meksika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
meksika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çarşamba, Eylül 8

Renk


 Her yeni sezon ve 'yeni sezon formaları' mevsimi başladığında aklıma gelen isim...

Bu forma işini çok abartmaya gerek yok bence, abartacasak da böyle abartalım...

Pazar, Mart 1

Hem Atan Hem Tutan


Kaleci gollerini severiz. Ama öyle penaltıda topun başına gelenleri değil. Frikik vuranlara da saygımız var ama o başka bir alan, başka bir yetenek. Asıl mesele, son dakikada kalesinden çıkıp gol atabilmekte. O tip gollerde yetenek çok önemli değildir. Cesaret, tutku, risk gibi futbolun esas kavramları devreye girer. Bizi heyecanlandıran da bunlar...

CONCACAF Şampiyonlar Ligi'nde de böyle bir gole şahitlik ettik. Kıtanın en başarılı ülkesi Meksika'nın en güçlü takımlarından Tigres, nispeten zayıf bir futbol ülkesi El Salvador'un mütevazı takımı Alianza ile son 16 turunda eşleşmişti. İlk maçı El Salvador temsilcisi 1-0 geriden gelerek 2-1 kazandı. Hafta içindeki rövanşta da geriden gelerek turu kapacak skoru yakaladı. İlk 25 dakikada Gignac iki gol ve bir asistlik performansla skoru 3-0'a taşıdı ama devamında gelen iki golle fark bire indi. 3-2'lik skor Alianza'ya çeyrek final kapısını açacaktı.

CONCACAF'ın Şampiyonlar Ligi formatı 2008 yılında değişti. Ondan önceki dönem klasik eleme sistemiydi. 2008'den sonra grup aşaması devreye girdi ve Avrupa'daki muadiline benzer bir yapıya büründü. Gerçi son iki sezonda yine bir değişikliğe gidildi ama sonuç olarak 2008'den sonrası turnuvanın 'modern' zamanına işaret ediyor. İşte bu yenilik El Salvador takımlarına pek yaramadı. 2008'den bu yana sadece bir kez, 2012'de çeyrek final görebildiler (Isidrio Metapan) ama yarı finale hiç çıkamadılar. 

Tigres - Alianza maçının son dakikalarına girilirken tarih yazılmak üzereydi. Salvador takımları yeniden çeyrek final görebilecekti. Fakat Tigres kalecisi Nahuel Guzman kendi kişisel kariyerinin en özel anını yaşayarak bir nevi rol çaldı. 34 yaşındaki Arjantinli, birçok hücum oyuncusuna taş çıkartacak bir kafa vuruşuyla topu ağlara yolladı. 4-2'lik skor Tigres'i yarı finale taşıdı.

Tabi bir El Salvador takımının elenmesi, zayıfa biraz daha yakınlık duyan bizler için üzücü oldu. Fakat Gignac sayesinde ismi Avrupa'da sık sık duyulan Tigres de o kadar 'güçlü' bir takım değil. Daha doğrusu güçlü ama bir o kadar da kaybeden. Zira kendilerinin henüz Şampiyonlar Ligi zaferi yok. Son dört sezonun üçünde de finalde, hep bir başka Meksika takımına (America, Pachuca, Monterrey) yenilerek ikincilikte kaldılar. Çeyrek finalde MLS takımlarından FC Dallas ile eşleştiler. Kalecilerin bile gol atabildiği turnuvada her an her şey olabilir.

Pazar, Şubat 16

600 Millas


65. Berlin Film Festivali'nde yönetmeni Gabriel Ripstein'a "En iyi ilk film" ödülünü getiren 600 Millas, bu ödülden doğan beklentiyi karşılıyor. Ripstein halen bu filmin üzerine bir uzun metraj çekmedi. Narcos'un bazı bölümlerinde yönetmenlik koltuğuna oturmuş ama daha çok senaryo işiyle uğraşıyor. Birkaç gün önce burada yer bulan Compadres adlı filmin senaryosunda kalem izi var. Compadres bir komedi filmiydi. 600 Millas ise daha derin ve sert bir film. Senaryosuyla, yönetmenliğiyle tamamen Ripstein'a ait. Üzerinden beş sene geçti. Biz yeni izledik ama hemen yönetmenin yeni bir filmini görme hevesimiz kabardı.

Meksika'da birçok yerel ödülü kazanan film, uluslararası platformda da dikkat çekmiş. Bir ara Oscar adaylığı bile gündeme gelmiş. Kırmızı halıdan geçememiş ama Berlin'den Selanik'e, San Sebasitan'dan Mar del Plata'ya kadar birçok yerde dikkat çekmiş. Buna rağmen IMDB puanı 5.5! Kesinlikle bu puanı hak etmeyen bir film.

Kısaca konusundan bahsedersek, bir çete üyesi gencin (hatta ergenin) peşine bir polis düşer. Polis onu yakalamak isterken genç onu yakalar. Amaç polisi patronuna götürmektir. Bunun için beraber 900 kilometre; yani 600 mil (filmin adı) yol gitmek zorundadırlar.

Filmin yavaş tempolu olduğunu belirtmek lazım. Özellikle ilk 15-20 dakika zorlayabilir. Fakat sonrasında devam ederseniz, sıkılmazsınız. Bence pişman da olmazsınız. Bu arada ajanların, çetelerin, silahların olduğu yerde aksiyon dozu beklenenin altında kalabilir. Bu durum benim için daha iyi oldu ama polisiye bekleyenleri üzebilir.

Kamera kullanımı, renkler, görüntü yönetmenliği gibi teknik konular tartışmaya açık. Fakat filmin bir tarzı olduğunu inkar edemeyiz. Gabriel Ripstein, Berlin jürisinden boş yere ödül almamış. Öte yandan filmin kalitesini arttıran en önemli etken Tim Rooth. Onun da en azından bazı festivallerden ödül alması gerekirdi.

Süresi 85 dakika olan film, izlenmek için bir şansı hak ediyor.

Pazartesi, Şubat 10

Nosotros los Nobles


Noble ailesi zengin bir ailedir. Daha doğrusu iş adamı olan baba zengindir. Anne yıllar önce vefat etmiştir. Üç kardeş ise sorumsuzca harcamalar yaparak hayatlarını yaşarlar. O nedenle babaları çocuklarına bir oyun oynamaya karar verir ve onların çalışmasını sağlar.

Basit bir konusu ama iyi bir mizahı olan güzel bir film. Biraz bizim Ah Nerede'yi hatırlatıyor. Orada film fazla romantik ögelere saplanmıştı. Üç kardeşin hikayesi arka planda kalıp Ferit ile Zehra aşkına odaklanmıştı. Bu filmde Gülşen Bubikoğlu'yu ekarte edip kardeşlerden birini kız kardeşe çevirmişler. Daha iyi olmuş. 

Tabi kusursuz bir film değil. Alıştığımız bir tempo ve akışta değil. Biraz Meksika dizileri gibi. Fakat sıkmadan, sıkılmadan izlenir. Meksika'nın Arzu Film'i sunar.

Bu arada filmde karikatürize edilen eve teslim benzin projesi benim aklıma baya yattı. Türkiye'de kuryecilik ve eve hizmet getirmek bu kadar yaygınlaşmışken birileri akıl etmeli!

Cuma, Ocak 24

Compadres


Sinema sitelerindeki, hatta direkt IMDB'deki puanlamaları bir türlü anlamıyorum. Mesela 4.7, "Berbat bir film'' demenin kısa yolu olmalı sanki. Ya da en azından "Berbat bir film olmaktan son anda kurtulmuş" denilebilir.

Compadres çok iyi bir film değil. Hatta hayatım boyunca izlediğim tüm filmleri ikiye ayırsam bu "kötüler" sınıfına girer. Bunu kabul ediyorum. Fakat hiç izlenmeyecek bir film de değil. En azından "Kötüler" sınıfında izledikten kısa bir süre sonra hafızamdan çıkan filmler var. Compadres onlarla aynı değil. Hatta 'ucuz komedi filmleri' sınıfının iyilerinden biri.

Belki de 4.7 notu, puanlama yapmayı seven yeni dünyada bunu anlatıyordur. Bana ise acımasız geliyor. Filmi televizyondan izlemiş olmam belki notumu daha bol yapıyordur. Belki de Meksikalılar filme para ödedikleri için ve sinemaya giderek zaman harcadıkları için daha acımasız davranmışlardır. Veya belki de Meksika'da büyük beklentilerle vizyona girmiştir ve bu beklenti hayal kırıklığı yaratmıştır.

Neyse; Türkiye'de çok bilinmeyen filmin kısaca konusundan bahsedelim. Zorla emekli edilen Garza, bu duruma neden olan mafya Santos'tan intikam almak ister ve onun peşine düşer. Bu takip esnasında ABD'deki bir muhasebeciye ulaşması gerekmektedir. Ulaşır da... Fakat 'muhasebeci' beklediği tipte biri değildir. En azından orta yaşlı bir beyaz yakalı beklerken karşısında asosyal, şişman, 17 yaşındaki bir bilgisayar korsanı  bulur. Onu da yanına almak zorunda kalır ve ikili mafyanın peşine düşer.

Filmin en büyük kaybı çok hızlı ilerlemesi. Bir polisiye/takip filminde, filmi takip etmekte zorlanıyoruz. Birçok sahnenin çekimi, reklam filmi veya müzik klibi gibi. Tüm bunlar konsantrasyonu engelliyor. Öte yandan o kadar izledikten sonra sonunun da iyi bağlanamadığını düşünüyorum. Film iki ayrı ülkede geçiyor. Meksika'da biraz canımız sıkılıyor ama hikaye ABD'de daha renkli hale geliyor. Mizah ve komedi kısmında ise tatmin edici olduğunu söyleyebilirim. Ayarını tutturmuşlar. Oyuncular arasında da iyi bir kimya yakalandığı belli. Bu arada oyunculardan biri Kevin Pollack. Kendisini böyle vasat bir filmde görmek şaşırttı ama daha şaşırtıcı olan tipinin Nevzat Aydın'a benzemiş olmasıydı. 


Perşembe, Aralık 14

Soy Nero


Soy Nero; düşük temposu ve az repliğiyle film izleme kondisyonu düşük olanları bayıltabilecek bir film. Fakat işlediği konu sayesinde yakaladığı seyirciyi kaptırmıyor. En azından bende öyle oldu. ABD'de yaşayabilmek için, daha doğrusu Yeşil Kart alabilmek için ABD ordusuna katılarak Irak'ta savaşan Meksikalı Nero'nun öyküsü, özellikle ABD siyasetini ve ülkedeki azınlıkların varolma savaşını anlamak için oldukça önemli. 

Filmin ilk kısmı biraz zorlasa da, özellikle cepheye gidildikten sonra bir siyah, bir Latin ve bir Müslüman'ın çatışmalarını anlatan kısım oldukça ilgi çekici. Ayrıca teknik olarak da cezbedici sahneleri mevcut. Ben bu ara izlediğim filmlerde renklere ve görüntü yönetmenliği becerisine çok sardım. O açıdan da bu filmi beğendiğimi söylemem gerek. Yavaş tempoya rağmen capcanlı bir filmdi.

Fazla kişinin izlemediği, fazla bilinmeyen filme internette çok az ama iyi övgüler var. Yakalayanlar beğenmiş demek ki... Nero rolünde izlediğimiz Johnny Ortiz'i, çok sevdiğim McFarland'da ilk defa izlemiş ve beğenmiştim. Burada biraz silik kalmış sanki. Hatta aradan geçen kısa sürede tipi de değişmiş. Neyse; fena film değil. Derdini iyi anlatan film. Filmin sonunda yakaladığımız düşünceler ve fikirler de bize kalsın.

Cumartesi, Ocak 21

Desierto


Film Ekimi kapsamında bedava bilet bulunca baya heyecanlanmıştım. Hem Gael Garcia Bernal ile Jeffrey Dean Morgan aynı filmdeydi, hem yönetmen koltuğunda aslı olmasa da bir Cuaron vardı, hem de mekan olarak bir çöl kullanılmıştı. Her şey iyi gibi duruyordu ama çıkan sonuç tam bir hayal kırıklığı oldu. Beklentimizi yükselten bir övgü veya hakim görüş de yoktu. Sadece temel sebepler, isimler ve fragmandan bir çıkarım yapmıştık. Fena patladık.

Filmin siyasi mesajı varsa bu verilmiyor. Çatır çatır Meksikalı öldüren bir adamı izliyoruz ama bunu neden yaptığını hiç bilmiyoruz. Karakterlerin derinleşmesi mümkün değil. Filmin sonu, başından belli. Hayatında birkaç kez Show TV'deki aksiyon filmlerinden izlemiş biri bu filmden daha iyisine denk gelmiştir. Çölün içinde koşarak hayatta kalmaya çalışan iki genç ve bir tane manyak; aslında buradan iyi bir iş çıkabilirdi. Aklıma yıllar yıllar önce, henüz çocukken izlediğim The Running Man filmi geldi. Arnold Schwarzenegger bir yarışma adı altında hapishaneden kaçmaya çalışıyordu ama gardiyanlar için de atış serbestti. Aklıma gelen, izlediğimden çok daya iyiydi.

Desierto 90 dakikalık bir filmmiş. Filmi izledikten sonra evde farkettim. Oysa bana üç saat gibi geldi. Sonu bitmek bilmedi. Neyse, en azından bilete para vermedim.

Cuma, Eylül 12

Hugo



"Ne yapacağanızı düşünmeyin, çünkü zaman kaybedersiniz"

Cumartesi, Haziran 14

El laberinto del fauno


Daha önce adını defalarca duyduğum bir filmi neden izlemedim? Fragmanından, afişinden ve o tarz şeylerden edindiğim önyargı, benim ilgimi çekmeyecek bir filmle karşı karşıya olduğumu gösteriyordu.

Fena yanıltmışlar, fena yanılmışım. Muhteşem bir film. Hayıflanıyorum, keşke daha önceden izleseydim. Ve aslında biliyorum ki, bilgi birikimim metaforların ve göndermelerin çoğunu kıskıvrak kavramama yetmedi. Bu filmi 20 sene sonra falan, "tam" olduğum zamanda bir daha izlemek gerek. 

Sadece "Çanlar Kimin İçin Çalıyor" okuyarak kotarılacak bir film değil. O nedenle yorum da yapamıyorum. Çap yetmez. Ama şahane işte yani, o belli...

Pazartesi, Mayıs 27

Efsane Maçların Hepsi




Dünyanın bütün efsane maçlarını gözünüzün önüne getirin. Olağanüstü olayların yaşandığı, seneler geçse bile unutulmayan. Mesela uzun süre 10 kişi oynayan takımın rakibini yendiği bir maçı, veya geriden gelerek kazandığı bir maçı, son dakikada iki golün olduğu başka bir maçı (mesela 99 CL finali), kalecinin son dakikada gol attığı (Palop), penaltılara kalan bir final maçını... Hepsi ayrı ayrı bir destan nedeni.

Cruz Azul - Club America maçı, bunların hepsinin toplanmış hali. Bütün efsane filmlere gönderme yapan başka bir film gibi. Senaryosu yazılıp filmi olsa, "Yine abartmışlar" der, filmi kapatırız. Tamamen gerçek oysa.

Videodan izlenebilir ama kısaca özet geçelim. Meksika Kupası. Statüyü inanın hiç bilmiyorum. Ama bir önceki maçı (3 gün önce) Cruz Azul 1-0 kazanmış. İkinci maçın 14.dakikasında America 10 kişi kalıyor. Trabzonspor'dan hatırladığımız Teo-Gol 20.dakikada golü atıyor. Cruz Azul toplamda 2-0 önde, rakip 10 kişi, 70 dakika var. Bu andan sonra America toparlanıyor diyerek devam etmek isterdim ama 88'e kadar çıt yok.

Nasıl bir bekleyiş vardı acaba o stadyumda. Taraftarlar kendi arasında neler konuştu. Ne hikayeler dönüyordur şimdi Meksika'da. 87'de stadyumdan çıkan var mıdır? Gerçi Meksika'da futbol sevgisi çok başka boyutta, bizdeki gibi otobüse yetişmek için son dakikaları pas geçen sayısı daha azdır.

Maça dönelim. 89'da America'nın stoperi, 90'da kalecisi golü atıyor. Bir anda maç 2-1 oluyor. Ondan sonra uzatmalar. Penaltılara kalmaması mümkün değil böyle bir maçın. Kalıyor da. İlk iki penaltıyı Cruz Azıul kaçırıyor. İlkini, son dakikadaki golü atan kaleci Moises Munoz kurtarıyor, ikincisi Kadıköy'deki Beckham'a gönderme...

Böyle bir Hollywood tarzı maçı da America'nın kazanması gayet normal...

Kazanan tarafın hocasi Miguel Herrera'nın mimikleri, hareketleri muhteşem... 

Cuma, Aralık 30

21 Grams


21 Grams=21 Gram
Amores Perros=21 Kilo
Babel=2 Ton

çeker Altan

Salı, Aralık 6

Matando Cabos




Hiçbir beklenti olmadan izlenen filmler güzeldir.

Bazı sahneleri koymak isterdim ama İspanyolca bilmiyorsunuz, anlamazsınız. Mesela şu. 35. saniyedeki kız ne güzeldir. Boşuna umutlanmayın, sadece o sahnede var.

Başroldeki Ana Cludia Talancon da çok güzeldi. Bu da demek oluyor ki, Meksikalı kızlar güzel olabiliyor. Evet, film Meksika filmi.

Güzel film, cumartesi akşamı filmi.. Lazım böyle filmler.

Cumartesi, Aralık 3

Biutiful




25 yaşında (kandırmayalım 26) biri, oturduğu yerden ahkam kesecek ve diyecek ki ''İnarritu'nun en kötü filmi Biutiful". Evet ama öyle. Ve düşün, en kötüsü buysa iyisi nasıl. Gerçi tekrar düşününce 21 Gram'dan daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Onu daha sonra yazarız.

Daha sert bir film bekliyordum. Göçmenlerin kirli barınaklarda yaşadığı hayatları görmek artık sarsmıyor. Veya geçim sıkıntısı içinde illegal yollara bavuran adamın macerası, "hassiktir lan" dedirtmiyor. Zaten "en kötü filmi" derken sıkıntı biraz da bundan kaynaklanıyor. Biz bu filmi gördük. Bu konuyu sen daha önce işledin. Değişik birşeyler gerekiyor. Bu film belki belli bir zümre için sarsıcı olabilir ama benim için değil. Sarsıcı olmaması da güzel film olmasını engellemez.

Artık yaşımız geçiyor ya, -25 veya 26- işte o yüzden bu film sarsmıyor ama sarıyor. Baba ile çocukları arasındaki ilişki, babanın çaresizliği falan filan. Filme bağlandığım nokta burası.Geri kalan şeyler İnarritu'nun tekrarları. Fakir hayatlar, kesişen yaşamlar. Biraz sıktı açıkçası.

Biri de sözlükte kesisşen hayatlar yoktu demiş. Senegalli anne ile çocuk benım evimde kalıyordu zaten. Ekstra bilgi, çocuğunun adını Samuel koyan Barcelonalı/Senegalli adam bizdendir.

Çocuğunu babasız bırakmamak için mücadele eden adam. Javier Bardem'e övgü düzmek de artık sıradan hale geldi. Bir de Gustavo reyis var..

Erkek çocuk çok sevildi, ben ise kıza bayıldım. Barcelona'ya dair çok şey görmek isterdim ama zaten görsem de anlamzdım. Bilmediğimiz yerler oralar.

Cuma, Haziran 18

7.Gün / Kandil ve İlahi Güçler



Turnuvada 1 haftayı devirdik ve artık heyecanı hisstemeye başlıyoruz. 2.maçların başlamasıyla beraber, saha içine gösterilen ilgi kadar puan hesaplamaları da konuşulmaya başladı. Artık telafisi olmayan bir yola giriliyor. 3.maçlarla beraber ülkelerin kaderleri tek maçla belirlenecek. Kader çizmek zor iş, bunun için ilahi güçler gerekiyor. Ya birine çok koşulsuz şartsız inanmanız ve peşinden gitmeniz lazım veya mucizevi olayların sizin lehinize denk gelmesi lazım.

Dün kandildi. Dünya Kupası artık kandillere denk geliyor, yakın zamanda Ramazan'a bile denk gelecek. Bu günde sahaya çıkan ilk takımlar Arjantin ve Güney Kore oldu. Maradona'ya duyulan bağlılık almış başını gidiyor. Sadece Arjantin'de değil bütün dünyada. Bizden 10 yaş büyük olan insanların hissettiği Maradona sevgisi gerçekten bambaşka. Şahsen benim öyle sevdiğim bir futbolcu olmadı. Daha doğrusu Maradonasevenler onun futbolcu olmasından doğan bir sevgiye sahip değiller. Daha başka nedenler var, adı konması zor. İlahi bir boyutu var. İdol kelimesi bile Maradona'nın yanında biraz eksik.

Maça geçelim diyeceğim ama maçı izleme nedenimiz bile aslında Maradona. Arjantin'den çok Maradona'yı destekliyoruz sanki. 4 oldu. Yine de zorlandı takım. Olsun. 2de 2 demek 2002'deki gibi ters bir durumun olmayacağını gösteriyor. Higuain "neden Milito oynamaz" sorusuna attığı 3 golle cevap verdi. Kore 2-1 yenik durumdayken kaçırdığı golle şansını kaybetti.

İkinci maç Yunanistan ile Nijerya arasında. Avrupa futbolunda zirveye oynamamış bir takımı alıp Avrupa Şampiyonu yapan bir hoca o ulusun ruhani lideri sayılmaz mı? Otto Rehagel, kupa kazandırdığı ülkeye ilk dünya kupası galibiyetini de elde ettirdi. Ama bunda şansın da yardımı oldu. Artık Nijerya'yı sevmeyen Afrikalılar'ın yaptıkları büyüler midir bunun nedeni yoksa gerçekten bir anlık basiret bağlanması mıdır bilinmez ama Lukman Haruna'nın akıl tutulması oyunun hakimi Nijerya'yı, Yunanistan'ın tek kale maçını izlemeye başlamısına neden oldu. Hele bir de ikinci yarıda boş kaleye kaçan bir gol vardır ki, maçın değil belki de grubun kırılma noktasıydı.

3.maçı izlemek mümkün olmadı. 4 gün sonra ilk defa maçı kaçırdım. Sebebi Aşk-ı Memnu. Tercihi yapan ben değilim evdeki çoğunluk. İki satır dizi hakkında yazalım o zaman. İzlenmeyecek bir dizi değil, dizinin neden izlendiği hakkında da bir çok teorim var. İzleyen kimseyi de "neden izliyorsun" diyerek aşağılamak hem yakışıksız, hem gereksiz hem haddimiz değil. Ama sezdiğim bir nokta var ki, - bu sadece benim çevreme mahsus olabilir- izleyen insanların "ne kadar boş bir dizi" demesi. Yeter bu kadar, dönelim kupaya.

Son maç için ilahi dialoglar Fransa'dan, Meksika'ta, İrlanda'dan Arjantin'e kadar uzanıyor. Maçı izlemedim, golleri bile henüz görmedim. Fakat bu maçın üzerinden çok ekmek yenir. Zaten İrlanda'da Meksika'nın golleriyle müşterilerine pizza dağıtan pizzacılar insanları doyurdu.

Maradona'yı ilah yapan gollerden biri, Ada takımına elle atılmıştı. Bir başka ada takımı 24 sene sonra el yardımıyla gol yedi ama golü atan takım dünyanın en antipatik takımı, elle oynayan futbolcu dünyanın en sevimsiz futbolcusu oldu. Dün kupayı takip eden ne kadar insan varsa, Fransızlar dışında herkes, Meksika'yı tutmuştur. Hatta bazı Fransızlar bile Meksika'ya sempatiyle bakmış olabilir. 5 kıtadan yayılan sinerji, Afrika'da atılan 2 gole dönüştü. Fransa 2002'den sonra 2010'da bir kez dha hayal kırıklığı yaşamaya çok yakın.

Bize de bugünden kalan ilahi güçlerin yardımını dilemek oluyor. Kupada 1 haftayı bitirdik.

Cumartesi, Haziran 12

Açılış


- Dünya Kupası başladı. Hayırlı uğurlu olsun.

- İlk gol Tshabalala'dan. Güzel vurdu çocuk. Yalnız ben şu dakikaya kadar Pieenar sanıyordum.

- Gözler Gio kardeşimizdeydi, iyi oynadı. Bir şutu vardı, gol olsaydı klas olurdu. Maç boyunca her hareketiyle fiyat analizi yaptık. Şu an 7 milyon olmuştur. Olmuş mudur?

- Maçı da çok iyi izlemedik aslında. Güzel muhabbet vardı, güzel insanlar vardı.

- Vuvuzela da duymadım, Ömer Üründül de.. Güzel oldu, Ömer Çatkıç'a yollanan selam Dünya Kupası'nın renklerinden biri olacak.

- Marquez güzel gol attı. Güzel değil aslında, bizim Capone tarzı ama biralarımı bedavaya getirdi kaptan.

- Maçı izlediğimiz yerdeki Afrikalılar da ayrı bir kafa yaşıyorlardı. İlk defa kupa onların mahallesinde, onlar bizim mahallede.

Cumartesi, Haziran 5

Havalimanı


Gio Dos Santos kardeşim bundan 5 ay önce İstanbul'a ayak bastığında ben de oradaydım. Twitter'da diğer blogger arkadaşlarla çok muhabbetini yaptık. Gelişine karşıydım (öncelikli ihtiyacımız değildi) ama geldikten sonra çok sevdim. 5 ay içinde onun futbolundan etkilendim, zaten kötü futbolcu olmadığını biliyorduk fakat sevimli suratıyla, yaş olarak ufak olmasıyla bir kardeş gibi sevdik. O 5 ayı nasıl geçirdiğini, hakkında ne düşündüğümü blogdaki maç yazılarından bulabiliriz. Fazla ayrıntıya girmeyelim.

Şimdi ise nedenini bilmediğimiz bir şekilde takımda kalması için çaba sarfedilmediğini görüyoruz. Etkili olamadığını söyleyenler var. Türkiye'de onun kadar yetenekli çok çocuk var ama şans verilmiyor diyenler var.

Şimdi o yetenekli çocuklar yaz döneminde Pes 2010 atıyor evlerinde. Gio ise yine bir havalimanında. Bu sefer kalabalık yok. Kendisi Dünya Kupası'nda oynayacak. İyi oynar mı bilemem. Ama isteğim şudur: Gio kardeşimiz çok güzel top oynasın, gol atsın, goller attırsın, fiyatı tavan yapsın ve biz alamayalım. Kaçan fırsata biz şu an nasıl üzülüyorsak, bu fırsatı kaçırtanlar da üzülsün, kafalarını duvarlara vursun.

Go Gio Go!!!