Perşembe, Aralık 22

Galatasaray 1-0 Manisaspor




Eylül ayı. Sezonun ilk iç saha maçı. Statüde iç saha olarak gözüküyor ame evde değil. İşten erken çıkıyorum. Saat 4-5 gibi. Maç 8'de. İstesem giderim. Gitmiyorum. Bir hafta önce takımın İBB Spor'a yenlmiş olması çok da önemli değil.

Maçı televizyondan bile izlemiyorum. Eylül ayı, Summer moved on zamanları, o zaman sahile inelim son defa diyorum. Hayatımdan yavaş yavaş çıkarayım futbol takımını diyorum. Son dönemde (son 3 sene falan) yaşadıklarımız, gördüklerimiz yeter de artar zaten, bu sene kendimizi amatör şubelere verelim diyorum. Maçı izlemıyorum. Gollere sevinen insanların sesleri geliyor uzaktan, zor oluyor. Ama tavrım net.

Aradan 3 ay geçiyor. Ve ben dün iç saha maçı için stadyumdayım. Ev değil. İç saha maçı. Ne değişti 3 ayda. Son oynanan derbi mi? Kesinlikle etkili ama daha farklı şeyler de var.

İğrenç metro yolculuğu. Bu takım için her stada gittim nerdeyse. Deplasmana da, Olimpiyat'a da. Olimpiyat çok kötüydü ama bu da onu aratmıyor. Kesinlikle Olimpiyat daha kötüydü. Olimpiyat'a bile 20 kere şans veren ben, bu stada niye vermeyim. Eski inadım yok artık. Ali Sami Yen'in yerini almış olması onun kredisini azaltıyor sadece. Dün o şansı verdim. Yine sınıfı geçemedi. 3 kez yerimizden kalktık. Burası benim yerim. Eskiden "burası bizim evimiz" derdik. Stadın içinde canımıza göre gezdiğimiz günler. Artık hayal. Merdivenler boş durmak zorunda. Bu bir geçiş, ama bizdeki çok keskin oldu. 1 sene önce, Kapalı'nın önündeki cama tutunup maç izlerken, ortadaki arkadaşa selam verip sol taraf yürürken, şimdi 90 dakika durmam gereken bir yer var. Çok kötü, çok sancılı.

Maça adapte olmak çok zor. Deplasmanda olsaydık daha kolaydı. En azından tanıdık insan sayısı daha fazla olurdu. En azından aksiyon olurdu.

İşin daha da kötü tarafı, kötü bir maça denk gelmek. Bu sezon, bu stadyumda bu kadar kötü maç oynanmadı. Mersin maçından, Bursa maçına. Hepsi güzeldi. Bu maçta hiçbir şey yok. Koca ilk yarı boyunca hoşuma giden tek hareket atarlanan Simpson'a 11 kişinin diklenmesi. Kaleden fırlayan Muslera, takımın kabadayısı Melo, gamsız dediğiniz Kazım..

Bazen, neden maça geldim diye düşünürüken o an geldi. Gol değil. Gol sevinci. 2005'ten 2011'e kadar oynanan bütün maçlar, bütün gol sevinçleri... Arda Lincoln'e gidince, Hakan Karan'a koşunca golden 3 kat daha çok sevinen bizler.. Görüp görebileceğimiz en iyi gol sevincini yaşıyoruz.

Neden maça geldiğimi bir kez daha anlıyorum. Beni buraya iten. Ön yargıları yıktıran. Evet hepsinin yanısması bu gol sevinci. Sokakta kavga etsem Melo'yu, çağırırım, o da gelir gibi hissediyorum. Kız arkadaşımla sorun olsa Ujfalusi'yi arar fikir alırım, okeye dördüncü lazım olsa Engin reyis kırmaz bizi, Muslera ile yemeğe çıkılır.., gelir yani. Neden böyle hissediyorsak. Bu takımda farklı olan bir şey var ama neden?

Geçen sene mayısta, biri dese ki "aralıkta çok seveceğiniz bir takım olacak ve o takım ligin ilk yarısını lider kapatacak." Hadi oradan derdim. İnandırıcı değildi. Evet, sezon değişti, yeni bir sezon, ülke futbolunda sarsıntılar falan. Tamam da bu takım niye sevildi? Bu takım da ilerleyen zamanda beni yanıltırsa zaten, olay bitmiştir demektir.

Maç, oyun, futbol? Önemli değil. Kötüydük. Fener galibiyeti diyenler haklı. Kötü oyun ve bir duran top. Böyle de kazanabiliyormuşuz. Feneri, Trabzon'u yenen takım böyle de kazansın. Önemli değil.

Semih Kaya olsaydı, o arkadaş oynamasaydı herşey daha güzel olurdu. Hem biz mutlu olurduk, hem takım daha iyi oynardı. Kazım-Kazım, (evlat-evlat), kulübeye göz kırpıyor. Engin girsin takıma, renk gelsin. Ya da neden yazıyoruz bunları. Hoca görüyor. O halleder. Belki de uzun seneler sonra ilk defa, takımı düşünmüyoruz. Hayatımızdaki diğer şeyleri düşünebiliyoruz. Kafa rahat. Terim halleder, Mahmuti halleder. Dert edecek birşey yok. Biz kendi hayatımıza bakalım. Haftada bir kere (bazen 2) takım sahaya çıkıyor ve gerekeni yapıyor.

O yüzden 5 Ocak'taki İBB maçını yazdım ajandaya. Gidilir. Buzları ve önyargıları kıran takım için her yere gidilebilir.

Öte yandan; Muslera'nın elleri küçük

Hiç yorum yok: