Tribünlerde ırkçılık evrensel bir sorundur. Sadece Türkiye ile sınırlandıramayız. Avrupa da bu konuda geniş bir sicile sahip. Tabi yetkili kurumların bu sorunu nasıl değerlendirdiği ve nasıl çözmeye çalıştığı apayrı konular.
Fakat insan aynı... Kumaş aynı...
Yine de ırkçılık toplumsal hayata dair bir sorun olsa da tribündeki tezahürü, başka motivasyonlardan beslenir. O da rakip oyuncuyu veya rakip takımı yıpratma isteğidir. Mesela İtalyan bir takım Inter ile karşılaştığında tribünler ırkçılığı Lukaku üzerinden sergiler. Evet bu insanlar zaten ırkçı düşüncelere sahiptir. Fakat bunu her zaman göstermeyebilirler. Hatta belki de ideolojik olarak çok baskın da olmayabilirler. Stadyum ise iyi bir alan ve kısa bir süredir. Zira Lukaku tehlikeli bir rakiptir ve maçı kazanmak için onu moralini bozmak gerekir. Irkçı tepkiler de bunun en kolay yöntemidir. Mesela ırkçılık seviyesi aynı olan tribün, daha zayıf bir takımla karşılaştığında o takımın stoperine aynı tepkiyi göstermeyebilir.
Bu paragrafı, ırkçılığı meşrulaştırmak için yazmadım. Fakat tribündeki motivasyonunu da iyi anlamak gerekir.
Son 15 yılda Diyarbakır ve Bursa'da oynanan maçlar hepimizin aklında. Dünkü karşılaşma da bunun bir yenisiydi. Tezahüratlar, sahaya atılan maddeler, ortaya saçılan nefret... Bunların hepsine karşı duruyoruz ama her karşı çıkışımızda alacağımız cevap "Onlar da bize aynısı yaptı" oluyor. Haklılar mı tartışılır. Fakat bardak artık taştı zaten. Bunun devam edeceği aşikardır. Sadece siyasi tandanslı bir rekabette değil, derbilerde de bunu çok görürüz. "Onlar bizi böyle yendi, biz de böyle yeneceğiz."
Peki... Kabul etmiyoruz ama anlıyoruz. Irkçı tezahüratlar da maalesef bu işin bir parçası haline geliyor. O sertliği göstermek, rakip takımı yıldırabilir, sindirebilir. Ayrıca kendi cenahınızı yekpare hale getirmek için en iyi yöntemlerdir.
Fakat son maçta açılan pankart artık işin başka bir noktaya taşındığının göstergesi... Bu pankartın, sahadaki futbolcularla, maçı kazanmakla çok fazla alakası yok.
Lukaku kendisine söylenen ırkçı tezahüratlardan etkilenebilir, onun için pankartlar açılabilir çünkü direkt olarak o nefret edilen grubun bir temsilcisi. Pankartı gördüğüne hissettikleri başka bir şey olacaktır muhakkak...
Amedsporlu oyuncular ise aynı noktada değil. İlk 11'de sadece bir tane Güneydoğu doğumlu oyuncu var. Takımın Türkiye'nin hemen her bölgesinden oyuncusu bulunuyor. Oyuncuların çoğunun HDP'ye oy verdiğini de sanmıyorum. Hatta Bursaspor altyapısında futbola başlayan, Bursa'da daha önce top oynayan, ailesi Bursa'da yaşayan oyuncular var. Teknik direktörleri sağ tarafa mensup olduğunu bildiğimiz Amasya doğumlu Ahmet Yıldırım...
Tabi ki bunların hepsi insan. Haliyle soyunma odasında zorlanmaları, sahaya çıkarken su şişeleri ile karşılanmaları, ıslıklanmaları, yabancı madde yemeleri onları böyle bir deplasmanda zor duruma sokar.
Fakat pankartın onlarla hiç alakası yok. Çoğu Yeşil'in kim olduğunu fotoğraftan zor anlar. Daha çok Pala'yı tanırlar, ama Pala sevdikleri bir dizi karakteri bile olabilir. Beyaz Toros ile bir geçmişleri yok. Serdar Eylik oynuyor ilk 11'de, ne anlar o beyaz Toros'tan...
Türkiye'nin en organize, tribün kültürünü en iyi bilen, tribün geleneğini nesilden nesile aktaran tribünlerinden biri olan Bursaspor'un bunu bilmediğini sanmıyoruz.
Haliyle iş başka yere dönüyor. Öyleyse bu pankart, "ilk maçtakilerin hesabını sormak için yaptık" savunmasının üstünü çiziyor. Oyuncuların moralini bozmak, onlara cehennemi yaşatmak gibi bir amaca da hizmet etmediği belli.
Öyleyse bu; tüm Türkiye'nin izleyeceği belli olan bir maçta bir mesajdı. Kimin kime verdiğini anlaması da hiç zor değil.
Haliyle sadece Bursaspor tribünleriyle sınırlandırmak da haksızlık olur.
Maçtan sonra Zafer Partisi'nin attığı tweet bunun bir sinyaliydi. Komik olduklarını zannediyorlardı ama aslında pankartı sahiplenmenin mesajıydı. Herhalde Yeşil'i de Bursa'nın yeşili ile bağdaştıracaklardı. Kısacası pankartı sahiplenecek çok geniş bir çevre var. Pankartın muhattabi da Amedspor'dan daha fazlası...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder