burak yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
burak yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Perşembe, Eylül 18

Islık Seni Çağırıyor




Aslında ne kadar ilginç... 12-13 yaşlarında Hakan Şükür'e, Bülent Korkmaz'a, Hagi'ye rol moedli olarak bakarken ve biat ederken şunu düşünüyordum: "Bir gün bu takımda benim yaşımda futbolcular oynayacak. Ben yine tribünde olacağım ve o zaman onları deli gibi kıskanacağım, belki de sırf bu nedenle onlara karşı negatif duygular besleyeceğim"

Daha önce bu blogda hayat planladığınız gibi şekil almıyor tarzı bir cümle kurmuştuk değil mi? Demediysek de ilk olsun.  

Burak Yılmaz ve Selçuk İnan 1985 doğumlu iki oyuncu. İkisini de belirli bir derecede seviyorum. 10 sene önce önümüzde top oynayan "Mahallenin en şık abileri" gibi değiller ama en azından "bizim sınıftan çocuklar" havası var..

Tahmin etmiyordum böyle olacağını. Ama nedeni basit. Birincisi artık tribünde değilim. Bunun nedenleri çok farklı, konu o değil. İkincisi, Hakan, Hagi, Hasan Şaş gibi adamlarla ortak özelliklerim yoktu. Zaten o nedenle onlar kahramandı. Burak ve Selçuk ile kısmen ortak yön bulabilirim. 

İkisi de, diğerleri de, ben de ve benim arkadaşlarım da bu dönemde Türkiye'de para kazanmaya çalışıyoruz. Yetenkleri doğrultusunda kazandıkları para az veya çok olabilir, kıskanmıyorum da... Özünde hepimiz hayatımızı sürdürüyoruz. İşlerini yapıyorlar, yapıyoruz...

Hal böyle olunca onları farklı değerlendiriyorum. Korumacı bir tavır diyemem keza tribünde değilim. Ama empati kurabiliyorum. Burak ve Selçuk'u ıslıklayan kitle, yarın benim yaptığım işi de eleştirecek. Gittiği lokantada garsona surat yapacak, bindiği uçakta hostese ızdırap olacak, çocuğunun öğretmenine giderlenecek, hastanedeki doktora atarlanacak... Fakat bu ülkede en çok futbol konuşulduğu için, Selçuk ile Burak haftada iki kez herkesin gözü önünde sahaya çıktığı için en çok onlar eleştirilecek. Bu da olağan ve kanıksanmış bir durum.

Ve işte tam bu noktada, umarım Selçuk ve Burak daha çok ıslıklanır diyorum. Şaşırdınız değil mi? Galatasaraylı tarafım "Beyler topçuya sallamayın" derken, Selçuk ve Burak'ın sınıf arkadaşı olan diğer tarafım "Islıklayın" diyor. 6 ay önce büyük takıma gelen Veysel için daha farklı düşünüyorum. Falat Selçuk ve Burak için tam olarak böyle düşünüyorum.

Çünkü, onlar yeteneklerine ve imkanlarına ihanet edip kolay olanı seçtiler. Bizim elimizde olmayan fırsatlar onların önündeydi fakat onlar daha kolayı tercih ettiler. Ne yaptılar? Türkiye'de kaldılar. Avrupa'ya gidebilme, sınıf atlayabilme imkanları varken onlar küçük köylerinde kral olmayı tercih ettiler. Zannettiler ki, o dönem gösterilen sevgi, kariyerleri bitene kadar onlarla beraber gelecekti. Tribünler onların adını sayıklayacaktı. Böyle olmuyor. Hiç bir zaman böyle olmadı. Daha önce de birçok yıldız isim, hatta bayrak adam ıslıklandı. 

Üstelik o zamanlar stadyumlar küçük olduğu için tribünler daha kolay kontrol ediliyor, tepki bir sınırı geçmiyordu. Elano'yu ıslıklayan adam atılan golden hemen sonra dayağını yiyordu. Şimdi ise büyük stadyumlar linç kültürünün gelişmesi için hizmet ediyor. Kartopu, çığ oluyor. Pas hatasından yükselen  uğultu, ertesi hafta yana verilen pasla ıslığa dönüyor...

Bu hemen hemen devamlı böyleydi ve en az 20 sene daha, bir kuşak değişene kadar devam edecek. O alttan gelen kuşağın da aynı şekilde devam etmeyeceğinin garantisi yok. Bunları bilerek burada kalan, burada "Dolce Vita" yaşamayı tercih eden futbolcu bunu hak ediyor. Hak ediyor çünkü "bile bile lades" diyor. Belki de klasik Türk kafası, "Bana bir şey olmaz"... Oluyor ama...Herkese oldu.

Belki Burak ve Selçuk biraz daha ıslıklanır da onları gören genç futbolcular, ilerleyen dönemde fırsat bulduklarında yeni bir adım atarlar kariyerlerinde. Bu sadece onlara değil, onları izleyen bizlere bile yenilik katar. Cesaret verir.


Yani belki de bu ıslıkların iyi bir tarafı vardır...

Perşembe, Nisan 10

Oyuncu Gözü




"Ben ikinci ligde forma giyiyordum, Tigana Beşiktaş'a transfer olmamı sağladı. Benim için büyük hoca, bana çok güvendi ve 43 maçta forma şansı verdi. Ben Fransızca bilmiyorum ama ortak bir arkadaımız var. Onun üzerinden konuşuyoruz. Beşiktaş'ta bir dönem çok iyi performans gösteremiyordum. Ama kendisi beni, "Burak çok daha iyi olacak" diyerek savundu. Halen de beni takip ediyor. Önemli her maçımdan sonra beni arar ve konuşuruz"

Pazar, Kasım 24

100


 Burak Yılmaz için neler düşündüğümü,en kötü döneminde bile neler yazdığımı herkes biliyor. Tekrar yazmaya gerek yok.

Hayatımın çok fazla maça gitmediğim bir döneminde Burak'ın tarihe geçecek 100.golüne tribünde tanıklık etmek hoş bir anı oldu. Umarım en yakın zamanda Avrupa'nın baba liglerinden birinde forma giyer.

Salı, Mayıs 21

Adam Olacak Çocuk


Dikkatinizi çekerim, öncelikli hedefi 3 büyük takımdan birinde oynamak değil, 3 büyük takımda oynamak.

Pazartesi, Mart 18

Kralın Takımı



İspanya'da Kral'ın Takımı olarak bilinen Real Madrid'in hocası Jose Mourinho Kayseri'ye gelerek Kral'ın takımını izlerdi.


Hakan Şükür'ün seneler boyu oynadığı takımda başka birine kral denmesini sevmesem de Burak Yılmaz için bu kuralı ara ara bozabiliriz. Kral, iki gol attı, tribündeki hocasına mesaj verdi. Yani gelecekteki hocasına. 

İnşallah tez zamanda Avrupa sahalarında görürüz kendisini.

Çarşamba, Mart 13

8 Matches - 8 Goals


Burak Yılmaz'ın attığı her kritik golden sonra bu tarz postlar atmaktan bıktım ama.... Şaka yapıyorum; hiç bıkmadım, sonuna kadar yaparım...

Onu hala Galatasaraylı futbolcu gibi görmüyorum. Daha başka bir bağ var. İnşallah en kısa zamanda Avrupa liglerinde oynar... Hakan Şükür 29 yaşında Inter'e gitmişti, Burak daha geç kalmış sayılmaz.

Cuma, Şubat 22

7



Burak her gol attıktan sonra böyle yazılar yazsam (ki yazmaya hakkım var), blog fangirl'lerin tumblr sayfasına döner. Ama şunu tekrar belirtmek lazım, Burak'ı bir hayranı gibi değil, menajeri belki de ilk hocası gibi seviyorum, takip ediyorum. 

İşte bu fotoğrafın çekildiği yıllarda Burak'ın adeta tek koruyucusu gibiydim. Yerden yere vuruluyordu.  İstanbul'a yeni gelmişti. İnönü'de 7 numaralı formayı giyiyordu. 7 numara yüzünden C.Ronaldo ile bile bağdaştıranlar oldu, belki de bu yüzden "kötü bir sağ açık" olduğu zannedildi ve İstanbul'dan gönderildi. 

Zirve yürüyüşü Trabzon'da başladığı günlerde bile Trabzonspor'u takip eden bazı gazeteciler hala ona "fiziği tam topçu fiziği ama futbolcu olmaz ondan" diyordu. Önünde olan biteni bile göremiyordu insanlar. Önyargı işte...

Uzatmayalım; 7 numara, bu sezon Şampiyonlar Ligi'ndeki 7.golünü Schake'ye attı. Portekizli, İngiliz, Alman hiç fark etmez. Avrupa'nın en büyük organizasyonun en çok gol atan futbolcusu. Ötesi yok. 


Şampiyonlar Ligi'nde en çok gol atan Türk futbolcu 13 golle Hakan Şükür. Burak Yılmaz'ın bu senesini extrem bir örnek olarak düşünsek bile ve onun bu seviyede 3-4 sene daha futbol oynayacağını tahmin edersek, her sene 2 gol atarak Hakan Şükür'ü geçebilecek. 

Hakan Şükür futbolu bıraktıktan sonra onu daha önce herhangi bir konuda geçen var mı? 

Perşembe, Aralık 6

Üzgünüm Ama Yine Attı


Yeni bir unvan daha; yazalım; Şampiyonlar Ligi'nde grup aşamasında en çok gol atan Türk futbolcu...

Siz okumaktan sıkıldınız ama ben yazmaktan sıkılmayacağım sanki. Sigara içen biri olsaydım Burak'ın attığı her golden sonra "başaracağını biliyordum" rahatamasının sigarasını yakardım. 

Burak'ın gol attığı her maçtan sonra, bana selam yollayıp "Kutay olmasa bugünlere gelemezdim" demesini o da olmazsa telefon açıp "abi senin sayende, çok destek oldun"  demesini bekliyorum. 

Yalnız her attığı gol onun hayran sayısını arttırıyor. Ben de artık başka birini bulayım diyorum, Umut falan mesela. Ama olmuyor. Adam gol atınca, sanki onu sokakta keşfeden menajeriymişiz gibi bir huzur kaplıyor. Eşe dosta karşı verdiğim en dişli savaştı, kazandım. Bundan sonra atılan her gol sayesinde İddaa diliye handikapa gidiyyor.

Bu arada biri çıkıp "Burak CL'de ikinci turda gol atamıyor" falan desin de turun kapısını aralayalım. Puf puf...

Bu arada adama Kral demeyin. Kral bir tane



Pazar, Kasım 4

Kırıldım



- Trabzon'a giderken aklında neler vardı?

- Trabzon'a giderken bu seviyeler özelinde son şansım olduğunu biliyordum. Herkes benim potansiyelimin farkına varmıştı aslında, sadece "hadi" deniliyordu, "çık göster kendini". 

(Galatasaray Dergisi Ekim 2012 Sayısı)

Burak Yılmaz, bu herkes'i açıklasın. Kırgın kere kırgınım

Burak'ın kılına zarar gelse panter kesiliyoruz, o bizi burada harcadı.

Çarşamba, Ekim 31

Cuma, Ekim 26

Burak II



Burak hakkında bir şeyler yazacağız dedik, üzerinden 3 ay geçti. Transferin gerçekleştiği gün, yeni bir başlangıç gibiydi ama aslında sondu. O yüzden geçen sürede yazacak cümle bulmakta zorlandım. En azından ilk Şampiyonlar Ligi golünü attığı maçtan sonra yazmak güzel zamanlama olacak.

Daha önce çok defa yazmıştım. Burak Yılmaz'ın Trabzonspor'daki ilk günlerinden. Antalyaspor zamanlarında, Beşiktaş yıllarında blog tutulsaydı o zaman da yazardım. Beşiktaş'ta oynarken onu izlemek için idmana gidiyordum (O zaman maç parası sıkıntımızı vardı). Çünkü çok eleştiriliyordu. Biz futbolcuyu FM'den değil, alt liglerin toprak sahasından keşfettiğimiz için, yani canlı canlı bütün kariyerine (en azından görebildiğimiz kadarına) şahit olabildiğimiz için iki eleştiride onu yalnız bırakmayı şık bulmadık. Bir de aynı yaştayız, biz boşluktayız o yıllarda, o adam Beşiktaş'ta top oynuyor. O başarırsa biz de başarırız gibi geliyor. (Niye sürekli biz diyorsam)

Burak'ın Aragones'in fazla şans vermediği Fenerbahçe dönemini saymazsak her zaman standart üstü bir futbol oynadığını düşündüm. Ama Mehmet Demirkol'un dediği gibi, "başkalarını yıldız yapacak performanslar Burak için yeterli değildi". Beğenilmiyordu, yerin dibine sokuluyordu. 21 yaşında İstanbul takımında 43 maça çıktı ama yeterli görülmedi.

O zamanlar çok savundum. Ben savundukça, tartıştığım insanlar, gülmeye benimle dalga geçmeye başladı. Onlar dalgasını geçince ben daha çok savundum. Fenerbahçeliler ve Beşiktaşlılar onun topçuluğunu sorgularken ben inadına "İnşallah bize gelir" dedim.




Bütün o süreçleri hatırlayınca, Burak'ın Galatasaray'a imza attığı akşam yaşadığım mutluluk tarif edilemez. Gol attığında bile seviniyordum, bazılarına "kapak olsun" diyordum, bazılarına Cavcav tarzı kol kaldırıyordum. Şimdi, Galatasaray formasını giyecek, giyiyor..

Artık onun futbolculuğunu tartışacak değilim. İstediğimi aldım. İstediğimi gördüm. Hatta geçen 3 ayda Burak sevgimin eskisi kadar olmadığını fark ediyorum. En azından eskisi kadar hırslı değilim. Eskiden "Burak'ı oynatmayan hocanın kafasına tüküreyim" derken, şimdi "bence Umut-Elmander oynamalı" diyorum. Zaten artık Galatasaray topçusu, seveni çok, bizim sahip çıkmamıza gerek kalmadı. O yüzden bu yazı gecikti.  Bursasporlu'nun 2010'da şampiyonluk yaşaması gibi. Şampiyon olduk, hedefe ulaştık, bundan sonrası işin ekstrası.

Bu yazı niye Burak II diyenler için, birincisi

Perşembe, Temmuz 19

Gir Oyuna


Burak Yılmaz saha kenarında....

Ayrıntılı Burak Yılmaz yazısı gelecek. Senelerdir bekliyorduk, yazacağız tabi.

Salı, Mayıs 1

Hem Golcü Hem Sempatik



- Taraftardan aldığın en iyi geri dönüş neydi?

- Kaçırdığım penaltıdan sonra bütün tribünün "Burak Yılmaz" diye bağırarak bana destek olması. Çok mutlu oldum, çok duygulandım. Bir penaltı daha kaçırasım geldi..


Pazartesi, Nisan 16

Senenin Kralı




-
Hiç kendi kendine konuştuğun oluyor mu?

- Hayır, ama kendi kendime düşünürken, "Of, puf,oh be" dediğim olmuştur

Puf puf yaparak 32 gol

Perşembe, Aralık 15

Al Onu Hocam

Önce eski takım arkadaşı, bizim yeni reyis, göz hapsine aldı...

Sonra Kaptan, sırtını sıvazladı, gönlünü hoş tuttu, yüzünü güldürdü

En son Hoca geldi, bağrına bastı, kulağına birşeyler fısıldadı..

Al onu hocam, getir buraya

Salı, Mart 8

Adam Rüştü


Başlıktaki laf bana ait değil. Burak Yılmaz söylüyor. Oysa Burak bunu demeden 1 dakika önce Rüştü, ceza sahasında düşen Burak'a hakemin kart çıkarmasını istiyordu. Olay entersan; Rüştü ise dürüstlük timsali olarak taşındı sayfalara.

Yıllardır futbol oynayan ve saha içinde hiçbir çirkin olaya karışmayan Rüştü'yü tartışacak değiliz. En azından Rüştü, benim tuttuğum takımda oynamadı, kendisi hakkında fazla yorum yapmam, tanımıyorum (Galatasaraylıları çok tanıyoruz sanki). Diğer 2 İstanbul takımı taraftarı Rüştü'yü daha iyi analiz ederler. Fakat dışarıya/bize yansıyan imaj; Rüştü'nün temiz/güzel bir adam olduğunu gösterir. Fakat bu olay vicdani olarak rahatsız edici. En azından beni rahatsız etti.

Olayın futbol ve hakem kararı konusunu bir kenara bırakalım. Hakem bir karar verdi. Doğru veya yanlış. Penaltı veya değil. Bu karardan sonra Rüştü, Burak için sarı kart istemesi nedeniyle sarı kart gördü. Ardından Burak da sarı kart gördü. Sarı kart gören Burak, hakeme kendini atmadığını ifade etmek isterken Rüştü'den yardım istedi. Rüştü de Burak'ı onayladı. Pozisyonun penaltı olduğunu ifade etti ve başta pozisyonun diğer aktörü Burak Yılmaz olmak üzere tüm Türkiye'den övgü aldı.

Benim rahatsız olduğum konu tam olarak burası. Rüştü'nün 1 dakika içinde çok farklı iki kişiliğe bürünmesi. Oysa bunlar iki zıt karakterin yapacağı davranışlar. İki davranışı aynı kişi üstelik aynı anda yapınca samimiyetin azaldığını düşünüyorum.

Pozisyonun hakem ve kural açısından doğru yorumlanıp yorumlanmadığı önemli değil. Bildiğimiz iki şey var. Biri Rüştü'nün pozisyonda Burak'ın kendini yere atmadığını bilmesi, diğeri Rüştü'nün Burak için sarı kart istemesi. İlkini biliyoruz, çünkü bugün Rüştü'nün bu güzel davranışı manşetlerde. İkinci olayı da biliyoruz çünkü Rüştü kart istediği için sarı kart gördü.

Bu olay şuna benzemiyor mu? Rüştü bir suç işliyor. Bu suçtan dolayı ceza almadığı gibi, savcılar olaydan dolayı başka birini (Burak) suçluyor. Rüştü önce, "suçlu Burak onu cezalandırın" diyor, hakimler de Burak'ı cezalandırıyor. Ardından Rüştü, cezalandırılan Burak için "senin suçun yoktu" diyor.

Muhakkak kararlar Rüştü'nün hareketleriyle, davranışlarıyla verilmedi. Ama ortada bir vicdan var. Kendimi Rüştü yerine koyuyorum. Burak'a bir hareketim oluyor, cezası penaltı. Hakem penaltı vermiyor. Bu dakikadan sonra kalkıp "pozisyon penaltı" deme cesaretini gösterebilir miyim bilmiyorum. Gösteririm dersem yalan söylemiş olurum. Bu ütopik bir davranış olur, ve bunu birinden beklemek hayalcilik olur. Fakat bu dakikadan sonra, kalkıp diğer kişinin cezalandırılmasını isteyeceğimi sanmıyorum.

Burak'a bir hareketim olsa, hakem penaltı vermese, artık olaya dahil olmazdım. Rüştü, Burak'ın kart görmesini istiyor. Bu vicdana, en azından benim vicdanıma uygun değildir. Rüştü'nün yaptığı hareketin kavramsal karşılığı nedir acaba?

Belki sırf bu hareketin vicdanıyla o dakika içinde penaltı olduğunu belirtmiş olabilir. O da sadece Rüştü'nün bildiği bir şeydir. Fakat olayı ilk gördüğüm anda samimiyetsiz bir kurgu hissettim. Biraz tribüne oynanmış sanki (Beşiktaş tribününe değil tabi ki, Türk Spor tribününe). Olay beni rahatsız etti, belki ben yanıldım. Fakat, eğer gördüğümüz gibiyse Rüştü'nün övgü almasını gerektiren bir olay değildir, tam tersine Rüştü için tatsız bir olaydır.

Salı, Şubat 8

Biz Seni Göremedik


"Türkiye Kupası finali oynayacaktık ve üç gün önce Ankaragücü'ne 1-0 yenilmiştik. Yemek yediğimiz sırada yanımızda iki yaşlı teyze vardı. Birisi "Burakcım sen Ankaragücü maçında oynadın mı?" diye sordu. "Oynadım" deyince, "Haa, biz seni göremedik de" cevabını verdi."

Tam Saha Ocak 2011 Sayısı

Çarşamba, Şubat 2

Burak Yılmaz - Beşiktaş Niye Olmadı?


Burak Yılmaz ocak ayında Tam Saha'ya röportaj vermiş. Orada Beşiktaş yıllarına (daha doğrusu aylarına) dair birşeyler söylemiş. Benden biraz beyin fırtınası, biraz komplo teorisi, gerisi sizden. Önce Burak ne demiş onu yazalım.

"Bir kere o sırada sadece 20 yaşındaydım ve futbolu yalnızca yeteneklerimle oynamaya çalışıyordum. Beşiktaş'a gitmemi de bir hata olarak değerlendirmiyorum çünkü pişman değilim. Fenerbahçe'de, Manisaspor'da, Eskişehirspor'da oynadığım için de kendimle gurur duyuyorum. Ama tabii ki yapmış olduğum hatalar var. Beşiktaş'a küçük bir şehirden ve bir 2. Lig takımından gittim. 20 yaşındaki genç bir futbolcunun üstesinden gelmesi gereken pek çok zorluk vardı. Medya ilgisi, taraftar baskısı gibi. Ben bunların üstesinden gelemedim. Aslında ilk dönemde işler iyi gitmişti. 43 maç oynadım, goller attım. Fakat medyanın bu kadar güçlü ve etkili olduğunu bilmiyordum. Açıkçası futbol dünyasını hiç bilmiyordum. Futbolun sadece sahada oynanmadığı, belirleyici olanın sadece sahadaki performansınız olmadığını gördüm. İkili ilişkilerin ön plana çıktığını gördüm. Kamuoyuyla ilişkilerin önemini gördüm. Medyayla, taraftarla ilişkilerin ne kadar önemli olduğunu öğrendim. Bunların hepsinin bir bütün olduğuna inanıyorum."

Koyu renkli yerler daha da önemli. İkili ilişkiler, kamuoyuyla ilişkiler önemli diyor. Burak'ı o sene Tigana baya oynatmıştı, Burak 43 maç diyor zaten. İstanbul'a forvet-forvet arkası olarak gelmesine rağmen Tigana ondan sağ açık olarak faydalanmıştı. Ben, o sezon Burak'ı Süper Lig'de ilk sezonunu geçiren 20 yaşındaki bir futbolcuya göre oldukça beğenmiştim (3 büyüklere 2.Lig'den gelen futbolcuların şu anda hala tutunamadığını hatırlatalım; Musa, Batdal, Rıdvan hatta ilk 11 adamı olamayan Ersan). Tigana da Burak'ı beğenmiş olacak ki sezon boyunca ondan vazgeçmedi.

Fakat hatırladığımız bir başka şey, Burak uzun süre eleştirilmişti. Basında vardı eleştiriler, tribünde de vardı. Tribün, o seneye Burak'tan daha kötü başlayan Baki'ye bile daha büyük sevgi gösteriyordu mesela.

Son olarak; Tigana gidince Burak da Beşiktaş'ta kalmadı. Burak, Holosko'ya karşılık verilmişti (artı para), şu an Burak lider takımın en golcü futbolcusu, Holosko ise Beşiktaş'tan gönderildi. Gerçi şu an Burak'ın oynadığı yerde Quaresma var, belki de Avrupa'da mevkisinin en yetenekli 10 futbolcusundan biri. Zaten Beşiktaş tribünleri o dönem 7 numaralı formayı giyen Burak'tan ciddi anlamda Q7 ve CR7 performansı bekliyordu.

Burak'ın demeçlerine geri dönelim. Kamuoyu ile, basın ile, tribün ile iyi geçinmek. Galatasaraylı olarak basınla iyi geçinen topçunun bir takımda nasıl uzun süre kalabildiğini en iyi bilenlerdeniz. Yazının bundan sonrası komplo teorisi.

Arif Erdem'i kesen santrfor, Hakan Şükür'ün gazetelerde-kanallarda çalışanlar üzerindeki etkisi yüzünden sıkıntı yaşardı mesela. Veya Arda'dan daha yetenekli orta saha hele yabancıysa çok çekmiştir son 3 yılda. Burası komplo teorisi, bundan sonrası beyin fırtınası.

Burak Yılmaz oynuyor diye forma şansı bulamayan futbolcu var mıdır, varsa kimdir mesela? Burak, sağ kanatta oynamıştı. Burak oynamasaydı, o mevkide oynayacak adamlardan biri Ali Güneş'tir. Ali Güneş'in menejeri kimdi çok net hatırlamıyorum ama sanırım şu meşhur menejerlerden biriydi. Ali Güneş'in Beşiktaş günlerinden akılda kalan 2 şey vardır. Biri 4-3'lük Kadıköy galibiyetinden sonra Star'da "Anelka bizi maymun etti ehehe" diye konuşması, ikincisi de Tigana ile yaşadığı savaş.

İkinci futbolcu Mehmet Yozgatlı. Bir başka sağ kanat. O niye Beşiktaş'a geldi hala bilmiyorum, anlamıyorum. O da az işle çok iyi kariyer yapan futbolculardan biridir. Kariyerinde 1 sezon top oynadı; onda da Fenerbahçe'ye transfer oldu. Burak Yılmaz Beşiktaş'tan giderken Mehmet Yozgatlı hala takımdaydı ama yine oynayamadı.

Burak Yılmaz var diye, Tigana'nın can düşmanı Sinan Engin'in manevi oğlu Serdar Özkan da bir sezon daha kiralık olarak yollanmıştı, sanıyorum o sezon Serdar'ın Samsunspor sezonuydu.

Olay bu. Yazının konusu muallak. Ama bir ana fikir çıkaralım. Galatasaray ve Beşiktaş arka arakaya 2 sezon boyunca devrim yapma imkanı yarattı kendine. Ama iki camia da bunu istemedi. 2007'de Tigana, 2008'de Kalli devrim şehitleri olarak futbol tarihimize yazılabilir.

Tigana'nın başını ağrıtan konulardan biri de Burak Yılmaz oldu. Aragones'in Fenerbahçe'si dışında gittiği her takımda vasatın yukarısına çıkmıştı, buna Beşiktaş da dahildi. Fakat Beşiktaş'ta biraz Tigana'yı harcamak öne sürülen bir yem oldu.

Sonuç olarak şu an herkes mutlu. Burak Yılmaz lider takımın en golcüsü, İnönü kapalısının önünde Quaresma oynuyor, Tigana ülkesinin en iyi takımlarından birini çalıştırıyor, Yıldırım Demirören de hala başkan. Bu yazı da sebepsiz ve sonuçsuz bir yazı olarak yerini alabilir.

Cumartesi, Aralık 18

Burak ve Trabzon

Burak Yılmaz'ı her zaman sevdim. Beğendiğim bir futbolcuydu. Antalyaspor'da zaten herkesin dikkatini çekmişti. Beşiktaş için biraz erken geldi. Aslında bence iyidi ama nedense orada sevilmedi. Oysa o sezon o takım için her şeyi deneyen adam oydu. Yaptığı bir çok şeyi yanlış ve başarısız yapsa da "yapan" oydu. Fiziği ve hızının yanında bu da önemli bir artıydı. Süper Lig'deki ilk deneyimini, ilk sezonunu İnönü Kapalısı'nın önünde, üstelik tam önünde ve hiç alışık olmadığı yeni bir mevkide yaşamak zordu. Bende elinden geldiği kadar becerse de kaçan şampiyonluğun faturası ona çıktı.

Fenerbahçe'de tam olarak ne yaşadı bilmiyorum. Savunulacak bir tarafı yok ama eleştirilecek bir tarafı da yok. Ve artık Trabzonspor'da. Tamam Şenol Güneş büyük hoca, katkısı olmuştur ama Tigana da büyük hocaydı. Ve Burak'ı en çok geliştiren odur belki. Ama camianın sahiplenmesi bazen teknik adam katkısından daha fazla oluyor.

Yukarıdaki fotoğrafta beraber 3lü çeken takımın bir parçası Burak. O yüzden gol atması şaşırtıcı değil. Bu seneki oyunu şaşırtıcı değil. Zaten ondan bu tarz şeyler bekleniyordu. Umarım devam eder. Burak gol atınca, menajeri benim kadar sevinmiyordur. Az dalga geçilmedi benle "Burak iyi topçu" dediğimde.
***
Dün maçın son 25 dakikasına baktık. İk haftadır Trabzonspor maçını izlemeye oturuyoruz ve ardından Trabzonspor maçı kazandıran golleri atıyor. Dün Engin Aktürk o golü atmasa Tomiç için 1993 yılındaki F.Layiç derdik, Sami Yen ahalisi hatırlar.
***
Trabzonspor ilk yarının lideri. Değişik şeyler oluyor. Trabzonspor zirvede, Burak Yılmaz iyi.

Çarşamba, Şubat 3

Burak


Sene kaç tam hatırlamıyorum. 2000lerin başı. Lisedeyiz. Hayatımın artık futbol odaklı olduğuna iyice inandığım, anladığım günler. Nerede maç var izliyoruz. Üstelik şimdiki gibi her ligi farklı bir kanal da vermiyor ama daha çok maç lzliyoruz. İşte o günlerde bir çocuk gözümüze çarpıyor. TRT'nin alt lig maçlarını verdiği zamanlar.

Topçunun adı Burak. Antalyaspor'da oynuyor. Uzun boylu, büyüklerin "topçu fiziği" dedikleri anatomi onda mevcut. Ayağı topa hakim, hızlı da. Herşey var onda. Arkadaşlarımızın futbolcu sarrafı babaları, mahallenin scout abileri "bu çocuk büyük topçu olacak" diyorlar. Aksini iddia eden yoktu zaten.

Bu Burak bizle yaşıt bir adam. Belki de o sayede bir yakınlık kuruyoruz. Hani futbolcu olmasa bizim sınıfta olacak gibi. Gerçi aslında bu yaklaşımla ona gıcık kapmak lazım. Bizim sınıfta olsa, şımarık haliyle bütün kızları götürürdü, biz de sap gibi takılırdık. (Gerçi biz yine sap takıldık ama bunun konuyla alakası yok).

Sonuçta biz bu arkadaşın patlama yapmasını bekledik. Quaresma'ya benzetiyorduk. Bilemedik, kariyerinin ve talihin de Queresma gibi olacağını. Sanırım bu noktada C.Ronaldo kim diye soranlar olabilir; Arda diyebiliriz. Burak'tan daha sonra ortaya çıktı ama daha çabuk gelişti, daha hızlı ilerledi.

Gerçi Beşiktaş taraftarı onu Ronaldo'ya da benzetmişti ilk zamanlarında. İnönü'de yapılan idmanlarda tribünler ona "Ronaldo çükünü yesin senin" diyordu. Bunda Tigana'nın payı büyüktü. Burak'ı sağ kanatta kullanmıştı. Biz onu forvet ve forvet arkası olarak izlemiştik oysa.

Kilit nokta buydu. Herkes ondan Türkiye'nin Ronaldo'su olmasını istemişti. Hatta abartıp Ronaldo futbolu bekleyenler de olmuştu. Onun handikapı bu olmuştu. Demirkol'un dediği gibi, başkalarını yıldız statüsüne taşıyacak futbolu Burak oynadığı zaman "Burak yine vasatı aşamadı" dendi.

Ve bir başka yanılsama, Burak'ın sanki Queresma gibi Barca'da, Ronaldo gibi United'da oynadığını sandılar. Oysa, Beşiktaş'ta Tigana onu Kapalı'nın önünde sağ kanatta oynadığı zaman, Burak ilk defa sağ kanatta oynuyordu. İlk defa Beşiktaş gibi büyük bir takımda oynuyordu ve hatta ilk defa Süper Lig'de oynuyordu.

Buna rağmen, Beşiktaş'ın İnönü'de Kezman'ın golüyle Fenerbahçe'ye yenilerek şampiyonluğu kaybettiği sezonun en efektif adamıydı. Bütün toplar sağ tarafa atılıyordu. Her atak Burak ile başlıyordu. Burak kaleye şut çekiyordu (genelde isabetsiz), orta yapıyordu (genelde hedefi bulmayan), çalım atıyordu (genelde gereksiz) ama sürekli deniyordu Ve daha 22 yaşındaydı ve ilk defa bu kadar üst düzey bir oyuna dahil oluyordu.

Yarım sezon sonra Burak Beşiktaş'tan gitti. Manisaspor'da yarım devrede kendini toparladı. Sonra Aragones ve Fenerbahçe. Yanlış bir tercihti. Gol kralı ve milli takım santrforu Semih'in forma bulmakta zorlandığı Fenerbahçe'de Burak'a sıra gelmesi olanıksızdı. Olmadı. Bu sene Eskişehirspor da Manisa günlerini arattı. Ama eskisi gibi pasif de değildi.

Ve bu hareketli ve değişimli yıllarda Burak rotasını Trabzon'a yöneltti. Henüz 24 yaşında ama 3 büyüklerde oynadı. Sergen ile aynı rekoru elde etmek için bizde de oynaması lazım. Galatasaray'a gelmesi için önünde 10 sene daha var. Sergen gibi potansiyelli, gelebilir. Sergen gibi kafası dağınık, gelemeyebilir. Burak'ın en büyük eksiği de burada karşımıza çıkar zaten. Futbolcu olmak için gereken herşey onda mevcutken, sporcu olmanın ilk şartı olan mental düşünce Burak'da eksik.

Tigana'dan sonra Şenol Güneş ile çalışmak ona çok şey katacaktır. Tigana yetiştiren bir adamdı ve kısa kariyerinde sadece forvet oynamış bir adamı sağ kanatta oynatarak ona çok şey kattı. Şimdi Şenol Güneş gibi bir zihin koçunun yanında olacak. Onun tek eksiğini düzeltebilecek belki de tek adam.

Şehrin Trabzon olması onun için handikap olarak gözükebilir. Am değil. Burak, ilk "Süper" senesinde sabırsız Çarşı'nın önünde oynayarak baskıya alışmıştır. Ve Trabzon, ne bir İstanbul, ne İzmir'in dibi Manisa, ne üniversite şehri Eskişehir'dir. Bir futbol şehrinde, akşam namazının sünnetiyle farzı arasında Trabzonspor'un konuşulduğu bir şehirde, bir futbolcu tarlasında onu en iyi hale getirebilecek Şenol Güneş ile beraber.

Fakat Bross'dan replik çalarsak, Trabzon bir futbolcu mezarlığına da dönüşebilir. Nereden baktığınıza bağlı. Daha doğrusu Burak'ın nereden baktığına. 20 yıllık futbolcu izleyicisi olarak zamanında en çok güvendiğim genç topçuydı Burak. Biraz da bu nedenle başarılı olmasını istiyorum. Sanırım Burak'ın kendisi bile bu kadar istemiyor. Ama kendisine benden daha fazla güveniyor ki bu onun ya artısı ya da eksisi olacak. İkinci devrenin en merakla beklenin adamı Burak Yılmaz'dır.