Cumartesi, Aralık 5

Benim Galatasaray'ım


Coşkun Abi'nin blogunda vardı. En sevilen Galatasaray 11'i. Herkes gönlündeki 11'i yazıyor. Ben de yazdım. Ama seçerken çok zorlandım. Buraya o 11 hakkında 2-3 kelime yazmak istedim. Siz de 11 kurmak isterseniz şuraya girin yazın.

İzlediğimiz adamları yazdık tabi. Yani aklımızın yettiği 1990 senesinden itibaren. Son 20 yıla yakın süreçte oynayanlardan seçtik. Tamamen duygusal 11.

Kaleye Mondragon'u koydum. Hayrettin ile çekişti. Evet Hayro ile. Bizim kuşak Hayrettin'i "yapma Hayrettin" ile tanıyor. İyi bir kaleci de olmayabilir, iddia etmiyorum. Fakat yıllar geçtikçe sevmeye başladım açıkçası. Deli kalecileri severim. Öz Galatasaraylı bir yapısı vardı.

Ama işte devreye delilik ve yürekten oynamak gelince Mondragon'u kim geçebilir ki? Maçlara düzenli olarak gitmeye başladığım 2001 senesinden itibaren kalede hep o vardı. Sami Yen'in demirbaşı gibiydi. O nedenle Hayrettin Demirbaş'ın bir adım öndündeydi. Onla ilgili yazacak çok maç var. Çok anı var. Bir kalecinin maç kazandırdığını çok gördük. Fakat bir kalecinin Mondargon kadar maç kazandırdığını pek görmedik. Juventus'tan, Fenerbahçe'ye, Bursaspor'dan, Liverpool'a... Onu Olimpiyat'ta yuhalayanlar da oldu.

14 Mayıs'ta gözyaşlarıyla kullandığı aut atışından, 4 kırmızı kartlık maçtaki tek başına direnişine kadar birçok şeyi yaşadık, yaşattı. Çok büyük adamdı Mondi.

Defans adamlarından ilki, sağ bek, Sebastian Perez. 1 sene oynayıp bu kadar kendini sevdiren, efsane olan kaç futbolcu vardır. Kendisi bence buraya sakat geldi. Formayı giydi, oynadı, döndü, bir daha düzelemedi. Üstündeki Galatasaray forması güç verdi ona resmen. Samsunspor maçı olaylarından sonra bir futbolcudan daha ötesi oldu, artık bir ekoldü. "Galatasaraylı" olmayıp, profesyonel olan ve işin hakkını veren futbolcu tipinin ilk halkası onla açıldı.

Stoperde herşeye rağmen Bülent Korkmaz. Geçen sezon kötü şeyler yaşadık. Ama geçmişi de unutamayız. Şu an dolabımda hala Bülent Korkmaz forması var, hatta Bülent'ten başka kimsenin forması yok. Kolay değil ona çıkarıp atmak. Ankara'daki kolundan sonra, 2-3 ay arkadaşlarımla konuşmadığımı hatırlıyorum. Bülent'in kolu dendiği zaman akla her zaman 17 Mayıs gelir ama. Ben küçükken o da Küçük Bülent'ti. Biz büyüdük o Büyük Kaptan oldu. Yine hala büyük kaptan odur.

Yanında Yusuf var. Rambo Yusuf. 80lerin topçularında, bizim görebildiğimiz biri Çılgınlıkta sınır tanımayanlar grubunun önderlerinden. B.Ostrava maçında Harry Kewell'ın tersini yapmıştı. Savunma yerine hücumda oynamış, golünü atmıştı. Severim Yusuf'u.

Savunmanın son ismi Falco Götz. İlk geldiğinda bana Götz demeyin Falco diye seslenin demesiyle hayatımıza girdi. Sevimli, güzel bir adamdı. Yaşım daha 7. O yaşlarda futbolcudan anlamazdık. Futbolcu iyiyse gol atardı. Çocuk mantığı. Sokakta top oynayan 7 yaşındaki bir çocuğa Falco nasılsın derseniz, o çocuk ondan sonra Falco hastası olur. Bu da böyle oldu. Yan apartmanda, o zamanlarda benim şimdiki yaşımda olan bir abimiz vardı. O beni her gördüğünde Falco derdi. Kumral saçlı bir erkek çocuğunun iki senesi o lakaptan sonra Falco'nun peşinden koşmakla geçer.

Orta sahaya geçiyoruz. Bir solak olarak orta 4lüyü 3 solaka ayırıyoruz. Prekazi-Hagi-Kewell. Hagi ve Keweel'ı anlatmaya gerek yok. Prekazi'ye ayri bir paragraf açalım. Keza bu kadroda canlı canlı izlemediğim tek adam Cevat.

Canlı izlemedik ama Prekazi'nin varlığından habersiz değildik. Bize anlatılan ilk futbolculardan biriydi. Galatasaraylı olurken 1988'den bahsederek kandırdılar bizi. Fakat sene 1997 olunca Prekazi başka bir şey oldu benim için.

Mahalle takımına forma yaptırıyoruz. Herkes numara seçiyor. En afilli numaralar 9-10-11. Bir de 7. Savunmada oynayanalar 3ün 5in hesabını yapıyor. 8'in suratına bakan yok. Yaşımız da biraz ufak olunca söz hakkımız pek kalmadı. 8 bize nasip oldu. Üzgün bir halde eve döndüm. Evde durumu anlattım. Hatta anlatmadım tam olarak. 8 numarayı bana verdiler dedim. Akabinde olay bir anda Prekazi'ye bağlandı. Yaklaşık 10 dakika sonra çorapların bileğe iniş şekli üzerine çalışmalar yapıyordum.

Orta sahanın diğer ismi ise Tugay. Bunu da uzun uzun anlatmaya gerek yok sanırsam. Herkesin hemfikir olabileceği bir isim. İsimlerimizin benzerliği de onu sevmemi kolaylaştıran etkenlerdendi. Bir de nisan 1992'de Kadıköy deplasmanı...

Hücum hattı İlie ve Kubilay. Bu çocuk 1990lı yılların sonunda her mahalle maçında aşırtma gol atma girişimine girdiyse ve kaçırdığı her golden sonra dayak yediyse sebebi İlie'dir. Sonradan Beşiktaş'ta oynamış olması kalbimizi sızlattı ama olsun.

Partner Kubilay. Solak olduğumdan bahsetmiştim değil mi? Bizim kuşağı briyantin ile tanıştıran oydu.

Hiç yorum yok: