Perşembe, Aralık 31

Niye Başka?


"Tabii ki futbolcu hocasıyla görüşür, izin alır. Ben İngiltere'de lig oynanırken, hocama "kafamı toparlamam lazım" dedim, 1 hafta izin verdi gittim. Ama bu başka."

Elano ve Kewell için..

Haydi Gençler Koş



Alper sayesinde haberim oldu. Alkaralar'ın yıllar öncesinden bir marşı. Söyleyen isim Ümit Besen. Gaza getirmez belki maç öncesinde ama maçın sonunda güzel günler bizi bekler diyerek yol alınabilir.

Sanırım Gençlerbirliği'nin az sayıdaki taraftarının başarıya endeksli olmama nedeni bu marş. Ve sanıyorum, Gençlerbirliği'nin az sayıda taraftarı olmasının nedeni de bu marş olabilir.

Çarşamba, Aralık 30

Umutlu olmak

Her hafta mutlaka karikatür dergisi alırım. Aylık aldığım da var. Mesela L-Manyak'ı 2001'den beri alırım. 2003'ten beri Leman alırım, iki aydır falan da Uykusuz alıyorum. Bütün bu dergilerde çizenler içinde Bahadır Boysal'ın benim için ayrı bir yeri var. Leman Kültür'e gittiğim bir gün Mankurt albümünü imzalayıp vermişti ama o yüzden değil. Dergiye bambaşka bir sebeple gitmiştim zaten, onu görmem tamamen tesadüf olmuştu. Sokaktan beslenmesi olabilir belki bilemiyorum. Gerçi o da zaman zaman kendini tekrara giriyor. Kafasının yarısı suyun içinde, 50-60 yaşlarında, denizde Iceberg gibi yüzüp uzaklara bakan adamlar olur diye bir şey çizmişti bir gün. Geçmişin muhasebesini tutarlar o şekilde diyordu. Şu sıralar sıkça yaptığım bir şey, gerçi yaş 24 olduğu için keskin u dönüşlerine hala müsaitim. Engel olabilecek tek şey olarak müzmin tembelliğimi görüyorum.
***
2009'u bu muhasebenin içine kattığım zaman en tatsız tuzsuz geçen yıl olarak altını çizersek fazla sürçmez dilimiz. Lisede okuduğum ve Kutay'la yad ettiğimiz muhteşem seneler, daha sonra üniversitede çile doldurduğumuz, üçünde Fenerbahçe'nin şampiyon olduğu seri yıllar, hayatımda bugüne dek gerçekten aşık olduğum tek insanla (2-2 biten Frankfurt maçını birlikte izlemiştik, Semih turu getiriyor, benim ortalığı yıkmam lazım, o karambolde bizim hatuna hallenmesinler diye gole sevinemiyorum) kopuşumun gerçekleştiği (kopuş derken zaten çıkmıyorduk ama çok sevdik be, iyi de arkadaştık üstelik), akabinde Foe Fanzin'in doğduğu, 100. yıl şampiyonluğunun geldiği, bana çok sıkıcı gelen ilk işime başladığım, Kutay'ın askere gittiği yıl olarak 2007'yi ayrı bir yere yazıyorum. O yukarıda kısaca değindiğim kopuştan sonra gelen 2007-2008 sezonu, ilaç gibi gelmişti. O sene Galatasaray şampiyon oldu ama Coşkun abinin dediği gibi Fenerbahçeliler'in aklında Fenerbahçe'nin Avrupa Kupalarında başarılı olduğu yıl olarak kaldı o yıl benim de aklımda. Bu karmaşık duyguları yaşamam açısından kısa bir geçmiş muhasebesi yaparsak fazla da geriye gitmeden filmi 2007'den itibaren sarmak çok mantıklı.
***
2008 benim için çok lay lay lom bir yıldı. İyice kesat giden işler yüzünden inanılmaz durgun geçti günlerim. Herhalde en güzel kısmı blog yazmaya karar vermemiz oldu. Kutay'ın da askerden dönmesiyle birlikte, birlikten kuvvet doğdu ama her şeyden önemlisi hem bu blog onunla daha okunur hem daha keyifli hale geldi. 2008-2009 sezonuna buruk başlamamın en büyük sebebi Zico'nun gidişiydi. Allah biliyor, hatta kul da biliyor blog arşivinde mevcuttur, hiç istemedim Zico'nun gitmesini. Benim için on numara teknik direktördü. İnsan evladıydı, ve her şey bir kenara babamın hayrına da istemiyordum kalmasını, başarılıydı. O gitti, Luis Aragones geldi, 2008'de tekdüze hayatımda yaşanan en önemli gelişme buydu sanırım abimin nişanını saymazsak. Çeyrek finali bir önceki yılın meselesi olarak değerlendiriyorum, yanlış anlaşılmayalım. Abim de şu anda evli olduğuna göre nişanı saymak anlamsız olur zaten. 2008 yılında işte geçirdiğim son aylar, hayatımda en fazla at yarışı oynadığım 2. dönemdir aynı zamanda. İlk dönem 90'ların sonu 2000'lerin başıydı. İlk dönemde 2001'de Odinhan'ın sakatlanmasıyla oynamaya ara vermiştim, ikinci dönemde Ayabakan'ın sakatlanması ile ara verdik. Belki bir gün yeniden doldururum altılı kuponlarını, zaten hiçbir zaman iddaa'ya sempati beslemedim. Ekim ayının sonunda işten ayrıldığımda kuş kadar hafiftim. Kasım ayı çok güzel geçti. Hem takım toparlanmıştı, hem askere gitmeden önce ki son sivil ayımdı, üstelik Galatasaray'ı da 4-1 yenmiştik. Mükemmel geçmişti Kasım ayı. Kasımlar bizim gibi bir iddiam yok, ama en azından Mayıslar da Beşiktaş'a nasip oldu, hiç değilse derbide kazanan bizdik. Ardından askere gittim. Ve hayatımda en çok canımın sıkıldığı yıl olan 2009'a da kışla sınırları içerisinde girdik. Bir kaç insan var halen görüştüğüm, sanırım askerliğin en güzel kısmıydı.
***
Su gibi geçen 2009'un ilk 5 ayı aslında hiç de su gibi geçmedi ama genelde sivil zamanı hesaba kattığımızdan benim için bu yılın başlangıcı sanki 1 Haziran oldu. Ondan öncesinde askerdim zaten neyini söyleyeyim. Haziran ayının sonunda abimin evlenmesi ciddi bir dönemeç oldu bizim için. Abimi hala özlemedim, ulan ne güzel takılırdık birbirimize maçlardan önce demiyorum, sağolsun 10. haftaya kadar Galatasaray'ın her galibiyetinde "geliyoruz" demeyi ihmal etmedi, ve ömrüm boyunca her mağlubiyetimizde "nasıl koydular" diyen ilk insanlardan oldu, hala da olmaya devam ediyor. Evlilik bunu etkilemedi. Ama evde kral benim şu anda, abisi evlenip gidenler anlayabilirler beni. Abimin de daha düzenli bir hayatı var, onun için de iyi oldu bu durum. Geldikten bir süre sonra iş aramaya başladım. Bu konuda yeteri kadar asıldım mı bilmiyorum, hayatımda hiçbir konuda yeteri kadar asılmadım sanırım, çok hırslı biri olduğumu söyleyemem, ama arayış içindeydim. Yoğun arayışlar sonuç vermediği gibi gönülsel arayışlarda da yeterli zemin oluşturamadım. Neyse, sanırım o konuyu dediğim dönemde kapatmıştık. Scolari'ye teklif götürmek gibi birşeydi bu yıl ki mevzu, Kutay'a da söyledim, bu bağdaştırmayı da ondan daha iyi anlayabilecek biri yoktur.
***
Yarının yılbaşı olduğunu bu sabah farkettim. O kadar renksiz, o kadar hayat gailesi içinde geçti ki 2009, ilk 5 ayı askerlik olan yılı, yıldan saymamak lazım zaten. Ya da bu renksiz ve kasvetli dönemde en büyük sorumluluk benim, topu TSK'ya atıyorum. Sorumluluktan da kaçmayız ama onu söyleyeyim. Kendi sahamda mağlup olursam, "oyuncular çift forvetle çıkmak istedi, öyle denedik" demem. Şu konuda yeterli gayreti göstermedim, ya da şu işin ucundan zamanında daha sıkı tutsaydık bugün daha farklı olabilirdi diyorum. Kutay'ın dediği gibi başka bir hayat mümkün, önemli olan o gücü bulabilmek ve umutlu olmak. Sanırım bir iş buldum ve önümüzdeki haftadan itibaren de eğitimlerine gidicem. Vardiyalı bir iş, bilmiyorum ne kadar mutlu oluruz ama kaç insan yaptığı işten mutlu ki zaten bu hayatta? Artık çalışmak zorundayım, en önemli sebebi tabii ki ekonomik. Ama manen de bir meşguliyet duygusu hissetmeye ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. Bir yerlerden başlamak lazım anonim deyişi, bugünlerde en çok söylediğim şey. Evet, önemli olan umutlu olmak...
***
Herkesin yeni yılı kutlu olsun...

Dövüş Kulübü


Film hakkında yazılıp çizilmeyen kalmadı. Bu da çok doğal. Çok x bir film diyorum sadece. x yerine, güzel, iyi, farklı, asi, kışkırtıcı ne yazarsanız yazın yine eksik bir şey kalacak.

Fakat bu filmin kaynağı bir kitap ve onun hakkı fazla verilmedi sanki. Chuck Palahniuk'un ilk kitabı. Aklından yazar olamyı geçiremeyen bir adamın ilk roman deneyimi. Kitabı okumak için çok bekledim. Her yerde bulunmuyordu. En sonunda Zafer verdi, okudum.

Filmi izledikten sonra kitabını okumak genelde çok iyi sonuç vermeyebilir. Fakat, bu kitapta bu durum değişiyor. Filmi izleyen kitlenin beynine kazınan replikler, burada sayfalar arasında çıkıyor. Heyecan verici bir kitap. Film de öyleydi zaten.

Bu kitap hakkında yazılan çok şey var, o nedenle bilinen şeyleri tekrarlamaya gerek yok. Fakat şunu da sormak lazım. Fight Club ile futbol taraftarlığı birbirine benzemiyor mu? En azından enerji potansiyeli çok yüksek olan bir kitle var. Birinde Tyler Durden gibi bir lider çıkıyor ve tayfasını sisteme karşı harekete geçiriyor, diğer tarafta rantçılar kendi sistemlerinin devamını sağlamaya çalışıyor.Tek fark budur belki de.

Kısa bir süre sonra Palahniuk'un bir diğer kitabı Gösteri Peygamberi'ne başlayacağım. Onu daha farklı bir gözle okuyacağım. En azından gözümde Edward Norton veya Brad Pitt belirmeyecek.

Yeraltı Edebiyatı'na saygılarla

Yılın En Güzel Maçı



Tabi ki bu Galatasaray için geçerli. Yoksa kalite olarak daha güzel maçlar hem Türkiye'de hem dünyada oynandı. Üstelik bu maç da çok kaliteli değildi, ama heyecan dozunun yüksekliği Berker'in, gole sevinirken sandalyeyi kırmasından belli oluyordu.

İlk maç Skibbe ile 0-0 bitmiş, rövanşa Kocaelispor hezimeti nedeniyle göreve getirilen Bülent Korkmaz çıkmıştı. Yanında 2008 şampiyonu Cevat Güler, boynunda Mancini Style Galatasaray atkısıyla.

Maça gol yiyerek başladık. O esnanda tribünler üçlü çekiyordu, golden hemen sonra girilen "Cimbombomum sen çok yaşa" diken diken eder tüyleri.

Mehmet Topal rakibe faul yapar ve sarı kart görür. O pozisyonda sakatlanır ve yerine Kewell girer.

Bir top direkten döner, Arda müthiş oynar. Skibbe döneminde suskun kalan Arda, o maçta kendini bulur.

O baskılı dakikalarda Arda bir gol atar. Garip bir goldür, hem vuramayanlar hem vuranlar, pası verenler, çizgide ıskalayan rakip Golden sonra Omuz omuza girer.

Omuz omuza eşliğinde Kewell gerilmeden vurur ve muhteşem bir gol atar.İlk yarı 2-1 biter.

İkinci yarı Lincoln, Arda'ya golü attırır, 3-1 olur. Bu arada çok güzel bir atağa çıkarız, ders niteliğindedir ama görüntülerde yoktur. Tiki-taka örneğidir.

Arka arkaya 2 gol yeriz sonra. Avantajı 2.defa onlara veririz.

Maçın son dakikasında Sabri çıkar. 3 gün önce yuhalanan Sarıoğlu, maçtan sonra üçlüyü çeker ve buzlar erir.

Fazla yazmaya gerek yok, ne yazık ki Emre Tilev anlatımıyla izlemdiğimiz maçın videosu yukarıda işte.

Yılbaşı Sorunsalı


-Hayatının son 1 yılını 31 Aralık günü mü düşünüp, değerlendirsin, yoksa mayıs ayının sonunda mı koyarsın şapkayı önüne?

- 31 Aralık'ı 1Ocak'a bağlayan gece mi daha çok dilekte bulunursun, yoksa sezon açılışından ilk maçı oynadığın güne kadar geçen süre de mi edersin bütün bildiğin duaları?

- Ajandanı ocakta mı doldurmaya başlarsın, yoksa fikstür çekildiği günden itibaren mi belirlersin 1 senelik programını?

- Geçmişteki bir olayı anarken zamanı tek yıl olarak mı kullanırsın, yoksa sezon sezon mu bahsedersin o günlerden? "Liseye 2000'de başladım" mı dersin, yoksa "liseye 2000-2001 sezonunda başladım mı" dersin?

- 31 Aralık gecesini evde geçirmek mi daha çok üzer, yoksa mayıs ayındaki son maçı stadyum yerinde ekran başında takip etmek mi daha çok burkar içini?

-31 Aralık gecesi sarıldığın ilk insanı mı daha çok anarsın yıllar sonra, yoksa mayıs ayındaki son maçta atılan golden sonra sarıldığın tanımadığın insanı mı anlatırsın çocuklarına, arkadaşlarına.

O da Yeteeer Diyor!


Son günlerde televizyonda sık dönen bir reklam var. Makine Tanıtım Grubu hazırlıyor. Bazı holdinglerin sahipleri, daha doğrusu yönetim kurulu başkanları, bu reklama çıkıyor ve "tıkır tıkır" diyor. Ekonomik, siyasal ve sosyolojik açıdan sayfalarca yazı yazabilirim bu reklam hakkında ama burada yine futbola bağlayalım.

Reklama çıkan isimleri yazalım önce.

Güler Sabancı 1955 doğumlu, Sakıp Sabancı'nın yeğeni, İhsan Sabancı'nın kızı,

Mustafa Koç, 1960 doğumlu Rahmi Koç'un 3 oğlundan biri. Vehbi Koç'un torunu. Koç Holding'in 3.kuşak başkanı.

Cem Boyner 1955 doğumlu. Başında bulunduğu Boyner Holding'in temelleri 1952'de Altınyıldız olarak atıldı, buralara kadar geldi.

İdil Yiğitbaşı, 1964 doğumlu, Selçuk Yaşar'ın kızı. Yaşar Holding'in başında bulunuyor.

Bülent Eczacıbaşı, 1949 doğumlu. Süleyman Ferit Osmanlı Dönemi'nde temelleri atar, Nejat Eczacıbaşı topluluğu kurar, şu anda da Bülent Eczacıbaşı yönetir.

Abdülkadir Konukoğlu, 1948 doğumlu. Dede Zekeriya Bey'den, baba Sani Konukoğlu'na, ondan da Abdülkadir Konukoğlu'na geçen şirket SANKO, 100 yıla yakın bir geçmişe sahiptir.

Ve son olarak Erdoğan Demirören. 1938 doğumlu. Bu reklamda yer alan insanlar arasında Mustafa Kemal ile aynı dönemde yaşamış bir şahsiyet. 1957 yılından beri Demirören Şirketler Grubu'nun başında. 3 çocuk babası.

Biri Yıldırım Demirören'dir. Yıldırım Demirören 1964 doğumludur. Aynı kuşaktan olduğu isimler, Erdoğan Demirören ile aynı reklam filmine, aynı sıfatla çıkıyor. Bu da gösteriyor ki, Erdoğan Demirören bile ona bir şekilde "yeteeer" demiş..

Salı, Aralık 29

Bak Bu Maç Güzelmiş

Kastamonuspor, Araklıspor ile oynadı bu hafta. Biz de maçkolik'ten takip ettik. Güzel maç oldu. Takımları öne geçerken göremedim. Sürekli gol atıldı, maçın sonuna kadar 7 gol oldu. 2 farkla öne geçen olmadı. 2003'ün GS-FB maçının bir boy fazlası yaşandı.


















Kastamonuspor
Araklıspor
16'(0-1)Yusuf Erdoğan
Serhat Karadaban(1-1)17'
Çağatay Tekin(2-1)42'
45'(2-2)Osman Şahintaş
Serhat Karadaban(3-2)63'
65'(3-3)Selim Hancı
Selahattin Yaman(4-3)78'






























Bellamy Geliyor Kaç


Manchester City, Wolverhampton maçında gol atıyor ve golü futbolcularla kutlamak için sahaya bir seyirci giriyor. Arjantin'de tribün olaylarının feriştahını yaşamış olan varoş mahallelerin hızlı delikanlısı Tevez, çocuğa efendi gibi git diyor.

Takım arkadaşına golf sopasıyla vurma girişimi olduğu söylenen, ve daha bir sürü olayın baş aktörü olan Bellamy ise yine atar gider peşinde. Sanırım tam bu esnada fuck diyor, dudağının aldığı şekil onu gösteriyor.

Yılın En Güzel Günü


Bu 2 günde biraz yıl değerlendirmesi yapabilirim. İlk olarak yılın en güzel günü. Bu sene kötüydü. Teselli buluğumuz günlerden biri nisan ayındaydı. 9 Nisan akşamında şampiyon olduk. 10 Nisan'da yataktan Avrupa Şampiyonu olarak uyandık.

Yıllarca 2-3 liraya buz gibi salonlarda peşinden gittiğim takımı izlemenin bedeli o gece için bir anda 20 liraya çıkmıştı. Ulusal bir kanal o takımın maçını canlı vermişti ama. O coşkuyu yaşayamadım. Ama ekran başında izlemek bile güzeldi.

3 Galatasaraylı, 1 Fenerbahçeli beraber izledik. Şu anda biri Orta Asya'da, diğeri 1 hafta sonra Kuzey Amerika'da olacak. Bu maç da böyle bir anı olarak kalacak.

Esra Şencebe, Işıl Alben, Yasemin Horasan, Marina Kress, Sophia Young ve illa ki Simoene Agustus.. 2009'u bir parça güzel hatırlama imkanım olursa bu isimler sayesindedir.

UEFA Takımı


UEFA yılın takımını seçiyor, oyluyor. Şuradan girip oylama yapılabilir. Benim kendi takımım şöyle oluştu:

Kalede Julio Cesar, sağ bek Srna, sol bek Evra, stoperler Vidiç ve Pique, orta saha Xavi, İniesta, Stankoviç, Gourcuff, forvet Messi ve Fernando Torres..

Srna'ya duygusal yaklaştım. Stankoviç bu ödülü bu sene pek haketmedi belki ama daha önceden almalıydı, Evra'nın alternatifi yol, sol taraf her yerde kısır, Gourcuff girmeliydi ve girdi, Barcelona'dan 4 kişi soktum ki sanırım en az benım takımıma girmişlerdir. Teknik direktör olarak Guardiola'yı es geçtim ve Laurent Blanc'ı seçtim.

Hadi hayırlı olsun.

Pazartesi, Aralık 28

Yorumlu


"Galatasaray 27 Kasım’da Bursa deplasmanından eli boş dönerken, 29 Kasım’da Barcelona, El Clasico’da Real Madrid’i konuk ediyordu. Sonucu merakla beklenen bu derbiyi Nou Camp’ta izleyen tanıdık bir isim vardı. Bir elinde koltuk değnekleri, boynunda Barça atkısıyla tribünde yerini alan bu kişi Aslan’ın golcü futbolcusu Milan Baros’tan başkası değildi."
Fanatik'in bugünkü haberinin ilk cümleleri.

Yani demek istiyor ki, biz Bursa'da yenilirken, Arda, Bursa dönüşü ağlarken, Ayhan sinirlenirken, Türk futbolcular Galatasaray için derbeder olurken, Baros takım ruhuna yakışmayan bir hareketle, Barcelona atkısı takarak, güle oynaya hayatını yaşıyordu. Bunun alt metni budur, vermek istenen mesaj budur, yazana lafım yok, zaten haberin altında ismi de yok, yazdıranlara ise.. Neyse.

Yüreğine Sağlık

Ceza kalkar mı muhabbetine girmiyorum. Tavrım bellidir. Tek isteğim bu emeğe yazık olmasın. Bu takım, bu oyuncular; ne 2.lig'e, ne dillere düşsün.

Jasaitis, sen bu takımın Kewell'ı olacaksın. Pankart ise şahane.

Yükselme Grubu


TFF 2.Lig'de Yükselme Grubu belli oldu. Geçen hafta içi yazmıştık, bazı takımlar garantilemişti son hafta bazı gruplarda heyecan doruğa yükseldi.

Bunun en somut örmeği 2.grupta yaşandı. Lider Akhisar'ın ardından katılacak ikinci takım belli oldu bu hafta. Avantaj Turgutluspor'daydı. Göztepe, hem 3.sıradaydı hem de son maçında deplasmanda oynayacaktı. Turgutluspor'un rakibi ise garantilemiş Akhisarspor'du. Geçen hafta Fethiyespor'a yenilmişti Akhisar. Kendi evinde yenilmeyen Turgutluspor, Akhisarspor'u geçtiği takdirde Yükselme Grubu'na adını yazdıracaktı.

Olmadı. Akhisarspor, dedikodulara mahal vermedi ve iki Manisa ilçesinin mücadelesinden galip çıkan ekip oldu. Göztepe ise İstanbul'da efsane bir maç oynadı. Tepecik ile Tepecik'te karşılaştılar. 2-0 öne de geçtiler. Ama maç 2-2'ye geldi. Arkasından 3-2 yaptı Göz-göz. Maçın bitmesine 9 dakika kala 3-3 oldu. Beraberlik Göztepe'ye yetmeyebilirdi ama 83.dakikada gelen gol 3 puana yetti. İstanbul'da alınan 4-3'lük galibiyet Göztepe'yi Yükselme Grubu'na taşıdı.

1.Grup'ta, T.Telekom ve Güngören geçen hafta garantilemişti. 3.Grup'ta E.Şekerspor'un ardından gelen ikinci takım Tokatspor oldu. Bu gruptan 3 takım yükseldi. Bazı gazetelerde ilk 2 yazıyor, itibar etmeyin(Misal Fanatik). Çorumspor deplasmanda Sebatspor'a yenilerek şansını ıskalıyordu. Ama Bugsaşspor kendi evinde 11.sıradaki Kırşehirspor ile golsüz berabere kalınca Yükselme Grubu'na çıkamadı.

4.Grup'tan gelen iki takım ise Şanlıurfaspor ve İskenderun D.Ç oldu.

Onlar Küçük Sen Büyük


Geçen sene Hamburg maçı ve sonrasındaki Eskişehirspor maçı hayatımın önemli anlarından biriydi. Belki birçok kişiye saçma ve acizce gelecek ama hayata tutunma aracım ve motivasyon kaynağımdı Galatasaray o güne kadar. Hamburg maçı bazı şeylerin sonlandığı andır. Eskişehirspor maçı o hislerin tavan yaptığı gündür. O günden sonra, kendimi büyük bir boşlukta hissetmye başladım.

Olay yenilmek veya başarısız olmak değildi. Sadece Hamburg'a nasıl kaybettiğimizi, niye kaybettiğimizi iyi biliyordum. Kaybettiğimizin, bir turdan da ibaret olmadığını biliyordum. Herşeyin değiştiğini görmek rahatsız ediciydı. Biz görmemek için direniyorduk ama o gün görmek istemesek de görüyorduk.

Galatasaraylı olmak artık soru işaretiydi. Ben de Galatasaraylıydım, Fenerbahçe tribünlerinde tezahürat yapıp lise mezunu olan da Galatasaraylı, Hakan Ünsal da Galatasaraylı. Dayanılmaz bir noktaydı. Hayatımı gözden geçirdiğim, radikal kararlar almayı düşündüğüm bir dönemdi.

Sonra yukardaki fotoğraftaki adam geldi. Yalnız ve güzel insan. Onun yerine başkası gelse ona da öyle bağlanırdım. Son umut çünkü o. Kurtarıcı gibi bir şey.

Ve yeniden takıma da bağlandım. Kombinemi aldım. Kendimi vererek maç izledim. Gol atınca sevinen bir adam değildim mesela. Sevinsene lan diyerek çok dayak yerdim arkadaşlarım tarafından... Ama bu sene sevinmek için tokata ihtiyacım yok. Gol olunca 3 sıra aşağı düşen adamlardan biri oldum artık..

Ve işte böyle günlerde, yeniden kendimi verdiğim zamanlarda, öğreniyorum ki Hakan Ünsal gibileri kulübe üye oluyor. Üye oldukları gün, törene dahi gelmiyorlar oysa, bunun için haklı(! sebepler sunuyorlar. Ben Galatasaray hakkında en ufak söz hakkına sahip değilken, onlar oy kullanacaklar bundan sonra. Ben ise bonus kart almakla, mor forma giymekle yükümlüyüm.

Hani Rijkaard'a diyorum ya bazen, vardır bir bildiği, acaba Galatasaray'ı yönetenlere de mi öyle demek lazım? Onların da bir bildiği vardır diyerek geçiştirmek mi lazım. İçime sinmiyor ne olursa olsun. Kafam da karışık, kalbim de ruhum da. Bu da o nedenle öyle boş, öyle dengesiz bir yazı. Ne hissettiğimi bilmiyorum, ne yazdığımı da bilmiyorum.

Benim aklımdan geçenleri Atahan da yazmış. Bunu yazan bunu da beğendi.

Yeteneksizsiniz

Afedersiniz Acun Ilıcalı bok yapsa, piyasada altın oluyor öyle bir adam. Sıfırdan başlayan bir hikayesi var, biraz da Allah yürü ya kulum demiş sanki. Neyse benim yazacaklarım onun kariyeri falan değil, Porsche'sini de hangi futbolcuya satarsa satsın. Bu Devler Ligi muhabbetinden sonra, bir de aktif futbolcular arasında PS3 turnuvası düzenlesin bence.
***
Şu yeni programı cidden ilginç. İlk birkaç programı Oylum Talu için izlemiştim, daha sonra Hülya Avşar gelince izlemeyi de bıraktım. Programın üniversitelerde olması benim asıl ilgilendiğim nokta. Aslında bu eğitim sisteminin de iflas ettiğinin göstergesi biraz. Güzel ve zeki mi, akıllı ve güzel mi ne öyle bir program vardı birkaç yıl önce. Bir grup güzel kadın gerizekalı rolü yapıyordu. Belki de gerçekten gerizekalıydılar bilmiyorum. Ama daha sonra 2007 seçimlerinden önce sokakta muhabirler, üniversite öğrencilerine sorular sordular ve verilen yanıtlar cidden korkunçtu. Tabii ki kimse siyasetle ilgili olmayabilir, hani o hep söylenen 80'lerin apolitize edilmiş kuşağı geyiğini yapabiliriz ki ben de o kuşaktanım. Ama Türkiye günün her saatinde siyasette flaş bir gelişmenin yaşandığı, gazetelerin internet sitelerinin her dakika güncellendiği, yani biz bilgi sahibi olmak istemesek de günlük siyasi gelişmelerle iç içe yaşadığımız bir ülke. İsviçre'de doğup büyüyen bir arkadaşım başbakanın kim olduğunu bilmezdik derdi. Ama burada bilmemek mümkün değil. Sürekli onlar var hayatımızda.
***
Şu programa geri döneyim. Bu programı benim için üstünde düşünmeye değer kılan özelliği sahip olduğu kör yeteneğin neye göre değerlendirildiği belli olmayan insanlara şov dünyasının kapısını açması. Gerçi ipin üstünde yürüyen de var, göbek atan da var, şarkı söyleyen de var. Yetenek o kadar soyut bir kavram ki, kıstasın ne olduğu da hiç belli değil. Ama işte dediğim gibi sıradan bir insana kısa yoldan şöhret olma kapısını açan bir program olduğu da belli. Bu programdaki abuklukları, ilginçlikleri, arkadaki yüzlerce üniversite öğrencisinin alkışlaması sinir ediyor beni. Bence orada onlara hakaret ediliyor. Ya basit bir yarışma bu amma yaptın demeyin, ya da diyin fark etmez ben öyle düşünüyorum. Ben de üniversite öğrenciliğim boyunca kafasını kitaptan kaldırmayan ya da laboratuvardan çıkmayan biri değildim. Ama sınırlı IQ'um ve sınırlı kapasitem çok şükür elinde tepsi çevirirken göbek atan 50'li yaşlardaki bir adamı izlerken onunla birlikte göbek atmamı engelleyecek seviyede. Kısa yoldan şöhret olma, kısa yoldan para kazanma yarışması bu. Diğer yanda ise mezun olduğu zaman bu piyasa koşullarında ekmeğini taştan çıkarmak zorunda kalacak insanlar. Bu yarışmadaki abidik gubidik olayları yüzlerce üniversite öğrencisinin inanılmaz tepkilerle izlemesi bana çok cahilce ve çok aptalca geliyor. Oradaki o yüzlerce öğrenciden bir çoğu "ya üç sene önce Acun'un yarışmasına gitmiştik. keşke oradaki filanca gibi yeteneğim olsaydı, g.tümden top çıkarsaydım" diyecek. İnsan geçmişini sorgulayabilir. Ben sürekli yapıyorum. 7 yaşındayken oto tamirciliğine başlasam şu anda kendi servisimi açar mıydım acaba diye düşünüyorum. Ya da çıraklığa başlasam şimdiye kuafördüm diyorum. Ama resmen senin boşa okuduğunu, boşa emek verdiğini, seni okutabilmek için maddi manevi yük altına giren ailenin emeklerinin de bir hiç olduğunu dolaylı yoldan gösteren bir programın şakşakçılığını yapmak sana düşmez bence. Sabah sabah böyle bir yazı yazıp haftaya gergin başladık ama, umarım ne demek istediğimi tam anlatabilmişimdir.

Cumartesi, Aralık 26

FAUL! FIFA'nın Karanlık Yüzü


Andrew Jennings'in kitabı. Fifa'nın 1974'ten başlayan ve günümüzde hala devam eden pis ortamını gözler önüne seren kitap. Havalange, Samaranch, Adidas, Adi Dassler, Sepp Blatter, özellkle Sepp Blatter, en çok Sepp Blatter, Michael Platini ve daha birçok kişinin kirli çamaşırlarını ortaya dökmeye çalışmış Jennings.

Şahsen ben araştırma kitaplarından haz etmiyorum. Bir sürü bilgi. Bir yerden sonra adamı sıkıyor. Benim gibi mali işlerden anlamayan bir adam için okumak külfet bu tip kitapları. Lakin, bu kitap diğerlerinden farklı. Benim de en çok hoşuam giden yönü bu oldu.

Jennings kitabı bir roman havasında yazmış. Edebi bir dil var. Sadece, o bunu yaptı şu kadar para götürdü, bu burada şunu kazıkladı cümlelerinden ibaret değil olay. Tasvirler, keilmeler, anlatım tarzı kitabı okunur kılıyor, sıkılmıyorsunuz.

Fakat herşeye rağmen (benim mallığımdan kaynaklanıyor aslında) kitapta anlamadığım çok nokta var. İşin içine para, hesap, sayılar, hukuk kuralları girdi mi aklım karışıyor. Yine de Sepp Blatter'in çok pis bir adam olduğunu anlamak zor değil. Bu, kitabı okuduğumuz için kaynaklanan bir durum değil. Az çok belli olan birşeyi daha somut kanıtlarla öğrendik.

Kitabın arka kapağı, en güzel kısmı. Sinema afişlerindeki gibi, bir çok gazetenin övgüsü var arka kapakta. En sonda ise şu cümle yer alıyor: 'Bunların hepsi hikaye' Sepp Blatter

Bu arada Blatter, Sprinfield Polis Memuru Şef Wiggum'a beniyor sanki?

Noel Veya Yeni Yıl

Önce şunu yazmalıyım. Yeni yıla fazla anlamlar yüklemiyorum. Yeni yıl kutlamam da yıl içindeki bir cumartesi gecesinden çok farklı veya abartı değildir. Hatta yeni yılda samimiyetsiz bir ortam oluştuğundan, insanların kendilerini eğlenmek veya mutlu olmak için zorunlu hissetiklerinden , evde oturup film izlemeyi tercih ederim.

Fakat son yıllarda yeni yıla muhalif bir kesim oluştu. Belki eskiden de vardı ama bizim çevremizde pek olmadıklarından veya bizim aklımız ermediğinden farkedemedik. İnsanlar diyor ki yeni yılın bizle alakası yok, biz müslümanız.

Buraya yazayım ve kendimi rahatlatayım. Yeni yıl kutlamaları, anlayışı, felsefesi dinle alakalı değil. O dediğin noeldir. Yeni yıl senle alakası değilse, maaşını ayın 1'inde alma o zaman, pazarları işe git, cumaları gitme, doğum gününü ona göre ayarla, yaşını da büyütürsün bu sayede.

Yeni yıl dinden öte ideoljik bir kavram. Sen kapitalist düzene oy vermişsin, hayat tarzını öyle belirlemişsin, parayı saçıyorsun her yere, ama muhafazakarlığı, dinini bir bayram sabahları bir de yıl başında hatırlıyorsun. Bu ne yaman çelişki.

Bir de Hz.İsa'nın doğumu olayı var. Adam diyor ki, "Noel bizim bayramımız değil." Buna lafım yok ama sonradan ekliyor: "Onların kendi peygamberi doğmuş, biz niye kutlayalım." Zaten biz noeli kutlamıyoruz, onu geçtim, Hz.İsa Allah'ın peygamberi değil mi? Onun doğumunu kutlamasan bile inanan insanın içinde bir heyecan olmaz mı. Yahu o gün insanlık tarihine gelmiş sayılı peygamberden biri doğmuş. İnsan kutlamasa bile, bir durur düşünür. Bu memlekette İsa, Musa adında insanlar var. Bir düşün bakalım niye var.

Ama bizde ötekileştirme yaygın bir anlayış. Hz.İsa onların lideri. Onlar seviyor. O zaman biz ilgilenmemeliyiz. Böyle düşünen, konuşan boş adamlar çok var.

Boş konuşan adamları sevmiyorum. Esnaf muhabbetinde duyduklarıyla şekil yapıyor. Ben de ayar oluyorum sonra buraya yazı yazıyorum. Gereksiz oldu belki, kimse kusura bakmasın. 31 Aralık'ta izlenecek film tavsiyesi olanları yorum kısmına alalım. Ertesi gün tatil madem, uzun bir film dayayalım.

Cuma, Aralık 25

Arjantin


Elemelere katılamayan, tabir-i caizse olmayan bir milli takıma yenildi Arjantin. Bütün cihanı nasıl yenecek bilmiyorum. İçimizdeki Maradona sempatisi olmasa, ilk turda elensinler diyeceğim, dilim varmıyor. 15 senedir dünya futbolunu izliyorum, son 6 aydaki kadar rezil bir Arjantin görmedim.

Bojan Fenerli mi?

Fotoğraftaki isim ne Serhat Akın, ne Ariel Ortega, ne Ceyhun Eriş. Barcelonalı Bojan Krkiç. Sildim seni çocuk...

Baba


İskoçya milli takımının yeni teknik direktörü Craig Levein'in bu pozu bana Baba Gündüz'ü hatırlattı. Onun da böyle bir karesi vardı. Tabi daha müthiş.

Arada yaklaşık 50 sene ve endüstriyelleşen futbol var. Gündüz Kılıç'ın fotosu orjinaldi, saftı., gerçekti. Bu kare bir pozdan ibaret.

İlk Yarının 11'leri


Tamamen kişiseldir. Gözüme hoşgelenleri yazdım.

SÜPER LİG
Ivankov, Sabri, Ömer Erdoğan, Ferrari, Volkan Yaman, Harry Kewell, Kader Keita, Fabian Ernst, Emre Belözoğlu, Alex, Makukula

1.LİG
Kılıçaslan Kopuz, Engin Aktürk, Jerry Akaminko, Yiğitcan Erdoğan, Kaue Da Silva, Efecan Karaca, Musa Çağıran, Branimir Poljak, Sertan Vardar, Koray Kurt, Emre Aktaş

Uzun uzun yazardım ama gereksiz olur. Zevk meselesi. Belki yorum kısmında sonradan yazarım..

Perşembe, Aralık 24

Aykut'un İnadı


Kaleciliği pek beğenmesem de inadını takdir ediyorum. Diğer yedek gibi, gelir gelmez gecelere, 40 yaşındaki kadınlara musallat olmadı. Çalışıyor. Çalışan mutlaka kazanır. Bir de demeçleri var ki, gerçekten çok farklı. İşte dünkü maç sonrası:

"Daha önce Galatasaray'da en önemli kupaları yabancı kaleciler getirdi. Bu bizim aklımızda kaldı, ama zaman değişti, Türk kaleciler de artık başarabilir. 4 haftada bir maç oynamak zor bir şey. Bahane aramıyorum, ama bunun için her idmanda herkesten daha fazla çalışmak için çaba harcıyorum”

Maçta ikinci yarı oyuna giren Berkin, uzun vadede Galatasaray için büyük bir yatırım olacak. Stada gelenler çok şanslı, çünkü onun ilk oyununu izlediler”

Maçın Adamı


Çok güzel oynadı Caner. Sakin, temiz, enerjk. Golünü de attı . İlk defa bir maçtan sonra, bir oyuncu için özel başlık açıyorum. Maç öncesi gol atacağını hissetmiş sanki, kaleci Onur'un gönlünü yapıyor.

Adidas bu şortlara bir önlem alsın bu arada.

Galatasaray 2-1 Trabzonspor


Kupa maçı vesilesiyle fazladan bir büyük maç oynadık. Trabzonspor maçlarını büyük maç sayan son kuşak biziz herhalde. Bizden sonrakiler normal bir Anadolu maçı sanıyor. Hata onların değil, Trabzonspor'u yönetenlerin.

Rakip Trabzonspor olmasa, saat 21.30da kupa maçı için yola düşmezdik. Bir ara saat 2330'du ve ben stadyumdaydım hala. Rakip bir Türk takımı olunca insan yadırgıyor bu durumu.

Kupa maçlarındaki konsantrasyon eksikliği maçın başında kendisini gösterdi. Kim oynuyor, kim yok anlamakta zorlandım. Hatta serenomide sarhoş olduğuma kanaat getirdim. Bakıyorum bakıyorum 10 kişiyiz sahada. İstiklal Marşı bitince tüm tribün "ulan niye 10 kişiyiz" diye birbirne sorarken, assolist Servet çıktı sahaya. Oyuna sonradan giren çocukların kim olduğunu sonradan öğrendim. Biri Çetin, diğeri Berkinmiş. Linderoth'u da unuttuk tabi, top ona gelince de şaşırıyoruz, kim bu sarı oğlan diyenler oluyor.

Maça 11 Türk oyuncuyla çıktık. Sanıyorum ki 2007-08 sezonundan beri ilk defa bunu yaşadık. Kalede kupa maçlarının 1 numarası Aykut vardı. Aykut'un son 2 senede düşüşe geçtiğini sanıyordum. 2008 sonrası özellikle. Fakat dün kalitesini gösterdi. Kaleciliği tartışılır muhakkak ama inadı, hırsı, hala takımda kalma isteği takdire şayan. Bu takımda kalma direncini gösteren son yedek futbolcumuz Vedat İnceefe'ydi herhalde. Son yedek kaleci de Nezihi olmuştu. O beklemenin karşılığını Galatasaray bünyesinde hala çalışarak görüyor Nezihi hoca. Galatasaray'da yedek beklemeyen Kerem İnan ve Fevzi Elmas, 1.Lig'de top oynamaya devam ediyorlar.

Aykut'un kaleciliğini tartışırsak, dünkü Aykut, kesinlikle Leo'dan daha iyi.

Geri dörtlü vasattı. Sabri'ye sonra değineceğim. Emre Aşık maç eksikliğinden olsa gerek, sahanın en kötü 2.oyuncusuydu. Fakat Emre'nin kredisi çok fazla. Bu tip maçlarda hata yapar, sezonun en önemli maçında yıldız olur. Öyle adamlar lazım zaten. Servet ise daha toparlanmış haldeydi, fakat hala eski Servet değil. Alpaslan vasattı.

Ortada Barış, Sarp vasatlardandı. Ayhan'ı ise beğendim. Caner maçın yıldızıydı. Caner bugun gol atmalı, hakketti yazarak mesaj çektim bir arkadaşa maçın daha 25.dakikasında. Çok da güzel bir gol attı sonrasında. Caner'in iyi bir sol bek olmadığını düşünüyorum, fakat çok iyi bir sol açık olabilir.

Arda, haftalar sonra çok güzel oynadı. Rakip Trabzonspor olunca Arda boş geçmiyor. Son 5 Trabzonspor maçında da gol attı. Arda, Galatasaray A takımında oynamaya başladığı 2006-07 sezonundan beri, her Sami Yen'deki TS maçında gol attı. (Servet ise Sami Yen'de 2 maç sonra Trabzonspor'u boş geçti).

Aydın, sahanın en kötüsü olma ünvanını bu maçta da ıskalamadı. Veya artık biz, ne yapsa beğenmiyoruz. Gönderilmesi kesin gibi. Ama kiralık gidebilir diyorlar. Eğer Aydın kiralık giderse, bir gün Konya'ya gideceğim o mübarek kaleye topu yuvarlıycam. Belki benim hayatımda da şans döner.

Tribünler, apayrı bir konu. Geçen maç yaşanılan 10ar dakikalık değişimlerin süresi bu maçta 5 dakikaya indi. Ama nedense, eski açık kapalıya sıra geçince pek itibar etmedi. Bu sabah Mehmet Ayan'ın radyo programına bir dinleyici bağlandı. Galatasaray tribünü çok iyi falan dedi. Özellikle eski açıktan bahsetti. Kendisinin de orada olduğunu, koordinatör oldugunu falan söyledi. Ne kadar doğrudur bilmiyorum. Son olarak şunu ekledi. "Eski Açık, Kapalı'nın hemegonyasını devraldı (veya ele geçirdi)" tarzı bir cümle kullandı.

Neler oluyor anlamıyorum. İki tribün hakimiyet yarışına mı giriyor da biri diğerinden devralıyor. Stadyumdaki hakim tek grup olma özelliğiyle övünüyordu UltrAslan, şimdi yarışa giriyor. İşin kötü tarafı, ortada zıtlaşacak bir durum yok. Yani insanlar maç öncesi beraber eğleniyor, sonrasında beraber dönüyor ama maç içinde rakip oluyor. Deplasman tribünüyle böyle bir ilişki kurmak lazım aslında. İlk yarının Galatasaray tribünü değerlendirmesi budur. Bazı gazeteler ortalama 12.000 diyerek yazsalar da Galatasaray taraftarı Sivasspor ve Bucaspor dışında her maçı doldurdu. Potansiyel yüksek. Fakat gereksiz bir rekabet ortamı yaşanıyor, bu sayede katkı sağlanamıyor.

Trabzonspor'a gelirsek. Gökhan Ünal sağolsun, çok işimize yaradı. Takımın en iyisi Song'du herhalde. 2007'deki Antalyaspor maçından sonra ilk defa Sami Yen'de gol attı. Oyundan çıkarken alkışlandı, tezahüratlar yapıldı. Güzeldi.

Biraz Selçuk İnan dışında iş yapan bordo-mavili yoktu. Selçuk zaten maç Galatasaray oldu mu sivriliyor illa.

Ve son olarak Sabri. O yokken sağ kanat eksik. Bir futbolcu bu kadar mı değişiyor. Allah kaza bela vermesin. Ve hepsinden önemlisi, futbolu bir yana, takımda lider gibi davranıyor. Kolunda pazuband yok belki ama olsun. Bir başarı hikayesine imza atmak üzere. Kendi kafamda kurduğum bir tez, bir komplo teorisi var. Siz nasıl derseniz. artık. Oradan yola çıkarak ve Sabri'yi gözlemleyerek şunu diyorum:

Allah herkese arkadaş kazığı yedirsin, bir de aşk acısı versin. O zaman insan çok olgunlaşıyor, daha başarılı oluyor.

1 ay boyunca kafamız rahat, maç yok. Artık sosyal aktivitelere zaman ayırabiliriz. Plan yapın plan, ajandalarda boş yerler çok fazla...

Sürmeneli Hasan

Bir bayram sabahı Mehmet Ali Yılmaz Tesisleri:
***
Hasan Üçüncü: Günaydın başkanım, iyi bayramlar...
Özkan Sümer: Hasan bana günaydın deme, bana futbolu bıraktım de...
***
Tamamen gerçektir.

Çarşamba, Aralık 23

Lemerrre İçin Laflar


- Burası Paris değil

- Lemerre futbolu bilmiyor.

- Orada Ceyhun Eriş gibi bir yıldız oturuyor, sen Zidane'ı oynatıp parayı da cebine atıyorsun. Yazıklar olsun..

- Ümit Özat'ı da sindirdi, hiç söz hakkı vermiyor. Sen o adamdan faydalanmayacaksan ne diye getirdin oraya.

- Lemerre'in B Planı yok.

- Tamam Avrupa Şampiyonu olmuşsun ama bu eleştirilmeyecek anlamına gelmiyor. Ama nedense bizde yabancı hayranlığı var, kimse Lemerre için kötü söz söylemiyor.

Son Eşleşme


Galatasaray ile Trabzonspor bugün Türkiye Kupası'nda karşılaşacak. Türkiye Kupası'nı 2 yıl öncesine kadar en çok kazanan iki takımdı bunlar. Bu iki takım Türkiye Kupası'nda en son 2004-05 sezonunda eşleşmişti. Yazı, hafıza tazeleme yazısı..

Hagi yönetimindeki Galatasaray, ligde de şampiyonluk kovalıyordu. Fenerbahçe'nin peşindeydik, Trabzonspor ise iki İstanbullu'nun arkasındaydı. Diğer yarı final eşleşmesinde ise Fenerbahçe ile Denizlispor karşılaşmıştı. Ümit Özat'ın Giray Bulak'a atar-gider yaptığı maçı FB kazanmıştı. Yarı final maçları tek maç üzerinden oynanıyordu ve iki eşleşme de İstanbul'da oynanmıştı.

Galatasaray'ın o karşılaşmadan önce Sami Yen'de oynadığı son maç yine bir TS maçıydı. Bir sezon evvel, Avni Aker'de Trabzonspor'u ligin 33.haftasında, 4-2 yenmişti.k Trabzonspor o maçta şampiyonluğu Fenerbahçe'ye kaptırmıştı. Maç sonrasında Gökdeniz Karadeniz'in, '' seneye Galatasaray'ın 100.yılı ve bizim onlarla iki maçımız var" açıklaması hala akıllardaydı.

Trabzonspor Sami Yen'deki lig maçını 2-0 kazanmış, gollerden birini de Gökdeniz atmıştı. 1 sonraki sezon Sami Yen'de oynanan maçta Gökdeniz'in bahis skandalından doğan; Fatih Tekke'ye Gökdeniz yüzünden giydirmeler, yıllar sonrakı olası Fatih Tekke transferini başka yönlere taşıyacaktı. Yani sevgili okuyucu, her maç bir sonraki maçın öncesidir diyelim ve kupa maçına geçelim.

O sene kombine almamıştım ama her maça biletle gidiyordum. Eski Açık tadilatta olduğu için yeni açıktaydık bütün maçlarda. Zaten yeni açık, eski açıktan daha güzeldir. Fakat o maça bilet almamıştım. Öğrenciliğin getirdiği maddi yetersizlik tercihimi hafta sonu oynanacak Diyarbakırspor maçına yönlendirmişti. O maçın öncesinde eski futbolcularımızın oynayacak olması Trabzonspor maçını es geçmeme neden olmuştu.

Maçın hakemi İsmet Arzuman'dı. Galatasaray'ın kadrosunun çoğu şu an yurt dışında top oynuyor. Kalede Köln'de oynayan Mondi vardı. O sezon nispeten başarılı bir sağ bek performansı sergileyen ön libero Cihan Haspolatlı sağda, stoper Orhan Ak solda oynuyordu. Bu satırları okuyup tüyleri diken diken olan Galatasaraylı okuyuculardan özür diliyorum.

Stoperde ise bugün Trabzonspor forması giyecek olan Rigobert Song ve o sezonun en iyisi olduğuna inandığım Stjepan Tomas.(Bu arada Tomas ne oldu, Gençlerbirliği'ne gelmişti güya)

Orta dörtlünün solunda, "kemik" Ergün Penbe, sağında "Ferrari" Ribery, göbekte F.Conceiaco ve Ayhan Akman yer alıyordu. Hücum hattında gole yakın olan isimler ise kral Hakan Şükür ve Rubin Kazan Hasan Kabze idi.

Trabzonspor'un çoğu ise Anadolu'ya dağılmış durumda. Kalede şu an Sivasspor'da oynayan Petkoviç yer alıyordu. Sol bekte şimdi Diyarbakırspor forma giyen Celalettin Koçak vardı. Stoperde bu sene 1 haftalığına kaptan olan Tayfun Cora ve daha sonra Galatasaray forması giyecek olanTolga Seyhan vardı. Sağ bek ise 2000 Uefa yılında Galatasaray kadrosunda bulunan Emrah Eren.

Trabzonspor teknik direktörü Şenol Güneş, orta dörtlü Hüseyin, Symko, Adem Koçak ve Lee Young'dan kurulmuştu. Hücumda ise Zenith Fatihi Tekke ve bu sezon Eskişehirspor formasıyla bize gol atan Mehmet Yılmaz vardı.

Maç temposuz başlamış, ilk yarı golsüz sona ermişti. Galatasaray'ın kanatlardakıi sıkıntısını farkeden Trabzonspor teknik heyeti ikinci yarıya Yattara ve Volkan Bekiroğlu'nu oyuna alarak başlamıştı. Unutanlara hatırlatalım; Yattara, Orhan Ak'ın kabusudur. Karadeniz ekibi bunun meyvesi de 57.dakikada Fatih Tekke'nin attığı golle almıştı. Futbol tarihinin en ilginç gollerinden biri, Flavio Conceicao'nun ensesi ve omuriliği sayesinde gerçekleşmişti.

Bu dakikadan sonra bastıran Galatasaray, gömülen Trabzonspor'du. 2002-2007 arası Galatasaray takımını hatırlayanlar baskılı Galatasaray'ın doldur-boşalttan ibaret olduğunu iyi bilirler.

Hakan Şükür'e uzanan toplar gol getirmemiş, hücum hattı Necati ve Haşan Şaş ile tazelenmişti. Fakat bu değişiklikler gol getimediği gibi, kalemizde de tehlike görmemize sebep oluyordu. Elenmeye çok yaklaştığımızı düşünürken Necati Ateş 88.dakikada skora denge getirdi. Maç 1-1 sona erdi.

Uzatmalarda da gol olmayınca penaltılara geçildi. Uefa penaltıcı Ergün, Hasan Şaş, maçtaki golün sahibi Necati ve Hasan Kabze penaltıları gole çevirdiler. Bordo-mavili ekipte ise Yattara ve Celaleddin penaltıları gole çevirdiler. Penaltılarda skor 4-2, tıpkı 17 mayıs 2000 gibi. Yanlış hatırlamıyorsam Galatasaray'ın Arsenal maçından sonra penaltılara kalan ilk maçıydı bu.

Sabri'nin penaltısını Petkoviç kurtarmasına rağmen gülen Galatasaray oluyordu. 4 sene sonra Petkoviç, bu sefer Sivasspor kalesinde Galatasaray'a rakip olmuş ve penaltılarda devleşip turu geçirmişti.

Mondragon ise, Symko ve Mehmet Yılmaz'ın penaltılarını kurtarak finaldeki Fenerbahçe maçı öncesinde devleşeceğinin sinyallerini veriyordu.

Saat 20.00'de başlayan 23.00 sularında sona ermişti. GS kötü oynayarak finale çıkmıştı. 3 gün sonra oynanan Rüya Takımlar maçı daha güzeldi.

Kral Şadi





Dün Göztepe'den bahsederken Şadi Çolak geldi aklıma. Bu sene sarı-kırmızılı takımın formasını giyiyordu. Kadro dışı kaldı.

Türk futbolunun en özel karakterlerinden biri Şadi. Ç.Rizespor'un Süleyman Demirel'idir kendisi. 8-9 kere gitti geldi. Her gittiği takımda golleri attı, Rize'ye döndüğünde bekleneni veremedi. Geçen sezon Rize'de yenildikleri bir maç sonrası verdiği röportaj. Belki de 21.yüzyıl Türk futbolunun en samimi basın açıklaması.

Küfür ederek başlıyor, Şadi tepkiler var ne diyeceksin diyen muhabirlere, Şadi "ne diyim amungayayım" diyerek başlıyor konuşmaya.

Arada muhabirlere soruyor, ben ne yapıyım siz söyleyin, muhabirler de bulmuşlar Şadi'yi suyuna gidiyorlar, haklısın diyor Şadi de alıyor gazı..

Suratı, mimikleri ayrı renk katıyor. Bu röportajı birçok kişiye anlattım, ben anlatınca gülmediler. Dün tesadüfen buldum, iyi de oldu.

Salı, Aralık 22

Fenerbahçe'ye transfer lazım mı

Hem Fenerbahçe hem de Galatasaray taraftarındaki ortak düşünce "şimdiye puan farkıyla lider olmalıydık" olabilir. Şahsen benim öyle, hadi derbide yenildik, derbidir yenilebiliriz, ama ardından hem Kasımpaşa hem Eskişehir maçlarını yenilgiyle kapatmak çok kötü oldu. Kasımpaşa'yı yenip (ki kaybetmeyi en hakettiğimiz maçtı aslında), Eskişehir'den 1 puanla dönmek bugünden bakınca kulağa çok hoş geliyor. Ama ligin ilk yarısında en üzüldüğüm puan kaybı kesinlikle bağıra çağıra giden Antep maçıdır. Galatasaraylı olsaydım şayet ASY'de kaybedilen 6 puana çok yanardım. Kaldı ki bu 6 puanın tamamı 1-0 galibiyetten verildi. Can yakan bir netice olsa gerek...
***
Başlık neydi, biz nereye bağladık... Transferden devam edelim. Fenerbahçe devreyi öyle bir kapattı ki son 5 maçta alınan 4 galibiyet bile (istatistik iyi görünsün diye Avrupa maçlarını da dahil edelim) suların durulmasına yetmedi, nitekim transfer dedikoduları had safhada. En başa yazılacak isim ise Dani Guiza... Gerçekçi olalım şimdi, Guiza'yı göndermemiz oldukça güç. Kapı gibi sözleşmesi var daha 2,5 yıllık. Sezon başında Zenit'e satılabilirdi, Guiza istemedi. Fenerbahçe yönetimi arayışta olursa haklıdır, söyleyecek tek sözüm yok, ama o arayışta olmak sezon başında bile doğru transfer yapmaya yeterli olmazken bir de devre arası paniğiyle olmadık adamlara olmadık paraları saçacaksak Guiza kalsın, biz tüy dökmeye devam edelim razıyım. Aslında forvet transferinde Semih'in birazcık daha "ben alternatifim" demesi lazım. Bu yıl onu diyemiyor. Eskiden "ilk 11'i ben hakediyorum" derdi halbuki. Şu performanslarıyla Guiza'yı tercih ederim açıkçası. Guiza'nın ameliyatı da bence transfer sebebi olmamalı. Yanlış anlaşılmasın, adam olacağından tamamen ümidi kestiğim Colin Kazım'ın forvetteki performansı değil güvendiğim, hatta mümkünse Kazım'a yol da verilmeli, Furkan'ın oynamasına razıyım ya da Doğukan'ın... Guiza yoksa Semih sahaya, Furkan kulübeye, iki kere iki dört...
***
Roberto Carlos'un gidişi... Büyük usta, güzel insan, gelmiş geçmiş en iyi sol bek vesaire, ama bir yerde de insan saha içinde performans bekliyor. İlk yıl, Sevilla maçında Julien Escude'nin müdahalesiyle sakatlanana kadar iyiydi bence, hatta çeyrek finalde büyük emeği olduğunu düşünüyorum. Fakat biz şampiyonluğa koşarken R.Carlos'un 1 ay önceden Brezilya'ya dönmesi hoşuma gitmemişti. Ertesi yılın çoğunu askerde geçirdim ve futbola uzak kaldım. Bu yıla baktığımızda yine maç seçtiğini görüyoruz Carlos'un. Haksızlık yapıp haddimi aşmayayım ama ciddiye aldığı maçı iyi oynayacak değil, her maçı ciddiye alacak adam lazım. Yıllarca Real Madrid'de oynadıktan sonra emekli ikramiyesi için Fenerbahçe'ye gelen adamdan da 34 yaşından sonra Ümit Özat ciddiyeti beklemek ona haksızlık oluyor sanırım, bu konuda kabahatliyim. Her neyse, sol bek almayalım. Andre Santos sol bekte oynasın bakalım bir, görelim. Ne zaman görev verilse yerine getiren, her zaman belli bir standartta verim alabileceğiniz Vederson da cabası.
***
Özetle ben Fenerbahçe'nin transfere ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. Bu şartlarda verimli bir transfer yapmak çok güç çünkü. Herkes de Marcio Nobre değil ki devre arası gelsin 18 maçta 12 gol atsın. Sadece o değil, Mehmet Yozgatlı da ciddi katkı yapmıştı o dönem. Bilmiyorum, şu aşamada, sadece bazı oyunculardan daha çok yararlanmak lazım. Uğur Boral, Deivid, Bekir İrtegün, Deniz Barış aklıma ilk gelenler.

Twitter Mesajlarına Geçelim

Twitter'ı çok sevdik, kişisel olarak zaten ordaydık, şimdi blog olarak da ordayız. İlgilenen varsa takibe alsın. İlgilenmeyen Hakan Ünsal'ın diline düşsün inşallah. Şaka şaka, Allah düşmanımıza vermesin onu.

Beni ve blogu twitter'a sokan liseden arkadaşımız Davut'a (Demiycem'in abisi) tekrar teşekkürler. Adamın blog aleminde özelliği Demiycem'in abisi olması, kesin bunu arada dillendirmek lazım.
Hem reklam yaptık, hem sosyal mesaj verdik, hem de selam çaktık, linkimizi de koyalım tam olsun.

http://twitter.com/targetstriker

Gün gelecek, biz Fuat Akdağ'ın bizde yolladığı twitter mesjlarını okuyacağız.

Çağrışım

Aklıma Hokkabaz filmindeki dialog geldi: Senin tipin böyle miymiş lan?

Haftanın Maçları


Süper Lig ve 1.Lig'de ilk yarılar sona erdi ama TFF 2.Lig'de bir hafta daha maç oynanacak. Bu hafta sonunda, yükselme grubuna kalan takımlar tamamen belirlenmiş olacak. Her ülkede, her ligde olduğu gibi son haftalarda heyecan dorukta olur. Burada da öyle olacak.

1.grupta Türk Telekomspor ve Güngören Belediyespor yükselme grubuna çıkmayı garantilediler. Heyacanın en düşük olduğu grup burası. Meraklısına not, sezona kötü başlayan Sakaryaspor sonradan toparlandı ve şu anda 9.sıraya yükseldi.

2.grupta Akhisar çıkmayı garantiledi. İkinci takım ya Turgutluspor olacak ya da Göztepe. İki takım arasında 2 puan fark var. Göztepe bu hafta İstanbul'a gelip Tepecikspor ile oynayacak. Bu maçı kazanıp Turgutluspor'un yenilmesini bekleyecek.

Turgutluspor'un rakibi ise zirvenin sahibi Akhisar. Maç Turgutlu'da. Manisa derbisi. Ama İzmir-Manisa rekabeti de var. Çetin bir hafta sonu olacak. Akhisar son maçında Fethiye'ye yenildi, ununu eleğini astı yani. Turgutluspor ise kendi evinde henüz yenilmedi.
Turgutlu 1 puan alırsa, o da işine yarıyor.

3.grupta 3 takım kapışıyor. Liderliği Etimesgut Şekerspor garantiledi. Diğer gruplardan farklı olarak, buradan 3 takım yükselme grubuna yükselecek. İki takım için 3 aday var. 40 puanlı Çorumspor ve Tokataspor ile 38 puanlı Bugsaşspor.Son hafta maçlarında; Tokatspor, lider Şekerspor ile karşılaşacak. Çorumspor ise Sebatspor deplasmanına gidiyor. Bugsaşspor'un maçı nispeten daha kolay. Kendi evinde Kırşehirspor ile oynayacak. Kırşehirspor, en son sıranın 1 üstünde olsa da, son hafta Çorumspor'a çelme takarak dengeleri değiştirdi.

4.grupta Şanlıurfaspor liderliğini garantiledi. Tarsus İdman Yurdu ve İskenderun Demir Çelik çekişen takımlar. İki takım da son hafta deplasmanda mücadele edecekler. Tarsus İdman Yurdu, Van Belediyespor'a, İskenderun DÇ ise DİSKİ'ye konuk oluyor. İskenderun'un 35, Tarsus'un 33 puanı var.

Hafta sonu hangi takımların yükselme grubuna kaldığını yazarız.

Noel Tatili


Umarım yanılırım.

Rijkaard hata yapmıştır. Bilerek değil ama. Burayı iyi bilmediği için. Kewell, Elano ve Leo Franco Trabzonspor maçı kadrosuna alınmadı ve tatile erken çıktılar.

Normal olarak düşünürsek, böyle bir karar alınmasında sakınca yoktur. İyi oynayan (iyi oynamasına da gerek yok ya) futbolcuları ödüllendirmek gerek bazen. Bu ödül her zaman prim veya jeep alarak olmaz. Arada bir ailesinin yanına göndermek lazım. Etkili bir motivasyon aracı olabilir. Beni ailemle buluşturan adam için kanımın son damlasına kadar savaşırım düşüncesi, mart-nisan ayında ihtiyaç listesinde yer alır.

Eğer Kewell'ın kalmasını istiyorsak, Kewell ise kalmak istemesine rağmen ailesini göremediğinden şikayet ediyorsa, onu angarya maçlara sokup üzmeyeceksin. Kewell, noelde burada Trabzonspor maçını oynayacaksa, ikinci yarıda bavulunu toplamaya başlar zaten.

Özel isimlere kapılamamak lazım. Bizim futbolcularımız İtalya'ya gittiğinde 1 ayda ailesini özlüyordu mesela. Herhalde bu topçuların halini en çok onlar anlar.

Her futbolcu böyle ödüller ister. Bazısını noelde ülkesine yollarsın, bazısına kaptanlık verirsin. Bu konuda hocanın adil davrandığından kuşkum yok.

Fakat Galatasaray'da işler böyle yürümüyor. 10 senedir. Bu yapılanlar ne kadar insani jestler olsa dair burası Florya, burası Rotterdam değil.

Sanırım büyük bir hata yapıldı. En azından geçmiş bunu gösteriyor. Sahada pas atmadığı adam, tatile bir de erken çıkıyor. Florya'da bunun bedeli afarozdur. Diğerlerinde de öyle oldu.

Sene 2000. Yaş 15. Biraz ergenlik de var. Şampiyonluk adayıyız. Fenerbahçe ile kıyasıya çekişiyoruz. Bir onlar lider, bir biz. İlk yarının sonuna 5 puan önde giriyoruz.

Önce Trabzon deplasmanı. Yine bir Trabzon maçı. Kadroda Jardel yok, santrforsuz çıkıyoruz. Son dakikada yediğimiz golle maç 1-1 sona eriyor. Bir hafta sonra Denizlispor maçı. Yine bir 23 Aralık maçı. Tamamen Türk bir kadroyla çıkıyoruz. Yabancıların hepsi gitmiş. Yine son dakikada yiyoruz. 2-1 kaybediyoruz bu sefer. Puan farkı kapanıyor, ikinci devre öncesi.

Sene sonu şampiyonluğu kaybederken, bu puanları arıyoruz. Suçlanacak isim tabi Lucescu oluyor. Yabancıları gönderdi böyle oldu diyoruz. 15 yaşındayız. Lucescu korkak diyene inanıyoruz. (Ben yine de beğenmem kendisini o ayrı). O zaman Lucescu'yu basiretsiz olarak nitelendirenler, şimdi övgüler düzüyor, bu da ayrı mesele.

Yaşımız 15. Şampiyonluk kaçıyor. Florya'da yaşananları sonradan öğreniyoruz. Burası Rotterdam değil, burası Florya. Jardel, Lincoln, Lucescu, Skibbe.

Galatasaray'ın için yılın en sıkıntılı zamanları ne sezon başı, ne Kadıköy deplasmanları. Bir Ramazan ayı, bir Noel haftası. Medeniyetler çatışıyor, olan bize oluyor.

Umarım yanılırım.

Pazartesi, Aralık 21

Altyapı Eğitimi



Videoyu görmemizi sağlayan kafatopu oldu. Lech Poznan taraftarları zaten meşhurdur. O konuda sıkıntı yok. Ama maç biraz farklı.

Ne bir derbi, ne bir şampiyonluk maçı. Uluslararası bir u-11 turnuvası. 10 yaşında çocuklar futbol oynuyor. Tottenham, Barcelona gibi takımlar var.

Adamlar futbolu ne kadar seviyor, altyapıya bile gidiyorlar denmez buna. 10 yaşındaki çocuğa tribün baskısını öğretmek de bir altyapı çalışmasıdır. Bu çocuklar büyüyünce İnönü kapalısının önünde de oynar, GS formasıyla Kadıköy'e de gider.

Bir de Poznan çocukları bu tribünlere alışıktır ama Barcelonalılar, Londralılar ne yapmıştır acaba?

Pazar, Aralık 20

Stay Ulan


Hayatımda hiç kimseye kal demedim. Yalan olmasın, hiç bir kıza demedim en azından. İlk defa birine bu kadar sıkı sıkı kal diyorum. Kendisi 31 yaşında, Avustralyalı bir adam.

Hagi'ye denmezdi mesela, çünkü o her şeyin en doğrusunu bilirdi. Biz karışamazdık. Ve o duygusal adam değildi, aklıyla hareket ederdi. Sırf biz kal dedik diye kalmazdı ve kalmasaydı kırılırdık.

Ama Kewell duygusal çocuk. Geçen sene de böyleydi. Kal dersek kalır diye ümit ediyoruz. Kal ulan işte. Kal bu sene , alınacak çok kupa var bu sene.

Bu arada pankart harika kere harika ama ilk gördüğümde Işıl Alben'in fotosunu niye koymuşlar diye sorguladım.

Galatasaray 1-0 Gençlerbirliği


Bu sefer oldu. Bu maçın 1-1 bitme ihtimali çok yüksekti oysa. Bu şartlar altında oynadığımız son iki maçı 1-1 noktalamıştık. Öne geçip üstelik. Bu sefer öyle olmadı. Fakat uzun süre 1-1 bitme ihtimali, yüzdesini korudu.

Artık 17.hafta sona erdiğine göre, ve ligde lider (veya 2.) olduğumuza göre, şunu söylemek gerekir mi? Bu haftalardan sonra artık güzel futbol beklememek lazım, önemli olan 3 puan.

Dünkü futbol (bizim oynadığımız değil, genel olarak maç) iyidi.Güzeldi. Ama yukarıda yazılan cümlede anlatılmak istenen, sıkıcı bir maçtan sonra gelen 3 puanlar için kullanılır.

İlk yarıda gelmeyen gol, bodyguardı Sinan Engin olan Kuddusi Müftüoğlu, Serdar Kulbilge ve Gençlerbirliği atakları aklımızı başımızdan aldı. Uzun süredir böyle dakikalar yaşanmamıştı belki de.

Kalede Mondragon yerine Leo Franco olunca da insan daha bir geriliyor. Böyle maçlarda Mondragon'un takımı ve tribünü rahatlattığına çok şahit olduk. Ama Leo, ne yazık ki şu anda o konumda değil. Kaleye yönelen her top için, kaleye doğru gitmemesini diliyoruz.

Dün Kahe yerine Youla veya Nobre olsa, o pozisyonlar golle sonuçlanırdı kesin.

Fazla uzatmaya gerek yok. Akıllı, mantıklı bir şekilde maç izlemedim. Özellikle ikinci yarı kabus gibi geçti. Yeni totemim sayesinde Galatasaray'ın atak yönüne göre tribünde yer değiştiryorum. İkinci yarı, uzak kaldım topun oynandığı yere. Orada neler oluyor kavrayamadım. Sonuçta totem tuttu ama. Önümüzde mini bir tiki-taka izledik. 3 puanı böyle bir golle kazanmak, 75.dakikada topu sabırla,ayakla ileriye taşımaya çalışmak güzel aslında.

Takımın iyileri Kewell, Elano, Keita. Vasatları Mustafa, Hakan, Caner, kötüleri Uğur, Servet, Arda, Topal, arananları Sabri ve Baros.

Bu arada Elano'nun pas alamaması çok can sıkmaya başladı.

Sami Yen'e gelen her kalecinin fenomen olma çabasını anlamak mümkün değil. Ömer Çatkıç, Petkoviç, Şenol Karagöl akla ilk gelenler. Acaba bunların her zamanki hali mi bu? Diğer tarftarlara sormak lazım. Sizin maçlarınızda da böyleler mi?

Bize göre biraz şans, biraz sistem sayesınde, Serdar ve Rıdvan Dilmen'e göre Sami Yen'in ışıklandırma sistemi sayesinde maç kazandık.

Gittiğimiz her maç bize yeni bir şey öğretiyor. Bu sefer de, 44.55'te maçın bitebileceğini gördük. Futbolda var böyle şeyler. Taçtan ofsayt veren, yarı sahamızda ofsayt veren, rakipten gelen topa bayrak çalan hakemler kesinlikle art niyetli olamaz. Art niyetli adam böyle yapmaz. Sadece, bu ligdeki hakemler çok kötü. Bu da hakemler hakkında yazdığım tek paragraf olsun.

Tribün garip bir şey denedi. 10 dakika kapalı, 10 dakika eski açık bağırdı. Yani matematik yapalım. Tribünün potansiyeli 10 üzerinden 8. Fakat biz bu sene , bir çok nedenden dolayı bu potansiyeli 2 olarak kullanıyoruz. Bu sayede, yanı değişmeli tarzla, potansiyel 4'e çıktı. Yani iyi mi oldu kötü mü oldu anlamadık? Daha yolumuz var.