iken Milito, Onyewu'yu çalımladı ve gol attı. Milito için bundan daha iyi bir başlangıç olamazdı. Üstelik Arjantinli ikinci yarıda bir tane daha attı ve maç 2-0 bitti.

Bu iki takımın oyuncularının gücü veya oynadıkları taktikler falan çok mühim değil. Önemli olan anlatacak birşeyler bulmak. Bu maçı, bu iki takımın oyuncularını bilmeyen birine böyle anlatırsınız. "Inter'in yeni transferi, Milan'ın yeni transferini çalımladı ve golünü attı." Milano'da ne olursa olsun sezon bunun üzerine inşa edilecek, edilmeli. Maçın geri kalan 89 dakikası pek de önemli olmayacak. Milan, bundan sonraki hamlelerini ona göre yapacak. Inter özgüvenini bu golle devam ettirecek.

TSYD Kupası'nın kalkma nedenidir bu ülkemizde. Yeni transferlerin, milyon dolarlık topçuların madara olmasını istemeyen insanların aldığı karardır. Oysa birçok futbolcunun da yeni gelen takımlarında tutunmasını sağlamıştır TSYD. Ama en önemlisi birçok öykünün de başlangıcıydı TSYD. Onun yokluğundaki en büyük sıkıntı budur. Öyküler azaldı TSYD'nin yokluğunda. Konu TSYD değil, İtalya.

İtalya'nın TSYD'si TIM Cup ne zaman acaba?

Hangisi Daha Büyük


Matematik dersi için kolay bir soru. Ama konu matematik değil. İşte 3 tane numara. Hangisi diğerlerinden daha büyük? 7 mi 9 mu 19 mu? Ben 7 diyorum. 9'dan da 19'dan da daha büyüktür.

Topa Vur Yeter


Ayağı futbol topuna değmemiş insanların futboldan para kazanması çok içimi acıtan bir durum. Çevremde de çok var. Futbol topunu bomba sanacak insanlar afilli işlerde çalışıp futbol sayesinde para kazanıyorlar. Reklam şirketlerinde, bankalarda, organizasyon şirketlerinde vs.

Bir de futbolun patronu var. Sepp Blatter. Acaba küçükken top oynamış mıdır diye çok düşünmüşümdür. Mesela kolasına maç yapmış mıdır? Kalede son olmuş mudur? Veya topukla penaltı atmış mıdır? 31 aylık oyununundan haberdar mıdır? Kendi takımı gol atınca, karşı takımdaki arkadaşına "koyduk çocuğu" şeklinde laf atmış mıdır? Veya buna benzer şeylerin İsviçre versiyonları. Bence hiçbirini yapmamıştır. Hatta topun sahibi gıcık çocuk bile olmamıştır.

Ama gel gör ki şimdi topun sahibi o. Dünyanın bütün topları onun emrinde. Haliyle keyfini çıkarıyor. Penaltıyı atıyor. Sonuç mu? Golü yiyen biz oluyor, Blatter gülücükler saçıyor.
***
Ulan bir de adam eski futbolcuymuş Platini gibi, sıçtık o zaman. Gerçi Blatter sana diyorum, reklamcılar,organizatörler siz anlayın.

Contador


Fransa Bisiklet Turu'nu adam gibi izlediğim son yazdı 2007 yazı. Son iki senedir hakkını veremedim. Hatta şöyle sölemek lazım. Geçen sene hakkını veremedim, bu sene kıyısından köşesinden geçmedim. Geçemedim.

2007 yazında şampiyon olan Contador, bu sezon yine zirvedeydi. Dünyanın en zor şeylerinden birini 2.defa başardı. Biz izlemeyi beceremiyoruz. Adam bitiriyor. Hatta şampiyon oluyor. Son 2 senede çok şey değişti hayatımda. O değişkliklerden biriydi artık bisiklete binememek. Tour De France'ı izledikten sonra bisiklete binmek muhteşem bir zevkti. Şimdi bunu yaşamak zor. O nedenle gıpta etmeyelim diye turu da izlemiyoruz.

Seneye hem bir bisikletimiz olur hem de hakkını vere vere çatır çatır izleriz. Bu arada, biz Peralta ile bisikletle Van Kalesi'ne gidecektik, o iş ne oldu?

Inspector

58. Başbakanlık Koşusu'nu Inspector kazandı. Tamamen tarzı yüzünden tutmadığım bir attır Inspector. Ama işte son 200'de bile ciddi biçimde rahatsız eden olmayınca ilerleyen metrelerde İstanbul'dan puanla dönmek isteyen ve ikinci yarının ortalarına kadar gol yemeyen Anadolu takımı misali direnci arttı ve yarışı kazanmayı bildi. Adamım Salvatore sonlarda sağlam gelse de yaşıtını geçmeyi başaramadı işte. Kurtiniadis bildiğimiz gibi. Bence 2 yıl daha bu seviyede koşar. Yarışı kaybetmesi birşeyi değiştirmiyor. Pan River dışarıdan çok kuvvetli geldi ve biraz daha devam etseydi yarış, hadi diyelim bir 50 metre kadar daha devam etseydi Kurtiniadis ile birlikte kafa kafaya bitirirlerdi Inspector'un tempsuyla öldürdüğü bu yavaş yarışı...
***
Bir sözüm de Invincible Son için... Evet çok kabiliyetli bir tay... Kumda henüz geçilmedi ve bu müthiş neresinden bakarsak bakalım. 3 yaşında Fairson ya da Velociraptor da ondan farklı değildi. Ama bütün kabiliytine rağmen henüz bu rakiplerle kapışacak seviyede değil. Hoş yakın farklarla biten yarışı iyi bir yerde bitirdi tabelaya girememsine rağmen. Fakat bana fena halde 2000 yılında Trapper'a çarpılan Altın Bike'yi anımsattı bugünkü hikayesi. Altın Bike kayboldu gitti sonra, arada sivrilen yarışlar koştu. Tabi bu bsit bir çağrışım. Invincible Son'un çok daha parlak bir kariyeri olacağına eminim...

Pazar, Temmuz 26

Cocu Omuzlarda


Sıcak pazar günü için kısa bir yazı. Bir zamanlar Barcelona orta sahasında tiki-taka yapan sakin topçu P.Cocu arkadaşlarının omuzlarında jübilesini yapıyor. Liderlik özelliği olan bir topçuydu kendisi. Philip John William Cocu onun tam adı. İngiliz prensleri gibi yani. Lider olması normal. Bu isim bende olsa, ben de özgüvenle yönetirdim oynadığım takımı. İyi pazarlar.

Cumartesi, Temmuz 25

Carlo ve Leo


Overrated teknik adam Ancelotti ile yolun başındaki Leonardo. İki Milan efsanesi ABD'de karşı karşıya geldi. Boynuz kulağı geçemedi.

Carmelo

NBA gibi bir oluşuma haddinden fazla ilgi gösteren ve Rus mafyası için çalışan arkadaşımız Sertace'ye gelsin bu fotoğraf. Askere gitmeden önce bir hediye. Kendisi burayı okumuyor ama olsun. Herkes Selim olamaz.

Ah O Gemide Ben de Olsaydım


Carregher, Liverpool taraftarlarının organize ettiği etkinlik sayesinde takım arkadaşları ile beraber üzerinde geziyor. Onun, Liverpool taraftarı için ne kadar çok şey ifade ettiği Beatles'ın Yellow Submarine şarkısından esinlenip şu sözlerle donatılan tezahürattan daha iyi anlaşılabilir.

Number one is Carragher / And number two, is Carragher / Number three is Carragher / And number four, is Carragher / We all dream of a team of Carraghers / Team of Carraghers, team of Carraghers, CARRAGHERS ! / Number five is Carragher / And number six, is Carragher / Number seven is Carragher / And number eight, is Carragher / We all dream of a team of Carraghers / Team of Carraghers, team of Carraghers, CARRAGHERS ! / Number nine is Carragher / And number ten, is Carragher / Eleven is Carragher / And all the subs, are Carraghers / We all dream of a team of Carraghers / Team of Carraghers, team of Carraghers, CARRAGHERS !

Liverpool'u eskiden çok severdim. Ama şimdi eski Liverpool hissiyatı uyanmıyor içimde. Eskiyi bugünlerde görebilmemi sağlayan nadir adamlardan biridir Carregher.

Aşk Hiç Biter Mi?


Lucas Podolski. Alman futbolunun son yıllardaki en büyük eksikliğine çare olan futbolcu. Neydi o eksiklik? Hikayesi olan futbolcu. 2000li yıllara bakınca sadece Ballack ve Podolski'yi görüyoruz. İkisinin hikayesi de birbirinin tam zıttı. Ballack giderek yükselirken, Podolski bekleneni veremedi. Oysa ilgilerin çoğu onun üzerinde toplanmıştı. Bir futbolcu için büyük bir şanstı. Alman futbolu için bir yenilikti belki de. Bu iki futbolcunun bir milli maçta kavga etmesi de hikayeleri çakıştırdı. Şimdi o Podolski eski takımına geri döndü. Yeniden bir atlama yapabilecek mi göreceğiz.

Köln dün, Bayern ile oynadı. Podolski için zor maçtı. İlk aşkına geri döndüğü sırada, eski aşkı ile yüz yüze. Bu zor durumu atlatmak için güvendiği ise sevgilisi Monika Puchalski oldu. Onu öperek, diğer iki aşkı arasında kalma sıkıntısını bir kenara bırakıyor.

Kuş mu kovalasın?

Geçen arkadaşlarla otururken aynen post fotosundaki gibi bir abla yan masada arz-ı endam eylerken masasının etrafına iki üç tane serçe ilişiverdi. Çığlıklar koptu bir anda, "ay ay ay.. garson bey bişey yapın" gibilerinden... Vizontele'de Tolga Çevik'in "neticede onlar kuş" repliği aklıma geldi. Hayır bir de garson ne yapabilir ki, kuş mu kovalasın... Binbir triple masasını değiştirdi Victoria kılıklı...

Cuma, Temmuz 24

Eski Sevgili


-Hiç bir adamı ağlattınız mı?

-Bütün sevgililerimi ağlatmışımdır.

Demet Akalın ve sevgilileri denince aklıma hep bu basketbol topuyla yaptığı fotoğraf çekimleri gelir. Bir dönem çıkış yaptığı şarkılarını bir basketbolcuya ithaf eden Demet, bu sefer de bunu demiş. Aklıma yine basketbol topu geldi. Bu arada, hiç, bir adamı ağlatmayan kadın var mıdır?

Daum ve vizyon

Daum hergün yeni açıklamalar yapıyor, yeni birşeyler söylüyor. Kah takımın durumundan bahsediyor, kah Aziz Yıldırım'ı övüyor, kah Türkiye ikinci vatanım diyor falan filan. Ben Daum'un konuşmalarından çok sıkıldım daha geleli 1 ay olmasına rağmen. Bugün de Fenerbahçe'nin Inter'den, Bayern München'dan farkı yoktur falan demiş. Vizyonu geniş bir kulüp olduğundan söz etmiş. Ve eklemiş; "lig bizim için birinci planda". Turkcell Super Lig hani, ortalamaya vurduğumzda her 3 yılda bir Fenerbahçe ya da Galatasaray'dan birinin, şartlar ne olursa olsun, kadrolarında kim olursa olsun kesinlikle şampiyon olduğu lig. Daum bunu dev bir proje olarak satmaya çalışıyor ama yemiyoruz tabii.
***
Mehmet Demirkol, Daum imza attığı zaman "Daum Chelsea'yi Inter'i yenmeyi aklından bile geçirmez." Bu sene Fenerbahçe UEFA Avrupa Ligi'nde gruplara kalsın yeterli Daum için. Yani nezaketen o da, gruplara kalmamak da olmaz artık. Hatırlayalım Schalke ile Almanya'da oynanan maç sonrasında Schalke'nin bir sürü yabancı futbolcu oynattığından, takımının seviyesinin düşük olduğundan falan bahsetmişti. Daum'un bahaneleri her zaman hazırdır, deplasmandaki sıradan bir lig maçında kenarda gösterdiği özveriyi, çok önemli bir Avrupa Kupası maçında göstermez, göstermedi. Bundan sonra da çok farklı olmayacaktır. Çok yakın geçmişte Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final görmüş takımın taraftarları olarak, Avrupa'da sıradan takımlara karşı alınacak ağır mağlubiyetlere hazır olsak iyidir. Ama üzmeyelim kendimizi, 3 gün sonra gider Kayseri deplasmanından altın değerinde bir 3 puanla dönmesini bilir teknik direktörümüz.

Eyvah, Geliyorlar Galiba!


"Bazı uluslararası medya kuruluşlarında yer alan, basınımıza da yansıyan Arjen Robben'in transferine ilişkin haberler gerçeği yansıtmamaktadır. Hollandalı futbolcuyla ya da kulübü Real Madrid ile gerçekleşen veya gerçekleşmesi planlanan bir görüşmemiz bulunmamaktadır.

Benzer bir asılsız haber ise, Andriy Shevchenko'nun transferi için kulübü Chelsea'ye bir miktar paranın yanı sıra oyuncularımızdan Daniel Güiza'yı teklif ettiğimiz yönündedir. Ancak, kolaylıkla da tahmin edileceği gibi böyle bir transfer çalışmamız olmadığı gibi böyle bir takas da söz konusu değildir."

Fenerbahçe resmi sitesi "bu haberlere itibar etmeyiniz" başlıklı duyurusunda bu cümlelere yer vermiş. Şu dakikaya kadar itibar etmiyordum ama bu yalanlamadan sonra işkillendim. Ezeli rakibimiz bir bomba patlatacak galiba.

Karabağ


Karabağ takımı Rosenborg'u yenerek tarihi bir başarıya imza attı. İlk maç Norveç'te 0-0 bitmişti. Rövanş maçında tek golü Sadıgov attı. 1-0 yendiler. Gecenin süprizidir herhalde. Gecenin kahramanının Türkiye'de oynamış olması da bizi sevindiren olaylardan.

Şimdi rakip Finalndiya'dan Honka Espo.

Bu arada dün gece tur atlayan takımlardan bazıları: Randers, Basel, Vaduz, Sarajevo, R.Wien, Tromso, Helsinborg, S. Bükreş, S.Graz, S.Olomuc.

Galatasaray 2-0 Tobol


İki maç arasından ne kadar da büyük fark var. Sami Yen'deki son maç Sivasspor maçıydı. Aradan geçen süre sadece 1.5 ay ama değişim çok fazla.

Tribünlere en son değinelim. Yedek kulübesinde Galatasaray tarihinin en önemli kaptanlarından biri vardı mayıs ayında. Şimdi ise dünya futbolunun gelmiş geçmiş en önemli futbolcularından biri var. İkisi de çok farklı bir anlayışa hakim deniyordu haziran başında. Bülent "savunmacı", Rijkaard "golü düşünen" deniliyordu. 1.5 ay önce Sivasspor'u kendi sahasına hapseden takım Bülent'in takımıydı. Tobol karşısında pozisyon bulmakta zorlanan takım ise Rijkaard'ın.

Gerçi Sivasspor ceza sahasına kamp kuran takıma Bülent'in takımı diyemeyiz. O takım baya bi Skibbe takımıydı. O zaman geçen sezonun başı ile bu sezonun başını kıyaslayalım. Geçen sene S.Bükreş sayesinde büyük bir şokla başlamıştık. Kalede Aykut vardı, De Sanctis hazır değildi. Bir sene sonra aynı hata yine yapılıyor. Kalede Orkun var, Leo Franco hazır değil. Bana kalırsa ne kadar toplara çıkmadığı için bizi çıldırtsa da, ne kadar kalede verdiği güven onun yeteneklerinden dolayı değil de deli cesaretinden olsa da yabancı bir kaleciye karşı Orkun'un olmasını yeğlerim. Ama eğer elde kaleci varsa onu oynatmalıyız diye düşünüyorum. Yabancı kaleci olacaksa Mondragon olsun diyerek bu konuya son noktayı koyarım.

Bir diğer benzerlik. Bükreş maçında Baros yoktu, bu maçta da Keita. Neyse ki Tobol bir Bükreş değildi. Topa vuramayan, vurmakta zorlanan bir takım vardı karşımızda. Hal böyle olunca zor da olsa tur geldi. Lakin karşımızda Bükreş ayarında bir takım olsa şans bize bu kadar gülmezdi.

Rijkaard'a sonsuz bir güven var. Aynı güven haliyle isimsiz Skibbe'de yoktu. Bükreş'e elenerek başlamak Alman'ı zora soktu. Rijkaard yedek kadroyla Kazakları yendi ve yola devam etti. Fakat açık söylemek gerekirse Rijkaard beni korkutuyor.

Tabi ki buradan hocaya sallamak gibi bir niyetim yok. Haddimiz değil. Ama bazı şeyleri söylemek lazım. Hollandalı'nın bazı prensipleri var. Bunlardan biri 4-3-3. Büyük ihtimal bundan şaşmayacak. Bu sistem işe yarayabilir. İki transfer daha yapılırsa daha çok verim alınır. Fakat sistemin oturması zaman alacaktır. Ya 2 ay sonra ya 2 yıl sonra. Bu süre içinde çok acı çekilecektir. Peki bu kadar acı çekmeye gerek var mı?

Rijkaard'ın geldiği günde de yazdım. Galatasaray'ın güzel futboldan yana sıkıntısı yoktu. Skibbe zamanında hiç yoktu, Bülent zamanında da zaman zaman oldu. Galatasaray geçen sezon 2-3 maç dışında hep iyi oynadı. Daha doğrusu futbolcular oynamak istediği zaman, birbirleriyle didişmediği sürece takım hep iyi oynadı. Şampiyonluktan koptuktan sonra İnönü'de de, Sivassspor maçında da. Yani Galatasaray'ın sorunu sistem değildi. Galatasaray'ın sorunu disiplindi. Rijkaard ise sistem adamı. Belki de en iyi sistem koyan adamlardan biri. Ama bizim sorunumuz sistem olmadığı için ilacımız Rijkaard olmayacak. Bunun sorumlusu Rijkaard mı? Tabi ki değil. Eğer siz mide hastasıyken, grip ilacı alıyorsanız ve iyileşemiyorsanız bunda grip ilacının suçu olmaz. Size grip ilacını kim aldıysa onda aramak lazım hatayı.

Yeni transferler gelince daha bir değişir tabi. Ama ilk izlenim şu. Galatasaray'ı zorlu bir dönem bekliyor. Mesela 10.hafta'da Kadıköy'de olacak takım. O maçta bu futbolla 4 yememiz yüksek ihtimal. Ama işler rayına oturursa 4'de atabiliriz. Gerçi geçen sene rayındayken gittik ama yine 4 yemiştik. Kısaca şu futbolla başarı gelebilir ama bunun için hakikaten çok acı çekmemiz gerekecek. Hiç bir acı geçen seneki Hamburg maçını geçemez zaten, inceldiği yerden kopsun o zaman. Peralta ile Selim'in girdiği iddiada ne yazık ki şu anda Peralta'yı şanslı görüyorum.

Futbolculara bakarsak. Maçın en dikkat çeken adamı bence Serdar. Sami Yen'deki ilk maçında bir devreden biraz fazla kapalının önünde oynadı. Çok zor durumdur genç bir futbolcu için. Ama kapalı eski kapalı olmadığı için Serdar özgüvenle oynadı. Sessiz Kapalı'nın baskısı olmaz. Ters tarafındaki Yaser ise kredisini tüketti bence. Baros her zamanki gibi. Orta 3lüden Mustafa Sarp sağlam, Ayhan tecrübe. Arda ise orada yapamadı bence. Hoca dahil herkes beğenmiş yeni kaptanı. Ama benim gördüğüm, son iki senenin en silik Ardası olduğuydu. Ne zaman ki Serdar sakatlandı, Arda sola geçti o zaman eski Arda'yı gördük. Linderoth sakatlanmayacaksa bu sezon beklenen verimi alırız. Zan için erken, Servet yine şahane ki bence maçın yıldızıdır. Sabri ayağına gelen ilk topta ortasını dağlara taşlara attı. Değişen yok yani. Hala arkasını boş bırakıp haldır haldır gidiyor. Balta ise tutuktu ama güvenimiz tam.

Tribünlere gelirsek. Orası da takımla aynı. Yeni bir sistem deneniyor. Şart mıydı? Bilemem. Ama geçen senenın son maçındaki tribün ne güzeldi. Bu değişim de acılı olacak. Şimdi deplasman tribünü gibi oldu ASY. 3 farklı tribün de ayrı telden. 3 tribün de birbirini bastırmaya çalışıyor. Eski Açık'tan yıllardır Kapalı'yı izleyen ben bu sefer Kapalı'dan Eski Açık'ı izledim. Bir organizasyon eksikliği var. Gerek sahada gerek tribünde. Neyse ki daha temmuzdayız. Önümüz uzun. Yolumuz açık olsun.

Perşembe, Temmuz 23

Notlar III

* Fenerium'un, çubukludan vazgeçmeyiz ama bizi de anlayın yeni bir model de çıkarmak lazım mantığını çubukludan vazgeçmedikleri için seviyorum.
* Gelen iki Brezilyalı'dan Cristian olanını merak ediyorum. İkinci bir Maldonado olmasın, yıpranırız.
* Mustafa Üstündağ'ın oyunculuğunu değerlendirmek için Muro'dan önce Düzköy'lü Cemal karakterini incelemekte fayda var. 2004 yapımı Uy Başuma Gelenler dizisindeki oyunculuğu on numaraydı.
* Atv'deki çocuk yarışmasından ve Pınar Altuğ'un pehlivan gibi ortada dolaşmasından nefret ediyorum.
* Kriz ortamında iyi bir iş bulabilmek ne kadar zor... Önceden eksikliğin askere gitmemem olduğunu düşünürdüm, ancak askerliği de yaptık ve sıkıntılar devam ediyor.
* Genç Werther'in Acıları'nı okumak hayatında bir kere de olsa aşık olmuş bir insan için görevdir.
* Yemekteyiz programında tam olarak ne döndüğünü halen anlamadım.
* Rocky serisinin verdiği haz, aradan yıllar geçse de değişmiyor.
* Turkcell 3G "reklamında merak ne güzel şey" diyen kızlardan ortadakine uyuz oluyorum.
* İlk Tobol maçından sonra rövanşın zor geçeceğini düşünüyordum. Galatasaray 2-0 kazanmış, zorlandı mı bilmiyorum. Goller ikinci yarıda geldiğine göre en azından kolay geçmediğini söyleyebiliriz.
* Portekizce öğrenseydik aç kalmazdık, ne Brezilya'da futbolcu biter, ne de Fenerbahçe'nin Brezilyalı transfer etme geleneği. Samet akıllı adam.
* Yazın gelmesiyle birlikte saçma sapan sabun köpüğü diziler furyası da başlardı. Kimisi başarıyla kışın da devam ederdi, kimisi ise değil kış hatta yazı bitirmek bir iki hafta içinde kalkardı yayından. Bu yıl göremiyorum öyle diziler.
* Kemal Sunal'ın Boynu Bükük Küheylan filmi, onu sürekli komik görmeye alıştığımızdan mıdır nedir, fazla ilgi görmüyor. Ancak bu harikulade bir film olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
* "Evde zampara basmak kötü birşey. Ama o adamın sütçü olması daha kötü. Çırılçıplak, elde güğümler var yaa". Bir Tat Bir Doku şarap gibi. Kaldır dolaba, birkaç yıl sonra izle ve daha fazla gül.
* Tam 6 yıldır Bahadır Boysal'ın günlüklerini, maceralarını okumaktan bıkmadım. İnsanın kafasını açıyor bence, seviyoruz bu adamı.
* Kolay Para filminde Servet karakterinin "şu iş bir olsun, karılar benimle buluşmak için numeratörden fiş alacaklar fişşş!" repliği unutulmaz.

İdman Çıkartması


İdmanlar basına ve taraftara kapalı olduğundan beri, antreman izlemeyi hobi edinen insanlar başka uğraşlara kapıldı. İdmanlar senede iki üç gün, o da şampiyonluğa giderken taraftara açılıyor. Böyle sahneleri o günlerde yaşıyor İstanbul kulüpleri. Bütün bir sezon idman izleyemen insanlar dolduruyor tesisleri. Eskiden olsa her idmanda 15-20 kişi anca olurdu. Tabi takıma ayar veya moral vermek istenilen günler dışında.

Man.United, Kore'de. İdmana Koreliler çıkartma yapmış. Onlar da senede iki üç gün yaşıyor bunu. Aradaki okyanuslara rağmen bizimle aynı şarttalar yani. Ama ne baklava vereni var, ne meşale yakanı. Sahada dünyanın en iyi futbolcuları. Peki hangisi daha can'dır. I love you Owen diye pankart açan Koreli genç kız mı, yoksa "şu genç çocuk var ya, geçen idmanda döktürmüştü, iş var onda" diyen emekli amca mı?

Bana Müsade


Samsunspor'dan Mersin İdman Yurdu'na transfer olan Can Ulun'un eski takımı hakkında yazdığı veda cümleleri. Alışık olduğumuz bir durum olmadığı için heyecanlandım bir an, koyuyorum buraya. Güzel bir yazı. Hafıften endüstriyel futbola direnen bir futbolcu gördüm, bakalım siz ne düşünüyorsunuz. Samsunspor.biz sitesinden alıntıdır.

Bana Müsade

"Samsunspor.biz aılesının butun uyelerıne saygılarımı sunuyorm. 16.07.2009 tarıhınde yine büyük bir camia olan Mersin İdmanyurdu ile anlasmıs bulunmaktayım.şimdi bılemıyorum benım arkamdan neler soylenecek ,neler yazılacak ama Samsunspor'dan ayrılıs nedenımı kımsenın paraya baglamasını ıstemıyorum... tabıkı maddıyatın da gelecegımle ılgılı kararlar vermemde onemı cok buyuk ama ,kucuklugumden berı de manevı seylerı maddıyattan once getırdıgımı cokları bılır.... Hikayede böyle başlar ya .... :

Okul hayatımdan kalma zaten kagıt parcalarına deger vermemem, karalayıp atarmısım onume geldıkce, kuması daha cok sevdıgımı anlamısım samsunspor secmelerınde kırmızı beyazdan formayı gıyınce. İnsanları defnederken anlamısım kumaşın, bezın degerlı oldugunu; kagıtlardan, oyle olmasaydı kagıtlara sararlardı insanları bezlere değil demısım kendı kendıme, cocuk aklı ıste; ne önemi var bu dünyada çok paranın??..... Sonra Samsuspor A takım forması gıymısım ustume , mıllı takım forması gıymısım... bu armaları ınsanların neden kalplerının ustune dıktıklerının amacını bılmezdım,,gıtmıs merakım Ataturk armalı Samsunspor formasını gıyınce,,ay-yıldızı takınca mıllı takımda gogsume....Meger tasıdıgın armayı kalpten sevmek gerekırmıs,giydiğin forma için,kulübün için, bayrağın için can vermek gerekirmiş, o yüzden oraya dikerlermiş armaları, ondan sonra başlamışım terımın son damlasına kadar kosmaya sahada. Zaten yetenegım fazla olmamıstı ki hıcbır zaman....

Itıraf edım fenerbahcelıydım kucukken ,hedefimdi insanların büyük dedikleri takımlarda oynamak. Dev sanardım Rüştüleri, Ucheyi, Hakan Şükür'ü ... Ta ki Kral Serkan'ı ,İmparator Celil'i, Kaptan Ercan'ı gordukten sonra onları perısan ederken. Nereden bıleyım Imdat Abi'nin Hakan Sukurden kafa topları alacagını, Kenan abinin Jardel'i sahadan sileceğini...Sonra hedef değişmiş bendeki. Demişim: ''Bırak oraları, kaptanlık yap bu takıma Goz-Goz gibi, Emin gibi,Ercan gibi...'' Gazıantep macında saha ıcınde Ercan abı den tokatı yıyınce ogrenmısım saygıyı, buyuklere cevap vermemeyı...Sonra eskı futbolcuları okumusum yuregıyle oynayan ,kirli sakallı ,sert suratlı futbolcuları... Ondan sonra almısım Rahmetlı Muzafferleri ornek de; sakallı cıkmısım her maca... Tesısten gırerken bılırdım buyuk baskan Ismaıl Uyanık'ın ıcerıde oldugunu ,karsısına cıkmaya korkardık cogu zaman, vuramazdık kapısını cagırılmadıkca.... Sonra gurur duymusum gıderken buyuk paralara Krallar,İmparatorlar baska takımlara, dusunmusum ne onemı var? zaten Samsunspor'un altyapısı fabrika gıbı , varsın gıtsın kım nereye gıderse, elbet cıkar yenı krallar, ımparatorlar....Hep hayal etmısım; cocukluk yapıp gıderken bu takımdan, donunce kaldıgım yerden devam eder her sey diye..

Etmemıs.... Ayrı kaldığım 3 senede cok seyler degısmıs.... Yelegını yere atanlar gormusum, takımdakı abısıne kufur edenler, kamplara gırmeyenler ,yonetıcısıne ''Baba'' dıye hıtap edip sarmaş dolaş gezenler, bizden futbolcu almayın dıye yalvaranlar duymusum....Futbolcusunun kondısyon salonunda yaptıgı hareketı sayıp da hocasına sıkayet eden yonetıcıler gormusum, ıdman sırasında sahanın ıcınde telefonla gezen yonetıcıler....Kahvaltılıkları azar azar koyun; kasarı,domatesı ıdarelı kullanın denmıs aşcılara??? Bunlardan da kar edilen takım ne kadar başarılı olur diye sormuşum kendime? Kamplara pikniğe gider gibimi giderdik??? Sacı sakalı uzun ,kıyafetı farklı olan ılk fırcayı Kaptan Ercan'dan yerdı de kamp boyunca kendıne gelemezdı...Sımdı herkes kafasına göre... Halbuki spor giysileri mağazası olan yöneticilerimiz var başlarında??...Aslında kaşar,domatesten edilen kar ile esofman alınabılınırdı 30 tane (!)... Nerde kaldı o büyük hedefleri olan takımım

Malum kulubun durumu kotu, personel maas nedır unutmus...O sırada dını bayramlar yaklasmıs da ,tamamdır Can bari şimdi güler bizimkilerin yüzü diye sevinmişim...ama ne Ramazan da nede Kurban Bayramı'nda boynu dık gıdebılmıs personel evıne... Eeee Can demişim kendı kendıme?? Sen bu takımın buyugusun gıt konus bırılerıyle kaldır o personelın basını , sonra... ;ama sana sene bası: kamptakı durumuna bakalım da Samsun'a gıdınce paranı yazarız boş olan mukavelene demısler de efendiliğinden susmuşsun. Sanki bir sene önce 31 maçı başkası oynamış?. ...Otorıten mı kalmıs takımda? Golü yemişşin daha ilk dakikada... Sonra sende düşmüşşün kendi derdine...Ama kabahat yine sende galiba Altay'dan gelirken boş mukaveleye atmışsın imzanı, halbuki transfer gelmişsin, 2 tane play-off finali oynamışşın konuşsana bütün paranı diğerleri gibi??? Versene federasyona kulübü, takım can çekişirken...

Delikanlı adamız pes edecek de değildik ya? Almamışlarmıydı formanı üzerinden sene başı daha ilk kazandığımız maçtan sonra da haftalarca geri almak için susup çalışmıştın. Yöneticinin biriyle tartıştıktan sonraki hazırlık maçında, ısıtmamışlar mıydı seni kale arkasında 90 dakıka? Hayatının en ızdırap veren ısınması değil miydi o???...Halbuki lig başlamadan önce, herkes kaçınca seni koymuşlardı takımın başına. Simdi seni istemeyenler, iş yerlerine çağırıp dil dökmüşlerdi sana bu takımda kal, bu gençlere abilik yap diye??? Sen terketmemiştin gemiyi de gençlerle beraber idmanlara başlamıştın. Hadi sana yapılanlara ses çıkartmaya gücün yetmedi ama gariban personelin de işini halledemiyorsan ne işin vardı buralarda? Böyle mi yapardı örnek aldığın büyük kaptan Eminler,Ercanlar; kendileri para alırken ihtiyacı olanı da nasiplendirmezler miydi o paradan

Gıdenlerın arkasında cok durmusum gerı donsunler dıye de kımse arkamda durmamıs, benim için yazılan ceza kağıdını imzalarken...Lig bitince ceza mı olurmuş??? CEZA MAD-6: Dısıplınsız hareket ,MAD-5: Şehir dışına izinsiz çıkma? Özür dilerim lig bittikten sonra izin almadım kimseden, hakettim galiba bu kadar büyük cezayı(!) ...Çıkın da desenize; Can sen Sakaryada kırdın geçirdin ortalığı kırık kaburgayla maçta oynamak için. Al bu da iyi niyetinin bir de kırdıklarının cezası. Diyemezler... Kaldımı ki öyle delikanlı??? Ne pahalıymış odamdaki tekme attığım eski tahtadan masa(!)... Ben 12 senemi vermişim bu formaya, 15 milyar nedir ki onun yanında, feda olsun Samsunsuporuma o para, hukuksal olarak itiraz da etmeyeceğim o cezaya...2 seneymiş ömrümüz bu kadar yapılana. Yakışmadı bana ama havluyu attık galiba ringin ortasına...

Sımdı bana ; Can ;sen verılen parayı begenmedın dıyolar. Herkes de beni tanır; biz yediğimiz lokmadan kardeşimize de bırakırız. Böyle görmüşüzdür anamızdan,babamızdan... Ülkemizde 600 TL ile 4-5 kişi geçinmeye çalışan aileler varken bize sunulan milyarları beğenmemek kimin haddine? Benim 150 TL'lık kombıneyı taksıtle almak ısteyen taraftarım varken , mılyar begenmemek kımın haddıne??? Begenmedım ,begenemedım; ama parayı değil...Metanetin de bir sınırı var... Ayrılmak için o kadar nedenim var ki, birazını anlatabildim sanki???...Giderken çok kişi öldürüyorum Samsunumda parmak izi bırakmadan... 2 senedir yüzünüzü güldüremedim; mahçubum, ama yine de benden yana hakkım varsa helal olsun sizlere ,sizler de hakkınızı helal etsın o bana yeter

Özellikle siz taraftarların ve basınımızın geçen bu 2 senede bana verdiği destekten dolayı çok teşekkür ediyorum, İnşallah gittiğim takımın taraftarı da benimser,sever beni sizler gibi..Çok sevinirim; belki içinizden dua eden olur başarılı olurum diye... Özleyeceğim elbet ;tribünde kanser ettiğimiz sizleri : ) tonla sıkıntı çektiğim takımdaki kardeşlerimi, paramız olmasa da her zaman gülüp eğlendiğimiz personeli, masör odasındaki muhabbetlerimizi, öptüğüm armamı...haaa unutmadan birde genel kurulda rekor oyla başa gelen Samsunspor yönetimini (!)... Kader sıvadı bugün kolları ,ayırdı benden sevdiğimi... İnançlı insanım, kazasını yaparım Samsunsporsuz geçen günlerimi, ŞİMDİLİK BANA MÜSADE ...Selametle."

İstifa Et!


Her kötü sonuçtan sonra tepki naraları savurmak işin kolayına kaçmak oluyor. Ortada olumsuz birşey yokken, aklımıza gelmişken yazalım. Şu anda camiada olmasını istediğim ilk şey bu. Sebebi çok ama sıralamak istemiyorum. Burası bir blog, yazmak için de bahaneye gerek yok. Adnan Sezgin istifa etsin.

Arı Vız Vız Vız


Rijkaard, "acı çekmek zorundayız" desin, herkes o kadar şanslı değil. Hollandalı acıyı kendi isterken, başka bir Benelüxlü teknik adam acıyı kendi istemese de tüm sezon boyu çekecek.

Hugo Bross'dan bahsediyorum. Trabzon'da, Trabzonspor'da çalışmak demek acı çekmek demek. Seviyorum öyle şehirleri, öyle takımları. O baskıyı seviyorum. Tüm stadın, tüm şehrin aynı anda birşeylerin üzerine çökmesi. Uzaktan, televizyon başından güzel geliyor. Çalışmak zor belki ama taraftar gözüyle hayranlıkla bakıyorum her zaman.

Trabzonlu bir arakadaşımla telefonlaştım geçenlerde. Hocayı sordum, "Ferhat ve Isaac'i gönderdi güvenimi kazandı." dedi. Kapalı kutu Hugo yavaş yavaş takıma, şehre alışıyor demek ki. Ama sürekli güven, destek olmaz. Acıyı da çekecek ki özgürlük gelsin Karadeniz'e.

Bu iki paragraf, yeri gelmişken yazdığım cümlelerden oluşuyor. Asıl söylemek istediğim, Bross'u arı sokması. İdmanda hocayı arı sokmuş. Ne var bunda, diyebilirsiniz. Ama satır araları güzeldir. Seneler sonra, "Trabzonspor'da Hugo Bross vardı." diyecek birimiz, oradan diğeri atlayacak, "adamı idmanda arı sokmuştu." Olay bundan ibaret. Öte yandan "Trabzon gibi şehirde bal üretemezsen arı gelir sokar"ın hocaya yansımasıdır bu biraz da.

Başlığın konuyla alakası pek olmayabilir. Tamamen Altan Çamlı'ya selamdan ibaret. Trabzonsporlular bunu Herşey Çok Güzel Olacak diye de yorumlayabilir.

Çarşamba, Temmuz 22

Dikkat Aslan Çıkabilir

Mbombela Stadyumu. 2010 Dünya Kupası'nda 4 maça ev sahipliği yapacak. Aslan çıkabilir dedik ama İngiltere - İtalya falan oynasa, Ultraslar ile Holiganlar çıksa ortaya daha fena. Ormanlık alanda dev kapışma.

Karşılaşma




Chelsea vs I.Milan

veya

Charlize vs A.Milano

Fransa 98


Bu daha hazırlık. Bu sezon Fransa Ligue 1, bu buluşmayı 2 kere yaşayacak. Tabi görevlerine devam ederlerse. Deschamps ve Blanc birbirlerine başarı diliyor. Ortaokul yıllarımızda topçu olanlar şimdi hoca olduysa, biz de şapkayı önümüze koymalıyız yavaştan.

Bayanlar Euroleague


A Grubu: Galatasaray, Cras Basket Taranto, UMMC Ekaterinburg, TTT Riga, TEO Vilnius, Ros Casares

D Grubu: Fenerbahçe, Spartak Moskova, Gambrinus Brno, Lotos Gdynia, Tarbes, Szeviep Szeged

Galatasaray kaldığı yerden devam ediyor. Finalde Ayhan Şahenk'te yendiğimiz, 2008-09 sezonunun tüm camiadaki en güzel gecesindeki rakibimiz, Taranto ile 4 Kasım günü İstanbul'da açılışı yapıyoruz. Ekaterinburg ise geçen sene Fenerbahçe'yi eleyen takım.

Fenerbahçe hem tecrübesi hem kadro kalitesiyle bu kupada daha büyük favori bana göre. İlk maçtaki rakip, 28 Ekim'de Caferağa'da Polonya takımı Lotos Gdynia. İki takıma da başarılar.

Salı, Temmuz 21

Transfer Döneminin 10 Klasiği


1-) " Kaynak Sağlam": Forumlarda, sokaklarda, telefonlarda transfer muhabbeti yapmak son yıllarda moda oldu. Eskiden bu işi gazeteler yürütürdü. Milliyet yazdı, Hürriyet yazdı der, geçerdik. Şimdi gazeteler transfer döneminde biraz mizahi boyut kazanınca gerçek haber için haberin kaynağına inmek gerekiyor. Haberin kaynağı bu ülkede her zaman sokaklardır. Sokaklarda en çok satan gazete Fısıltı gazetesidir. "Amcamın işyerinden bir arkadaşı söylemiş Van Der Vaart Galatasaray'da", "bindiğim taksiye benden önce Mahmut Uslu binmiş, Ronaldinho Fenerbahçe'de.". Bunlar mahallenin popüler olmaya çalışan, çevresini geniş göstermeye çalışan adamların sözleridir. Kendine gizem katmak isteyenler ise kaynak çok sağlam, Ronaldo Kasımpaşa'da der, haberin kaynağını söylemez.

2-) Resmi Site ve F5 Tuşu: Yukardakiyle ilişki içinde bu madde. Transfer dedikodusunu duyan cefakar taraftar resmi siteyi açar ve transfer haberinin verilmesini bekler. F5 tuşu parmakla bütün olur. Asıl istenen, transferi resmen doğrulayıp, kesin ve doğru bilgiyi tüm dostlara ilk söyleyen olmaktır. Müjde veren çocuk olarak ortamda sevilmektir hedef. Ama o haber bir türlü gelmez. Günler geceler geçer. Ne zaman çocuk ilgiyi keser, PC'yi kapatır, o zaman telefon çalar. "Oğlum duydun mu lan, Mehmet bizim takıma imzalamış, resmi site yazdı."

3-) Korkut Göze: Kendim bildim bileli var olan bir köşe. Bir transfer klasiği. 3 Büyükler'e gelen topçu önce sağlık kontrolünden sonra Korkut Göze'nin köşesinden geçer. Yeni topçu hakkında bilinmeyen herşey Korkut Göze'den öğrenilir. En sevilen yemekten, ilk hocasına kadar taraftarı heyecanladırmayacak ne kadar bilgi varsa bu köşede yazılır.

4-) x liraya Neler Alınır: Ertuğrul'un Beşiktaş'a gelişinde, Baliç'in Fenerbahçe'ye ve Madrid'e gidişlerinde rastlamıştık mesela. O yaz bir topçu ransfer rekoru kırdıysa spor ve ekonomi sayfaları birleşir. Abdullah X liraya transfer oldu, işte o parayla alınacaklar: 3 ton beyaz peynir, 16 tane Ferrari, herkese bir içki...

5-) Top sektirme: Yeni gelen futbolcu stadyumdaki ilk maçında çok sıkıntı yaşamaz. Çünkü asıl sıkıntı ilk gündür. İlk izlenim önemlidir ve onla ilgili ilk yorumlar imza attığı gün yapılmıştır. İmzayı attıktan sonra antreman tesislerinde yaptığı top sektirme şovu onun nasıl bir topçu olduğunu belli etmiştir. Teknik mi kazma mı olduğu orada ortaya çıkar. Nartallo'nun top sektiremeyişi yıllardır anlatılır mesela.

6-) Eski Hocasına Sorduk: Anadolu'dan İstanbul'a gelen topçu için şarttır bu. Muhabirler yeni topçuyu daha önce onla çalışan hocalara sorar: İsmail nasıl bir topçu?. İsmail'i öyle bir anlatırlar ki ormanda 10 kaplan gücünde dersiniz. Bu soruya olumsuz cevap veren bir teknik adam çıkmadı. Kulübe giderken kazandırılan bonservis miktarı yüksekse İsmail iyi bir topçu olmanın yanısra adam gibi adam da olur. İstanbul'da geçen verimsiz yıllardan sonra İsmail'e yardım elini ilk uzatanlar da bu teknik adamlar olur.

7-) İstanbul'da Yaşamak İstemeyen Eş: İşte başkanları, yöneticileri çıldırtan insan. Dünyaca ünlü topçu ile söz kesilir. Kulübünden bonservis alınır. Taraftara hafiften müjde verilir. Ama bir anda bir aksilik çıkar. Fenerbahçe'nin ilgilendiği Fernando'nun eşi İstanbul'da yaşamak istemeyince transfer suya düşer. Cümlede bozukluk yok. Kulüp resmen Fernando'nun eşiyle ilgilenir. Fernando'yu 10 dakikada kandıran kulüp, eşini 10 günde tavlayamaz. İstanbul'da yaşamak istemeyen Miss Fernando, daha sonra Almanya'da bir kasabada yaşar.

8-) "Yeni transfer benim": Günler geçer, beklenen transfer gelmez. Taraftar sabırsızlanır. Geçen sene kaçan şampiyonluk sinirleri zaten bozmuştur. Bu sene hataya yer yoktur. Ama ortada da hiçbir şey yoktur. İşte bu dakikada her sene tekrarlanan bir hata yaşanır. Bir topçunun bile bile lades deyişi. Geçen sene bekleneni veremeyen ve yaklaşık 10 maçta ıslıklanan topçu çıkıp. "bu sene yeni transfer benim, kendimi affetireceğim, geçen seneki Hikmet bu sene olmayacak" der. Bir taraftarı başka hiç bir şey bu laf kadar sinirlendiremez. Hikmet daha sezon başlamadan küfür yemeye başlar. İşin kötüsü, bunu diyip de sezon başlayınca coşan topçu daha görmedim. Kendi sonunu hazırlamıştır Hikmet.

9-) Havalimanı Baskını: Bunu uzun uzun irdelemek lazım. Lincoln, Carew, son olarak Vassel, bunun en güzel örnekleri. Yaz döneminde tribünden uzak kalan taraftar, yeni gelen topçuyu ilk dakikada bağrına basar. Omuzlara almalar, atkı vermeler, kendini koruma görevine soyundurup insanlara yaklaşmayın diyenler, öpenler, sarılanlar, makas alanlar, yabancı topçunun Türkçe bilmeyişinden yararlanıp "akıllı ol lan burası Galatasaray" diye bağırıp gözdağı verenler, meşale yakanlar. Yaz döneminin en eğlenceli yeri Yeşilköy oluyor genelde.

10-) Gallardo - Eto'o - Kluivert: Henüz Türkiye'de maça çıkmasalar da bu 3 isim sembol olmuştur. Galatasaray'ın efsane 10 numarası Gallardo, Fenerbahçe'nin gol kralı Eto'o, Beşiktaş'ın doğuştan kartalı Kluivert, adlarını bu 3 kulübün tarihlerine yazdırdı. Gallardo ile Galatasaray'ın adı yan yana o kadar çok yazıldı ki, Hakan Balta gibi sessiz sakin adamın adı o kadar yazılmamıştır. Eto'o'nun yeri Fenerliler'in gönlünde çok başka. Guiza'dan, Kezman'dan daha çok seviliyordur tahminimce. Kluivert Beşiktaş'ta ev tutsa, Abbasağa'da bira içse kimse yadırgamaz.

54 Gün


Ali Sami Yen'den uzak kaldığımız 54 gün bitmek üzere. Herşey yeniden başlıyor. Perşembe günü saat 21.00'de evdeyiz. Bu sene son sene diyorlar. Kombinemiz hazır, sindire sindire yaşayacağımız bir sezon olsun. Bu sezonun sonunda radikal kararlar alabilirim. O nedenle ayrı bir şekilde yaşamak lazım bu sezonu. Olası son sezonun başlangıç tarihi 23 Temmuz 2009, başlangıç saati 21.00. Az kaldı.
***
Bir de rakip varmış, onu yazmayı unuttum. Tobol ile oynuyoruz. Sami Yen'de ilk Kazak takımı. Çok da umrumda değil. Parçalı'dan gerisi teferruat.

Güzel İnsan Güzel Yaşam Güzel Ölüm


Vedat Okyar hakkında yazı yazmak bize düşmez. Hakan Dilekler, Sunay Akınlar yazmalı uzun uzun. Ama iki kelime sıralamalıyız ki burada, arşivde yerini alsın.

Futbolculuğunu izlemedik bilmiyoruz. Ama az çok tahmin ediyoruz. Bir Can Bartu, Metin Oktay değildi herhalde. Ama zaten onu öne çıkaran futbolculuğu olmadı. Güzel insandı. Futbolculuğunu görmedik ama kendisini İstanbul sokaklarında çok gördüm. Ne zaman görsem bir rahatlık saçardı etrafa. Rahat adamdı çünkü. Başka bir adamdı.

Bir futbol adamından öte, bir gönül adamıydı. Böyle bir adamın yeşil sahalardan çıkmış olması bizim gibi futbola başka gözle bakanlar için oldukça sevindiriciydi. Yıllardır gördüğüm en samimi cenaze töreni gerçekleşiyor onun için. Ölen insan için kimse kötü söz söylemez ama samimi değildir çoğu. Oysa burada hiç kimse ne kötü söz söylüyor, ne kötü şey düşünüyor onun için.

Modern zamanlarda en farklı, en güzel yaşayan insan, en güzel şekilde gidiyor bu dünyadan. Huzur içinde, birçok insanın sevgisi içinde. Böyle bir insanla aynı şehirde, -az da olsa- aynı yıllarda yaşamış olduğumuz için şükrediyoruz. Caddebostan sokaklarında karşımıza çıkamıyacak artık. Bunun için üzülüyoruz ama rast gelinen her gün için de kendimi şanslı hissediyorum.

Bir acayip adam

NtvSpor'da yayınlanan Mike Tyson belgeseli son yıllarda izlediğim en mükemmel otobiyografi. Otobiyografi çünkü Mike Tyson'ın iki tane maçını koyup, bir dışsesle anlatılmamış olay. Kendisi anlattı bütün hikayesini. Gazetelerin spor sayfalarında çocukluğum boyunca rekor nakavtlarıyla, skandallarıyla, meydan okumalarıyla gördüğüm adam dünyanın en samimi insanı olarak işte bütün hikayesini odamda bana anlattı. Cus D'Amato ile olan baba-oğul ilişkisi, nasıl bir ortamda büyüdüğünün hayatına olan etkisi, Robin Givens'la olan evliliği ve Givens'ın canlı yayında Tyson'u rezil etmesi, horoz misali cinsel hayat, tecavüz davası ya da ona göre iftirası, küfürlü konuşmalar vesaire... Dandun bir adam işte, kendisi söyledi bizzat bana. Menejerlerin sülük olduğunu, ama kendisinin de onlardan farksız olduğunu söyledi. Bu belgesel değil, insan bunları günlüğüne yazamaz. Hataların ardından "20 yaşında herşeyi elde ettim, bu erken bir yaştı" diyen adam tekrar o hataları nasıl yapıyor, bir irade zayıflığı heralde. Lewis'ten itibaren yaptığı bütün maçlar para için, bunu da söyledi. Ha ben inanmıştım o dönemde ona, mesela Julius Francis'i yendikten sonra "çocuklarını yemek istiyorum, Allah büyük" demesini bile vahşi bulmamıştım, kırgınlığımı belirttim. Benim en hoşuma giden kısım nakavtla mağlup olduğu Lewis için maçtan sonra söyledikleriydi:
***
- Lewis'in yüzündeki kanı sildin maçtan sonra... İç dünyanda ona bir dostluk mu besliyorsun?
+ Lennox benim 15 yıllık arkadaşım. 10-15 yıldır beslediğim güvercinlerim var. Sürekli birlikteler, birlikte yaşıyorlar. Ama bir tutam yem için birbirleriyle kavga ediyorlar, birbirlerini öldürüyorlar. Lennox'la ben de öyleyiz. Boksörler de güvercinler gibi...

Hakkı teslim edilmesi gerekenler

* Birincisi çamlıca gazoz, şu ufak cam şişede satılanlar. Yaz sıcağında ne klimalar, ne soğuk duşlar ne de başka birşey... Hiçbiri onun verdiği hazzı vermiyor. Bakalarda ekseriyetle 75 kuruştan satılıyor, bu aralar her derde deva...
* İkincisi Google Chrome... Explorer'ın yavaşlığı beni çileden çıkartmıştı, Google Chrome'la internette fotosentez yapmaktan kurtulduk. Hayata döndük.
* Üçüncüsü ise Selim. Kutay'ın yazısına tekzip olsun hadi. Evet Duman'ın Senden Daha Güzel şarkısını Selim'in emektarında dinledim ilk defa. O vesile oldu, hakkını teslim edeyim. Geçen sene de eski bir şarkı olmasına rağmen Çamur'un Hara'sı da aynı etkiyi yapmıştı. Selim, Can'dır.

Daum'un minibüsü

Bugün Akşam gazetesinde okuduğum haberle birlikte Fenerbahçe'deki bu kolej takımı havası muhabbetlerinin ne kadar yalan olduğunu hemen anlayabiliriz. Kaldı ki Alaattin Metin bile eleştiriyorsa durumu, varın gerisini siz anlayın, durum hakikaten vahim. Değişti denilen Daum söz konusu. Mevzu Aindling maçı. 6 tane gence belirli aralıklarla şans verdi ya Daum... Maçtan sonra da gençlerin durumu iyi, hepsinde ışık görüyorum falan dedi. Kimse yoğurdum kara demez tabii. Fakat maç dönüşünde hiçbiri takım otobüsüne bile binmeden bir minibüsle havaalanının yolunu tutmuşlar, doğru İstanbul'a... Alaattin Metin de "gençler böyle mi kazanılır" diyor.
***
Daum çok akıllı adam. Fenerbahçe'de mutlu etmek zorunda olduğu tek insan Aziz Yıldırım. Aziz Yıldırım'ı tatmin etmenin tek yolu ise seri şampiyonluklar ve yerel başarılar. Bunun için ne lüzum var Sertaç'la, Furkan'la, Doğukan'la uğraşmaya... Fenerbahçe de zaten altaypıdan gelen gençlere şans veren sabırlı bir camia olmadı hiçbir zaman. Can Arat mesela... Bulduğu şansları da kötü değerlendirdi derler ya hep... Can Arat'a kimse şans vermedi bence. Ne Daum, ne Zico ne Aragones... Can her zaman oynatılmak zorunda kaldı. Edu ve Lugano sapasağlamken sahaya çıktığını gören var mı? Kendi kalesine gol attığı Oftaş maçında oynamasının nedeni hava muhalefeti nedeniyle Lugano'nun uçağının kalkmamasıydı. Oynatılmaya oynatılmaya kafa topuna uçan tekmeyle çıkan bir stoper yetişti Fenerbahçe'de. Mental eksiklikler, üzerine düşmeyle giderilebilirdi. Kiev maçında Maxim Shatskikh'in peşinden koştu diye çok eleştirilmişti. Ama o maçı tribünde izleyen yeni transfer Lugano'yu önce Sivas'ta Balili, ardından Deivid'in hattrick yaptığı maçta Manisa'da Holosko perişan etmişti. Can bir örnek sadece. Fenerbahçe, kendisini defalarca kanıtlamış Semih'i bile sindirebilmiş değil tamemen. Dökülen Kezman haftalarca Semih'i yedek bekletti. Daum'un da Fenerbahçe'de çalıştığı 3 yıllık dönemde gençlere şans verdiğine şahit olmadım pek. Transfer edilen genç oyunculardan bahsetmiyorum, sonuçta 2003-2004 sezonunda kadronun tamamı gençlerden kuruluydu neredeyse. Daum her zaman garanticidir. Hayatta genç kazanacağım diye uğraşmaz, kimse ümitlenmesin. Kaldı ki değil elindekilere, yurt içinden yaptığı tarnsferlere bile şans vermiyor Fenerbahçe. İlhan Parlak, kabiliyetini, Fenerbahçe'de geliştirebileceği fiziği ve kazanabileceği meleke ile süsleyebilirdi. Bu açıdan hiçbir zaman bir okul olamadı Fenerbahçe. Okul servsini Daum'un minibüsünün çektiği Fenerbahçe ise hiç olmaz.