Cumartesi, Aralık 31

2011 Şarkıları



Pass This On: Gerekli açıklamayı buradan yapmıştık. Askerdeki kardeşime selam yola devam.

Motorcycle Emptiness: MSP'ın en az sevdiğim şarkısıydı. Bu yaz önemli anlarda çaldı. Rumble Fish'ten esinlenip yazıldığını öğrendim, sevgim ikiye katlandı. 1992'deki şarkı, 19 sene sonra her gece yatmadan önce dinlediğim şarkı oldu.

Runaway Love (Alicia Gold): Dream TV'de karşıma çıktı, hatun da güzel geldi. Ondan sonra değişik zamanlarda yine karşıma çıktı. Güzelmiş. Ama diğer klipler kötü. I want to run demesi yeterli

Rebellion (Arcade Fire): Aslında bu sene tamamen Arcade Fire senesi. Çok dinledim, çok dilendim. Aralarından bir şarkı seçmek gerekince bu çıkıyor.

Kafa Nereye (Sıla): Sıla hatun. Allah başımızdan eksik etmesin

Thats How People Grow Up (Morrissey): Bir gün Morrissey sen haksızsın ibne diyeceğim, ama olmuyor adam hep haklı çıkıyor. Sadece bu şarkı değil.

Oh Mary Don't You Weep (Bruce Springsteen) : 2004'te falan çok dinlerdim. Sonra bir gün, bir sabah, çok kötü uyuduğum ve çok kötü uyandığım bir sabah, radyoda çıktı. Ondan sonra güzel oldu. Patron iyi ya.. Çok ihmal ettik son senelerde.

Untitled (Interpol): Çok kararsız kaldım Hands Away mi olsun bunu mu koyalım? İkisi arasında gidip geldim. İkisinin de yeri ayrı, Untitled'ı öne çıkaran Deplase Keyifler oldu, yalan yok. Artık bu şarkı çalınca birçok şeyin yanında küçük Melo'yu da hatırlıyoruz. Aralarında iyi olan tek şey.

La Valse (Louise Attaque): Scugnizzi, naber abi?=)

La vida Tombala (Manu Chao): Yılın ilk günü ve son günü bir cumartesi gününe denk geliyorsa ve biz her cumartesi günü Sayısal Loto oynuyorsak ve Maradona'yı çok seviyorsak, Güney Amerika hayali kuruyorsak...

Yılın Ahmet Kaya Şarkısı: Denizin Ardı: Kesinlikle en sevdiğim değil ama bazen bir şarkı öyle bir zamanda, beklenmedik bir anda çalar ya, işte bu da onlardan. 1.52'den sonrası bile yeter.

Yılbaşı Kutlaması




- Beşiktaş ilk yarı çok iyi oynadı.

- Can Akın, maçı aldı

- Erceg'i biz alsaydık keşke.

- Efes'te sorun kenarda diyorum.

- İki takımı da bu sezon yenemedik. Canım sıkkın.

- Cenk Akyol, bu sezon övülmeyi hakediyor.

- Mensah'ın gözlükleri.

- Tribündekileri kıskandım, iyi de bağırdılar. Akatlar terk edilmemeli.

- Ergin Ataman molaları...

- Son 1 dakika bitmedi. O kadar uzamasına gerek yoktu aslında.

- Geçen senenin 3 yarı finalistini (Eurolig takımlarını) yenmek başarı.

- Demek ki yanıldık, Deron'ın gitmesi mesele olmadı.

- Bazı tezahüratlar, rakip takım tezahüratı da olsa, bazen güzel geliyor.

Fenerbahçe 80 - 79 Galatasaray




En sevmediğim şeylerden biri, maç hakkında yazacağım şeylerin, düşüncelerimin 2-3 dakika içinde değişmesi.

Sinan Erdem'de, Shipp'in basketinden sonra bir maç daha kazanmak çok güzel olacaktı. Salonu biz kapatacaktık. Bunun için herşey vardı. Skor avantajı bizdeydi, daha da önemlisi hava da bizdeydi.

Fenerbahçe'nin günden güne eridiği dönemler. Bu kadar kötü Fenerbahçe'yi senelerdir görmemiştik. Takım ayrı kötü. Salonda derbi havası hiç yok. Bunu daha önce de görmüştük. Yeni salonda bunu yıkacaklardır. Sinan Erdem bizi atmosfer olarak zorlamayan bir deplasmandı, dünkü Fenerbahçe takımı bizim için en iyi deri rakibiydi. Fırsatı değerlendiremedik.

35 dakika boyunca oyunun kontrolu bizdeydi. Öldürücü darbeyi vuramadık. Böyle maçlarda onu yapmak zordur, kabul ediyorum. Ama son iki dakika böyle olmamalıydı.

Sanırım son 4 dakika falan kalmıştı. Salondan çıt çıkmıyordu. İnanılmaz bir sessizlik. (Sonradan televizyondan da gördüm, Spahija hayatının belki de en şaşkın bakışlarını atıyor). Maçın dönmesi için çok büyük bir mucize gerekiyordu. Mucize Marko Tomas oldu. 2 kere dışarıdan attı. Özellikle bir tanesi (ilki) olağanüstüydü. Top girmek istedi.

Kadıköy'deki derbilere döndü. Hatta illa bir maça benzetmek gerekirse, geçen sene TT Arena'da oynanan maçın kopyası. Maçın döneceği yoktu, bir anda döndü. Tomas, Alex oldu,işin seyri değişti. Bizim takım şaşırdı. Lakoviç, Songalia çıldırttı. Tabi en kötüsü, çıldırırken (top kaybında veya Shumpert soktuğunda) ses çıkaramamak.

Oktay Mahmuti, iyi hoca, muhteşem lider. Rakip kim olursa olsun her maç son topa kalan bir takım yarattı. Sağolsun varolsun. Ama 1.5 sene oldu, artık bir son topta güzel bir hücum yapalım. Takım savunma yapa yapa hücum yapmayı unuttu. Lakoviç de sağolsun hala patlayamadı.

Zaten, Fenerbahçe ile aramızdaki farkı senelerdir yabancılar belirliyor. Gönül, Fenerbahçeliler'e "Ukiç olsa yenerdik" dedirtmek isterdi, tam tersi oldu.

Salondan çıkamamak daha da koydu. Böyle sessiz sedasız izlenen maçlardan hemen sonra salondan çıkmak gerekir. Bir dost sayesinde bütün salonu turladık, biz çıkarken takım ve tribün sarı-lacivert çekiyordu. Her haliyle kötü oldu.

Olaylar hakkında yazalım 2-3 cümle. Olay orada da burada da oluyor. Yalnız Fenerbahçe taraftarının ateş almasını sağlayan olay herhangi bir derbide ortamın bu kadar alevlenmesine yetecek bir şey değildi. Sanırım kendilerince, takımı oyuna sokmaya çalıştılar. Takım ise o kadar istekszidi ki, oyuna girmek bir yana, takımı tribüne çağıran taraftara gidecek mecali bile yoktu.

Olsun, tribün bir şekilde gerildi. Tribündür yapar, eder. Bütün mesele cezada bitiyor. Geçen senenin son maçında taraftar salonda çıkmadı diye 2 maç ceza aldık. Bu sefer bakalım ne olacak? Yeni salon seyircisiz açılır mı?

Yine de derbiler güzeldir.. Deplasmanıma dokunmasalar çok daha güzel olacaktı..

Aha



işte buradayım,
o uyuyor dokunabileceğim yerde, yanımda.
ve en çılgın rüyalarımdan bile daha güzel.

uykuya dalarken izliyorum onu
ama biliyorum ki,

yanımda yok, yakınımda hiç değil
gidebileceğim mesafenin sonu yok.

onu bulmak
düşlerim bunun üstüne kurulu,
karanlık boyunca,
kalbinin atışlarını duyuyorum
benimkinin yanında..
o benim bulabileceğim en güzel aşk...

yanımda yok, yakınımda hiç değil
gidebileceğim mesafenin sonu yok.

seni sevmenin ne demek olduğunu biliyor musun...?

yanımda yok, yakınımda hiç değil
ve bana gitmesi gerektiğini söylüyor.
kendimi ne hale getirdiğime bak.

yanımda yok, yakınımda hiç değil
gidebileceğim mesafenin sonu yok.

****

Yazacak çok şey var da, bazı şeyler hiçbir yere yazılamıyor. Zamanında yazanlar sağolsun, imdada yetişiyor. Klipte Aslan olması tesadüf, asıl cezbedici olan 2.dakika. hayatının filmi, hatırlattı. Bodrum'daki kışlar da bazen İskandinavya gibi olabilirdi. Konu bu sefer Bodrum değildi, yine saptırdım. Yeni saplantılar.

Blogdaki 3000.yazı..

Cuma, Aralık 30

Canım Ailem-Semtim-Büyüklerim

Şaşkınbakkal'da şimdi Marks&Spencer Mağazası'nın bulunduğu yerde Atlantik Sineması vardı. Orada izledik filmi babamla. Çıktık. Ben ağlıyorum, babam ağlıyor. "Oğul" diyor, "İnsanlar bazen ağlar".

Babamla aynı yerde büyümüş olmak hayatımdaki en büyük zenginliğim olabilir. Artı annemin de gençliğinin geçtiği sokaklar. Benim en sevdiğim Türk filmlerinden birini, babamlar şu anda önünde arkadaşlarımı (buraya kız arkadaşımı yazmak isterdım) beklediğim yerde izlemiş.

Babamlar kendi babalarıyla Canım Kardeşim’i izlemiş. Biz abimle, babamla beraber Vizontele’yi izlemiştik. Biri 1974’te diğeri 1980’de geçen film. 1974 Canım Kardeşim zamanları aslında, 1980 ise darbe zamanı. Babamlar, darbe öncesi ve sonrası dönemden sağ kalanlar. Biz de sağ kalanların çocuklarıyız.

Benim de canım kadar sevdiğim kardeşim var. Bu sene, 2011’de sadece 6 saat görebildiğim. Bir sene 365 gün 6 saatten oluşuyorsa, tam olarak o saat Yani aslında 365 gündür adam gibi görmediğim kardeşim.

Yılbaşına yüksek ihtimal ben, babamın çocukken sinema izlediği, annemin gençken okula gittiği sokaklarda yürüyerek gireceğim. Kardeşim ise benim küçükken yazların gittiğim yerde olacak.

İlk defa dank ediyor aslında. Babamla uzun süredir aynı mahallede oturmuyoruz. Ev önemli değil de, 45 senedir bizim mahallede olan adam 4 senedir mahalleye uğramıyor. Ne mutlu ki yıllar sonra kardeşim benimle aynı ilkokula gitti, en azından birine aktarabildik az da olsa.

21 Grams


21 Grams=21 Gram
Amores Perros=21 Kilo
Babel=2 Ton

çeker Altan

Perşembe, Aralık 29

Çarşı

Askerliğimi yaptğım yer. Yılbaşına hazırlanıyor. Şu öndeki top arabası olmasa, "Fransa'da Paris'te askerlik zor" diyerek yuttururdum size birşeyler. Tekirdağ. 4 sene önce yılbaşına orada girdim. Hayatımın en güzel yılbaşı akşamlarından biriydi. Arada gitmek lazım.

(Bakalım asker arkadaşım Murat harbiden blogu okuyor mu, test edelim yazısı)

Çarşamba, Aralık 28

Komşuyuz, Kardeşiz

Burası neresi bilmiyorum. Dünyada sadece tek bir yerde böyle bir manzaraya rastlanır, biz de oranın neresi olduğunu bilmiyoruz.

Kocaeli ile Sakarya burada, peki Körfez FK bu rekabetin neresinde?

Salı, Aralık 27

Kaleci Farkı


- Özellikle son yarım saat müthişti.

- Song adam öldürmeye yeltendi, 10 kişi kalan Wolves oldu.

- Arsenal -Wolves maçının bu kadar heyecanlı olması ilginç.

- 6 dakika uzatma biraz fazlaydı sanki

- Van Persie, büyük balonsun, yalansın. Burak Yılmaz seni ezer.

- Maçın yıldızı tartışmasız Hennessey.

- Maçın ilk yarısında ceza sahasına girip düşen Benayoun. Günüme neşe geldi.

- Gervinho golü atamamak için çok kastı ama olmadı. Oldu yani.

- Spiker maça çok güzel renk kattı. Maçın da etkisi vardır tabi.

- Wolves'ta Zubar, Kayseri'de Zurab.

- Arshavin'e çok dilendim, mahçup etti beni Rusçuk.

- Kral Henry.

- Arsenal yine ilk 4'e giremedi.

- Böyle maç üzer mi sevindirir mi? Takım iyi oynamış, çok gol kaçırmış. Kaçan iki puana üzülür müsün yoksa bu kadar iyi oynuyorsak önümüz açık mı dersin?

- Gerçi Arsenal'in özelliği 6 senedir önümüz açık demesi.

- Wolves'ın attığı gol, tek kale oynayan İstanbul takımına karşı bir kez atak yapıp tesadüfen gol atan Manisaspor golü.


Panathinaikos Gelsin




Yarın Top 16 kurasına katılıyoruz. Güzel geçen 2011'in son haftasında kura çekiliyor. 2011, güzelse bundan basket takımının payı büyük. O basket takımı, hiç inanmadığımız, aklımızın ucundan bile geçmeyen, değil 3 sene önce, 3 ay önce bile hayalini kurmadığımız TOP 16'ya katılıyor.

Bence, bu senenin Avrupa hedefine ulaşıldı. Bundan sonrası ekstra olur, bonus olur. Bundan sonra düşünülmesi gereken bu seviyede, Euroleague'de devamlı kalmak için neler yapılacağı olmalıdır. Takım ve tribün ikiye ayrılıyor. Takımın görevi ligde final oynamak olmalı. Euroleague'in kafa tayfasını, yönetici ailerini tavlamak da taraftarın işi.

O yüzden Top 16'da şu gelsin, bu demek gereksiz. Kim gelirse gelsin. Takım yenilse de yense de canı sağolsun. Ama Panathinaikos ile eşleşirsek, orada ve burada iki maç yaparsak çok iyi olur. Bu bir meydan okuma olur. En üst seviyeye, "biz de varız artık, size rakibiz" mesajı.

Üst seviye takımları çok, neden Panathinaikos. Mesela ilk turdaki Barcelona neyine yetmedi. Neden Maccabi değil de, CSKA değil de Panathinaikos.

Panathinaikos'un Yunan olması önemli bir ayrıntı. Milliyetçi bir adam olmadığım için hiç bir zaman Yunan takımı gelsin demedim. Ama bu sefer gelsin. Onların basketbol takımları ile oynanan maçlar, çekişme hep bir farklıdır. O yüzden bizim için bir Maccabi, bir CSKA değildir onlar. Efes'in, Ülker'in, Fenerbahçe'nin efsane Panathinaikos-Olympiakos maçlarını hatırlayınca, o tabloya bir iz de biz eklesek fena olmaz.

Peki neden Olympiakos değil de Panthianikos. Çünkü son 10 yılda açılan her tribün muhabbetinde konu Panathinakos'un basketbol tribünlerine gelir. Videoları, fotoğrafları forumlarda paylaşılır, bloglara konulur, efsaneleri anlatılır. Tezahüratları Türkçe'ye çevrilir. Olympiakos ise hep geri planda kalır. "Biz olsak daha iyisini yaparız" ile "biz onlar gibi olamayız" kapışır.

İşte bu nedenlerden dolayı, kazanmak ve kaybetmenin henüz önemli olduğu bir senede, Panathinakios'a karşı TOP 16'da rakip olup; biz de varız, tribünümüzle, takımımızla, oyuncumuzla , camiamızla biz de buradayız diyebilmek çok önemli. Belki de önemli olan tek şey.

Yarın Panathinaikos çıkarsa, o gün o salon nasıl olur, neler yaşanır? Düşüncesi bile güzel.

Not: Sanırım çıkmayacakmış. Olsun bu yazının arkasındayım, çıkmasa da..

Bu Sefer Güldürmedi




- Tarihte ilk, en azından uzun süre sonra. Bir günde 2.Premier Lig maçı.

- Chelsea-Fulham maçı hoşuma gidince, bir şans daha verdim.

- Stoke tribünlerinin heyecanı, mart ayında şampiyonluk yarışında varım-yokum maçına çıkan büyük takım heyecanına benziyordu.

- Maç, beklentimi karşılayamadı.

- Futbolsuz günde idare eder ama.

- Woodgate

- Zeminler çok önemli gençler. Boluspor-Kasımpaşa burada oynasa daha zevkli futbol çıkar.

- FM 2005'te (oynadığım tek FM) adamım olan Pennant'a bak, 70'te giriyor oyuna.

- Heskey hala ilk 11.

- Ireland vardı ne oldu ona? İlk 11'e giremiyor

Pazartesi, Aralık 26

Miting - Akıl Tutulması

Dün mitinge katılanlardanım. Böyle birşey organize ediliyorken, konuşmacılar arasında 03.07.2011 doğumlu Lube Ayar varken konunun salt Fenerbahçe olmasını, dev erkanda kaptan Alex'in 34 yaşında attığı 28 golün dönmesini beklemiyordum ya da, Gökhan Gönül'ün geçen sezonun önemli bölümünde sakat sakat oynamasına, Volkan'ın, Lugano'nun kısaca futbol takımında şampiyonluğa emeği geçen herkesin bu emeklerine vurgu yapılmasını beklemiyordum. Bu beklentiyle gitmediğim için Bedri Baykam'ın zırvalayıp konuyu Atatürk'e bağlaması ya da Lube Ayar'a Sultanahmet Meydanı'ndaki Halide Edip benzetmesi yapılması karşısında "aga bu nedir" durumunu pek yaşamadım.
***
Bu neydi hakikaten 5 aydır? Her açıklamasıyla artık utandıran, bizleri yerin dibine sokan bir ikinci başkan, sünepe tavrıyla bütün yükü Aykut Kocaman'ın omuzlarına bırakan bir yönetim, nereden çıktığı belli olmayan insanlar, bu mitingi Kutay'ın dediği gibi popstar 3 Temmuz'a, ich büyüğümüzün dediği gibi de herkesin kendine oynadığı bir şova çevirdi maalesef. Ha ama ben dediğim gibi farklısını beklemiyordum. Eğer Aykut Kocaman oraya gelince, "vay be bu kadar adam pazar günü bu soğukta kalkmış gelmiş" demişse, diyecektiyse o "bu kadar adam"a dahil olmak istedim, hocayı görmek istedim, ağzından çıkacak her söze değer veriyoruz, görmek istedim. Mitinge gelen diğer ünlüler falan da pek mühim değildi, 88-89 kadrosunu saymazsak... (Nezihi'nin yumruğu)
***
Kafalar karışık, Fenerlinin hissiyatı nasıl anlatılır bilmiyorum. Bu insanlar futbol takımının haksızlıkla maç kazandığını düşünse, mesela 3 hafta önce oynanan D.Zagreb-O.Lyon maçı gibi bir maçımız olsa Aziz Yıldırım'a bu kadar destek verilmezdi bence. Sadece bu da değil, Lube Ayar rahatsızlık veriyor da ROK vermiyor mu? Fenerbahçe'ye, kulübün sevabıyla günahıyla başkanına, futbolcuların emeklerine her fırsatta sallayan, hakaret eden insanlar da Fenerlinin şirazesini bozdu. Ortaya maalesef Lube Ayar'ı Halide Edip Adıvar seviyesine çeken taraftar profili ortaya çıktı. Stada gidiyorsun, takımını, topçunu destekliyorsun, maçı kazanıyorlar, ertesi gün Taraf gazetesi "Belediye'den hizmete devam" diye manşet atıyor, canımız sıkılıyor amk ötesi var mı, sindiremiyoruz bu durumu. Delik deşik edilen özel hayatlara değinmiyorum, en basitinden Can Arat'în tapeleri ülkeden göç isteği uyandırıyor.
***
Bütün bu ortam ve Fenerbahçe üzerine bu çullanma durumu Fenerbahçe taraftarlarının belki de haklıyla haksızı, hakla batılı ayırmasını bile engelledi. Durun lan ne oluyor diyerek insanlar sokaklara döküldü. Bunu, şikecilerin peşinden gidiyorlar diye yorumlamak ayıp. Hiçbir Fenerbahçe taraftarı geçen sene haksızlıkla kazanılmış 1 puanın bile olduğuna inanmıyor bence. (hakem hatasıyla kazanılmış, kaybedilmiş puanlar olabilir, rakibin bağlanmasından bahsediyorum burda) Alpaslan Akkuş güzel birşey söyledi, Fenerbahçe küme düşer, ama yere düşmesin. 58.madde değişsin ne demek, Galatasaray'ın da bize işi düşer ne demek arkadaş? Sen ne kadar içten pazarlıklı bir adamsın neyin hesabını yapıyorsun? Bizleri utandırıyor Nihat Özdemir, suç varsa cezasını çekeceğiz, ama en büyük ceza ROKlar, Baransular, Çakarlar değil, böyle konuşmaya devam ederse yüzümüzü yere düşüren Nihat Özdemir olacak.

İşte Premier Lig Bu


- Pazartesi günü maçı. Senede 1-2 günü yaşıyor bunu İngilizler.

- İngiltere futbolunu sevmem ama İngilizler'in futbol kültürüne saygı

- Maçın yıldızı, maç boyunca hıyar gibi bağıran herfiler. Sanırım Noel'den kalma sarhoşlukları da vardı.

- Fulham taraftarının Terry'i yuhalaması sorun değil de, deplasman taraftarının sesini bu kadar net duyurması sorun.

- S.Bridge yıkılmasın (böyle bir proje var mı bilmiyorum), sempatik stad.

- Villas Boas gider mi?

- Chelsea, Arsenal'i Tottenham'ı ve Fulham'ı yenemedi. TSYD Londra Şubesi'nin sonucusu.

- Ne yaptığı belli olmayan topçular, tribünden bağıran adamlar.. Futbol bu. İstediğimiz tam olarak bu değil ama İngiltere'de bundan iyisini bulamıyorum.

- Bir aralar Chelsea'yi izlemek için birinci neden Anelka'ydı. Artık Meirales.

- Mata'nın golünü göremedik. Erken geldi.(47)

- Stockdale iyi çıkardı sonlarda.

- Musa Dembele, söylenmesi güzel isimlerden.

- Fulhamlı Kerim

Saplantı




Çevremdeki herkesin, bütün arkadaşlarımın, benim de, 22-27 yaş arasında tanıdığım herkesin, 1984'ten 1989'a kadar doğan herkesin takıntıları var. Saplantıları var.

Yanlış anlamayın, herhangi birşeyden bahsetmiyorum, baya kanlı canlı varlıklardan bahsediyorum. Karşı cinsten herhangi biri.

Babalarımızın zamanlarında, 3-5 kişi varmış böyle. En azından öyle anlatıyorlar. Belki biz de öyle anlatacağız.

Bizim kuşak veya benim çevremde olan bütün arkadaşlarım, ben dahil, ruh hastası. Asıl ilginç olan, bu hoşuma gidiyor.

Pazar, Aralık 25

Lokavt Daha Kısa Sürdü




- O kadar lokavt falan dendi, merak ettik biz de, izledik.

- Sanırım 2011, en çok NBA maçı izlediğim yıl olacak. Sayı 3 veya 4

- New York taraftarını sevdim. Santrayla (!), yuhalamaya başladılar rakibi. NY Tayfa

- Küçklüğümden beri yeşil Boston'a farklı bir gözle bakmışımdır.

- Alp Özgen?

- Kaan Kural, oyuncağına kavuşmuş çocuk kadar mutluydu.

- Maç nereden nereye geldi.

- NBA' deki Shumpert da katil çıktı. İyi attı ilk yarı. Sonra sakatlandı.

- Maç bitmek bilmedi. Sıkıldım.

- Rondo büyük topçu.

- Bu maçın süresinde Panathinaikos ile CSKA, iki maç yapardı, biri de uzatmaya giderdi.

- İlk yarının skoru ile TBL'de maç bitiyor.

- Melo'yu LeBron'dan daha çok severim, beğenirim. (13. satırda otoriteye bağlamak).

- Oyuncunun mola alması. İlkokulda yerden yüksek oynarken "müsade" diyen iğrenç kız

- NBA hücumlarında çalan playlist, Show Haber'in müzikleri.

- Neyse ki uzamadı

- Adamlar 11'de maça gidiyor, sen daha burada 14'teki maça erken de

Songül



Zaten şöyle bir efsane vardı. Ama şimdi çocuga hak verdim. Hakemin "oyna" kararını oynayarak protesto eden Cumhur'u izlerken sağ tarafta gözüken videolar... Hepsi futbolla ilgili, Songül Karlı hariç. Demek ki Arif'in golünü arayan adam haklıymış.

Songül Karlı'ya dilenen Hasan'a selam olsun.

20 Lira Yüzünden



2011 bitiyor. Uzun seneler sonra istediğim gibi bir sene yaşadım diyebilirim. Daha iyi olabilirdi ama yaşadığım son 3 seneden sonra buna burun kıvıracak değilim.

Aslında sene sıkıntılı başladı. Uzun süre maddi sıkıntı çektim(k). Kader ortaklarımın hepsine selamlar.. Nisan ayında düzelir gibi oldu, bu sefer mayıs ayının yoğun iş temposu geldi. Kader ortaklarımın hepsine selamlar...

Hatırlamak istemediğimiz günler. Ama goygoyu bol. Bu esnada Galatasaray basketbol takımı finale yürüyor. Seneye anlam katan maçlar. 2 Ocak'ta Beşiktaş derbisiyle başlayan, haziranda Fenerbahçe serisiyle sona eren süreç.

Haziran ayı. Son 3-4 senenin en güzel 30 günü. Muhteşemdi herşey. Allah tekrarlarını yaşatsın. Üstüne Temmuz'da Bodrum'a ailemin yanına gidecektim. Daha da güzel olacaktı. Ama o yolculuk günü tatsız olay yaşandı.

Başından başlayalım. Otobüs biletimi Mecdiyeköy'den almıştım. Kadıköy'den servise binecektim. Servis saati 22.15'ti. O gün geldi. Mesaimi bitirip eve gidecektim. Bavul hazırlamam gerekiyordu. Ama babam bana son dakikada bir iş kitledi. Onu halletmem gerekiyordu. İş, beklenenden uzun sürdü. Ben yine de eve geldim. Saat 21.00 olmuştu.

1 saat 15 dakikada yetişirdim. Bu arada bilete, aldığım günden sonra bir kez bile bakmamıştım. Hafızama güveniyordum. Sevis 22.15'ti. O esnada babamla konuştum. Biletini, saatini kontrol et dedi. Böyle zamanlarda ebeveynlere diklenip, ben biliyom ya dersen kesin yanılırsın kuralından yola çıkarak bilete baktım. Babam haklıydı: Servis 21.15'ti. 15 dakikam vardı. Yetişemezdim. Allah'ın dağına (otogar) taksiyle gidecektim. Koydu.

Taksiyle gittim oraya. 25 lira verdim. Durduk yere. Otogara geldim. Bileti bir kez daha çıkardım. Ve bir kez daha koydu. Kadıköy'deki servis saati benim hafızamda olduğu gibi 22.15'miş. Ben bileti Mecdiyeköy'den aldığım için biletin üzerinde yazan saat oranın (Mecdiyeköy) servis saatiymiş. Yazıhanedeki adam, Kadıköy servisinin saatini biletin en gözükmeyecek yerine yazdığı için ben göremedim. Hafızama da güvenmediğim için (hayatımda ilk defa) boşu boşuna taksiye 25 lira verdik.

Senenin başında maddi sıkıntı yaşadığımı söylemiştim değil mi? İşte o yüzden bu 25 liranın durduk yere gitmesi beni iyice üzdü. Yol boyunca surat astım.

Eve geldim. Evde bir bayram havası. Ama benim suratım asık. Aklım 25 lirada. Üzülüyorum. Paraya değil, paranın boşa gitmesine. Tabi evdekilere çaktırmamaya da çalışıyorum. Onlar eşek değil, çakıyorlar. Ben de eşek değilim, ben de onların çaktığını çakıyorum. Onlar benim birşeylere canımın sıkkın olduğunu görüyor, anlam veremıyor, farklı senaryolar kuruyor kafalarında. Ben 25 liraya üzüldüm diyemiyorum, onların üzüldüğünü görüyorum, onları üzdüğüm için daha çok üzülüyorum. Bir anda olmadık şey oluyor. Durduk yere bir üzüntü kaplıyor. Eh tatil bu, kısa sürüyor. İstanbul'a dönüş vakti çabuk geliyor.

10 gün geçmiş. Bu sefer üzüntünün şekli değişiyor. Koca tatili boş yere üzülerek geçirdik üzntüsü. Senede 10 gün geliyoruz onu da bok ettik. Senede 10 gün yüzümü görüyorlar, onda da asık bir surat. Hem bir daha ne zaman geliriz belli değil (6 aydır babamın suratını görmüyorum).

İstanbul'a dönünce daha çok üzülmeye başladım. Bayramda giderim telafi ederim diye düşündüm. Bayram yalan oldu. İyice üzüldüm.

Ekim ortasında ( ki bu da Galatasaray'ın Eurolig maçlarının başlamasına denk geliyor) toparladım. Herşey geride kaldı ve yeniden haziran seviyesine çıktım. Kasım ve aralık (henüz bitmese de) güzel geçti. Sözün özü 2011 güzel geçti, güzel hatırlayacağım ama o 25 lirayı da unutmayacağım. Efsane yıllar arasına girmesini engelledi.

2011; güzelsin... Ve son kez yine yazayım: Amk 2010

Cumartesi, Aralık 24

Fenerli Müjdat




"767 kere o şerefli formayı giydiğim için için, simge olduğum için, bugün Fenerli Müjdat olarak benimle röportaj yapmaya geliyorsunuz, bir de kontra olan bir kulübün dergisi adına geliyorsunuz. Bu parayla ölçülemeyecek bir şey, çok önemli benim için. Galatasaray Dergisi'nde Fenerbahçeli Müjdat'a bir sayfa ayırmanız beni çok onore etti."

Müjdat Yetkiner (Galatasaray Dergisi-Aralık 2011)

4 satır, 3 cümle, birkaç çıkarım.

Müjdat Yetkiner'in yanıldığı birşey var. Derginin bir önceki sayısında Feyyaz'ın da röportajı vardı. Feyyaz Beşiktaş'tan Fenerbahçe'ye gitmesine rağmen hep Beşiktaşlı Feyyaz olarak kaldı.

Müjdat Yetkiner yanılıyor, çünkü sadece Fenerbahçe formasını 767 kere giymesi değil, onun karakteri de bu röportaja katkı sağlıyor. Mesela Volkan Demirel 890 kere giyse, 10 sene sonra Galatasaray Dergisi'ne röportaj veremez. (Gerçi şimdi eskilerden biri çıkıp Müjdat da zamanında bizim tribüne böyle yaptı falan derse yanılırız)

Müjdat Yetkiner öyle bir adam ki, öyle bizden ki, öyle sokaktan bir adam ki ezeli rakip ebedi dost demiyor, "kontra olan kulüp" diyor. Muhteşem lan..

Üstüne, bir de kendisinden Fenerli Müjdat diye bahsediyor. "Fenerli" kavramına takılan, iğreti bulan, avam bulan bu zamanın elit Fenerbahçeliler'ine kapak olsun. Kaptanın Fener diyor.




Ligde Oluyorsa Kupada Normal




- Barcelona (ve Real) ligde 7-8 atıyor, kupada alt lig takımına 9 atması normal.

- Üstelik as takım ağırlıklı bir kadro. Xavi - Iniesta - Pedro var. Messi-Villa yok.

- İlk maç nasıl 1-0 bitmiş hayret.

- Yine de kırılma anı, verilen penaltı. Penaltı, penaltı (doğru karar) tabi.

- Jonathan da olsa Dos Santos, Dos Santos'tur.

- Spiker abimiz maçı zoraki anlattı sanırım. Taraftar sesi olmasa gol olduğunu anlamayacağız.

- As oyuncuları sahaya sürüp, her golden sonra as oyuncuları çıkartmak ilginç bir yöntem.

- Pinto, senin Kızılderili'ye benzeyen tipine ayrı, Barcelona'da Aykut Erçetin tarzı kupa kalecisi olmana ayrı..

- İş icabı olmasa bu maçın gollerine bile bakmazdım.

- İş nedeniyle Barcelona maçı izlemek.

- Rodrigo Tello benim, Cristian Tello senin.

- Thiago Alcantara muhteşem bir isim.

- Isaac Promise benim, Isaac Cuenca senin.

- Gol atılmayan tek aralık 70-80 arası. Tam anlatamadım gerçi. Çok da önemli değildi.

- Marcus Merk erken bitimişti, İspanyol hakem 5 saniye uzattı.

Henri my brother

Ya her futbolcumuz çok yetenekli, hepsi birer Messi/Ronaldo, hepsi sorunsuz süper, ama Bienvenu üstelik de böyle bir sezonda göze batıyor öyle mi? Haftaiçi bakıyorum, bu sene Fenerbahçelilik senesi, her koşulda destek verelim, maça gitmeden önce yine öyle, her yerde bu dialoglar dönüyor. Maç başlıyor, millet ilk dakikadan itibaren topçuya sallıyor. Bienvenu girerse ben giderim abi diyen adam var tribünde. Afedersin ama, siktirgit. Ben izleyip alkışlarım senin yerine de. Ne yaptı abi Bienvenu? Alex'e porfavor ben atayım deyip Ankara deplasmanında penaltı kaçırıp şampiyonluğa mı maloldu? Guiza gibi (ki severdim Guiza'yı, geçen sene takımı sahipleniyordu) direklere mi sarılıp ağladı? Gol kaçırdı sadece. Cardozo'yu FM'de al, Benfica'da boş kaleye gol kaçırınca olur öyle şeyler de, Bienvenu kaçırınca aaauuuvv...
***
Kalite olarak istediğimiz gibi bir forvet değil, ama bu kadarı insafsızlıktan da öte. Direk forvet oynadığı maçlardaki performansı kötü değildi bence. Daha sonra hocanın 4-3-3 sevdasıyla sağ kanatta falan oynadı. Devre arasında Olympiakos'lu arıza Djebbour ya da Nobre gelmeyecekse Bienvenu ile devam etmeye razıyım. Bir ben böyle düşünüyorum heralde...

Cuma, Aralık 23

Otto e Mezzo


İlginç. İnsanlar bu filmi değerlendiriyor. İyi veya kötü diyorlar. Dünyanın en bireysel filmi. Adam ne anlatmak istiyorsa onu anlatmış, kendisi için film yapmış. Senin yorumun çok önemli değil ki? Rüyalarıyla ve geçmişiyle derdi olan insanlar anlar. Filmi değil adamı.

Video: Son sahne. Spoiler içermez herhalde. Güzel bir son sahne. Rüya gibi . Veya ölüm anı gibi..

Ruhsuz Maçlar



- Maçta ruh yoktu, olmasını da beklemiyordum.

- Beşiktaş tribünü kötüydü, en azından televizyona yansıyan kısmı. Ama eminim ki çok fazla makara olmuştu. Tribün içinde makaranın çok olacağı maçlardan.

- Rakıp ısırmıyor, erken gol atılmış..

- "Hababam güm güm güm" ne abi?.. Eğlenceli

- Perşembe günü iddiasız maç. Tribün için en güzel zaman.

- Bu arada Fernandes hangi ara Tusubasa oldu. Her işi yapıyor. 2011 model Van Hooijdonk.

- Veli de çok önemli futbolcu.

- Orkun'u severim de Tomic'den iyi kaleci değil. Bülent, Tomic'i keserek karakterini belli etti. Hani nerde o sevdiğimiz yıllar.

- Necip şut çekebiliyormuş.

- Elinden gelen her şeyi yapmaya çalışan güzel adamlar; Hilbert, Ekrem Dağ

- Şu maç televizyondan izlenecek maç değil ama git stada soğukta bile her türlü maç izlenir.

- Totalde, Carvalhal sempatik adam.

- Ah be Melih Şendil, yorum yapmadığın maç anlattığın günler ne güzeldi.

Perşembe, Aralık 22

Galatasaray 1-0 Manisaspor




Eylül ayı. Sezonun ilk iç saha maçı. Statüde iç saha olarak gözüküyor ame evde değil. İşten erken çıkıyorum. Saat 4-5 gibi. Maç 8'de. İstesem giderim. Gitmiyorum. Bir hafta önce takımın İBB Spor'a yenlmiş olması çok da önemli değil.

Maçı televizyondan bile izlemiyorum. Eylül ayı, Summer moved on zamanları, o zaman sahile inelim son defa diyorum. Hayatımdan yavaş yavaş çıkarayım futbol takımını diyorum. Son dönemde (son 3 sene falan) yaşadıklarımız, gördüklerimiz yeter de artar zaten, bu sene kendimizi amatör şubelere verelim diyorum. Maçı izlemıyorum. Gollere sevinen insanların sesleri geliyor uzaktan, zor oluyor. Ama tavrım net.

Aradan 3 ay geçiyor. Ve ben dün iç saha maçı için stadyumdayım. Ev değil. İç saha maçı. Ne değişti 3 ayda. Son oynanan derbi mi? Kesinlikle etkili ama daha farklı şeyler de var.

İğrenç metro yolculuğu. Bu takım için her stada gittim nerdeyse. Deplasmana da, Olimpiyat'a da. Olimpiyat çok kötüydü ama bu da onu aratmıyor. Kesinlikle Olimpiyat daha kötüydü. Olimpiyat'a bile 20 kere şans veren ben, bu stada niye vermeyim. Eski inadım yok artık. Ali Sami Yen'in yerini almış olması onun kredisini azaltıyor sadece. Dün o şansı verdim. Yine sınıfı geçemedi. 3 kez yerimizden kalktık. Burası benim yerim. Eskiden "burası bizim evimiz" derdik. Stadın içinde canımıza göre gezdiğimiz günler. Artık hayal. Merdivenler boş durmak zorunda. Bu bir geçiş, ama bizdeki çok keskin oldu. 1 sene önce, Kapalı'nın önündeki cama tutunup maç izlerken, ortadaki arkadaşa selam verip sol taraf yürürken, şimdi 90 dakika durmam gereken bir yer var. Çok kötü, çok sancılı.

Maça adapte olmak çok zor. Deplasmanda olsaydık daha kolaydı. En azından tanıdık insan sayısı daha fazla olurdu. En azından aksiyon olurdu.

İşin daha da kötü tarafı, kötü bir maça denk gelmek. Bu sezon, bu stadyumda bu kadar kötü maç oynanmadı. Mersin maçından, Bursa maçına. Hepsi güzeldi. Bu maçta hiçbir şey yok. Koca ilk yarı boyunca hoşuma giden tek hareket atarlanan Simpson'a 11 kişinin diklenmesi. Kaleden fırlayan Muslera, takımın kabadayısı Melo, gamsız dediğiniz Kazım..

Bazen, neden maça geldim diye düşünürüken o an geldi. Gol değil. Gol sevinci. 2005'ten 2011'e kadar oynanan bütün maçlar, bütün gol sevinçleri... Arda Lincoln'e gidince, Hakan Karan'a koşunca golden 3 kat daha çok sevinen bizler.. Görüp görebileceğimiz en iyi gol sevincini yaşıyoruz.

Neden maça geldiğimi bir kez daha anlıyorum. Beni buraya iten. Ön yargıları yıktıran. Evet hepsinin yanısması bu gol sevinci. Sokakta kavga etsem Melo'yu, çağırırım, o da gelir gibi hissediyorum. Kız arkadaşımla sorun olsa Ujfalusi'yi arar fikir alırım, okeye dördüncü lazım olsa Engin reyis kırmaz bizi, Muslera ile yemeğe çıkılır.., gelir yani. Neden böyle hissediyorsak. Bu takımda farklı olan bir şey var ama neden?

Geçen sene mayısta, biri dese ki "aralıkta çok seveceğiniz bir takım olacak ve o takım ligin ilk yarısını lider kapatacak." Hadi oradan derdim. İnandırıcı değildi. Evet, sezon değişti, yeni bir sezon, ülke futbolunda sarsıntılar falan. Tamam da bu takım niye sevildi? Bu takım da ilerleyen zamanda beni yanıltırsa zaten, olay bitmiştir demektir.

Maç, oyun, futbol? Önemli değil. Kötüydük. Fener galibiyeti diyenler haklı. Kötü oyun ve bir duran top. Böyle de kazanabiliyormuşuz. Feneri, Trabzon'u yenen takım böyle de kazansın. Önemli değil.

Semih Kaya olsaydı, o arkadaş oynamasaydı herşey daha güzel olurdu. Hem biz mutlu olurduk, hem takım daha iyi oynardı. Kazım-Kazım, (evlat-evlat), kulübeye göz kırpıyor. Engin girsin takıma, renk gelsin. Ya da neden yazıyoruz bunları. Hoca görüyor. O halleder. Belki de uzun seneler sonra ilk defa, takımı düşünmüyoruz. Hayatımızdaki diğer şeyleri düşünebiliyoruz. Kafa rahat. Terim halleder, Mahmuti halleder. Dert edecek birşey yok. Biz kendi hayatımıza bakalım. Haftada bir kere (bazen 2) takım sahaya çıkıyor ve gerekeni yapıyor.

O yüzden 5 Ocak'taki İBB maçını yazdım ajandaya. Gidilir. Buzları ve önyargıları kıran takım için her yere gidilebilir.

Öte yandan; Muslera'nın elleri küçük

Çarşamba, Aralık 21

Üçüncü Kişiler




Tam o esnada, diğerinden telefon gelir..

Tanrım; veya Karma; veya Evren; veya her kim bakıyorsa bu işlere. Mesajı aldım. Evet yine bir boklar yiyorum ve evet yine uyarıyorsunuz. Ama siz de sürekli işler bu hale geldikten sonra ortaya çıkıyorsunuz. Hem sizi hem beni yormayacak bir şekli yok mu bunun, birbirimizi ve üçüncü kişileri karşımıza almadan, karşımıza birilerini alma korkusunu yaşamadan...

Foto: Çanakkale.. Neden Çanakkale. Var bir anlamı ama o sizi ilgilendirmez. Ben, "Mustafa kardeşim memleket hasretini gidersin diye koydum" yazıyım, öyle bilinsin.

Salı, Aralık 20

Yılın Maçı

Bu hafta sonu pazar günü futbola doyduk. Gerçek futbolun adresi Alsancak Stadı oldu. Maçı Karşıyaka 2-0 kazandı ama bu hiç önemli değil.

Maçın ilk yarısını izlemediğim için hala pişmanlık içindeyim. Twitter'da yazılanlardan sonra maçı açtım. İnanılmaz bir atmosfer. Ortaokul yıllarında bizim yaptığımız maçların aynısı. Her tribün kovalayan adamın hayalini kurduğu maç.

Futbolcular kayıyor, düşüyor, top çamura, su birikintilerine takılıyor, ne olacağı belli değil. Futbolun gereklilikleri önemli değil artık. Herkes eşit. Top sürmek diye bir şey yok. Agbetu kendi yarı sahasından aldığı şut çeker gibi vuruyor. Top ileride takılıyor ve bir daha şut çekiyor. 60 metreyi 3 şutla geçiyor. Hızını alamayıp topu arkasında bırakıyor, kayıyor,düşüyor. O düşünce peşinden gelen savunmacı da düşüyor.

Forma renkleri iki takımın da aynı. İkisi de çamur rengi. Forma, topçunun vücuduyla bir olmuş.
Çekip düşürmen bile mümkün değil. Kaleciler topu tutamıyor. Tamamen mahalle maçı kalitesinde, yani en üst düzeyde. Heyecan üst seviyede. Bizim ortaokulda yaptığımız maçlardan tek farkı, maçın sonunda kavga çıkmaması.

Tribün böyle. Sanki İstikal'e kravatsız çıkılmazdı yıllarından. Böyle fotoğraflar vardır eskilerden. Bu en yenisi. Bakmayın böyle şemsiyeli durduklarına, son yılların en iyi Kaf-Sin-Kaf'ları bu maçta çekildi.

İzleyenler futbola doydu, büyük bir ihtimal haftayı hasta olarak geçirdiler. Önemli değil.

Maç sonu sevinci. Sevinemiyorlar bile. Karşıyaka böyle ilginç maçları kazanıyor. İki ara pasıyla iki gol attılar bu sahada. Bir gün sonrası 19.12. Karşıyaka Günü. Biraz Fenerbahçe çakması olsa da anlamlı bir gün.

Ve evet bu maç İzmir'de oynanadı. Sıcak iklim. Yağmurdan çok çile çekmemesi gereken şehrin en güzel stadı. En güzel stadın boktan zemini. Boktan olsun, böyle olsun. Bu yıl izlediğim en güzel maçtı, keşke stadyumda olsaydım. 30 yaşımdan sonra o da olacak.


Özet için tıks.

Bu kafadan istiyorum

Bu cümleyi ve söyleyen şahsı aynı karede birleştirmek için baya bir arandım internette, en sonunda buldum ancak T, D olmuş, olsun o kadar, Trabzonlular T harfini D, P harfini de B olarak telafuz ederler ama bunun konumuzla ilgisi yok, fotoyu trabzon menşeli siteden aldım sadece.

Şimdi bu yöneticimiz çıktı dedi ki maçtan sonra, birileri düğmeye bastı, Trabzonspor'un üstüne oynuyorlar, hakemler çok ağır kararlar veriyorlar vs vs vs.. Bir de ekledi: Eğer bu 16 haftada hakemler lehimize bir karar vermişse bütün bu sözleri geri almaya ve özür dilemeye hazırız.

Ben, tesadüf o ki 2 tane Trabzonspor maçı izledim bu sene, bir tanesi Antalyspor maçı, diğeri de geçen hafta Caferağa'daki maçı beklerken takıldığım Gençlerbirliği maçı. Antalya maçında nasıl olduğunu halen anlamadığım, çalınan bir penaltı var, Gençlerbirliği maçında da bariz göğüse gelen topa hakem el dedi ve penaltı noktasını gösterdi. Şimdi bu çelişkiye ve bu artık maalesef yüzsüzlük diyeceğim, bu yüzsüzlük için çok şey söylenir de söylemeyelim. (Yazar burdan sonra hakemler hakkında konuşmak istemiyorum diyip 15 dk hakeme giydiren Şenol Güneş tadında takılacaktır) Türkiye'de hakem hataları oluyor, dünyanın bütün liglerinde olduğu gibi. Bugün Fenerbahçe lehine de aleyhine de bu 16 haftada bir sürü karar vermiştir hakemler. Bu yöneticiyi Karabük'te "Trabzon'un şampiyon olmasını istiyorum, Fenerbahçe buraya gelecek aman ha" diyen M.Ali Şahin rahatsız etmez ama Cüneyt Çakır'ın Gökhan'a çıkarmadığı ikinci sarı rahatsız eder. Neyse... Ne demiş Platini büyüğümüz, "sahada olana saygı gösterilmeli"

Spor kamuoyunda herşeyin müsebbibi olarak Fenerbahçe'yi görmek yeni değil, 3Temmuz'dan bu yana da (Kutay'a selamı çakalım) iyice kabardı bu öfke seli. Bu yöneticinin hezeyanını başlatan olay ise ligde 14 gol 12 asistle oynayan Zokora'ya verilen 3 maçlık ceza oldu. "Tahkim nasıl olsa 1 maç indirir, 3 verelim de 2'ye insin, Fenerbahçe maçında da oynayamasın" diye düşündüğünü ima etti PFDK'nın Trabzonspor. Tahkim 6-1, PFDK 4-3 bizdeydi ya hani... Ama Seyrantepe'de 1 gol 1 asistle oynayıp savunma hattımızı sürklase eden Elmander? desek, Fenerli bu kurumlar bu cezayı niye indirdi? desek, bu kafadan alacağımız cevaba nefesimizi tüketmiş oluruz sadece. Peki bu kafaya destek kimden geldi bugün? Evet, Hıncal Uluç'tan. ASY'de 8 kişi kaldığımız maçtan sonra yere göğe sığdıramadığı Cüneyt Çakır'ı bu sefer yerin dibine sokarken, Zokora'nın cezasına da değinmiş tabi. Dün Twitter'da birisi "Aziz Yıldırım Metris'te düğme yaptırmış" dedi, çok güldüm okuyunca. Heralde basılan düğme budur.

Bu arada Hami Mandıralı gibi kulübün efsanesi "edebiyat yapmasın işine baksın" dedikten sonra koyunun olmadığı yerde Abdurrahman Çelebi olan, bizim memlekette filozof ilan edilen Şenol Güneş için de 1-2 birşey yazayım. Hocam artık ağlama lütfen amk ya... Avrupa'da oynayan her takım ŞL'ye girmek için kasıyor, milyonlarca dolar harcıyor, rakibin son dakikada katakulliye getirilerek men ediliyor, senin takımın ise, adı AKP Trabzon İl Teşkilatı (güçlünün hukukuydu dimi pardon hocam) ve 5 milyon sözcükleriyle aynı cümlede geçerken alınıyorsun oraya, ve triplere giriyorsun. Ya arkadaş bu takım ligi 2.bitirmedi mi? Nüktedan başkan haziranda söz vermedi mi ŞL kalitesinde kadro kuracağız diye? Sen zaten ŞL ön elemesindeydin, ona göre transfer yapsaydın, eleseydin Benfica'yı... Ama olmaz, Fener'e sallamak daha keyifli.

Güçlünün hukuku dedik de takıldım bir an, Hasan Yener maçtan sonra alakasız biçimde etik kurulu raporundan bahsetti. Bugün gazetelere servis edilmiş, bir çok kişiye göre sezonun en gergin maçını kazanan Fenerbahçe futbol şubesinin adı yine şikeyle şaibeyle anıldı bütün gün. Ama tesadüftür bu olay. Tıpkı Trabzonspor'un ŞL'ye alındığı gün Sadri Şener'in UEFA'dan ısmarlama yargı kararıyla yurtdışına çıkış yasağının kaldırılması gibi.

Ben bu kadar yazıyorsam, camia da demek ki Trabzonspor'u sallıyor. Balık baştan kokar lafı ters olacak ama taban buysa diyelim, yönetim de farklı değildir. O yüzden beni en çok üzen şey de, bütün bu sürecin sonunda Şenol Güneş'e ezeli rekabet deme cürretinin kendiliğinden verilmesi oldu heralde.

Pazartesi, Aralık 19

Katil Şaşırmaz




Türkiye’de geçirdiğin beş yıl sonrası seni hala şaşırtan bir şey var mı?

Aslında kalmadı. Hemen hemen her şeyi gördüm. Artık hiçbir şey şaşırtmıyor. Sokakta at arabası kullanan insanlara bile rastladım!

Röportajın tamamı için tıks

Recount


Kevin Spacey televizyonda bile oynasa izlerim. Gerçi geçenlerde buraya geldi, tiyatro oyunu için, ama gitmedik. Herhalde yine maç falan vardı.

Amerikan siyaseti gerçekten komik. Kuralları var, uymuyorlar. Oyun gibi yaşıyorlar. Hukuk da öyle. Juriyi kafaladın mı tamam.

2000 seçimlerinin boktanlığı biliyordum da Al Gore da bu kadar pırlanta mı gerçekten? Dermanı kalmadığı için mücadele etmekten vazgeçmiş. İnandırıcı gelmedi.

Film beni çok sarmadı ama Amerika'yı baya sallamış. Ödüller falan almış. 2008 mayısında HBO'da gösterilmiş. Kasım'ın ilk haftasında da seçim oldu zaten. Yani bütün yaz etkiyi yaratmış, sonrasında da Demokratlar'a ve Obama'ya seçimi kazandırmış olabilir. Film dediğin, sinema-sanat dediğin biraz bu zaten. İnsanları etkilemişse, gerisi önemli değil.

Bu film bana yapılmamış zaten, amacına da ulaşmış. O zaman başarılı.

Pazar, Aralık 18

Kötü Oynama Hakkı





- Galatasaray, 2 sezon aradan sonra çok kötü bir maç oynadı. Buna hakkı olması lazım.

- Bunun Beşiktaş maçına denk gelmesi kötü.

- Kemp olsaydı ne olurdu acaba?

- Hatta Deron olsaydı ne olurdu?

- Ergin Ataman ve molaları.

- Songalia'ya daha önce sallamıştım değil mi?

- Caner'in uzun süre sonra oynaması.

- Furkan için tek sorunumuz erken faul problemine girmesi.

- Hakemler de biraz kolay düdük çaldı sanki. Bahane değil.

- Oktay Mahmuti için en ufak kötü birşey yazmaya utanıyorum. O yüzden es geçelim.

- Beşiktaş iyi oynadı. Özellikle Hawkins.

- Akatlar'da olsa yenerdik. Son senelerde orada çok az yenildik.

- Tribünü beğenmedim desem?

- Bu sene Play-Off uzun sürecek herhalde.

Kartalspor 0-2 Adanaspor




Bu sefer Kartal Stadı'na yeni bir isim. Peralta da artık bizlerle. Kartal'ın içindeki ilim irfan yuvası, semtin takımını unutmuyor, sahip çıkıyor. Ama takım gerçekten çile çektiriyor.

Girer girmez, ayak basar basmaz yenilen bir golle başladık maça. Takımın kimlerden oluştuğunu anlamak benim için bile zordu. Bunu, Uğur'a anlatmam için zaman gerekiyordu. Önder kesiği yemiş, Adem Sarı zaten önceden kadro dışıydı. Tek forvet, 1.60 küsür boylu Mehmet Ayaz. Rakip stoperler izbandut gibi. Ersel, Oktay, Okan ilk 11'de. Sezon başında gençleri unutan Besim Durmuş, işler kötü gidince onlara sarılmış. Haliyle olmamış. Aydın Kuzu bu revizyonda bile yine yedek. Oyuna girince kattığı hareket ortada.

Maçın başında (12. dakika) gol yemek bütün planları bozmuştur muhakkak. Ama öyle bir bozmuş ki, hiç bir plan yok ortada. Hücumda çoğalmak yok. Ne Mehmet'in, ne de Sezer'în hızından faydalanmak mümkün olmadı.

Bu kadar kötü Kartalspor var peki Adanaspor? Mbilla'yı bilen bilir, bugün yine yanıltmadı. Bilmeyenler için muhteşem oynadı, bilenler için her zamanki gibiydi. Bu maç beni şaşırtan isim Fahri oldu. Fahri Tatan, üyük topçu olmuş. Tam bir lider. Topla bir defa buluşuyorsa 3 kere de arkadaşlarını eliyle,koluyla yönlendiriyor. Saha içindeki teknik direktör gibi. O esnada Besim Durmuş, kenardan futbolcularına bağırıyor ama sesini duyan yok.
3 senedir yakından takip ettiğim, görev adamları Kibong ve Fevzi yine aynı. Tolgahan bu sefer takımı yakmadı. Bir söz de Kartalspor kalecisi Kaya'ya. O eski halinden eser yok şimdi. Direkten dönen toplar ibretlik. Hele Fahri'nin serbest vuruşu. Talha'dan yenilen gol inanılmaz. Talha'nın yeteneğine sapka çıkartmak mümkün ama Talha'ya 60 metre top sürdüren zihniyete de şapka çıkartmak lazım.

Bizim eski gençlerden, sol bek Berk'i pek beğenmedim. Kadro dışı Anıl'ın daha iyi topçu olduğunu kabul ediyorum ama papazlık ayrı bir şey.

Adanaspor hakkıyla kazandı. Kartal hakettiği bir yenilgi aldı. Son söz çıkıştaki uygulamaya. Yine ev sahibi ekibin tribünü içeride bekletildi. Türkiye'de tek yer Kartal Stadı, önce deplasman tribününü çıkartan. O nedenle trenler kaçıyor, işimize gücümüze geciktik. Zaten semt halkı hobi olarak geliyor, onlara da çile çektirirsen bir daha niye gelsinler?

Cumartesi, Aralık 17

Tutulmuyoruz




- Gerçekten tutulmuyoruz, yenilmiyoruz. Şaka gibi.

- Böyle dedim, çarşamba yeniliriz.

- Uzun bir aradan sonra ofis dışında Galatasaray maçı izlemek güzeldi.

- Bir de maçın sesini duysaydık iyidi.

- Fatih Tekke oynasaydı?

- Muslera'nın elleri küçük.

- Stancu hiç yoktu.

- Kazım ile Melo'nun dansı.

- Selçuk hakkındaki görüşlerimi söylemeu'ye korkuyorum.

- Fevzi Elmas, bir düşüş hikayesi.

- Culio da bir yere kadarmış.

- Baros'u beğenmeyenlere, sevgiler. (Bazen ben bile)

- Abdurrahman'ın tipi değişmiş.

- Fatih Hocam, Emre'den çok farklı bir şey yaratacak sanırım. Bugün çok beğendim. Belki ilk defa.

- Kazım golünü attı ama sabrın yavaş yavaş tüketiyor.

- Ordu'da Gosso iyidi.

- Engin Baytar'ın o şutu: Kesin kale arkasındaki birine kızdı, "siktir git topu getir" dedi.

- Ordu'nun verilmeyen golü yanlış karar, Ujfalusi'nin kolunda devam doğru.

- Berbat dediğimiz 2011'i lider bitirmek? Şaka gibi ama böyle bir ihtimal var.

- Bir ihtimal daha var, o da tıks...

Cuma, Aralık 16

Atçı Carson




"(Türkiye'deki at yarışlarını) bikaç defa televizyondan izledim ama yerinde izlemenin tadını vermiyor. Maç günümüze denk gelmeseydi Gazi Koşusu'nu izlemeye gidecektim."

Scott Carson (4-42 Aralık)

At yarışlarına ilgim olmadı. Olmasını isterdim. Atçılık ile ilgilenen herkese büyük saygı duyuyorum, büyük bir tutku olduğunun farkındayım. Bunlardan biri Peralta zaten. Onun atçılık dünyasıyla ilgili tweetlerini buradan takip edebilirsiniz. Bir de şimdi Carson çıktı. O da bu tutkunun adamıymış. Gazi Koşusu'nu bekleyen, izlemek isteyen adama saygımız sonsuz..

Taraftarı Kahretme Maçı




- Fenerbahçe'nin yenilmeye hakkı var ama bu kadar kötü oynamak.. Hem de iç sahada.

- Tribün de çok kötüyüdü ama bu sefer hiç suçlamaya gerek yok. Takım baya kötüydü.

- Son yıllarda bu kadar kötü Fenerbahçe izlememiştim.

- Ukiç bile kötüydü. Zaten bu sene biraz kötü. Severim Ukiç'i.

- Preldziç yine iyidi. Zaten dünya yıkılsa Emir kötü oynamaz.

- Tamam Fenerbahçe kötüydü ama şanssız olduğu gerçeğini de kabul etmek lazım. Orta sahadan soktu Bilbao.

- Bilbao kenti, konu basketbol olunca o kadar milliyetçi olmuyor sanırım.

- Şükürler olsun Murat Kosova bizim deplasman maçlarını anlatmıyor, insnalar durduk yere bizden nefret ederdi.

- "Geri döndü Fenerbahçe, muhteşem oldu bu. Fark 13 sayı."

- Grup çok karıştı. Yalan yok, gönülden geçen Fenerbahçe'nin elenmesi.

- Yine de bu maçın 10 sayı farkla bitmesi ilginç.

Perşembe, Aralık 15

Galatasaray 80 - 59 U.Olimpija



Top 16'dayız. Acaba en yakın hangi tarihte biri, "Aralık 2011'de Top 16'ya kalacaksınız" dese, "hassiktir lan" demezdim? Acaba neden sonra "olur mu" demeye başlamış olabiliriz. Zihinlerdeki kırılma noktası tam olarak ne zamandı acaba?

Cemal Nalgalı maçta mümkün değildi. Ondan öncesini zaten es geçiyorum. Cem Akdağ'ın bizi ligde tuttuğu gün biri dese ciddiye almazdım. Oktay Mahmuti, St.Petersburg'u elerken hiç değil. Geçen sene bu ay Fenerbahçe'yi yenerken TBL finali bile hayaldi, sonradan gerçek oldu. Fenerbahçe deplasmanda Barcelona'yı, Olympiakos'u yenerken "biz ne zaman" diye sorarkan cevabı bu kadar yakın tarih olarak beklemezdik. Euroleague bileti alınca belki dedik. Şu bir gerçek, PAOK'u yenerken bile ciddi ciddi düşünmüyordum. Kısacası, artık Top 16'dayız.

Dünkü maç Top 16'ya kalma maçı. Fakat hissiyat diğer maçlardaki gibi değil. Ne bir Kazan maçı (ilk Euroleague maçı), ne bir Barcelona maçı (ilk büyük takıma karşı maç), ne bir Prokom maçı (ilk galibiyet), ne bir Siena maçı (futboldaki derbi sonrası salonda-camiada oluşan birlik bütünlük sinerji). Hiçbir anlam ve önemi yok aslında. Top 16'ya sanki her sene kalıyormuşçasına yaşanan basit, sade bir gün.

Maçla çok ilgilenmeye gerek yok gibiydi. Takım kötüydü. Ama rakip daha da kötüydü. İlk devre biraz sıkışıp, sonrasında balyozu indireceğimizi tribündeki adamdan, benchteki topçuya herkes hissetmişti. Lakoviç'in kendini bulması sevindiriciydi. Shipp güvenilecek adam, Jamon büyük adam, Songalia ile olmuyor diyerek takımı kapatalım.

Tribün için de ekstra bir şey söylenmez. Barcelona maçı kadar iyi değildi, Siena maçı kadar dolu hiç değildi, Prokom maçı kadar "az ama öz" değildi. Bu maçı nye 19.15'e alırlar anlamadım. Saat konusunda payı olan herkese laf söylemek istiyorum ama artık o kadar agresif değiliz. Alınan her galibiyet, bizi biraz daha yumuşatıyor. Gerek konu Galatasaray olunca, gerek hayatın diğer kademelerinde.

Dünkü maçta nedense hayatım film şeridi önünden geçti. Özellikle ilk periyodun başından beri. Yaşanan her pozisyon, söylenen her tezahürat bana eskileri hatırlattı. Lakoviç, İliç'i hatırlattı, devre arasında çalan Nevizade'nin rock versiyonunu duyunca mahalleden arkadaşları (maçlara ilk gittiğimiz ekip) anımsadım. Daha birkaç tane olay var ama bunları kendime saklıyorum. Bazen böyle dinlendirici ve sevindirci maçlar gerekiyor. Uyandım, evden çıktım, maça gittim, Top 16'ya kaldık, eve döndüm, yemek yedim, uyudum. Bu kadar sıradan olmalı bazen.



Al Onu Hocam

Önce eski takım arkadaşı, bizim yeni reyis, göz hapsine aldı...

Sonra Kaptan, sırtını sıvazladı, gönlünü hoş tuttu, yüzünü güldürdü

En son Hoca geldi, bağrına bastı, kulağına birşeyler fısıldadı..

Al onu hocam, getir buraya

Çarşamba, Aralık 14

Fenerbahçe 79-65 Famila Schio

Bütün gün alakasız yerlerde, işim olmayan, hoşlanmadığım şeylerin peşinde koştuktan sonra soluğu Caferağa'da almak huzur verdi, rahat uyuyabilirim. Net galibiyet, namağlup liderlik, Babkina'nın dönüşü (dönüşü derken bugün süre almadı, gerçi Babkina da apayrı bir yazı konusudur, bilen biliyor), çılgın atan Angel, ne ara 21 sayı attı dedirten, her eurolig maçında çok büyük oynayan Ivana Matovic, Caferağa'da yükselen Schio sesleri ve deplasman taraftarları, güzel bir akşamdı özetle.

Angel böye giderse Pondexter'ı geçecek. Arkadaşımın Esmeral diye bir oyuncu varmış, şu 35 numara mı demesi... Ben bu akşam bu espriye güldüm. Bu arada Esmeral çok büyük oyuncu...

Ya dayı maç 1.periyoddan beri 20 sayılarda geziyor, Tamane turnike kaçırınca koltukları yumrukluyorsun, manyak mısın nesin... Zane Tamane, Tamane, Tamane... (oley beşiktaş, beşiktaşa girsin baş melodisiyle)

Nedendir bilmiyorum, ama Dikeloukas saha kenarında Carvalhal'i andırıyor. Peki bu takım eurolig şampiyonu olur mu, neden olmasın...

Atamayana Atarlar

- Önce golü atan adamdan başlayalım. Volkan Yılmaz kim?

- Kestiği adam Serdar Deliktaş, geçen yılın flaş transferi.

- Volkan ve Serdar iki devre iki gol

- İki gol arasında Kartalspor'un kaçırdığı goller ibretlik. Sezer, Gökhani Ayaz.. Biri girse..

- Tartışmamız gereken isim Besim Durmuş.

- Oyuna giren isim Ersel; 18 yaşında 2.resmi maçı

- Oyuna giren isim Selçuk; 36 yaşında bu sezon 2. resmi maçı

- Selçuk bu sezon 57 dakika forma giydi, o sahadayken Kartalspor 2 gol yedi.

- Deyvison'dan sol bek, Mehmet Uslu'dan sol açık olmaz.

- Hamza-Deyvison tandemi bozulmayacaktı, bir kere bozuldu devamında takım dağıldı.

- Fofana?

- Kürtçe maç izlemek zor, daha zor olanı saha kenarındaki herkesin bağırdığı az seyircili maçı Kürtçe izlemek.

- Mehmet Altıparmak göreve, İskender Alın takıma.

- İskender Alın çıktı içeriden, şu an boşta, 6 ay kiralık oynasın, sonra dönsün İBB'ye.

- Onur Kalafat, ligin değeri en az bilinen savunmacılarından

- Gaziantep de ligin en az hakkı teslim edilen takımlarından.

Salı, Aralık 13

Emre Belözoğlu hissiyatı

Nedir, nasıldır hiç bilmiyorum. İlk geldiği zaman, 2008'de şöyle yazmışım bu transfer için, içimize sinmemiş, tıpkı ondan 2 sene önce gelen Tümer gibi... Sinmemesi de normal. Rıdvan gibi hep Fenerbahçe'de oynamasını hayal ettim diyecek halimiz de yoktu ayrıca.
***
Emre 3,5 yıl içerisinde oynadığı her maçta bana göre maksimumunu vermiştir, oynamadığı yattığı mücadele etmediği bir maç yoktu bence. Sakat olduğu, formsuz olduğu maçlar vardı. Her Galatasaray maçı öncesinde sakatlanmasında bile art niyet aramadım. Gerçi ASY'de ve Seyrantepe'de oynadığını hatırlatalım. Her neyse, Emre ayrılıyormuş gibi bir yazı da olsun istemiyorum ancak son 1 ay içerisinde iki defa sahada takım arkadaşıyla kavga etmesi bizim de canımızı sıkmıştı. Ne lüzumu vardı amk, zaten durumlar karışık, tribünlerin sahada görmek isteyeceği en son görüntü buydu. Olan oldu ve Emre bugün süresiz kadro dışı bırakıldı.
***
Aykut Kocaman belki dahi bir taktisyen değil, ama takımdaki kangrene neşteri vurmadan önce gösterdiği karakter dahiyane. Neden oynamadığını Brezilya milli takımının sol beki düşünsün dedi A.Santos için, A.Santos ligin ikinci yarısında takımı taşıyan adamlardan biri oldu. Takımda disiplinsizliğin adresi olan Kazım'ı gönderdi, bu sene başına kadar Bilica'ya forma şansı vermedi. Bu sene Lugano'nun gitmesi, Serdar ve Bekir'în sakatlıkları ile zorunlu olarak oynattığ maçlar oldu sadece. Biliyoruz ki, sahadaki savrukluğa da tahammülü yok hocanın. Ben Bilica'yı severim o ayrı konu.
***
Ve Emre... En doğrusunu yaptı hoca eğer Metris'ten müdahale gelmez ya da olay adam gibi tatlıya bağlanmazsa... Futbol olarak kaybedeceğimiz kesin, ama kaybettiklerimiz Emre'nin kaybedeceklerinden büyük değil. Bu taraftar (büyük çoğunluğu diyelim) onun Galatasaraylılığını unutup bağrına bastı. Eğer Benfica ve Atl.Madrid'e transfer olacağı söylentileri doğru ise, Fenerbahçe'ye geçmiş olsun, kurtuluyoruz demektir. Sahadaki bu fazla agresifliği iyi niyetle açıklamak mümkün olmaz çünkü. Yok takımda kalacaksa ve Emre'nin kanaması tuttuysa, ben eminim, ligin ikinci yarısında Emre de toparlayacaktır. Bunları bilmiyoruz.
***
Gelelim Emre Belözoğlu hissiyatına... Derdin ne güzel kardeşim? Yıllık 3,5milyon euro alıyorsun, Fenerbahçe'de oynuyorsun, insanlar sokakta seni gördüğü zaman fotoğraf çektirmek istiyor, güzel bir karın var, çocuğun var, ciddi bir ailevi problemin de (her ne kadar bilmesem de) yok gözüküyor. Ne istiyorsun peki amk ya, Allahtan belanı mı?

Tam 1 Yıl Olmuş Dün




Siz bu satırları okurken, 1 günden fazlası olmuş olacak. Ama ben bugün yazıyorum. 12 Aralık. Dün 11 Aralık.

Herkes, ben de dahil, Trabzonspor maçının coşkusuna, Fenerbahçe maçının sevincine kapılmışken, bir yerlerde rahatsız edici bir durum vardı.

Mustafa kardeşimle mesajlaşıyoruz, takım ne kadar iyi, ne kadar güzel, İmparator aldı götürdü, Elmander müthiş, Engin reis, Sabri kaptan vs.. cümleleri. Son mesaj benden. Bu takım keşke Sami Yen'de olsaydı. Keşke biz hala orada olsaydık.

Ne kadar saçma. Bazılarınız ''hala mı Sami Yen'' diyecek. Haklılar. Ben de yazmak istemiyorum. Giden gitmiş. Ama vefa duygusu çok ağır. Unutmadığını göstermek istiyorsun. Başkasına değil, ona.. Hayatımın en güzel anlarının büyük bir kısmını ve hayatımın en güzel acılarını yaşadığım yer, koridor, merdiven, sokak...

11 Aralık 2010 akşamı. O gün hissedilenler. 1 sene olmuş dün. Koltukların kırılan sesi. Stadyumdan çıkış. Son otobüs yolculuğu. Burada yazıyor, duruyor hala, ara ara girip okunur.

Sırf o biraz sahte olan duygusallığı yaşamamak için gidilmeyen Şekerspor maçı. Ama o gün bile stadın çevresinde turlamak. Tam sokaktan çıkarken, stadın içinden patlayan havai fişekler.

Arena'ya ne zaman gideceğim? Ne zaman ayak alışacak? Ne zaman "bizim"/"benim" olacak? Takım çok iyiken bile hala maç seçiyoruz. Oysa eskiden Olimpiyat'a bile gidilirdi, Arena'nın günahı ne? Arena, yuva yıkan stad çünkü. Yine de Manisaspor maçında buzları eritme şansını vermek lazım.

Peki Çarşamba günü niye basketbol maçı, niye Abdi İpekçi? Tamamen takım başarısıyla mı alakalı? Salondaki bu coşku biraz da küskünlerin, eskilerin, yenilerin, büyüklerin, küçüklerin, herkesin gelmesinden dolayı değil mi?

Kafalar çok karışık. Tam 1 sene olmuş dün. Koltuklar kırılırken çıkan ses bir yana, davulları alıp gidenler, tribünleri terk edenler bir yana. Eski tezahüratlar, We Are The Best'ler bir yana, yönetim istifa sesleri bir yana. Muhteşem bir ayrılık günüydü.

Belli ki hala ayrılamamışız.

3


- Fenerbahçe'ye 3, Trabzon'a 3, 3 gün arayla.. Galatasaray tarihinde en son ne zaman olmuştur. Belki yine Terim zamanı.

- Takım iyi oynuyor. Ama iyi oynama bile seveceğimiz bir takım.

- Bu heyecanlara daha önce de kapıldığımız için, korku büyük.

- Elmander büyük topçu. (Bunu daha önce yazmış olabilir)

- Colman'ın maçın başındaki şutuna bağıran spiker.

- Gerçi Colman'ın şutları adamı heyecanlandırıyor.

- Şu takım için tribün yapmak vardı. Şu topçular, Sami Yen'de ben üniversitede okurken olacaktı.

- Muslera'nın elleri küçük.

- Selçuk konusunda Trabzonspor seyircisi haklı ama gol baya yerinde oldu. Selçuk'u çok sevmem ama ben bile baya sevindim Selçuk için.

- Trabzon tribünü 2001'de katil Emre diye bağırdığı kupa maçında da böyle olmuştu.

- Atılan maddelerin Tolga'ya gelmesi hiç unutulmayacak.

- Semih Kaya benim için en önemli sınavını verdi. Burak, Bienvenu ve Almeida'ya benzemez. Ciddi bir rakipti. Gerçi Burak da kötüydü.

- Tolga'nın ilk maçı-son maçı. Galatasaray, kabusu oldu.

- Trabzonspor, maçı Trabzonspor taraftarı yüzünden kaybetmedi. Boşuna önyargılardan çıkarım yapılmasın.

- Süper Lig, Baros ile Sivok'tan sonra bir de Eboue ile Zokora kazandı.

- Melo'nun şortunun içindeki eldiven?

- Şu maçı Fırat Aydınus yönetse, en azından daha tempolu geçerdi.

- 6 deplasmandır gol yemeyen takım.

- Kazım şansını zorluyor.

- Baros'a kötü demek haksızlık. Top eziyor, kaybediyor ama Elmander'i bu kadar rahatlatan da onun varlığı.

- Takım iyi, arkadaşlık müthiş, içimiz rahat. Bütün hafta rahat uykular, sırıtan suratlar.