bursaspor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bursaspor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazartesi, Mart 6

Mesaj



Tribünlerde ırkçılık evrensel bir sorundur. Sadece Türkiye ile sınırlandıramayız. Avrupa da bu konuda geniş bir sicile sahip. Tabi yetkili kurumların bu sorunu nasıl değerlendirdiği ve nasıl çözmeye çalıştığı apayrı konular.

Fakat insan aynı... Kumaş aynı...

Yine de ırkçılık toplumsal hayata dair bir sorun olsa da tribündeki tezahürü, başka motivasyonlardan beslenir. O da rakip oyuncuyu veya rakip takımı yıpratma isteğidir. Mesela İtalyan bir takım Inter ile karşılaştığında tribünler ırkçılığı Lukaku üzerinden sergiler. Evet bu insanlar zaten ırkçı düşüncelere sahiptir. Fakat bunu her zaman göstermeyebilirler. Hatta belki de ideolojik olarak çok baskın da olmayabilirler. Stadyum ise iyi bir alan ve kısa bir süredir. Zira Lukaku tehlikeli bir rakiptir ve maçı kazanmak için onu moralini bozmak gerekir. Irkçı tepkiler de bunun en kolay yöntemidir. Mesela ırkçılık seviyesi aynı olan tribün, daha zayıf bir takımla karşılaştığında o takımın stoperine aynı tepkiyi göstermeyebilir.

Bu paragrafı, ırkçılığı meşrulaştırmak için yazmadım. Fakat tribündeki motivasyonunu da  iyi anlamak gerekir. 

Son 15 yılda Diyarbakır ve Bursa'da oynanan maçlar hepimizin aklında. Dünkü karşılaşma da bunun bir yenisiydi. Tezahüratlar, sahaya atılan maddeler, ortaya saçılan nefret... Bunların hepsine karşı duruyoruz ama her karşı çıkışımızda alacağımız cevap "Onlar da bize aynısı yaptı" oluyor. Haklılar mı tartışılır. Fakat bardak artık taştı zaten. Bunun devam edeceği aşikardır. Sadece siyasi tandanslı bir rekabette değil, derbilerde de bunu çok görürüz. "Onlar bizi böyle yendi, biz de böyle yeneceğiz."

Peki... Kabul etmiyoruz ama anlıyoruz. Irkçı tezahüratlar da maalesef bu işin bir parçası haline geliyor. O sertliği göstermek, rakip takımı yıldırabilir, sindirebilir. Ayrıca kendi cenahınızı yekpare hale getirmek için en iyi yöntemlerdir.

Fakat son maçta açılan pankart artık işin başka bir noktaya taşındığının göstergesi... Bu pankartın, sahadaki futbolcularla, maçı kazanmakla çok fazla alakası yok.

Lukaku kendisine söylenen ırkçı tezahüratlardan etkilenebilir, onun için pankartlar açılabilir çünkü direkt olarak o nefret edilen grubun bir temsilcisi. Pankartı gördüğüne hissettikleri başka bir şey olacaktır muhakkak...

Amedsporlu oyuncular ise aynı noktada değil. İlk 11'de sadece bir tane Güneydoğu doğumlu oyuncu var. Takımın Türkiye'nin hemen her bölgesinden oyuncusu bulunuyor. Oyuncuların çoğunun HDP'ye oy verdiğini de sanmıyorum. Hatta Bursaspor altyapısında futbola başlayan, Bursa'da daha önce top oynayan, ailesi Bursa'da yaşayan oyuncular var. Teknik direktörleri sağ tarafa mensup olduğunu bildiğimiz Amasya doğumlu Ahmet Yıldırım...

Tabi ki bunların hepsi insan. Haliyle soyunma odasında zorlanmaları, sahaya çıkarken su şişeleri ile karşılanmaları, ıslıklanmaları, yabancı madde yemeleri onları böyle bir deplasmanda zor duruma sokar.

Fakat pankartın onlarla hiç alakası yok. Çoğu Yeşil'in kim olduğunu fotoğraftan zor anlar. Daha çok Pala'yı tanırlar, ama Pala sevdikleri bir dizi karakteri bile olabilir. Beyaz Toros ile bir geçmişleri yok. Serdar Eylik oynuyor ilk 11'de, ne anlar o beyaz Toros'tan...

Türkiye'nin en organize, tribün kültürünü en iyi bilen, tribün geleneğini nesilden nesile aktaran tribünlerinden biri olan Bursaspor'un bunu bilmediğini sanmıyoruz.

Haliyle iş başka yere dönüyor. Öyleyse bu pankart, "ilk maçtakilerin hesabını sormak için yaptık" savunmasının üstünü çiziyor. Oyuncuların moralini bozmak, onlara cehennemi yaşatmak gibi bir amaca da hizmet etmediği belli.

Öyleyse bu; tüm Türkiye'nin izleyeceği belli olan bir maçta bir mesajdı. Kimin kime verdiğini anlaması da hiç zor değil.

Haliyle sadece Bursaspor tribünleriyle sınırlandırmak da haksızlık olur.

Maçtan sonra Zafer Partisi'nin attığı tweet bunun bir sinyaliydi. Komik olduklarını zannediyorlardı ama aslında pankartı sahiplenmenin mesajıydı. Herhalde Yeşil'i de Bursa'nın yeşili ile bağdaştıracaklardı. Kısacası pankartı sahiplenecek çok geniş bir çevre var. Pankartın muhattabi da Amedspor'dan daha fazlası...

Salı, Temmuz 21

Kim Gelsin #2020


İki sene önce, play-off maçlarının başlamasına birkaç gün kala böyle bir yazı yazmış, Süper Lig'e çıkacak üçüncü takımın gönlümüze göre olmasını istemiştik. O yılın dört takımına da mesafeliydim ama en mesafeli olduğum iki takım Ümraniye ve Gaziantep (o zamanlar Gazişehir) çıkamamıştı. Gerçi Gazişehir de ertesi sene çıktı. Belki de geçen sene böyle bir yazı yazmadığım içindir!

O finalde; o döneme kadar 'ligin yenisi' gözüyle baktığım Hatayspor, sempatimi kazanmıştı. Bu sezon işi şansa bırakmadan ilk sıradan çıktılar. İkinci sıradan da Erzurumspor bir kez daha lige yükseldi. Türk futbolunun yeni asansörü hayırlı uğurlu olsun! Peki üçüncü takım kim olacak? Ya da kim olsun?

Bu sene takımlar çok iyi. Köklü ve tarihi kulüpler ağırlıkta. Başakşehir'in altıncı şampiyon olduğu sene, beşinci şampiyon Bursaspor play-off oynayacak. Tarihin ilk Süper Lig sezonunda (1959) yer alan Karagümrük yeniden dönmek için mücadele edecek. Adana Demirspor, Adanaspor'un düştüğü sene lige çıkarsa ezeli rekabette farklı bir sayfa açacak. Son iki senede Türkiye Kupası finali oynayan (birini kazanan) Akhisarspor da tekrar geri dönmek için son dörtte ter dökecek.

Bu sefer dört takım da sempatik. Ama yavaş yavaş eleme yapalım. Önce Karagümrük. Kırmızı-Siyahlı takım çıkmasını en az istediğim kulüp. Aslında Karagümrük'ü ve İstanbul'un diğer semt takımlarını severim. Fakat yine de hızlı yükselişleri sevmem. Buralarda biraz zaman geçirmek gerektiğine inanıyorum. Biraz acıları görmek, çileleri çekmek gerek. Boluspor'un 13 senedir ne düştüğü ne çıktığı, aralıksız olarak kaldığı bir ligde bir sezon geçirip yukarı çıkmak haksızlık olur sanki... 

İkinci sırada; yani en çok istediğim üçüncü takım konumunda Bursaspor var. Aslında Bursaspor, bir zamanlar (Baliç) çok sevdiğim bir takımdı. O yaşlarda taraftarı olmayı dahi istemiştim ama bize değişiklik yapmak yakışmazdı! Ardından çok uzun seneler geçti. Takım, tribün, lige kattığı renk her zaman önemliydi. Fakat son dönemde inanılmaz işlere imza attılar. Bir kulüp bu kadar yönetilir! Üstelik sadece yöneticiler de değil; taraftarlar da kulübe çok yardımcı olmadı. Sabırsızlık, emek veren profesyonelleri beğenmemek, hatta bir dev aynasına takılı kalmak kulübün ezberi oldu. Süper Lig'den düşmeleri kaçınılmazdı. Hatta bu sezon bile aynı tarzda devam ettiler. Üç ayrı teknik direktörle çalışarak sezonu bitirecekler. Sanki hâlâ ders alınmamış gibi. O yüzden bana göre en doğrusu bu ligde biraz daha cefa çekmeye devam etmek...

En çok istediğim iki takımdan biri; Adana Demirspor. Aslında Adana Demirspor  benim tüm şartlarıma uyuyor. Köklü takım, çok iyi bir tribünü var, uzun zaman boyunca bu ligde zaman harcadı. Bir kere play-off finali, üç kere play-off yarı finali oynadılar. Hatta tarihte ilk defa sezonu yedinci bitiren takım play-off oynadı; o da Adana Demirspor'du. Diğer yandan iki sezonda ciddi ciddi küme düşme korkusu yaşadılar. Yani bu ligde geçirdikleri sekiz sezon boyunca her tecrübeyi edindiler. Artık zamanları geldi.

Fakat bu sezonun takımı en soğuk Adana Demirspor'du. Başkanları  Murat Sancak! En negatif kısım burası. Fakat kadronun kalitesi de çok üst düzey. Bu ligin üzerinde. Para harcandı ve Süper Lig ayarında bir kadro kuruldu. Hücum hattı inanılmaz. Mehmet Akyüz, Volkan Şen, Erkan Zengin, yabancılar... Aslında ilk ikiden çıkması gereken bir takımdan bahsediyoruz. Fakat bu 'üstünlük' de futbol seyircisinin her zaman hoşuna gitmiyor. Biz Davut-Golyat hikayelerini seviyoruz. Gerçi bu dört takım arasında öyle bir Davut yok ama Adana Demirspor fazla bir Golyat. Üstelik bu ağırlığına rağmen de rahat maç kazanamadı. Yani süper güçlerine rağmen 'korkutucu' bir Golyat da değil.

Geriye Akhisarspor kaldı. "Asansör takımları sevmiyoruz" dedik ama geçen sezon düşen Akhisarspor'a bir kez daha çıkması halinde asansör sıfatını vermek haksızlık olur. Zira Süper Lig'de geçirdikleri yedi sezonda güzel bir iz bırakmışlardı. Finaller oynadılar, Avrupa'ya gittiler, mütevazı bütçelerle birçok takıma örnek olacak kadro kurdular. Akhisar'ı sevmiştik. Bu sevgide özellikle Hamza Hamzaoğlu döneminin payı büyüktü. Geçen sezon küme düşmeleri ise bir bedeldi. Avrupa kupası oynayan Anadolu kulüpleri, o sezon ligi çok kötü geçiriyor. İki kulvarı bir arada götüremiyorlar, kadro planlamasında sıkıntılar yaşıyorlar. Daha önce Konyaspor direkten döndü, Malatyaspor bu sezon kabus yaşadı. Geçen sezon da bu diyet Akhisaspor'a denk geldi. O nedenle bir telafiyi hak ediyorlar.

Gerçi bu sezon genelinde çok iyi bir futbol oynadıklarını ifade edemem. Hatta bir dönem; oynadıkları dokuz maçtan sadece birini kazanabilmişlerdi mesela. Sezonun dörtte birlik bölümünde böyle bir seri yakalayan bir takımın lige çıkacak noktaya gelmesi bile ilginç. Fakat burası 1.Lig. Her şey mümkün.

Sonuç olarak gönlümüz daha çok Akhisaspor'dan yana. Fakat diğer takımlar da Süper Lig'e renk katacak kapasitede. Bu sezon play-off'ta içimiz daha rahat.

Çarşamba, Haziran 20

Anadolu'da Hedef Koymak



Samsun’a gittim ve dört sene orada görev yaptım. İkinci Lig’den çıktık, aynı sezon 1. Lig’i üçüncü bitirdik. Tanju (Çolak), Rıfat (Benli) gibi yetenekli çocuklar vardı. Tanju; son derece disiplinli, idman kaçırmayan, devamlı çalışan, takımla yaptığının üstüne bir de özel olarak bireysel idman yapan bir çocuktu. Kendine iyi bakardı. Bir tek sıkıntısı var; konuşmalarında itici davranıyor, nerede nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu. Samsun’a ilk gittiğimde orta saha oynuyordu ama santrfor özellikleri vardı. Bana göre, ayağının içini dünyada en iyi kullanan oyunculardan biriydi. Şut atmazdı o; yakalarsa ayağının içiyle direkt kalenin içine bırakırdı. Bir de tekrar metoduyla kafa vuruşunu geliştirmiştik. Bir taraftan Rıfat (Benli), öbür taraftan da Zafer (Çabalar) ortalardı. Tanju’ya haftada en az 250 kafa vuruşu yaptırırdım. Tanju’yu böylece santrfor yaptık.

Ertuğrul (Sağlam) da öğrencimdi, ona çok kızardım. Biraz topa ürkekliği vardı. Diğer oyunculara, bilerek “Sert oynayın!” derdim. Ancak antrenör olarak başardığı şeye saygım büyük. Bu ülkede üç İstanbul takımı şampiyon olur, kural budur bir bakıma. Bu yüzden Anadolu takımı futbolcularını inandırmak çok zordur. Bursaspor’u çalıştırdığım sezon (1980-1981) şampiyonluk yarışında çok fazla takım vardı. Galatasaray’ı yenmişiz, Beşiktaş’a beş gol atmışız. Topladım futbolcuları, “Bana bu dünyada en çok istediğim şeyi sorun” dedim. Sordular, cevap verdim: “Bursaspor ile şampiyon olmak, o takımın fotoğrafını evimin duvarına asmak ve torunlarıma bunun hikâyesini gururla anlatmak istiyorum.” Hepsi güldü, “Hocam bırak ya, ne şampiyonluğu” falan... Bu inançsızlık art arda mağlubiyetler getirdi. Çok iyi bir takımımız vardı hâlbuki. Samsun’da da yaşandı. Beşiktaş’ı yenmişsin, Fenerbahçe’yi iki kere mağlup etmişsin ama oyuncuların “Hocam, bizden şampiyon olmaz. Üçüncü olalım iyidir işte” diyebiliyor.

Fethi Demircan / Socrates Ağustos 2017

Pazar, Nisan 29

Racon


Bursaspor taraftarı ile Karabükspor taraftarı arasında bir husumet var mı bilmiyorum. Olsa sanki duyardık. En azından Beşiktaş, Eskişehirspor gibi tribünlerle aralarında olan şeyler  yok.

Peki madem öyle, Karabükspor'a dört gol attıktan sonra "Karabük öldü, Allah rahmet eylesin" ne demek oluyor? Zaten takım küme düşmüş. Gencecik çocuklar ligi tamamlamak için oynuyor. Karabükspor ile oynayan herkes üç puan alıyor. Üstelik Bursaspor o üç  puanı bile zar zor aldı. Zaten kendisi de ölüm tehlikesi altında. Bir iki  tane ters gelecek skorla küme de düşebilir. Geçen sezon takımın nasıl ligde kaldığı ortada, bu sezonu nasıl geçirdiği ortada...

Tüm bunlar bilinirken bir deplasman takımının tribününün, rakibini öyle yakalamışken bu tezahüratı bağırması bana şık gelmedi. Bursaspor'un çok daha büyük sorunları var ve bu sorunları için önce kendi kapısından temizliğe başlamalı. O sorunlar devam ederse bir iki sene içinde Türkiye'de başka tribünler onlar için bağıracak aynı tezahüratı. 

Pazartesi, Ekim 24

Yıkıl



Golden sonra tribüne koşan futbolcularla ilgili kafamda soru işaretleri oluşuyor, ama her şeye rağmen golden sonra tribünü çökertebildikleri için yine de olmaları gerektiğini düşünüyorum. Karışık bir cümle oldu ama olsun, ne de olsa 2-3 senedir tribünde olmayan biriyim. Duygular karışık.

Salı, Ekim 18

İstanbul'dan Esen Gaz



Bursaspor'un kendi sahasında iki puan kaybettiği, hatta rakibine oranla daha sönük bir futbol oynadığı haftada bunları yazmak biraz riskli olabilir. Fakat zaten hem konunun kendisi bir 90 dakikadan daha fazla, hem de alınacak galibiyetlerden sonra sinsice yazmaktansa böyle bir haftada konuyu öne çıkarmak daha sağlıklı.

Aslında artık Hamza Hamzaoğlu ve onun çalıştırdığı takımlar özelinde yazılar yazmaya çok hevesli değilim. Bir yerden sonra 'adamcılığa' kayıyor ve birçok işgüzarlığa neden oluyor. Fakat Galatasaray taraftarlarının çoğunun hâlâ hocaya dair taşıdığı takıntıdan kurtulamamış olması kısa bir hatırlatmayı zorunlu kılıyor. Her Bursaspor maçı öncesi, hevesle Hamza Hamzaoğlu'nun puan kaybedeceğini bekleyerek ekran başına oturanları görmek bu çatışmayı körüklüyor. Olay artık; 'iyi hoca-kötü hoca' tartışmasını geçti; yaşam tarzlarının, ekonomik sınıfların kavgası haline geldi (Aslında ilk günden beri öyleydi ama o zamanlar 'Bizim meselemiz Galatasaray' diyenlerin söylemine saygı duyuyorduk, demek ki değilmiş).

Galatasaraylıların gazına gelen Bursasporlular da ilk haftalarda bu furyaya kapılıp tartışmayı iyice ateşe vermişlerdi. 'Burası Akhisar değil' tezahüratı 2015 yazında Florya'dan Bursa'ya miras kalan, gereksiz bir dışavurumdu. Şimdi bir Bursaspor maçı izleyince aynı ateş bir daha yanar mı diye göz ucuyla tribünlere bakıyoruz. Neyse ki şu anda böyle bir tehlike gözükmüyor. Bursaspor da, çoğu Galatasaraylıyı sinirlendirecek ve tartışmanın üstünü gizlice kapattıracak şekilde ilerliyor. Şimdilik Bursaspor maçları öncesinde ve sonrasında tweet atan Galatasaraylıların sayısı azaldı. Takım, eşit üç İstanbullunun arkasından dördüncü sırada. Ligin lideri Başakşehir'e yenildiğinde gereksiz bir kriz ve telaş ortamı baş göstermişti. 10 kişi kaldıkları Gaziantespor maçı dışında şu ana kadar 'sürpriz' bir puan kaybı yaşamadılar.

O Başakşehir maçında 'Burası Akhisar değil' tezahüratlarına neden olan Merter'in de ne kadar önemli bir oyuncu olduğu Osmanlıspor maçında bir kez daha ortaya çıktı. Takımın hala açıkları ve eksikleri var. Fakar bir şekilde idare ediyorlar. Bu hafta Harun sayesinde bir puanı aldılar. Ligin ilk beş sırasında olan takımlar arasında en az gol atanı. Kadro yetersiz, kasa boş. Spikerlerin sıklıkla kullandığı "Batalla topla ilerliyor, yanında Şamil var'' cümlesi durumu özetleyebilir. Fakat takım beraber hareket etme yolunda hızla ilerliyor. Başarılı olurlar mı? Uzun maratonda işleri zor ama bir oyuncu grubunu hedefe odaklama noktasında verimli olan bir teknik adamları var. Galatasaraylılar, Bursaspor maçını izlemeyi bıraktığı zaman anlarız ki, Bursaspor iyi gidiyor. 

Bu yazı da zaten biraz onlar içindi. Bursaspor analizi yapmaya gerek yok. Fakat bu takıntılı ruh hali, bu düşmanlık hevesi bugün yarın Galatasaray'a da zarar verir, veriyor da. Skorlar alındıkça, başarı geldikçe bazı şeyler goygoya vuruluyor ve gözardı ediliyor Oyuncusuna güvendiği için suçlanan Hamzaoğlu'nun Bursaspor'da maç kaybetmesini bekleyenler, Levent Nazifoğlu'nun 'Eren - Lewa benzetmesini ayakta alkışlıyor. Bu çıldırmış ruhlardan ne kadar uzak durursak o kadar iyi; hem izlediğimiz oyundan keyif alma konusunda hem de yaşam alanlarımızı hırslı egolardan kurtarma adına....

Salı, Mart 15

Yedeği Daha İyiydi



Fernandao, Süper Lig kariyerinde ilk kez penaltı kaçırdı. Bu onun için oldukça önemli. Çünkü onu Fenerbahçe'ye taşıyan, attığı penaltılar oldu!

Kesinlikle kötü bir forvet değil. Faydalı, golünü de atan, iyi bir oyuncu. Bursaspor için iyi. Fenerbahçe için? Aslında böyle bir sezonda bunu tartışmak da yersiz. İki santrforla mücadele eden bir takımdan bahsediyoruz. Fernandao ise Van Persie ile rekabet halinde. Ne desek ayıp olur. Saygı duymak lazım çabasına. Fakat en başa dönmek lazım. 28 yaşında Fenerbahçe'ye transfer olan bu Brezilyalı neden bu kadar gözde oldu.

Ülke futbolunda her şey haberlerle, fısıltılarla yürüyor, büyüyor. Sol açık Tarık Çamdal'ın bir anda aranan sağ bek olmasının nedeni de buydu. Fernandao, Bursaspor'da gol attıkça değeri arttı. Zaten normali de buydu. Fakat 'süper forvet' attığı gollerin bir kısmını penaltıdan kaydetmişti. İlk penaltısını kaçırınca akla o günler geldi. Yazının başında Bakambu fotoğrafı olmasının da sebebi bu.

Fernandao 22 golle gol kralı olurken, gollerin 6'sını penaltıdan kaydetmişti. 22 gol onu göz önüne çıkardı, 6 gol dikkate alınmadı. Bakambu ise 'yedek forvet' gibi kaldı. Türkiye'de dikkate alınmadı. Fernandao, 2840 dakikada 22 gol kaydetti. Penaltıları çıkarınca 16'ya düştü. Bakambu penaltısız 13 gol attı. 1844 dakika oynadı. Üstelik kupa maçlarında Fernandao'dan üç gol fazla atarak sezon genelinde o açığı da kapamış oldu.

Fakat Fernandao, Galatasaray ile Fenerbahçe arasında ufak çaplı  bir savaşa neden olurken, manşetlerden düşmezken, Bakambu sessiz sedasız Villarreal'a gitti. Sessiz sedasız ama 7.5 milyona gitti, Fernandao ise 5 milyon.

Bu yazının ana fikri 'Penaltı kaçıran Fernandao'nun yetersizliği' değil. Fakat, onun değerinin yükselmesine neden olan penaltılardan biri kaçarken Bakambu La Liga'da esmeye devam ediyordu. İlginç bir tesadüf oldu. Leverkusen'e iki gol attı, döndü Sevilla deplasmanında da iki tane attı. La Liga'daki ilk sezonunda gol sayısı 10'a yükseldi. Tüm sezon resmi maçlarda 17... Oyuna bakışın, daha doğrusu Anadolu'ya bakışın sadece rakamlar üzerinde kalmasının sonucu.

Pazartesi, Şubat 2

Şifre: İstek



Galatasaray - Bursaspor maçları, özellikle İstanbul'da oynananları, her daim güzel geçer. Kötü maç çok azdır. Bursa'nın adeta tek kale oynayıp Galatasaray'ın 3-1 kazandığı maç, iki takımın da sayısız pozisyona girip 0-0 bitirdiği maç, hatta farklı bitse bile geçen seneki 6-0'lık maç... Hepsinin ayrı hikayesi var. Şüphesiz, dün akşam oynanan da uzun süre hatırlanacak. O nedenle biraz üzerinde durmakta fayda var.

Hamzaoğlu'nun tercihleri çok eleştirildi. Ben tercihlere, çabuk bir şekilde hata deme taraftarı değilim. Hele 34 haftalık maratonda bunlar çok erken yorumlar. Bir şeylerin sonucunu görünce hata olduğunu söylemek mümkün olabilir, o da sadece maç skoruyla alakalı olamaz. Mesela bu maça dair yapılan en büyük hata geçen haftaydı. Burak Yılmaz'ın son 10 dakikada skor 2-0'ken oyuna girmesi bu maçın 2-2 sona ermesine neden oldu belki de. Bu ciddi bir antrenör hatasıydı ve etkisi bugüne yansıdı.

Galatasaray iyi bir kadroya sahip değil. Birbirinden alakasız, kadro mühendisliği denen olaydan sınıfta kalmış bir yapı. Hamzaoğlu geldiğinde de çok fazla değişiklik yapmadı, zaten kendisi de söyledi bunu. Ufak değişiklikler sadece. Burak'ı arkaya çekerek Umut'u öne sürmek gibi, Emre'ye daha çok şans vermek gibi, Sabri'den faydalanmak gibi. Galatasaray'ın bu oyun yapısında bazı olmazsa olmazları var. Biri Burak, diğeri de Selçuk-Melo hattı. Bu üçlü her daim sahada olmalı. Gerekirse Sneijder'in yokluğu bile telafi eder ama bu üçünün oldukça zor. Selçuk'un oynamadığı son 6 maçta sadece 1 galibiyet, Melo'nun oynamadığı son 5 maçta 2 galibiyet var. Buraksız maçlarda ise gol atılamıyor. Bu üçlü bozulunca da, Süper Lig'in olmazsa olmazları; orta alanda basma, defansın arkasına sarkma ve gerekince kaos futboluna evrilme gibi şifreler gerçekleşmiyor. İşin kötü yanı bugün hem Burak hem Selçuk yoktu. Öte yandan Semih de sakatlanınca eldeki alternatif azalıyor. Kadro yapısı o kadar bozuk ki stoper sakatlandığı için kanat oyuncusu yedek kalıyor.

Koray yedeğe çekilip Balta-Chedjou oynayabilirdi. Sol bek Telles, önünde Emre. Hamit-Melo ortada. Bu bir alternatif olabilirdi. Hocanın denediği ise bu sistemden farklı değildi, sadece isimler değişti. Hamit'in ağır-hantal yapısı yerine Emre'nin baskı ve presini kullanmak istemiş olabilir. Telles, uzun sürdir bekte ileri çıkmaya korkar haldeydi, Balta da çıkmadı. Telles'i de öne attı. Bunu denemiş olması beni rahatsız etmedi. Sağ tarafa Bruma konsa bir yabancı çıkacaktı. Chedjou oynatılırdı, belki Telles yedeğe düşerdi. Fakat bunların hepsi tercih, hiçbiri akıl almayacak hatalardan değil. 

Fatih Terim'i Fatih Terim yapan özelliklerden biri çıkardığı 11'den kısa sürede sonuç alamadığında taşları yerinden oynatabilme yetisidir. Hamzaoğlu bugün onu denedi ama bu da tutmadı. Taşlar devamlı yerinden oynadı, birçok futbolcunun pozisyonun değişti. Açıkçası ben de rahatsız oldum maç izlerken. Ama yapacağı hamlelerin sınırlı olduğunu fark etmek kolay oluyor. En tartışılanı belki de Sabri yerine Tarık'ı sokmayıp Koray'dan sağ bek yaratmaya çalışmasaydı. Bu noktada eleştiri alması olağan. Fakat yukarıda söylediğimize geliyoruz, lig uzun maraton ve bu oyun sadece satranç tahtasındaki taşlarla oynanmıyor. Etten kemikten ve ruhtan yaratılmış futbolcular var işin içinde. Sabri sakatlandıktan sonra oyuna girmediğini gören ve Koray'ın sağ beke geçişini izleyen Tarık, belki de sezonun geri kalanında daha faydalı olacak. Bugün oyuna girese günü kurtarabilir, hatta belki yine kurtaramayabilirdi. Fakat bu hamleyle geleceğe dair bir kıvılcım çakmasını beklemek, geldiğinden beri transfer yapmayan bir hocanın da en büyük hakkıdır.

Galatasaray, çok iyi oynamıyordu. Hamzaoğlu geldikten sonra da çok iyi oynamıyor. Ama çok istiyor. Bu ligin böyle garip dinamikleri var işte. Çok iyi kadro şampiyon olmakta zorlanabilir ama çok isteyenin kazanma şansı daha çok yükselir. Bugün maçın son 10 dakikasını ayakta izleyen yedek kulübesi ufak bir umut oldu. Belki de sahte heyecanlar ve hezeyanlardır, olsun. Sonuna kadar beklemeye değer. Biri çıkıp "Bu adamlar bu triplere gireceğine, ihtiyaç halinde sahaya sürüldüklerinde top oynasalar, takımın 5 puan fazlası olurdu" dese, kimse de karşı cevap veremez. Fakat şubat ayına girdikten sonra bunları sesli düşünmenin pek bir yararı yok. Transfer dönemi sona eriyor, Galatasaray liderin 3 puan arkasında. Bu lig mayısa kadar devam edecek ve bu futbolcularla oynanacak. Elimizdekiler bunlar, olmayanları düşünmez sadece beyni yorar. Messi çıkıp "Galatasaray için ölüyorum" dese bile, hazirana kadar formayı giyemez. O nedenle eldeki imkanlardan en iyisini çıkarmak gerekiyor. Ben Hamzaoğlu'nun bunu becerebileceğini düşünüyorum. Geldiğinden beri lig maçlarında yenilmeyen bir teknik adamın daha çok kredisi olmalıydı. Ne yazık ki İtalyanlar kadar benimsenmedi hala.

Biraz da Bursaspor'dan bahsetmek lazım. Şenol Güneş gibi takım. Şenol Güneş bir futbol takımı olsa dün akşamki Bursaspor olurdu. Bitiremiyor, olduramıyor, sonunu getiremiyor. En sonunda da basit bir hata yaparak kazanamıyor. Bu sezonun en beğendiğim iki adamı Aziz Behiç ve Josue yoktu. Olsalardı nasıl olurdu merak ediyorum. Geçen sene Ankaragücü ile 2.Lig'de oynayan Emre Taşdemir fena değildi. Sol bekte o, sağ bekte eski Bugsaşsporlu Şener... Şener'in golden önce Telles'i paspas etmesi pek konuşulmadı. Fenaydı... Belluschi'nin ilk goldeki pası enfes, Ozan Tufan'ın sahadaki duruşu muazzam... Volkan Şen ise neden büyük futbolcu olamadağını bir kez daha hepimize gösterdi. 

Her anlamda güzel maçtı. Sonuç bir Galatasaraylı olarak beni tatmin etmese de izlediğim oyundan keyif aldım. Çok kilişe bir cümle olacak, sanki yayıncı kuruluş spikeri gibi, ama yazmadan duramayacağım. Keşke iki takım en azından ayda bir defa İstanbul'da karşılaşsa... Derbilerden daha iyi oluyor.

Pazar, Mayıs 11

SAGS


Seni Annem Gibi Sevdim; Giresunspor tribünlerinde...

En azından yine yeşil-beyaz'a denk geldi..

Çarşamba, Mart 26

Galatasaray 2 - 2 Bursaspor




Bu sene 4. defa Türkiye Kupası maçına gittim. Sanırım benim kadar Türkiye Kupası maçını stadyumda izleyen TFF yetkilisi yoktur. İlgi gösterilmediği doğru, değerinin düştüğü yadsınamaz ama tamamen önemsiz de denemez. Spor kulüplerinin birinci amacı sahaya çıkmak ve maç kazanmaktır. Özellikle büyük kulüp olarak adlandırıyorsan kendini, yarıştığın her kulvarda iddianı ortaya koyacaksın.

Arena'ya en son gttiğimde yine Bursaspor ile oynuyorduk. Fenerbahçe, Eskişehirspor'a yenilmişti, ben de Eskişehir'den dönmüştüm. Fenerbahçe'nin kalan bir çok maçında puan kaybedeceğinden emindim (hala eminim) ve tek istediğim bunun farkına varan Galatasaray'ın sezonun ilk yarısındaki tutukluktan kopup sahada gücünü göstermesydi. Öyle de oldu. O hafta 6-0 kazandık. Ertesi hafta 3-0. Fenerbahçe yine yenildi. Şampiyonluk şansımız artıyordu. Hatta Fenerbahçeli arkadaşlara göre yüzde 50-50 kıvamına gelmişti. Rakip titremeye başlamıştı ki biz kendi ayağımıza sıktık. Defalarca. Sonuç olarak lige havluyu attık.

Dün akşamki Bursaspor maçına çıkarken değişen çok şey olmuştu. Lig gitti, Avrupa bitti. Geriye kalan tek şey Türkiye Kupası sanılsa da alsında Fenerbahçe maçı. Ona da 10 gün var. O 10 günün hatrına bazı şeyler içe atılıyor, bekleniyor. Yeter ki Bursaspor ve Konyaspor maçları sağ salim geçsin. Amaç buydu. Erken gelen gol, sonra bir penaltı. İlk yarı 2-0...

Rakibin hocası yok, topçusu isteksiz, taraftarı başkanla atışıyor, motivasyonu zayıf... Bu maçta artık tehlike yaşamayız derken soyunma odasından çıkıldığı anda skor 2-1'e geliyor. Tek farklı skoru uzun süre korumak çok zor. Belli bir süreden sonra, hele rakip de çok ısırgan değilse, maçı bitirdim havasına giriyorsun. Gerçi Bursaspor da ısırmadı diyemeyiz. Sayısız gol kaçırdı. Ama herhalde "bugün şanssızlar" güvencesine mi tutulduk nedir, maçın 2-2'ye gelme ihtimalini tribünde heğ göz ardı ettik. Burak'ın kaçırdığı gollerin maç sonunda "kırılma anı" olarak hatırlanacağını düşünemedik. Bizim düşünememiş önemli değil, aha içindekiler de aynı rehavete kapılmış olmalılar. Bursaspor oyuna Ferhat'ı alarak muhteşem bir hamle yaparken, Galatasaray'da Yekta oyuna girdi.

O Ferhat topu taşıdı, sahanın en diri adamı Bekir golü attı. Geride 2 dakika vardı. Gaziantep BB Spor maçı da böyle olmuştu ama bu sefer bizi kurtaracak 30 dakika + penaltılar yoktu. Bundan sonrası Bursa'daki maça kaldı. Kaldı da o güne kadar kimin kalacağı bile meçhul.

Taraftar protestolarında, eğer protesto edilen kişi yüz kızartıcı bir şey yapmaışssa, dozun abartıldığını düşünürüm. 2011'de bile böyleydi. Tarihin en kötü sezonlarından birinde suçun futbolcularda olmadığını düşünen, Ayhan ıslıklanınca kavga eden, Mustafa Sarp ıslıklanınca stadı terk eden biriyim. Fakat bu sene öyle bir sene değil. Taraftar protestolarını anlamamak mümkün değil. Son iki senede kupalar kaldıran bir takımı isteksiz ve enerjisini kaybetmiş şekilde görmek sinir bozuyor. 11 puan gerideyken şampiyonluğa inanan insanlar hayallerinin, kendilerine dahi inanmayan futbolculara bağlı olduğunu görünce bir akşam aniden şalteri indiriyor. Kayserispor maçından sonra Bursaspor maçını da bu şekilde bitirmek kötü bir tesadüf oldu. 2-0'dan 2-2'ye dönmek, 2. golü son dakikada yemek..Sadece bu maçı değil sezonu sıralarsak; Kayserispor maçındaki son dakika golü, deplasmanlarda kazanamamak, ilk yarıda oluşan puan farkı... İstesen hepsi denk gelemez. Daha önce de çok takım tepki gördü ama çoğu "başarıya tapan taraftarın hezeyanları" olarak görülebilirdi, somut neden bulamayanlar "şampiyon olamadık"ın yanına ikinciyi zor eklerdi. Bu sefer hiç öyle olmadı. Taıkm resmen her maç defalarca kendi eliyle malzeme verdi.

Yine de şanslı bir tarafları var. Bundan sonraki ilk iç saha maçı Fenerbahçe maçı. Karşılaşma öncesi tribün hiçbir şekilde protestoya girmez diye tahmin ediyorum. Derbinin önemi, içerideki husumetleri bir kenara artar. Maç kazanılrısa geçmişe sünger çekilir. Kaybedilirse kimsenin tutunacak dalı kalmaz. Bugün duyulan "Aysal istifa" sesleri de "kimsenin" kısmının altının çizilmesine yarar.

Pazartesi, Şubat 3

Galatasaray 6-0 Bursaspor



Bursaspor maçına gitmek, haftanın başından beri aklımda hiç yoktu. Maç standart bir lig maçını ifade ediyordu. Fakat Eskişehir'den dönerken, Bursaspor maçının anlamı bir anda arttı. Değeri yükseldi. Maça gitme isteğim arttı. Beraberinde gerginliğim de arttı. Bütün gün iş yapamaz haldeydim. Bu tarz bir bekleyişi Süper Final'den beri yaşamadım. Sonuçta geçen sezonu rahat şekilde önde götürdük, bu sene de yaşanan çalkantılar herhangi bir maça odaklanmamızı zorladı. Havaya girilecek veya sezonu noktalayacak haftada rakip Bursaspor oldu.

Hakan Çoban'dan gelen sürpriz bilet, pazar akşamı yolumuzu Seyrantepe'ye çevirdi. Yine sıkıntılı bir metro yolculuğu ile stada girdik. Alıştığımız şeylerden rahatsızlık duymuyoruz artık. Ama tribün konusunda söze başlamak lazım. Tribünün emekçi kesimi bu stadyumda hala yerini bulamadı. Kale arkaları; kapalı (stadın kenarı) geleneğinden gelmiş kitleleri zorluyor. Hakim grubun kale arkasında olması gerçekten zorunluluk mu bilmiyorum. Muhakkak içeride konuşuluyordur. Ama stadın tamamına etki etmekte yetersiz kalındığı gerçek. Eğer kale arkası, değişilmez adres ise artık üst tarafa çıkılması düşünülmeli.

Resmen rakipler için stadyum yaptık. Sağlam, az biraz tribün kültürü olan takımlar Arena'ya geldiğinde şov yapıp gidiyorlar. Adana Demirspor'dan Ankaragücü'ne, Fenerbahçe'den Bursaspor'a kadar hepsi böyle. Ama Bursaspor tribünü için bugün çok iyi demeyeceğim. Onların Sami Yen'de çok daha iyi oldukları zamanları biliyorum. Kendi geçmişlerine haksızlık edilmemeli. Yine de erkenden kopan bir maç için çok iyi iş çıkardılar. Sonuç olarak sahada ezdiğimiz takımın taraftarını tribünde bastırmakta zorlanıyoruz. Bağıran tarafların da bir araya gelmesi lazım. Doğu üst'ün emekçileri, güneyin gençleri; önümüzdeki sene kuzeye doğru hareket etmeli (Böyle yazınca da kavimler göçü gibi oldu). Böyle olursa tek tribünden etkili bir atmosfer çıkabilir. Bunlar konuşulacaktır, ama 3 senedir maç yaptığımız stadyuma hala tam anlamıyla oturamamak da anlaşılacak bir durum değil.

Saha içine dönersek, 90 dakikayı anlatmaya gerek yok. Erken kopan, farka giden, rahat rahat maç izleten bir karşılaşma oldu. Oysa çok zor geçmesini bekliyorduk. O yüzden bu maçtan hikaye çıkmaz. 30.dakikada maçı bitirdik.

Bizim takım adeta kapalı kutu. Hangi maçta nasıl çıkacağı, ne oynayacağı belli değil. Gaziantepspor ile Bursaspor maçları arasında dağlar kadar fark var. Tamam şartlar da çok farklıydı ama bu kadar da değişkenlik aslında korkutucu. Haftaya Eskişehirspor maçında ne oynayacağımızı bilmiyoruz. Bilmek zorunda değilim, hoca düşünüyordur birşeyler fakat Mancini'nin de ligi benim kadar istediğini/düşündüğünü sanmıyorum. Bu belki benim yanılgım ama transfer politikası ve saha içi hamleleri (bu maç dışında) genelde önümüzdeki seneye yoğunlaştığını gösteriyor ki, bu beni önümüzdeki 3 ay için çok korkutuyor.

Bursaspor'a 6 gol atan bir atan takımın, 7 puan geride olsa bile şampiyonluk iddiasının çok yüksek olması gerekir. Takımın potansiyeli bunu hissetiriyor. Ama bu gücü yansıtmakta zorlanıyoruz. Ligin çok üzerinde bir kaliteye sahibiz. Kısacası Galatasaray'ın tek rakibi belki de Galatasaray. Lider Fenerbahçe'nin orta sahası bir türlü doğru üçlüyü bulamadı. Forvetlerinden ikisi sakatlandı, transferin son gününde transfere muhtaç kaldı. En güvendikleri oyuncuları Bruno Alves, bir maçta iki gol yedirebiliyor. Bizim kadronun böyle bir sıkıntısı yok, forvetler iyi, orta saha Melo, defans sıkıntı belki ama kalede de Muslera var. Yedek kulübesi sorunlu ama benzer sıkıntılar Fenerbahçe'de de yaşanıyor. Buna rağmen Fenerbahçe önemli bir puan farkıyla önde gidiyor. Neden? Çünkü Fenerbahçe istiyor. Sadece isteyerek ne kadar gidebilirler bilemem. Tahminim çok puan kaybederler. Ama biz istemeden, maç seçerek nasıl puan farkını kapatırız emin değilim. Yani aslında Galatasaray'ın tek rakibi Galatasaray

Eskişehirspor,Antalyaspor,Beşiktaş maçları var önümüzde. Tek tek rakipleri düşündüğümde 3 maçta 9 puan almamızı engelleyecek takım yok. Ama rakiplerin karşısına çıkacak Galatasaray 11'lerinin,dizilişlerinin belirsizliğini düşününce, puan kaybına şaşırmayacak hale geliyorum.

Lige yeniden ortak olmak kağıt üzerinde bu kadar kolayken, gereksiz denemeler yüzünden puan kaybetmeyelim yeter.


Çarşamba, Ocak 8

Son Stoper



Kartalspor bir gencini daha Süper Lig'e armağan etti. Gelenek o kadar enteresan ki, en fazla stoper üretiyor. Bursaspor'a transfer olan Ethem son ürün. Fenerbahçe'de Egemen, Galatasaray'da Semih Kaya, Eskişehirspor'da Servet...

Yolu açık olsun Ethem'in. Semih Kaya'nın gidişinden sonra formayı kapmıştı. 2.5 sezondur devamlı oynuyor. Hala 21 yaşında. Bu sene U-20 Dünya Kupası'nda da oynadı. Yanlış hatırlamıyorsam kaptanlık da yaptı. Bursaspor'da kadroya girmesi ilk etapta çok zor. İbrahim Öztürk,Civelli,Serdar Aziz varken işi zor. Ama biraz sıkı çalışmayla, şu an piyasayı karıştıran Serdar Aziz'den bile daha iyi olacağını tahmin ediyorum.

Öte yandan Bursaspor'un son senelerdeki transfer politikası ilgi çekmeye devam ediyor. Ben bunu Ertuğrul Sağlam'a bağlamıştım ama Ethem transferi sistemin sürdüğünü gösterdi. Alt liglerden en çok topçu transfer eden Süper Lig kulübü Bursaspor herhalde. Şu an takımda olan isimlerden; Ferhat Kiraz,Hakan Aslantaş, Serdar Özbayraklı,Murat Yıldırım,yedek kaleci Harun Tekin, çok kısa bir geçiş senesini saymazsak Musa Çağıran, artık fazla oynamasa da hala kadroda yer alan Ozan İpek, hatta seneler öncesinden İbrahim Öztürk alt liglerden Bursa'ya gelen isimler oldu. Neredeyse ilk 11 çıkaracaklar.

Bu arada Ethem'in babası bu imzadan 5 gün önce vefat etmiş. Allah rahmet eylesin. 21 yaşındaki bir genç için hayatının en önemli (acı ve güzel) iki olayının arka arkaya gelmesi dikkat çekici. Sırf bu nedenle bile Ethem'i farklı bir gözle izlemeye devam edeceğiz. Yolu açık olsun.


Cuma, Nisan 12

Saf Topçu





"Fernandes'i izlemeye gidiyorum, gol atarsa bağırmam inşallah"

Bursaspor'un A2'de oynayan futbolcusu Osman Talha, Beşiktaş maçı öncesi böyle yazmış, kulüp de onu takımdan göndermiş. Ardından kıyamet koptu. Ortak fikir "Bir çocuğa böyle şey yapılır mı, futbolcuya hayran olmak suç mu"

Kanımızda muhaliflik var, böyle bir olayı atlamak bize yakışmaz.

Keşke ülkedeki rekabet ortamı bu kadar sert olmasaydı. Gerçi bu cümleye gerek var mı bilmiyorum. Belki böylesi daha güzeldir. Ama rekabet, bazen böyle olaylar doğurabiliyor. Bu, senelerdir olan bir durum aslında. Sadece Twitter'a yansıması  yeni olduğu için, insanlar daha çok şaşırıyor. Mesela Dereağzı'nda Galatasaray forması ile halı saha maçı bile yapamazdık. Alt yapılardaki çocukların tuttukları takımlar sıkıntı yaratırsa, olay sessizce çözülürdü. Artık her şey milyonların gözü önünde oluyor.

Öncelikle şunu belirtelim, 1994 doğumlu bu arkadaş, çocuk değil. 25 yaşındaki futbolcuya genç diyen adamlar, A2'de oynayana da çocuk diyorlar. Oysa 19 yaşında. Ben o yaşta üniversite ikinci sınıftaydım. O yaşta askere giden var, savaşa giden var, aile kuran var...

Bu arkadaş Mudanya doğumlu. Yani New York, Münih, Londra falan değil. Bursalı. Senelerdir de Bursa'da yaşıyor. Bursa-Beşiktaş arasındaki gerginliği Bursa'da 1 hafta yaşayan adam bile çözer, kafasına yazar. Bu çocuk Bursa'da yaşadığı gibi aynı zamanda Bursaspor'da oynuyor. Vakıfköy'e girip çıkıyor. Kulübün havasını soluyor. Taraftarı görüyor. Ve, dediğimiz gibi 19 yaşında Neyin ne olduğunu, insanların neye nasıl tepki vereceğini bilecek yaşta. Bilmesi gereken yaşta.

Sanırım insanlar çocuğun (!) yazdığı şeyin ne olduğunu tam olarak bilmiyor. "Fernandes'i izlemeye gidiyorum, ondan bir şeyler kapmam lazım, kariyerim için çok önemli" dediğini falan sanıyor olabilirler. Oysa bu A2 oyuncusu "Fernandes gol atarsa inşallah bağırmam" diyor. Bağırmak. Yani gole sevinmek... (Konu dışı ama bir futbolcunun attığı gole bağırarak sevineceksen ya fangirl'sündür, ya da "ilk golü kim atar"aoynamışsındır)

Bunu Twitter'a niye yazıyorsun? Mudanya'da doğan, Bursa'da yaşayan, 19 yaşındaki bir genç (çocuk değil) bunun başına ne işler açabileceğini hiç mi düşünmez? Bunu düşünmeyen adam ileride futbolcu olunca nasıl davranacak? Peki aynı tweet'i, ara sıra A takım'da oynayan, çoğu zaman yedek kalan bir topçu yazsaydı... 3 Temmuz sürecinde kimlerin nelerden dolayı yargılandığını gördükten sonra, hatta ve hatta hangi futbolcuların zamanında nasıl zan altında bırakıldığını hatırlayınca, o tweet'in başka zaman nereye doğru yol alacağını kestirebilmiş midir? A2 size çok uzak geldiği için "aman çocuk yazmış işte ne olacak" diyebilirsiniz ama A2 aslında A takıma oldukça yakın.

O nedenle Bursaspor yönetimini eleştirimiyorum. Böyle bir karar almaları tercihleridr. Kazanma yoluna gitselerdi daha şık olurdu ama Suha Sidal'in dediğine göre zaten futbolcuyu daha önceden gözden çıkarmışlar. Sanıyorum, Enes, Batuhan, Okan Deniz gibi umut vaad eden gençler aynı hareketi yapsaydı, onlara karşı uygulanan tavır bu kadar sert olmazdı.

Sonuç olarak; bir hayatı yaşıyoruz. Türkiye'deyiz. Galatasaray formasıyla Saraçoğlu'na giden adam dayak yediği zaman "Nasıl böyle bir şey olur" diye şaşırmıyorsak, bu tweete kulübün ve taraftarın tepki göstermesine de şaşırmamak lazım. Hatta Galatasaray formasıyla Kadıköy'e gidene şaka yollu olarak "intihar etseydin daha iyiydi" denir. Bu kardeşimiz için de aynı şeyi söylemek mümkün. Kariyerini baltalamış, ve üzgünüm, 19 yaşında bu kadar saf olma lüksün bu ülkede yok.


Cumartesi, Mart 23

Başöğretmen





Teknik Direktör Hikmet Karaman ziyareti esnasında ilköğretim öğrencisi Burak Ünal ile sohbet etti. Bu sırada minik öğrencinin üniformasının yırtık olduğunu gören Karaman, duygulu anlar yaşadı. Okul müdüründen öğrencinin formasını hemen değiştirmesini isteyen Karaman, Ünal'a yeşil beyazlı forma hediye ederken, "Benim ülkemin öğrencisi böyle olmamalı. Lütfen hemen üniformasını değiştirin" dedi. Karaman, Burak'ı ilk maçta Atatürk Stadı'na da davet ederken hafta içinde de tesislere ailesi ile birlikte gelmesini istedi.


Hikmet Karaman, Bursa'da bir okul gezmiş. Tabi haberin veriliş tarzı da fikirlerimizi etkiliyor, görüntü olsa daha net yargılama yapardık. Ama böyle okuyunca sanki Karaman hocam devlet erkanını temsilen okul ziyaretinde bulunmuş gibi. Oysa sadece bir teknik direktör.

Hocam eskiden Fatih Terim gibiydi, şimdi başbakan tarzında. Tahtaya da hedefi yazmış, çocuklara alfabeyi öğretiyor.

Perşembe, Ocak 24

Top Toplayıcıya Tokat



Az önce Eden Hazard'ın Swensea maçında top toplayıcı çocuğa yaptığını gördüm. Pozisyonu görüp aklına direkt olarak Çağdaş Atan'ı getiren bizdendir, Süper Lig dilosudur.

2002-2003 sezonu. Ligde kalma yarışı her zamanki gibi heyecan içinde. Üst tarafta şampiyonluk yarışı devam ederken Şansal Büyüka programı her pazar "Şampiyonluk yarışı tüm hızıyla devam ediyor ama alt taraf alev alev" diyerek açıyordu.

Göztepe ve Kocaelispor'un erken havlu atmasından sonra geriye kalan tek bileti almamak için 4-5 takım mücadele ediyordu. Tehlikeyi en çok hisseden iki takım ise Altay ve Bursaspor'du. Bu iki takım ligin bitmesine 3 hafta kala Bursa'da karşılaştı.

Bursa kral Okan ile gergin ve stres yüklü maçta 1-0 öne geçti. 4 dakika sonra ise olanlar oldu. Bir taş atışı kazandı Altay. Sol bek Çağdaş Atan topu almaya gitti, ama top toplayıcı çocuk topu vermedi. Daha doğrusu hızlı şekilde vermedi. Bunun üzerine Çağdaş, çocuğa tokat attı. Hakem Orhan Erdemir'in kararı kırmızı kart oldu. Kritik maçta 10 kişi kalan Altay, önce Mustafa Er ile ikinci golü kalesinde gördü. Sonra Effa'nın golüyle umutlansa da karşılaşmadan puansız ayrıldı.

Sezon sonunda Altay, Bursaspor'un 1 puan gerisinde kalarak küme düştü. O maçı 11 kişi tamamlasalardı belki de 1 puan alacaklardı ve ligde kalan takım olacaklardı. O sezon küme düşen Altay bir daha Süper Lig göremedi, Çağdaş Atan ise önce Denizlispor'a sonra da Beşiktaş'a transfer oldu.

Peki o top toplayıcı çocuk kim? Onu hala bilmiyoruz. Bursaspor'un altyapısında yer alan çocukların top toplayıcılık yaptığını düşünürsek, 1990 doğumlu Sercan Yıldırım bile olabilir.

Pazar, Ocak 13

Pazar Keyfi


Siz Liverpool-United maçı izlerken, aynı saatlerde ben futbola doydum.

Aslında yalan olmasın, önce ofisteki dilo kardeşlerimizin hatrına İngiltere'ye takıldık. İlk yarı sıkıntıdan patlayınca, devre sonunda Sivas'a döndük. Tam bir futbol şöleni. Sakatlık olmaması da sevindirici (Eneramo son anda nazar boncuğu oldu).



Yapımda emeği geçen futbol emekçilerine teşekkürler....

Perşembe, Kasım 22

Ezeli Rekabette Tatlı Atışmalar



Derbilerin en güzel zamanlarından biri sonrasıdır. Deplasmandan yenilmeden dönen takımı iç sahada karşıladığın maç. Bursaspor, İstanbul'dan 1 puan kapınca, Bursaspor tribünü takıma sevgisini arttırmış. Maçın yıldızlarından biri olan Ferhat Kiraz için özel pankart hazırlamışlar. Zaten, Ferhat'ı 2009'dan beri severek takip ederim. Benim için yeni Burak Yılmaz. Mevki ve tarz olarak farklı olsalar da, Tuncay, Burak ve Ferhat, alt liglerden beri gözüme kestirdiğim çocuklar. İkisini tutturduk, Ferhat'ı da yakın zamanda İstanbul'da, (tabi ki en çok Galatasaray'da) görmek istiyorum.


Bursaspor'un Mersin  İdman Yurdu maçı için de bir not. Bu sene içinde arkadaşlarla çok tartıştık ve ben haksız çıktım. Bursa tribünü bu kadar boş kalıyorsa soruna çare bulmaları lazım. Pazar günü 7'de, güzel bir havada, Beşiktaş maçında güzel bir oyundan sonra o tribün full çekmeliydi, boş kaldı. 3 sene önce kazanılan "Beşinci şampiyon" sıfatı bir yana, çocukkluğumdan beri "en zor deplasman" olan Bursa'yı böyle görmek üzüntü verici.


Pazar, Ağustos 26

Şeref Diploması




Bir futbolcu için en güzel şey budur herhalde. Gittiği yerde iyi hatırlanmak. Futbolcu mu dedim? Bir insan için en güzel şey budur. Herhalde değil, kesin böyle.

Cuma, Ağustos 3

Kırılma Maçları #2



Kronolojik olarak gidiyorum ama daha farklı bir sıralama yapsaydım; maçları önemine veya heyecanına göre dizseydim bu maç kesin ilk 3'e girerdi.

Zaten İstanbul'daki Galatasaray - Bursaspor maçları her zaman güzel geçmiştir. 90 dakika içinde bir çok aksiyon, bir çok kader anı, inişler, çıkışlar. Bu maç da öyle bir maç ama ekstra olarak bu sezonun gidişatını da etkilemiştir bence.

Bir önceki sezon takımın en büyük sorunlarından biri, kötü olaylara karşılık verememekti. Düştüğü zaman ayağa kalkamıyor, rakip yumruğu atınca cevap veremiyordu. Bir önceki iç aha maçında (Samsunspor) skor 1-1'e geldikten sonra maçı çevirmişti takım. Ama o zaman, hem lige yeni yükselen bir rakip vardı sahada hem de maçı çevirmek için en az yarım saatlik bir süre.

Burada öyle olmadı. Şampiyonluk hedefleyen güçlü bir takım son 10 dakikaya girilmişken golü buluyor. Bu gole yanıt verebilmek, bu maçı kazanabilmek, 3 puandan daha fazla anlam taşıyacaktı.

Golün güzelliği de yaşanan durumu daha şiirsel bir hale getirdi. Takım içi paslaşma sonucu gelen bir gol. Üstelik hemen hemen aynı mevkinin futbolcuları. Sezon içinde birbirlerine rakip olması beklenen Elmander, Sercan ve son olarak Baros.

Baros o zamanlar saçları kazıtmış, yeni başlıyor her şeye, sıfırdan. Sezonun genelinde aynı şeyleri gösteremese de bu tip atraksiyonları ara sıra yaptı, sağolsun. Golü kadar, golden sonra tribüne koşması da güzeldi. Golden sonra takımın sevinmesi, yine sezonun geneli için bir ipucu oluşturuyor. Şu anda baktığımızda. Arena'nın da kendini ilk defa gösterdiği maç olarak bu karşılaşma yazılabilir.

Bu maçı hatırlarken, yenilen golden önce taca çıkan topu kornere atan Sercan Yıldırımı'ı da unutmamak lazım.