Cuma, Ocak 29

Tanıdık Kare


Mısırlılar, Cezayir ile oyandıkları yarı final maçını izliyor. Meydanlara kurulan dev ekranlar değil belki ama eskiden biz de böyle izlerdik milli maçları. Gelecek yeni teknik direktörden başarıdan çok bu havayı sağlamasını istiyorum.

Nonda


Nonda hakkında 2 yazı yazdım, sildim yayınlamadım. Olmuyor. Peralta'nın dediği gibi "bunlar pek Galatasaray'ın işi değil". Nonda iyi topçu değldi belki ama iyi bir adamdı. Ben de takımımda iyi adamların olmasını isterim.

Muhakkak başarısız olan gidecek. Nonda bence bu sistemin adamı değildi. Ama önemli mi? Sonuçta sözleşmesi vardı. Bir futbolcudan öte bir babayı, bir ev geçindiren insanı işten çıkarmak, üstelik iyi bir adamı, ahlaklı bir adamı işten çıkarmak rahatsız edici.

2 ay önce en çok sevilen adamdı bu. 1 ay önce derginin kapağında, resmi sitenin açılış sayfasındaydı. Bu kadar hızlı değişimlere ayak uyduramıyorum.

Nonda'ya çok şık bir uğurlama yapılmalı. Kırgınlık olmamalı. Tabir-i caizse hellaleşmek gerekli. Fenerbahçe maçında attığı gol onu çocuklarımıza anlatmamız için birinci neden. Gerisi onu unutmamızı engelleyecek güzellikler. Yolu açık olsun.

Perşembe, Ocak 28

Galatasaray'ın transfer politikası

Kutay bu habere çok üzülecek. Nonda ile yollarını ayırdı Galatasaray. Güce tapan, bugünlerde 17-18 yaşında olan Galatasaraylılar'ın çoğu, yani gözünü açtığı anda Fatih Terim'li başarılı yılları gören çoğunluk eminim sevinmiştir bu gidişe. Neyse beni ilgilendirmez, Kutay da zaten yazar gerekenleri.
***
Asıl düşündüğüm nokta Galatasaray'ın transfer politikası. 2007'den beri çok değişti. Bir kaç sene öncesine kadar kadroda sağ bekte Cihan, sol bekte Orhan Ak, göbekte Saidou vardı. O takım son hafta şampiyon olmuştu. Şimdi ise daha zengin bir kadro var. Şöhretli yabancı oyuncu transferleri yapılıyor. Ne bileyim pek Galatasaray'ın işleri değildi bu işler. Her gün patlayan yeni bir transfer haberi şaşırtıyor beni. Haldun Üstünel bir kulübün transfer vizyonunu tamamıyle değiştirdi. Hakkını teslim etmek lazım. Bir zahmet Madrid maçında da forvet oynasın artık...

Çarşamba, Ocak 27

Kesişen Yollar


Gio Dos Santos hayırlı olsun öncelikle. Olsun ama bizim bu transfere sevinmemizi engelleyen herkese de şimdiden yazıklar olsun. Testiyi kırmadan diyelim. Yoksa Batistuta ve Baggio'nun gidişinden sonra kulübü basan Fiorentina taraftarından farkımız kalmaz. Elimiz boş, gözümüz yaşlı.

Bu ara çok konuşuluyor bu kesişen yollar. Galatasaray'ın yabancıları daha önce aynı takımda oynadı, geldiler Galatasaray'da buluştular. Bunlar beni çok heyecanlandırmıyor açıkçası. Beni asıl heyecanlandıran bir noktada tesadüfen buluşan insanların yıllar sonra başka bir yerde buluşması.

Giovanni Dos Santos ile Frank Rijkaard buluşmasından daha çok Giovanni Dos Santos/Abdullah Avcı buluşması daha dikkat çekici benim için. Geride kalan 5 senede neler yaşadıklarını gözden geçirmek açısından önemli.

Abdullah Avcı diyorum, çünkü 2005 yılında düzenlenen U-17 turnuvasında, milli takımımız tarihibir başarı elde ederken başında Abdullah Avcı vardı. O turnuvanın yıldızlarından biri Gio Dos Santos olmuştu.

1989 doğumlu Gio. Galatasaray'ın son yıllardaki en genç yabancısı olabilir mi? Veya İstanbul'a gelen. Alışık olmadığımız bir hamle. 20 yaşındaki bir futbolcuyu, dünya çapında tanınan bir futbolcuyu transfer etmek.

Dos Santos, 2005'te 16 yaşındaydı. Meksika takımı ilk defa o sene U-17'de şampiyon oldu. Finale çıktıkları gün Frank Rijkaard'ın memleketi Hollanda'yı yenmişlerdi. Aynı gün İstanbul'da ne yaşandı ona bakalım.

Galatasaray'ın son 10 yılı anlatılırken bugünü es geçmek olmaz. Galatasaray, 1-0 yenildiği ilk maçın rövanşında Tromso ile karşılaşıyor. Ali Sami Yen seneler sonra bir Avrupa Kupası maçına ev sahipliği yapıyor.

Bir alttaki postta hatırlattı. Hagi 2005 yılında şampiyonluk maçında Hakan'ı çıkartıp Cafercan'ı alıyordu. Bütün Türkiye şok oluyordu. Yıllardır yapılmamıştı bu değişiklik. Sonuçta Hagi kalmadı, yerine Eric Gerets geldi. Eric Gerets'ı de kısa bir cümleyle analım. Nerdeyse gittiği her ülkede şampiyonluk yaşayan Gerets, bu hafta sonu Suudi Arabistan'da şampiyon oldu. Galatasaray tarihinin en hakedilmiş ve en mucizevi şampiyonluğu (gs dergisi-Atahan Altınordu cümlesi) bu Tromso maçından 7.5 ay sonra yaşanacaktı.

İşte o Gerets, Tromso maçında Hakan'ı oyundan almak bir yana, Hakan'ı yedek başlatıyordu. Hakan kimin yerine girdi diye soranlara yardımcı olalım: Volkan Aslan. Şu an Orduspor'da forma giyen, oynadığı bir Fenerbahçe maçı sayesinde pitbull lakabı alan ve bir daha gözükmeyen Volkan Aslan.

Bu Tromso maçını hatırlatma nedenim Galatasaray'ın kadrosu. Bastonlu Ergün, sağ bek Cihan, sol bek Orhan. Şu an Kewell mı gidecek Nonda mı diye kara kara düşünen Galatasaray taraftarı, Heinz, Saidoo gibi yabancılara bel bağlamıştı.

Galatasaray tarihinin en zor gecelerinden biri. O esnada Meksika finale çıkıyor işte. Ve tabi bizim çocuklar, belki de son 10 yılın en unutulmaz maçını oynuyor ve kaybediyor. Florya çocukları ağırlıkta. Erkan Ferin, Harun Karadaş, Özgürcan. Hiçbiri Galatasaray'a yar olamıyor. Bir tanesi hariç. O da yaklaşık 3 ay önce giydi parçalıyı ilk defa. Caner Erkin, turnuvada milli takımızın en golcü ismi oldu. 8 numaralı formayı giyiyordu. Aynı turnuvanın bir başka 8 numarası Gio Dos Santos ile şimdi aynı takımda. Hatta aynı mevkide.

Bokunu çıkarmaya devam edelim mi? Giovanni Dos Santos, Barcelona ile ilk maçına 2 Eylül 2007'de çıktı. Onu oyuna alan Rijkaard. Yerine girdiği isim Henry. 2000 yılında Arif Erdem'in "oğlum sen rahatsız mısın" dediği Henry. Aynı gün bu sefer Manisa'dayız. Galatasaray, Manisaspor ile 2-2 berabere kalıyor. Karşımıza yine Hakan Şükür çıkıyor, rekor kırıyor attığı golle. O gün Manisaspor'da forma giyen Ufuk Ceylan ve Hakan Balta bugün Gio'nun yeni takım arkadaşları olacak.

Peki Gio'nun Barcelona'daki son maçı? Aynı zamanda Rijkaard'ın da son maçı. Real Murcia'ya karşı. 5-3 yeniyor Barcelona, 3 gol Gio'dan. Tarih? 17 Mayıs.

2000 değil ama 2008.. Biraz özele girelim, aynı gün ben Tekirdağ'daki kışladan elimde terhis belgemle çıkıyorum. 1 hafta önce Hakan Balta ve (yine karşımızda) Hakan Şükür'ün golleriyle şampiyon oluruz. O günlerin en sevilen ismi bu Nonda ise, Gio'nun Galatasaray'a transferinden 3 gün önce Sami Yen'de ıslıklanıyor.

Gio Tottenham'a gidiyor. Geçen senenin mart ayında Ipswich Town'a kiralanıyor. Ipswich takımının formasını ilk giydiği gün 14 Mart. Bir gün sonra Galatasaray, Trabzon deplasmanında. Tarihe Lincoln vakası olarak geçiyor. Lincoln, deplasmanda oynanan Hamburg maçında oyundan alınırken asabileşiyor, Trabzon'da yedek oturuyor. 3 gün sonra ise Sami Yen'de ıslıklandı Lincoln. Büyük ihtimalle Gio yarın havalimanında kalabalık bir karşılamaya tanık olacak. O karşılamaların en büyüğü Lincoln için olmuş, aynı Lincoln ıslıklarla oyundan alındı.

Gio'nun Ipswich formasını ilk defa giydiği günün önceki 3, sonrakı 3 günü Galatasaray tarihinin Tromso ile beraber en büyük hüsranının yaşandığı haftadır. İsteyen blogda o gün yazılanları okuyabilir. Ama kesişen yollar bağlamında hatırlatalım.

Teknik Direktör Bülent Korkmaz, Florya'da kulübede Hakan Ünsal, gazetlerde-ekranlarda (yine karşımızda) Hakan Şükür, ikinci kaptanlığı kabul etmeyen Arda Turan ve Gio gibi bir Brezilyalı olan Lincoln. Gio Meksikalı diyen olabilir ama babası Brezilyalı'dır.

Ve Gio'nun bu konuda çok dikkatli olması lazım. Keza bu yazıdan sıkça anlaşıldığı gibi karşısına sürekli Hakan Şükür çıkacaktır. Hakan yüzde 90 "bu Brezilyalılar çete kuruyor" diyecektir, Gio " ben Meksikalıyım, babam Brezilyalı "derse ona büyük ihtimalle "babanı da sevmezdim sütoğlan" denilecektir.

Yine o hafta ile bitirelim. Kewell öyle 1 ay geçirdi ki Galatasaray'da eğer efsane olduysa o hafta olmuştur. Önce oyuna girip Bordeux maçında efsane bir gol atmış, sonra Hamburg maçlarında stoper oynamıştı. Gio'nun Ipswich günlerine başladığı zamanlar. Ve işte şimdi Gio gelince Kewell gidebilir. Ipswich'te forma giymeye başlayan Gio ile Hamburg'da stoper oynayan Kewell. Ve tabi 2005'in 8 numarası Caner Erkin'den formayı kapmak için. Ona Barcelona formasını ilk defa veren Rijkaard verecek bu kararı. Devamlılığı ise Tromso'ya, Manisaspor'a Oftaş'a gol atan Hakan Şükür sağlayacak, kızmazsa, kırgın olmazsa.

Beşiktaş 4-2 Konya Şekerspor


En güzel maçlardan biri. Ruhumun dinlendiği 90 dakikalardan biri. Dünyanın en güzel stadyumunda, hafta içinde, soğuk havada, kimsenin olmadığı bir maç. Keşke Galatasaray maçı olsaydı. Kendi tribünümüzde olsaydık. Az sayıdaki Beşiktaşlı taraftar, eski Türk filmlerinde sevgilisi için gazinoyu kapatan iş adamları gibi. Çalan tek şarkı ise, ''Yeter Yıldırım Demirören''..

Eğlenmek için birçok sebep olsa da Beşiktaş taraftarı çok da güzel bir gün geçirmedi. Daha doğrusu genel olarak güzel bir dönem geçirmiyor zaten. Bu stadyuma en son Manchester United maçında gelmiştim. Arada geçen sürede kaybolan heyecan ve değişen hava biraz hüzünlü gibiydi. Bu, yazlık yere en cıvıl cıvıl zamanında bir haftasonu gidip, eğlenip, geri dönüp, o anda içinize işleyen duygularla tekrar ama bu sefer sonbaharın ortasında gidip o hüzünlü atmosferi görmeye benziyor.

İnönü Stadı, kesinlikle Türkiye'nin en muhteşem stadı. Ali Sami Yen Stadı ise, aynı tarz stadyum anlayışının bir diğer temsilcisi. Belki de İnönü'den sonra 2.sırayı alır. İki stadyum arasındaki farkı stadyumun içinden çok dışı belirliyor. Sonuçta öyle veya böyle İnönü Stadı'na hayran olmamak elde değil. Ve o stadın bir benzerine sahip olan bir takımın bir taraftarının önümüzdeki sene bambaşka bir stadyuma gideceğini düşünmesi, o korkuyu yaşaması çok rahatsız edici.

Stadyum konusunu geçip maça dönelim. Maça biraz geç girdik. Geç kalacağımızı anlayınca Beşiktaş'ı bu sene defalarca izleyenler, "zaten gol atamyız biz, birşey olmaz" dediler (Şaban ve Gürkan kombineyi sağlayan isimler oldu). Ben de "Nobre varsa gol olmaz" rahatlığındaydım. Ama yıllardır benim gittiğim maçlarda bize patlayan Nobre, benim geleceğimi mi farketti ne yaptıysa yaklaşık 1 sene sonra iki gol birden attı. İlkini göremedik. Gittiğim maçlarda kaçırdığım 2.gol oluyor bu. Diğeri Olimpiyat Stadı'nda Liverpool'a gol atıp rekor kıran Paolo Maldini'nin golüydü.

Çok dikkatli izlediğimiz bir maç değildi. En çok Cafercan'a dikkat ettim. 2003-2006 arası en çok kullandığımız cümleler geldi aklıma, o topu her ayağına aldığında: Cafercan geliyor, süper çocuk, FM'de bütün özellikleri 20, Barcelona, Inter kapıyor, Hagi gibi sol ayağı var.

Hagi onu Gençlerbirliği maçında Hakan Şükür'ün yerine alınca hem kendi savaşını kaybetti, hem de Cafercan'ı. Gerçi Cafercan kaybolmak için Hagi'den daha çok uğraştı. Daha genç yaşında, Galatasaray A takımıyla oynmadan Fenerbahçe ile görüşmesi, Florya'nın nasıl bir yer olduğuna dair soru işretlerini arttırmıştı.

Cafercan, dün golünü attı. Bunu gelenek hale getirdi. Rakip Beşiktaş, stadyum İnönü olunca Türkiye Kupası'nda golünü atıyor. Geçen sene de Gaziantep BB Spor forması ile atmıştı. Cafercan'ın Beşiktaş ağlarını her sene sarsacağını seneler öncesinden biliyorduk. Ama bunun Gaziantep BB Spor ve Konya Şekerspor formalarıyla olması futbolun en dramatik hikayelerinden birine sebep oluyor. Cafercan Aksu, Galatasaray'ın son 10 yıldaki en büyük 5-10 hayalkırıklığından biridir.

Beşiktaş taraftarı ise bu maçta kendi Cafercanlar'ını görmek istiyordu. Necip Uysal, Rıdvan Şimşek, Gökhan Çalışır, Korcan ilk 11 başlayan gençlerdi. İkinci yarı yeni isimleri görmek isterdik ama Mustafa Denizli son 7 dakikada Cumali'yi soktu sadece. İbrahim Toraman ve Tello oyuna giren diğer isimlerdi. Hatta bugün gazeteye bakıyorum da, kadrodaki diğer yedekler Sivok, Bobo ve Ekrem. Gerekli miydi acaba?

Beşiktaş bu sene ilk defa 4 gol birden attı. Son 4 golünü yine bir kupa maçında, hatta finalinde Fenerbahçe'ye atmıştı. İki maç arasında geçen süre çok kısa ama İnönü'de değişen çok fazla. Sanırım 3 hafta sonra yine orada olacağım. Bakalım o zamana kadar neler değişecek? Bunu pazar günü anlarız.

Salı, Ocak 26

Kuzey Afrika


Galatasaray ile Beşiktaş arasındaki en büyük transfer savaşlarından biriydi Ahmed Hassan. Bir sezon önce Mondragon için kapışmıştık, 2003 yazında başrolde Mısırlı vardı. Ondan sonrası bilinen hikaye.

Şimdi Ahmed Hassan'ın lafı geçmiyor İstanbul'da. Ama Afrika futboluna damga vurmaya devam ediyor. Afrika'nın İngiltere'si olarak düşündüğüm Mısır (adamlar kıta içinde her kupayı alıyor ama iş dünya kupasına gelince yoklar) Angola'da yarı finale yükseldi. Başrolde Ahmed Hassan. İki gol attı, kendi kalesine attığı golden sonra maçı çevirdi.

Yarı finalde rakip Cezayir. Olaylı maçın sıcaklığı hala devam ederken bir finale çıkma mücadelesi. Nefes keseceği muhakkak. Cezayir'i seviyorum. Keita'yı yenmelerine rağmen. Evet bu da var. Keita'nın erken dönmesi bizim yararımız ama şağ kanadın sahibi, taraftarın "kara dalga" adını taktığı Keita'nın üzülmesine üzüldüm. Afrika Kupası'nı kazanan takımın sağ açığı olarak İstanbul'a gelseydi mutlu olurdum.

Sonuçta Cezayir - Mısır maçı oynanacak. Bu da güzel oldu. Kuzey Afrika'dan bir takım finalde olacak. Severim Akdeniz'i..

Pazartesi, Ocak 25

Jübile

Akrep tarzı kurtarısıyla hatırlayacağımız Highuita futbolu bıraktı. Hala oynadığını bilmiyorduk. Jübile haberiyle gündeme geldi. Jübilesinde yine akrepleşmiş. Roger Milla'yı çağırıp top kaptıracak hali yoktu tabi. Taraftarlar ona yine de gereken ilgiyi göstermiş. Latinler bize benzer derler, bazen benzemiyoruz işte. Atletico Nacional taraftarları pankartlarıyla gelmişler..

Bela mısın Çocuk



Mahalle maçlarında bazı çocuklar olur. Pire gibi her yere koşarlar. Yorulmak bilmezler. Her topa hamle yaparlar. Genelde yaş olarak küçüktür. O nedenle sesi de çıkmaz. Hal böyle olunca rakip tarafından sevilmez. Ulan bi siktir git denir çocuğa. Çocuk övgü aldığını sanıp güler, mutlu olur. Yaşı ufak diye kimse de vuramaz.

Dün Malaga'nın Danimarkalı futbolcusu Patrick Jan Mtiligia Real karşısından aynı bu şekildeydi. Tek bir fark vardı. Siktir gir yerine doğrudan dirsek yedi.


Hayırlı Olsun



Biz istedik onlara gitti. Yollar kesişmeli bu sene. İkisiyle de. Ne Ruud'u severim ne Hamburg'u...

Galatasaray 1-0 Gaziantepspor


Çok istedim maçın oynanmasını. Puan kaybını bile göze almıştım. Bunun birinci nedeni A.Madrid maçları öncesi fikstürde sıkışma olmasından korkmam, ikinci nedeni ise tribünde olmanın, stadyumda olmanın bu sene farklı bir heyecan yaşatması. Artık uzun yıllardır alışık olmadığımız kadar güzel bir takımımız, güzel bir futbolumuz var. İzlemek için sabrısızlanıyorum. Çocuk gibi, "maç günü gelse de stadyuma gitsek" diyerek içleniyoruz. Bir de Kapalı'da olmak var tabi. Eski Açık'ta sıkıldığım günlerden sonra Kapalı'da olmak da ayrı bir keyif. Dün Yeni Açık takviyeli Kapalı'da ıslanmayı da becerdik.

Bu zevkten uzun bir süre mahrum kalıyoruz şimdi. Ali Sami Yen Stadı, eğer bir Türkiye Kupası maçı çıkmazsa, senenin en önemli maçı olan A.Madrid maçına kadar kapılarını kapatıyor.

Gaziantepspor maçı, burada oynadığımız son lig maçı olan Gençlerbirliği maçına çok benziyor aslında. İyi top yapan Galatasaray, pozisyona giren Galatasaray ama gol atamayan Galatasaray. İki maç arasındaki tek fark, Gençlerbirliği'nin 15 dakika içinde kabus gösteren ataklarının Gaziantepspor tarafından gerçekleştirilmemesi. 10 kişi kalmaları önemli bir avantaj sağladı bize. İki maçta da goller hemen hemen aynı dakikada geldi. Bundan sonraki maçlarda gol atma işini daha erken yaparsak, farkı da açabiliriz.

Maçın yıldızı tartışmasız Caner Erkin. Uzun süredir bu kadar iyi oynayan ve bunu devamlı hale getiren, üretken ve efektif (ne demek lan bunlar) bir futbolcu görmemiştik Sami Yen'de. Sanırım en son Arda'nın ilk senesi böyleydi. Caner, transferin son gününde takıma kazandırılan isim iş yapar önermesinin son örneği olarak karşımızda. 1 ay içinde Galatasaray taraftarı Kewell ile birlikte Caner'in de sözleşmesinin uzatılmasını isteyecek. Yönetim kurulu mart öncesi bu çağrıya kulak verir mi merak konusu.

Arda demişken, kaptan hala Bosna maçı yorgunu galiba. Bekleneni veremiyor. Vazgeçemiyoruz da. Kötü gününde bile istatistiğine asist yazdırıyor. Bu açıdan Alex ile benzetmek mümkün (Bu cümle bana +100 tiraj kazandırır, Alex'e laf attım, koşun).

Asisti yapan Arda, golü atan Mustafa. Bir başarı hikayesi Mustafa Sarp. Bizle anlaştığında tahminimiz, tam da bugünlerde Bursaspor'a veya Eskişehirspor'a gideceği şeklindeydi. O ise şampiyonluk yolundaki en önemli 3 puanlardan birini kazandıran golü attı. Takımın vazgeçilmezlerinden biri oldu. Fizik olarak hocasi Rijkaard'ı, ruh olarak eski hocası Bülent Korkmaz'ı, attığı gollerle de eski arka direk golcümüz Capone'ı hatırlatıyor.

Gözler yeni transferlerdeydi. Fakat çok fazla gözlem yapamadık. Lucas Neill'in yerine Emre Aşık da oynasaydı birşey farketmezdi. Ve evet bu da önemli. Takımın gizli kaptanı Emre Aşık'tan farkı yoktu ilk maçını oynayan Lucas Neill'in. Lider özellikli bir topçu lazım diyorduk. Lucas Edward Neill o karakterde. İsmi bile İngiliz Kralı ismi gibi.

Jo ise Türkiye Ligi'nde çok can yakar. Hareketli, deparlı, atarlı, fizikli. Elano ile iyi bir ikili olurlar ki, Elano her geçen gün bazı isimleri haksız çıkarmaya, sinirlendirmeye devam ediyor. Müthiş bir Elano izledik. Bu da demek oluyor ki 1-2 hafta içinde "Elano'nun İdmandaki Tavırları Rahatsız Etti" başlıklı haberler yazılacaktır.

Elano'nun oyundan çıkması ve onun suratının asılması tek can sıkan şey. Kabak sürekli Elano'ya patlıyor. Penaltı ona attırılmıyor, kaçırılıyor. Penaltı kaçıran futbolcu oyunda kalır ilkesine bağlılıktan Elano oyundan çıkıyor. Takımın günah keçisi geçen seneye kadar başka isimlerdi, şimdi Elano olacak herhalde.

Uğur Uçar'ın oynaması beni çok tedirgin etti. 2 sene önce karlı bir sahada kaybettiğimiz Uğur'u hala tam olarak göremedik. Uğur'dan daha etkili bir Sabri vardı mesela, onu bekliyoruz. Ama o da yok oldu birden nedense. Bursaspor deplasmanında çok gereksiz gösterilen bir sarı kart gördü cezalı duruma düştü. O günden beri oynanan 4lig 3 kupa maçından sadece bir tanesinde oynadı. Uzun sakatlık sanırım..?

Barış ve Hakan Balta hakkında da birşeyler yazmak gerekirse, fena değillerdi. Barış, bu tip maçların adamı. Takımın gücünü arttırdı. Hakan ise normalde yapmadığı kadar bindirmeyi yaptı bu sefer. Bu arada Leo bize yine 1 gol hediye edecekti.

Son olarak Nonda'yı yuhalayan karakter yoksunu insanlara gelelim. Nonda'yı beğenmemek mümkün. Hatta şu futboluyla çok mümkün. Fakat bu onu ısılıklamak gerektiği anlamına gelmez. Bazıları, bilet parası veriyor diye hiçbir futbolcuyu ıslıklama hakkına da sahip değildir. Galatasaray forması giyip emek sarfeden her futbolcu saygıyı hakediyordur. Ona saygı göstermeyenler inşallah maça girecek bilet parası bile bulamazlar ve bu stadyuma bir daha giremezler.

Galatasaray futbol takımı iyi yolda.

Cumartesi, Ocak 23

Haldun Üstünel Wohlfahrt'ı Alsın


Tıptan anlamam. Sporcu sağlığı konusunu hiç bilmem. Hastalansam ilaç bile kullanmam. Çok uzak olduğum bir konu. Belki de yargısız infaz bu yazı veya bilmeden ahkam. Ama artık gına gelmiştir.

Hadi Linderoth'un kalçası büyüdü yapacak birşey yoktu ama İsveçli'den başka bir sürü futbolcu uzun sakatlık geçirdi. Oysa uzun sakatlık artık pek görülen bir şey değil futbolda. Eskiden futbolcular sakatlanırdı seneler sonra gelirdi. Fenerbahçe'de Rıdvan, Beşiktaş'ta Ali, Galatasaray'da Erdal Keser, benim çocukluğumda sık sık sakatlanan isimleriydi mesela. Bir giderlerdi uzun süre gelmezlerdi.

Şimdi öyle değil. 1 ay olmayan futbolcu "uzun ayrlık" yaşıyor. Artık haftada 2 maç oynarsan 1 ayda 8 maç kaçırıyorsun. Hedeflerden uzaklaşıyorsun bir sakatlıkla. 1 haftanın bile bir takım için önemi var. Mesela bizim Madrid-Beşiktaş-Madrid haftamız.

Fenerbahçe'de Deivid sezonu kapar deniyor, sonra 1 ay sonra gelip golünü atıyor. Emre sakatlanıyor, Daum telaşlı deniyor 2 hafta sonra 11'de yerini alıyor. Biz de ise tam tersi.

Baros 25 Ekim'de 2 aylığına aramızdan ayrıldı. O günden bugüne 3 ay geçti, sanırım 2 ay daha yok Baros.

2008'de Uğur sakatlandı. 1 sene sonra geldi. Eski Uğur olamadan. Gökhan Zan'ın en büyük şanssızlığı Galatasaray'a gelmesi. Eskiden cam adamdı. 2 maç oynar, 2 maç sakat olurdu. Şimdi o 2 maç bile yok.

Kewell, Orduspor maçında sakatlanıyor. 12 gün sonra dalga geçer gibi "tedavisi uzun süreye yayılacak" diyorlar. Artık zaman verilmiyor.

Resmi sitede F5'e basınca karşımıza 2 şey çıkıyor bugünlerde. Ya Haldun Üstünel-Murat Yalçındağ ikilisi birini bize hediye ediyor, ya da "Sağlık Raporu" adı altında bir futbolcunun idam fermanı yazılıyor.

Geçen sene stoperlerden biri sakatlanmasaydı değil; biri daha kısa süreliğine sakatlansaydı belki de Hamburg maçında Kewell stoper oynamayacaktı.

1 sene içinde futbolcu kadrosundaki atılımı abarttık. Takım içindeki dengeler düzeldi. Tribünler artık ağzına kadar dolu. Herkes heyecanlı, herkes istekli. Ama A.Madrid maçına gelinen son noktada Hamburg'un başka bir benzeri yaşanıyor. Forvette oynayacak adam yok bu sefer. Geçen senenin gol kralı da, bu senenin kralı da sakatlar listesinde. Dönecekleri tarih belli değil.

Son 10 yılda Kadıköy'de alınan tek beraberlikte maçın yıldızı olan Serkan Çalık o günden beri yok. 2 sene oldu. Gençlerbirliği'ne gitti geçenlerde. Sakatlığımı teşhis edemediler dedi, gider gitmez. Eskiden giden futbolcu yönetime sallardı. Bülent Akın bile "bana tavuk vermediler" demişti. Şimdi giden futbolcu sağlıkçılar hakkında konuşuyor.

Takıma dönelim. Şu an bir Serkan Çalık bile yok Madrid maçı için. Herhalde Hamburg'daki Kewell'ın yerini Madrid'de Sabri alır(!).

Sözün özü. Madem büyük hedefler peşindeyiz. O zaman temeli sağlam tutmak lazım. Belki biraz şaka, belki biraz ciddi. Haldun Üstünel gelirken Wohlfahrt'ı da getirsin. Önümüzdeki sene sol açıkta Ufuk Ceylan oynamasın diye.

Bizim Clasura


Bugün en sevdiğimiz ligin Türkiye Ligi olduğunu bir kez daha anladım. Kaliteli futbol, kaliteli futbolcular hatta kaliteli bir zemin bile yoktu. İngiltere, İspanya gibi değil. Ama burası bizim, bu heyecan bizim. Bu cennet, bu cehennem bizim.

Ara çok uzamış onu farkettim. En son Trabzonspor - Fenerbahçe maçı için Pizza Hut'da maç izlemiştik. Bir katta çokça Galatasaraylı ve az biraz Trabzonsporlu, bordo mavililerin golünü bekliyorduk. Aramızdaki tek Fenerbahçeli Peralta idi. Mekan Bağdat Caddesi. Çok ironik bir durumdu, kazanan onlar oldu.

Bu sefer açılışı yine aynı yerde yaptık. Masada 4 kişiyiz, bu sefer tek olan, tek Galatasaraylı benim. İşin kötü tarafı maçla ilgilenen kimse yok bizden başka. Yan masada 10 yaşındaki kız çocuklarının doğum günü partisi var. Aileler de orada. Ben ise 7 puan toplamış (3'ü Ankaraspor'dan) Denizlispor'un Kadıköy'de puan almasını bekliyorum. Bu maç için bile heyecanlanıyoruz.

Çocukların "happy birthday"ini, "siktir git", "amına koyım" tarzı çığlıklarımız bastırıyor. Arada FB-GS gerginliği yaşanıyor. İçten içe 27.hafta düşünülüyor ama kimse de dillendirmiyor şimdiden, belli. Daha 18.hafta. Maç Fenerbahçe'nin Denizlispor maçı. Bu heyecanı, bu sıyırmayı özlemişiz. Vazgeçmek mümkün değil.

Pazar günü Gaziantepspor maçı. Sami Yen'de. Daha 18.hafta. Fenerbahçe yendi. Şimdiden mesajlar yazılıyor. Kadro nasıl olsun, kim oynasın. Bunun gibi daha 16 hafta daha yaşanacak. Pardon, her geçen hafta sonunda bu günlerdeki rahatlığı arayacağız. Bu soğuk havalar ısınıdığı vakitlerde, kısa kollularla maça gittiğimiz günlerde belki de iki raki taraftar olarak aynı maçı beraber izlemeyeceğiz bile.

Türkiye Ligi bizim için ne La Liga'ya benzer ne EPL'ne. Avrupa Ligleri'ni izlemek bir hobidir, Türkiye Ligi ise bir yaşam tarzıdır. Ederi de 321 milyon dolardan daha fazladır. Paha biçilemez. Bugün bunu bir kez daha anladım. Bir Fenerbahçe-Denizlispor maçı işte. Hayata dair çok şey öğreniyoruz bu iki takım karşı karşıya geldiğinde.

Bir de bu soğuk havaya şaşıranlar var. Biz fikstür çekildiği gün biliyorduk. Gaziantepspor, İstanbul'a geldiğinde götümüz donar. Bu bir klasiktir. Hava olaylarını Türkiye Ligi'ne bağlamakla bir alakası yoktur.

Cuma, Ocak 22

Dokunmayın Şabanıma


Hedefler büyük. Vizyon geniş. Bekler bizi kupalar, nice şampiyonluklar. O nedenle güçlü takım kurmalıyız. Türkiye'de ve Avrupa'da rakiplere korku salmalıyız. Aksini iddia edecek durumda değilim. Burada bile daha önce birsürü şey yazdık. Bu senenin öneminden bahsettik. O nedenle güçlü bir kadro kurulması gerektiğinin farkındayım. Güçlü kadro, güçlü futbolcularla kurulur.

Jo transferi veya geleceği söylenen diğer transfer bu bağlamda değerlendirilir. Güçlü müdür, iyi midir, kaliteli midir görürüz. Hocamız onayladıysa bize laf düşmez. Kupalar için geldiler, kazanmak için geldiler. Başımızın tacı hepsi. Fakat bunun için başkasının gönderilmesi içimi acıtıyor. Gidecek 2 isim var. Biri Linderoth diğeri Nonda.

Linderoth bekleneni veremedi. Hatta beklenmeyeni veremedi. Üzücü bir durum. Hayattaki kötü aşamalardan biri. Kötü bir deneyim. O nedenle ona yol verilmesi çok abes değil. Ama Nonda?

Nonda kötü. Nonda formsuz. Nonda sisteme uymuyor. Bunlar benim düşüncelerim. Fakat bu onun gitmesini gerektiren durumlar değil. Eğer onunla sözleşme yapıldıysa, sözleşme bitene kadar kalmalı. Nonda bu saygıyı hakeden bir futbolcudur. Nonda, gitmek isterse gider, kalmak isterse kalır. Onu gitmeye zorlamak içime sinen bir durum değildir.

Zaten Nonda futbol olarak tatmin etmese de tribünle kurduğu ilişki sayesinde de çok kolay unutabilceğimiz bır futbolcu değil.

Bir de konuşulan başka bir husus var. Baros'un sözleşmesi dondurulacak deniliyor. Daha önce Appiah için Delgado için yapılanlar. Ne yazık ki bu da benim içime sinmiyor. Bu dondurmalar hep bir soru işaretidir. Baros bu soru işaretlerine maruz kalmayı hak edecek bir futboldu değildir.

Bu satırlar yazılırken Kewell'ın sakatlığının uzadığını da öğrenmiş bulunuyoruz. Biz yeni transfer yerine Kewell ile sözleşme uzatılsın diye beklerken.... Neyse, aklımıza kötü kötü şeyler geliyor. Bu yazı burada bitsin, Nonda devre arasında gitmesin, Kewell ömür boyu kalsın.

1996 Gazi Koşusu



Atçılıkla benim ilgim sınırlı. Fakat Peralta bu işin piridir. Rastladığım bir videoyu ona anlattım. 1996 yılının Gazi koşusu. Şu ana kadar hala kırılamayan bir rekorun olduğu efsane bir yarışmış. Zaten izleyince olaya, bu spora uzak olsanız bile heyecanı hissediyorsunuz. 1 numaralı Bold Pilot geliyor, ve yarışı kazanıyor. İzlenmesi lazım. Ayrıntıları Peralta yazar.

Biz o günlerde Euro 96 heyecanına kapıldığımız için bu olayın yankılarını bile bilemedik. 96 yazı güzel bir yazdı.

Perşembe, Ocak 21

Pegasus


Daum'un Mehmet Demircan'a anlattığı fıkra çok konuşulur. Fıkra hakkında birşey demek Galatasaraylı olarak bana düşmez. Benim dikkatimi çeken başka bir nokta var. Daum ilk FB seferi sona erip Almanya'ya döndüğünde Mehmet Demircan ile birbirlerine sallıyorlardır Yalancılıkla suçluyorlardı. Şimdi sürekli röportajlar veriliyor. İkili bir araya geliyor. Asıl şaşırtan, üzerinde konuşulması gereken bu. Bu fıkra da Mehmet Demircan'a anlatılmış.

O nedenle bu kadar absürdlüğün yanında, bu postun fotosunun Harun Erdenay olması hiç de şaşırtıcı olmamalı. O fıkrayı da buraya yazalım da kayıtlara geçsin:

Size bir hikaye anlatayım. Çin imparatoru baş danışmanlarını çağırıp hepsine birer soru soruyor; ‘Sen ne iş yapıyorsun’, ‘İşler nasıl gidiyor’ gibi. Tüm danışmanlar tek tek yanıtlıyor; ‘Ben öğretmenim...’, ‘Ben doktorum...’ vesaire. Hükümdar son kalan danışmana soruyor; ‘Sen ne iş yapıyorsun?’ Danışman yanıt veriyor; ‘Hükümdarım, ben, atınızı 6 ay sonra uçuracağım.’ Hükümdar şaşırıyor, bir yandan da seviniyor. ‘Harika’ diyor, ‘Tüm imkanlar senin için seferber edilecek.’ Hükümdar gidince baş danışmanlar, at uçuracağını iddia eden danışmana yükleniyor, ‘Sen ne diyorsun? Hiç at uçar mı?’ Danışman diyor ki, ‘Siz bu işi bilmiyorsunuz. Hükümdar böyle güzel şeyler duymak ister. Şimdi 6 ay bununla mutlu olacak. 6 ay sonra duruma yeniden bakarız.’

Türk'ün Türk'ten Başka Düşmanı Yok

Yukarıda bizi rezil ettiği söylenen Türk taraftarlar, aşağıda üzerine meşale atılarak can pazarına dönen(!) Şili tribünleri.

Ne kadar çok seviyoruz birbirimizi kötülemeyi. Sanki herkes işini doğru yapıyor da hep içimizden biri bozuyor ilerlemememizi. Herkes kendini çok üstün, çok bilgili, çok ahlaklı, çok erdemli görüyor. Ama hep "avam" kitle bozuyor işlerimizi. Bu Türkler'den adam olmaz.

Son olay Avustralya Açık. Türkler olay çıkarmış. Tenis tenis olalı böyle zulüm görmemiş. Dünyaya rezil olmuşuz. Holiganlık hortlamış.

Haberin linkini vermeye değer bile bulmuyorum. İçeriği yalan dolanla dolu zaten. Tenis tenis olalı böylesini görmemiş güya, oysa biliyoruz ki özellikle Avustralya Açık'ta bu tip sahneler çok olur. Geçen sene Sırplar ve Hırvatlar birbirine girdi. Bagdatis'in maçları sürekli olaylı geçer vs... Sonuçta bunlar güzel şeyler değil tabi ama bu olayların yanında meşale yakmak çok ufak kalıyor. Neyse bunlara girmeyeceğim zaten. Şurayı okursanız, konu hakkında gerçekleri en yetkin yerden öğrenebilirsiniz.

Benim rahatsız olduğum konu, niye sürekli biz birbirimizi kötülüyoruz. Ve niye sürekli tribünde yaşanan en ufak olayı taşkınlık olarak taşıyoruz sayfalara, ekranlara. Bu aşağılık kompleksinin nedenini anlamıyorum. Gerçekten merak ediyorum amaç ne? Ele ne geçiyor?

Hani Demirkol, Euro 2016 haritası için, "bunu Fransızlar yapsa ülkeyi bölüyorlar derdik" demişti ya, bu da ona benziyor. Bu haberi İngilizler yazsa, "bizi aşağılayorlar" derdik.

Bunun milliyetçilikle de alakası yoktur. En azından benim öyle bir iddiam yok. Ama tenis maçında yaşanan olayları buralara bağlayarak ilk taşı haberi yazanlar atmıştır.

Aslında çok da fazla üzerinde durmak istemiyorum bu konunun. Yıllardır bildiğimiz, yaşadığımız, gördüğümüz. şeyler. Kısaca şunu demek lazım. Tenis maçında tezahürat yapın, şarkı söyleyin, tuttuğunuz sporcuyu alkışlayın, Yani eğlenin, maça zevk katın. Hepsinden önemlisi "ıyh bizim pis Türkler, rezil olduk Avrupa'ya" diyen güruhtan uzak durun, kaale almayın.

100.000


Bu hafta itibariyle sağ tarafta gördüğünüz sayaç 100.000 rakamını geçmiş bulunmaktadır. Birçok blog için oldukça az bir rakam. Bazıları ayda bu kadar kişiyi topluyor nerdeyse. Ama bizim için önemli. Yola çıkarken 3-5 arkadaşımız okur bize yeter diyorduk. Şimdi bu blog sayesinde birçok arkadaş edinmeye başladık. Beklentimizi karşılamanın çok da ötesinde.

Gerçi 100.000i yıl sonunda çok rahat yakalarız diyorduk. Yazın daha fazla giren-çıkan oluyordu ama sonra isim değişikliği gibi nedenlerle ocak ayına girince anca yakaladık hedef rakamını. Çok da önemli değil aslında rakamlar. Giren, okuyan, eden, yorum bırakan, yani 100.000 rakamına değil, bloga katkısı olan herkese çok teşekkürler.

Kartalspor 1-0 Altay


Kupa maçları nedeniyle ertelenen Kartalspor - Altay maçı dün oynandı. Kartal Stadı'na bu sene 3.defa gittim. Daha önce 1 kupa, 1 lig maçı için burdaydım. Bu 3 maçta Kartalspor 1 mağlubiyet, 1 beraberlik ve nihayet Altay sayesinde 1 galibiyet aldı.

3 farklı skora rağmen Kartalspor 3 maçta da aynıydı. Savunması güçlü, takım olarak mücadele eden ama hücumda gerekeni yapamayan bir takım. 3 maçı da 1er gol atarak bitirdiler.

Altay'ı ise hayatımda ilk kez izledim. Bu sene 3 İzmir takımını da canlı izledim. Altay'dan önce Bucaspor ve Karşıyaka'nın Galatasaray ve Kartalspor ile oynadıkları kupa maçlarını izlemiştim. 3 İzmir takımını da 1 sezon içinde izlemek güzel oldu. Göztepe'nin Güngören maçına da denk gelebilrsek 4te 4 yaparız. Bu 3 İzmir takımı arasında en derli toplu olanı Bucaspor'du. Üstelik daha güçlü bir rakibe karşı oynamışlardı. Bu farklılık bugün puan durumuna da yanısmış durumda.

Bucaspor, geçen sezon 1 lig aşağıda olmasına rağmen bugün Altay'ın 1 , Karşıyaka'nın 5 puan üzerinde yer alıyor.

Maça gelirsek, Kartalspor takım oyununu iyi oynadı, iyi mücadele etti. Erken gol buldu, skoru korumayı başardı. Genç oyuncusu Okan golü atan isimdi. İbrahim parlayan ve Adem Akın ise saç yoldurdu. İbrahim Parlayan hakikaten çok garip bir futbolcu. Yakubu olmayınca (kendisini ne kadar beğenmesem de) Kartalspor daha da kısır bir görüntü çiziyor.

Altay ise eksik bir kadroyla geldi. Kılıçaslan, Musa Çağıran, Şehmus, Zafer Biryol gibi isimler yoktu. Bu eksikler, Altay'ın genç bir futbolcu oynatmasına neden oldu. 1994 doğumlu Okay Yokuşlu dünkü maça ilk 11 başladı. Altay altyapısının son ürünü olan Okay, ilk defa bir lig maçında oynadı. Orta sahanın ortasında mücadele eden futbolcu, ilk dakikalarda biraz heyecanlı gözüktü ama sonradan oyuna ısındı ve kalitesini gösterdi.

Altay'ın bana göre en etkili ismi ise Galatasaray altyapısı ve Beylerbeyi geçmişi olan Cenk Ahmet Alkılıç'tı. Fuat Yaman'ın onu çıkarması bence yanlış bir hamle oldu. Bu sezonun en çok konuşulan ismi Burak Çalık ise bana göre hala yetersiz.

Galatasaray altyapısından çıkan bir diğer isim ise Kartalspor forması giyen Efecan'dı. Sadece Kartalspor'un değil, bütün sezonun en etkili oyuncularından biri konumunda.

Soğuk havaya rağmen ilgi beklediğimden fazlaydı. Sonuçta bir çarşamba maçıydı. Güvenç Kurtar, Metin Diyadin gibi hocalar da maçı izleyenler arasındaydı. Pek keyifli bir maç değildi. Ligin ortalama sertliği de yoktu. Kartalspor, Okan'ın golüyle kazandı.

Hayırlı haber

Kazım Toulouse'a kiralanmış. Bugün aldığım en güzel haber bu. Hatta 2010'da hayatımdaki ilk güzel gelişme budur. Çok bile kalmıştı çubuklu forma altında, nitekim onu taşırken birilerinin saygısını sevgisini kazanmak herkese nasip olmuyor. Kazım'a da olmadı...

Salı, Ocak 19

Only A Game?


"UEFA tarafından düzenlenen "Only A Game?" sergisi İstanbul'da açılıyor. Avrupa futbolunun son 50 yılına ait önemli olayların fotoğraflarının, gazete kupürlerinin ve imzalı objelerinin sergileneceği sergi 21 Ocak-30 Nisan 2010 tarihleri arasında Taksim'de gezilebilecek.

UEFA, Türkiye Futbol Federasyonu ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın katkıları ile gerçekleştirilen sergide Avrupa futboluna ait eşyaların yanı sıra Türk futbolu ile ilgili daha önce sergilenmemiş parçaların yanı sıra Şampiyonlar ligi, Avrupa liglerinin kupaları da yer alıyor.

2010 İstanbul Kültür Başkenti kapsamında açılacak olan sergide ünlü hakem Pierluigi Collina imzalı hakem forması, Şampiyonlar Ligi finallerinin biletleri, 1956 Şampiyon Kulüpler Kupası Finali'nde giyilen forma, 1958 yılının yarısı Galatasaray'da yarısı da Fenerbahçe'de olan kupası, 1968'de Fenerbahçe-Manchester City maçının topu ile UEFA Kupası Finali'nde Galatasaray'ın giydiği forma gibi futbolun tarihine geçmiş maçlara ait objeler bulunuyor."

Federasyon böyle duyurmuş. Bize başka bir laf düşmez. 3 aydan biraz uzun süremiz var yolumuz illa düşer.

39 Numara


Fenerbahçe'ye bir devre arasında transfer edilen Nicolas Anelka, 39 numaralı formayı giydi. İlk maçını deplasmanda kırmızı-beyazlı rakibi Samsunspor'a karşı oynadı. Teknik direktör Daum onu oyuna sonradan aldı. Oyuna girerken Fenerbahçe kazanamıyordu, oyuna girdikten sonra Fenerbahçe gol attı ama yine de maçı Fenerbahçe kazanamadı.

Fenerbahçe'ye bir devre arasında transfer edilen Gökhan Ünal, 39 numaralı formayı giydi. İlk maçını deplasmanda kırmızı-beyazlı rakibi Antalyaspor'a karşı oynadı. Teknik direktör Daum onu oyuna sonradan aldı. Oyuna girerken Fenerbahçe kazanamıyordu, oyuna girdikten sonra Fenerbahçe gol attı ama yine de maçı Fenerbahçe kazanamadı.

Ve bu sayede Gökhan Ünal ile Nicolas Anelka aynı yazıda yan yana gelebildi.

Pazartesi, Ocak 18

Şirin Bile Gol Atmış


Abdülkerim Durmaz 4-4-2 ocak sayısında anlatıyor:

"Kova Yaşar, Almanya'da kapalı salon turnuvasında Mattheus'dan okkalı bir gol yemişti. Gol olduğunda Mattheus'un ayağı Yaşar Ağabey'in kafasına gelmişti. Geldi özür diledi, başını okşadı. Yaşar ağabey de ''At ulan! Sen topçunun kralısın, bana Türkiye'de Şirin bile gol atmışken golü atan sen ol!'' demişti."

Dün-Bugün

2005 senesi Kapalı. Beşte iki bir oran yakalandı. Arda kaptan oldu, Uğur her kanat bindirmesinde ''ur,ur, ur, ur, ur'' oldu.



Dün gece Kapalı. Çetin, Berkin, Emre. Bekliyoruz.

Galatasaray 5-1 Denizli Belediyespor


Türkiye Kupası sayesinde bu sezon ikinci defa bir alt lig takımıyla karşılaştık. Bu maç için stadyuma gitmek, taraftarlığın en üst noktalarından biridir bence. Pazar günü 8 buçukta, ocak ayının ortasında, muhtelemen kazanacağın, hatta kaybetsen bile bir soruna yol açmayacak maça gitmenin akla ve mantığa bir uygun tarafı yok gibi gözüküyor.

Oysa var. Çünkü futboldan öğrendiğimiz onlarca şeyden biri, futbolda (ve tabi ki hayatta) her zaman her şeyin olabileceğidir.

Daha öncede çok kupa maçı oynadık. Alt lig takımlarıyla da. Farklı da yendik çok defa. Yani daha önce gördüğümüz onca şeyi bir kez daha görecektik. Yeni bir şey yaşanacağını sanmıyordum. O nedenle bir işim çıksa da maça gitmesem diye de düşünmedim değil. Fakat bu da bir kısır döngü. Hayatı Galatasaray üzerine kurunca, Denizli Belediyespor maçının saatinde seni maçtan alıkoyacak bir iş çıkmıyor.

İlk yarıda yaşanan herşeyi bu sezon daha önce yaşamaştık. Caner Erkin arka direğe gelip kafa golü atmıştı (Trabzonspor maçı). Barış Özbek bir devrede 2 gol atmıştı (Netenya maçı). Tribün maç kopunca Fenerbahçe tezahüratlarına girmişti (Dinamo Bükreş maçı). Son 3 ayda yaşanan şeyler bir kez daha yaşanıyordu.

Maç kopunca stadyumdan çıkıp sıcak evime gitmeyi bile aklımdan geçirdim. Daha önce hiç yapmadığım bir şeydi, cesaret bulamadım. Daha sonra pişman olabileceğim bir şey olabilirdi.

İkinci yarı başladı. Gol yedik. Sahada 37 numaralı bir çocuk koşuyor. Gençler oyuna giriyor, takıma ısınıyor. Bunları da daha önce yaşadık. Berkin, Çetin, Serdar. Peki bu hangisiydi.

Demir'e mesaj atıyorum; 37 numara kim diyorum. 5 dakika sonra o 37 numara 2 gol atmış şekilde tribünü selamlıyordu. Demir'den mesaj gelmiyor ama o esnada tüm Sami Yen çocuğun adını Türkiye'ye ezberletiyor.

Denizli Belediyespor maçı belki de 2 sene sonra unutulacak bir maç gibi duruyordu. Fakat şimdi, Emre Çolak takımda oynadıkça, yani umarım seneler sonra bile, muhabbetlerde geçecek bir maç konumuna geldi. Maçlara niye gidiyoruz, niye gitmeliyizin cevabını aldık. Yıllar sonra Emre Çolak'ın Sami Yen'de gol attığı ilk maçta ben oradaydım diyebilmenin hazzı için.

Maç için ekstra söylenecek pek birşey yok. Ama şunu yazmadan yazıyı noktalamak olmaz. Nonda'yı ıslıklayan, yuhalayan adamlar, ahlaksız, serefsiz, ikiyüzlü, nankör insanlardır. Kapalı'nın ortası 3-5 kişiyi tokatlasaydı üzülmezdim.

Nonda'nın maçı bırakıp tribünü selamlamasını görmek için bile maça gelinirdi. Anlık bir olaydı, youtube'da falan da göremez kimse. Biz gördük sadece.

''Bizim için sağ tarafa koy, Nonda koy, Nonda koy.''

Boleslav Belediyespor

Sene 2006 haziran. Gerets, Arda'yi 1 sezon daha kiralamak isterken, Carrusca sakatlanıyor. Arda 1-2 maç daha oynayıp gidecek takımdan. Fakat öyle olmuyor. Mlade Boleslav'a 2 gol atıyor Arda. Kapalı'dan yeni bir yıldızın doğuşunu izliyorduk.
Tamam farkındayız. Rakip Denizli Belediyespor. Basit bir kupa maçı. Goller de Arda'nın ilk maçında attıkları kadar akıl dolu goller değil, biri penaltı olmak üzere 2 duran top. Ame Emre Çolak, Sami Yen'e 2 golle merhaba dedi. Benzerlik kurmamak olmaz. Üstelik topun başına geçtiği 2 pozisyonda da ona yol veren 3.5 sene öncesinin genci, şimdinin kaptanı Arda.

Denizli Belediyespor karşısında skoru 5-1'e getiren bir gole bütün stadın bu kadar coşkuyla sevinceğini tahmin etmezdim.

Pazar, Ocak 17

Zincir ve halkaları

Nicolas Anelka: Takım stoper diye bas bas bağırırken, 13 milyon euroya geldi. Fenerbahçe tarihinin en zengin hücum hattının oluşmasına yardımcı olduysa da, şampiyonluk maçında Marcio Nobre'nin yedeğiydi. Bugün Premier League gol kralı...
Mateja Kezman: 40 gol atarım diye geldi, her maçında rakip stoperlerin arasında kaşarlı tost oldu. Chelsea ve Atletcio etiketiyle geldi, bir penaltı için porfavor dedi (ki kaçırdı onu da), are you player sorusuna maruz kaldı, help diye bağırdı.
Daniel Guiza: İspanya gol kralı olarak geldi. Kezman'dan ağzı yanan camia büyük sabır gösterdi. İlk zamanlar çalışkanlığıyla alkış aldı, gol kaçırdıkça kale direklerine sarıldı, ben bir bok beceremem" yüz ifadesi ile akıllarda kaldı. Hala oynuyor ve kendisinden beklentiler azalmış değil.
Ve Gökhan Ünal: Üçü içinde en az beklentiyle gelen, taraftarı en çok mutsuz eden transfer. Benim de şahsen hiçbir beklentim yok Gökhan'dan. Gölge etmesin yeter. Yukarıdaki üçlünün ortak özelliği Beşiktaş maçlarında coşmalarıydı, Gökhan da bunu yapar belki en fazla.
***
Zincirin halkaları bunlar. Zincir ise Aziz Yıldırım'ın başarısız forvet transfer politikası. O Fenerbahçe forvetine transfer yapıyor. Halbuki transferi Alex'in önüne yapması lazım, ya da Alex'ten vazgeçmesi lazım... İkinci şıkkı düşünmediğini, Brezilyalı'nın en kötü döneminde (o dönemin sonunda Fenerbahçe'nin şampiyon olduğunu ve Alex'in sezonu gol kralı tamamladığını ekleyelim) onu ayakta alkışlayarak gösterdi, diğerini anlayana kadar da sanırım Alex futbolu bırakacak...

La Liga'da Cumartesi

Barcelona ışık saçmaya devam ediyor.

Real Madrid ince çizginin üzerinde yürüyor.

Cumartesi, Ocak 16

Bileti Kesildi

Kariyerinin zirve noktasını bizim şehrimizde yaşayan Rafael Benitez, dibe doğru ilerlemeye devam ediyor. Liverpool, Stoke City'i de geçemedi. Stoke City taraftarları, Benitez'in bileti kesti.

Cuma, Ocak 15

Önünde Sonunda


Kariyerinin bir bölümünde parlayan her futbolcu bir şekilde İstanbul'u tadacaktır.

Gökhan ve Mehmet artık Kadıköy'de. Bu afişler çöplerde. Türkiye'nin gol kralı Fenerbahçe'ye geldi, Fenerbahçeliler mutsuz, Galatasaraylılar ve Beşiktaşlılar tehlikeyi atlattıkları için "oh" çekiyor, Trabzon'da kutlamalar başladı.

Kayserisporlu futbolcular kariyer planlamasını Süleyman Hurma'ya bırakmasın.

Fenerbahçe Rehabilitasyon Merkezi

Sporcu ahlakı tartışılan, hakkında; saç ektirdiği için 1 yıldır kafa topuna çıkmıyor denilen, günübirlik Batum'a gidip alem yaptığı söylenen ve bütün bunlar yetmezmiş gibi, asıl en önemli sebep olarak bana göre Fenerbahçe'nin neredeyse 6 yıldır, Alex'ten beri oynamakta olduğu oyun formatına uymayan bir forveti transfer ettik. Üstelik Trabzonspor'da bu sezon gösterdiği performans oldukça kötü ve bir üst kademe atlatacak seviyede kesinlikle değil. E peki adama sormazlar mı burası neresi diye? Rehabilitasyon merkezi mi abi burası? Elimizde zaten bunun hazır formsuz İspanyol versiyonu varken, gidip bir de formsuz adamı alıp niye sabır göstermek zorunda bırakılıyoruz?
***
Ofansif adam mı istiyor hoca, yılda 2.3 milyon euro verdiğin Deivid'in forma girmesini ve doğal olarak da forma giymesini sağlasın o zaman. Çünkü zaten formda bir Deivid yedek kalmaz bu takımda. Ya da hiç yapmasın transfer, ilk yarıda hemen hemen yararlanmadığı Özer'in ikinci yarıda yeni bir transfer gibi takıma gireceğini düşünürsek çok da gerekli değildi sanki. Belki A.Gücü'nden Metin Akan transfer edilebilirdi. Ligde beğendiğim ender oyunculardan... Neyse bu tamamen benim fikrim zaten.
***
Özetle Gökhan Ünal transferi Aziz Yıldırım'ın yabancı sayısının sınırsız olmasını sağlayamadıktan sonra ki transfer politikası olan biraz kalbur üstü, isim yapmış yerli oyuncu transfer etme politikasının son halkasıdır. 2008'de 14 milyon euro, Guiza'dan önce Nihat'a teklif edilmişti, Emre o sene geldi, bu yıl Mehmet Topuz ve Özer, yine geçtiğimiz yıllarda Hem Topuz hem Gökhan Ünal için ciddi teklifler, gereksiz bir Arda girişimi ve en nihayetinde ligin en overrated golcüsü. Bir yanlış Aziz Yıldırım transferi daha... Camiaya hayırlı olsun.

İhale Justin'de İzlenir


Bu ihale hakkında yazılacak çizilecek çok şey var. Herkes de yazıyor zaten. Benim bir daha yazmama gerek yok. Aktarılan para, kazanılan para, paranın büyüklüğü, ihale kuralları, şartnameler, faizler, vergiler, decoderler vs... Bunlar sanırım buranın konusu değil. İhale hakkındaki yorumu farklı bir açıdan yapmak lazım. Milletçe birlik ve beraberliğe ihtiyaç olduğumuz şu günlerde, bıraktık işi gücü bütün millet ihaleyi izledik. Spor kanalları, ekonomi kanalları, haber kanalları, ulusal kanallar, bütün tv kanalları ihaleyi naklen yayınladı.

Sanırım Türkiye, EURO 2008'den sonra ilk defa birşeye aynı anda bu kadar kitlendi. Türkiye-Senegal maçına yaklaşan bir atmosfer vardı hatta belki de. Tek farkı, toplu olarak herkesin beraber cafelerde sokaklarda izlediği bir karşılaşma değildi. Bu da herkesin çoğunluğun internete yönelmesine neden oldu.

Takım elbiseli abilerin yaptığı resmi ihale süreci, forumlarda, msn pencerlerinde, Twitter'da espiri yağmuruna döndü.

Güzel oldu. Bir anı oldu. Bu da bir maçtı işte. Hani gazetelerin yeni modası başladı ya, bazı olaylardan sonra "forumlarda neler dediler" haberi yapıyorlar. Bu yazının sonu da bu olsun. Tribün Dergi'den aldığım bazı yorumlar, aralarında FD, Ariel Ortega gibi bloggerlar da var:

-Justin TV az sonra 500 milyon doları koyup olayı bitirir
-Beynimin içinde yankılanan ses...''Yeni bir teklif vermek istiyor musunuz?''
-lütfi arıboğandan mola gelebilir
-Kaç mola hakkı var takımların?
-Molalarda neden reklam girmiyor
-Zam geliyor zam. kahvelerde, lokallerde bilumum içeceklere zam habercisi bu ihale. Giriş ücreti de cabası.
-Tüüü sizin kalıbınıza milyar dolarlık şirketler 50 50 50 fiyat veriyorlar.
-Digitürkçüler battık biz gibi bakıyor.
-Yahu Lütfi Arıboğan sorsun işte "300 milyonu veremeyecek var mı?" "var" diyen yoksa devam etsinler..
-digitürk genel müdürünün gözlüğü çıkarmadan fiyat söyleyememesine uyuz oldum. bırak olm dursun işte gözünde
-Telekom tam Yunanistan gibi oynuyor....Ender gelişen ataklar....Genelde savunmaya dayalı....Ama tempoyu elde tutuyorlar...
-karamehmet kağıda 74 hollanda kadrosunu yazıyor sanırım. koptu gitti herif.
Hocam 307 dediler
Ya bırak usta, bak şu kadroya cruijff, neeskens piyuuuu
-ihale, ligin kendisinden daha heycanlı
-Telekom birazdan 307 milyon + Gökhan ünal teklif eder. Şİmdi moda Gökhan ünal.
telekomcu adamının bakışlarını kes nası koyuyoz lan der gibi
-"Bu bedele attırmayı düşünüyor musunuz?" de Lütfi bir kere bakalım ne olacak...
-tt'nin söylediği her bin dolarcık bize yol köprü su olarak geri dönecekmiş gibi, hadi bakalım
-Bizim başkan olsa(demirören) 500e itelerlerdi..
-TT Haldun Üstüneli yollasaydı 2 dakkaya baglardı işi
-bi gün ben de bu ihalelerde kalem kağıt tutan , fısırdaşan bi adam olucam inşallah
-Hakan çıktı TRT'ye...Yine başladı "bizim zamanımızda böyle paralar almadık" bıdı bıdı...
-bitti ulaaaaaaaaaaaan. lütfen silahla sevinmeyelim lütfen.

Bu da benim favorim:
ihaleyi bile justin tv'den takip ediyorum, bunlar niye bu kadar uğraşıyor...

Kısaca, sıkıcı geçen devre arasının en keyifli günlerinden biriydi. Futbol topunu görmedik, ama isminin geçmesi bile yetti. İhale hayırlı olsun. Bana kalırsa asıl ihale yazın yapılacak. Hangi kahvehane alacak ihaleyi o önemli. Bizim maçları izlediğimiz yerler belli. Bu arada seneye kombine almayı düşünmek lazım galiba.

Bird Hunter



İnternette bu ara çok geziyor bu video. Biz de buraya taşıyalım. Lucas Neill, sahada yer alan bir kuşu topla vuruyor. Güne gülerek başladım. Ezeli rekabetin sanal boyutuna da ayrı bir tarz getirdi. Lucas Neill de hoş geldi.

Perşembe, Ocak 14

Yıldız


Haftalardır kötü giden Juventus, dün Napoli'yi mağlup etti ve biraz nefes aldı. En derin şekilde "oh" çeken ise tartışılan teknik direktör Ciro Ferrara oldu. Ferrara'yı rahatlatan, bir efsane. Ferrara futbolcuyken de bu takımın yıldızı olan, o teknik direktörken onu kurtaran da aynı isim. Alessandro Del Piero attığı 2 golle maça damgasını vurdu. Bu tarz futbolcular için sadece tek bir şey söylenir: Efsaneler bitmez.

Birlik ve Beraberlik



Bu sezon Kocaelispor'u ve takım kaptanı Serdar Topraktepe'yi çok yazdık daha da yazacağız. Sıkıntısı çok olan kulüp, mücadelesine devam ediyor. Anadolu'daki birçok takımın yaşadığı sıkıntıları yaşıyorlar aslında. Başrolde parasızlık ve sahipsizlik var.

Fakat Kocaelispor'u diğerlerinden ayıran nokta, futbolcuların pes etmemesi. Seviyoruz böyle hikayeleri. Zor durumda olan takım, mücadelesine devam ediyor. Takım ve tribün kaynaşıyor. Geçen sene Sakaryaspor sayesinde izlemiştik böyle bir mücadeleyi. Sonu ne yazık ki iyi bitmemişti.

Bu sezon sıra komşu şehrin takımı Kocaelispor'da. Dün gece Kocaelispor'un taraftar grubu Hodri Meydan Grubu bir yürüyüş düzenledi. Adını da Birlik ve Beraberlik Yürüyüşü koydu. Buraya kadar herşey normal sayılır. Bu yürüyüşlerden çok yapılıyor. Fakat fark ayrıntıda. Yürüyüşe katılanlar arasında futbolcular da var. Serdar önderliğindeki futbolcular yürüyüşün adının hakkını vermesine neden olmuş.

Yürüyüş nelere vesile oluruz belli olmaz. Ama tribün,halk ve futbolcular aynı platformda buluşursa bu zorlu mücadelede büyük bir adım atılmış demektir. İkinci yarı bu hafta sonu başlıyor. Merakla bekliyorum Kocaelispor'u. Yürüyedursunlar.

Ayrıntılar için şuraya bakabilirsiniz.

Çarşamba, Ocak 13

Son 16'ya Kaldık


Ligde sıkıntılı günler geçiren erkek basketbol takımı Avrupa'da son 16'ya kaldı. Lig benim için heyecanını kaybetti. 2-3 hafta önce, Tofaş'ın, Mersin'in maçlarına bakıyordum. Şimdi umrumda değil.

Kaybolan heyecanı Avrupa'da bulduk. Teramo'yu mağlup ederek son 16'ya kaldık. 2 sene evvel yarı final oynamıştık, bu sene bakalım neler olacak?

Kadro kağıt üstünde zayıf gözüküyor ama takım olma yolunda çok büyük adım atıldı. Bunu yıllardır görmüyorduk. Hücum setleri, savunma kurgusu hiç alışık olmadığımız kadar sistemli. Bunun için sanırım önce Cem Akdağ ve ekibine, sonra da bu takımdaşlık duygusunu sağlayan Cemal Nalga olayının baş kahramanlarına teşekkür etmek lazım.

Yıllar önce bu takımda oynarken saçımı boşan yolan Fatih şimdi savunmada çok büyük işler yapıyor. Yabancılardan sürekli dilimiz yanarken bu sene Jasaitis, Rancik, Wilkinson gibi 3 takım elemanı buluyor. Washington çılgınlığıyla ayrı bir renk katıyor. Evren ve Murat'ın katkıları da beklenenden daha fazla. Pota altındakı sıkıntı ise en büyük korkum.

Herşey yolunda yani. Şimdi rakipler Valencia, Kazan ve Hapoel. İlerlediğimiz kadar ilerleleyelim, bir de Jasaitis seneye de takımda kalsın.