Cumartesi, Aralık 10

Galatasaray 63-70 Siena




Çarşamba akşamından sonra perşembenin anlamı bir anda değişti. Perşembe Abdi İpekçi'de olmak başka şeyler ifade ediyordu sanki. İşin içinde Fenerbahçe galibiyetini kutlamak vardı. Siena'yı yenersek tadından yenmezdi ama yenilsek kimse üzülmeyecekti. Zaten öncesinde kızlar da kazanınca haftayı 2 galibiyetle kapamak yeterliydi. Siena rakip değildi, hedef maçı değildi, kaybedilse de olurdu.

Bir gün önce Fenerbahçe maçına gitmedim. Buna rağmen bir yorgunluk vardı. 12.000 kişilik salonun yarısı Arena'ya gitmiş olsa, ve onların benden iki kat hatta 3 kat daha yorgun olduğunu düşünce kötü bir tribün beklenebilirdi. Zaten 1 ay öncesinden kendi aramızda konuşuyorduk. Fenerbahçe maçını kaybedersek Siena maçında tribün muazzam olur, kazanırsak biraz sönük olur diyorduk.

Buna rağmen maç öncesinde yine çok iyi bir tribün vardı. Bayraklar, tezahüratlar...Bizim için Siena'ya koy diye bağırabiliyor olmak muhteşem bir şey. Yine de verdiği haz Barcelona köpeğine gibi değil. Top 16'nın bu kadar yakın olması, sıralamadaki yerimizin az çok belli olması maça olan ilgiyi, konsantreyi ister istemez azalttı.

Aslında tahmin ediyorum ki istenen maçın erkenden kopmasıydı. Yeneceksek, yenelim Fenerbahçe maçıyla birleştirelim, yenileceksek biraz dram biraz sevinç katalım. Her basketbol maçını son dakikaya kadar takip etmek, "ulan şimdi maç gelir-gider, aman dikkat" diye izlemek insanı yoruyor.

Bizim takımın en sevdiğimiz yönü son topa kadar mücadele etmesi. Fakat bu son top olayını belli ki çok yanlış anlamışlar. Her maç son topa kalmamalı. Tribün, ikinci periyottan sonra çöktü, iki günde 3 maç kolay değil.

Evet 3 maç. Kadın maçında ben yoktum. 5000 kişi varmış. Hafta içi saat 17.00'de başlayan kadın maçına gelen 5.000 kişi. Nisan ayında Fenerbahçe finali için gelen 6.500 kişiden sonra bu ülkedeki en kalabalık kadın maçı. Biz o esnada totem yapıyoruz. Aynı vapur, aynı rota, aynı tost, aynı çay. Tutmadı. Sağlık olsun.

Lakoviç, haftalar sonra oynadığı en iyi maçın son anında o hatayı yapmasa totem de tutacaktı. Lakoviç'in Oktay Mahmuti'yi çıldırtması üzdü. İki sevdiğin insan birbirine bağırınca üzülürsün. Lakoviç bağırmadı tabi yanlış anlaşılmasın.

Oktay Mahmuti de şu 3.periyotlara bir çözüm bulsun. Yılmaz Vural'ın son 10 dakikaları, Oktay Mahmuti'nin 3.periyotları. Furkan'ın faul problemine girmesi sıkıntı oldu. Zaza gitti, Sertaç yetersiz, Andriç bu sezon çok kötü. Songalia'yı hiç saymıyorum, sakızıyla tam bir Misimoviç.

Bizi yıkan biraz da Rakocevic ve Andersen oldu. Efes'te top oynamayan Igor bize patladı. David Andersen'i de bu çocuklar coşturmuş olabilir.

Bizde Gordon büyük yürek koyuyor. Sezon başında (Litvanya sonrası) pek istediğim gibi değildi ama ya o düzeldi, ya da canlı izleyince gerçekleri gördüm. Ship'i oynarken farkedemiyorsun belki ama yokluğunu ilk andan itibaren hissediyorsun.

Tribün yorgundu, takımın nefesi yetmedi. Yenildik, futbolcular maça geldi, basketbolcular yürek koydu, dağ başını duman almış söylenirken çalınan ıslıklar muhteşemdi. Bu arma için, bu camia için ıslık çalan da gol atan da şereflidir. Galatasaraylı olmaktan mutlu olduğumuz bir hafta...

Hiç yorum yok: