Salı, Mart 28

Captain Fantastic

Captain Fantastic gibi filmler, bizim gibi arada kalmışlar için çok değerlidir.

Önce bizim kim olduğumuzdan başlayalım. Modern dünyaya uyum sağlamakta zorlanan, buradaki yaşantının ömrü tüketen bir zehir olduğunu fark eden fakat alternatif bir yaşam modeline girmek için ne cesareti ne de pratiği olan kimseler...

Bizler belki tarihin değil ama coğrafyanın ortanca çocuklarıyız. Şehirlere sıkıştık, köylerden bihaberiz. Arada kalmışız. Kendimizi de ancak bu tarz filmlerle tatmin ediyoruz. Zaman zaman tatminin ötesine geçip, o filmlerden ilham da kapıyoruz. İlhamın sonucunda doğaya dönmüyoruz belki ama buradaki yaşantımızı tüketim çılgınlığına daha az kapılarak modelliyoruz. Gerçi o adımlar bile kabul görmüyor genel yapıda. Bazen "cimri-pinti", bazen "aykırı" olarak tanımlanıp dışlanıyoruz. Öte yandan bir inekten süt sağmasını bile beceremeyecek noktadayız. Şehirde takım elbise giyen güçlü özgüvenli ama gerçek dünyadan, yaşamdan, insandan bihaber CEO'ların küçümsediği, köyde üniversite okumamış köylünün yanında cahil kalan bir modeliz. Yani Almanya'da Türk, Türkiye'de Alman olan gurbetçiler gibiyiz.

Haliyle Captain Fantastic gibi bir bir filmin bizim için çok iyi çıkması gerekiyordu. Bizi tatmin etmeliydi. Her anlamda kusursuz olmalıydı. Ne yazık ki olmadı. Filmin sonunda da bir ilham dalgasına kapılamadık. Hatta daha da kötüsü; en sonunda mutlu bir şarkı eşliğinde yenilmiş ve kayıpları olan bir aile de izledik. Tam tersi oldu belki de...

Filmi anlatmayacağım, izleyenler biliyordur. O nedenle biraz ortadan girmekte sıkıntı görmüyorum. 

Captain Fantastic'teki alternatif yaşam modelinin çok sert olduğunu kabul etmek gerek. Eski anarşistlerden Ben ve hiç görmediğimiz karısının ailesi için kurduğu sistem, basit bir "doğaya dönüş"ten çok daha fazlası. Çok zorlayıcı. Çok sert. Haliyle o sistemin ürünleri olan çocukların da çok sağlıklı olmadığını görüyoruz.

Yine de her filmin bir sonu, sonucu vardır. Bizim sonda aldığımız mesaj, tüm hikayenin ana fikrini oluşturur. Burada da modern yaşama bir övgü sunulmasa da, ona yenilmenin kaçınılmaz olduğu vurgulanıyor gibiydi. Haliyle Captain Fantastic, benden geçer not alamadı. Bir 'karşıt' beklerken, uzlaşma ile kapattık kamerayı...

Üstelik sanki bu uzlaşmadan yönetmen ve senarist Matt Ross da rahatsız gibiydi. Kendisinin daha önceki işlerini izlemedim ama benzer konuları işlemiş. Hatta çocukluğunda da 'alternatif' bir yaşamı deneyimlemiş. Yani olayın farkında. Fakat yine de hikayedeki uzlaşmayı, duygusal nedenlerle yedirmeye çalışıp Viggo Mortensen'in oyunculuğuna yüklemiş. Eşini kaybeden bir adam. Çocuklarını seven ve onlar için ilkelerinden vazgeçebilen bir baba. Taraflardan biri buysa, yani içimizden birisi olan duygusal bir adamda, kimse de bu uzlaşmaya karşı çıkamaz.

Tam da bu noktada; "Peki karakterler daha farklı olsaydı bu ütopik filmi nasıl izlerdik" sorusunu sormadan edemiyoruz. Yani mesela sağlıklı bir eş ve belki daha az çocuk... O zaman ikinci yarı değişir miydi?

Filmin temposu ve sinematografisi de çok güçlü değildi açıkçası. Buna rağmen bir bağımsız film olarak Sundance ve Cannes'da dikkat çekmeyi başarmış. 60 yaşında halen karizmatik duran Viggo Mortensen de Oscar'a aday olmuştu. İlginçtir; geçildiği isim Casey Affleck ve Manchester by Sea'ydi. O filmi halen izleyemedim (içimde yaradır) ama az çok konusunu biliyorum ve bir anlamda hakkında "aynı soruna başka bir bakış" diyebileceğimizi tahmin ediyorum.

Öte yandan bizim öznel nedenlerden dolayı Captain Fantastic'e girme konusunda problemlerimiz oldu tabi. Bir yandan deprem, bir yanda seçim... Türkiye'de sıradan bir insanın sıradan meseleleri, hayatta kalma ve var olma sorunları ile eşdeğer. O nedenle daha çok "doğru model hangisi" tarzı bir soruya aranan yanıt, ilk anda bizi çok fazla çağırmıyor. Kendi hayatımızdaki pratiklere dair yanıtlar arıyoruz. Ütopik modeller sonradan gelir gündeme.

Aslında filmin sonundaki uzlaşma, toplumcu biri olarak beni mest etmeliydi. Evet doğaya ve esas (ilk) insani değerlere sırtımızı dönmemeliyiz ama diğer yandan toplumdan uzaklaşmak da benim kabul edebileceğim bir durum değil. Ben ve ailesinin, toplumsal yaşamı bir distopya olarak kodlaması ve onunla asgari düzeyde temas kurması yaşam modellerinin merkezinde yer alıyor. Böylece Ben ve eşinin verdiği akademik ve sportif eğitim; çocuklarına hiçbir haz getirmiyor. Rus edebiyatına hakimler ama herhangi bir arkadaşına "En sevdiğin Dostoyevski romanı hangisi" sorusunu bile soramıyorlar. Muhteşem bir fiziksel güçleri ve kondisyonları var ama herhangi bir sportif rekabete girip yarışamıyorlar. Birinci olamıyorlar, yenilmiyorlar. Karşı cinsle konuşurken de çuvallıyorlar. Böyle bir tablo da hoş değil ve açıkçası filmin sonunda bu aykırı bireylerin toplumla uzlaşabilmesi gözümüze hoş gözükmeliydi

Fakat tam da bu zamanlarda; toplumla uzlaşmaya çalışırken dışlanan ve artık yorulan bir grup insan olarak (tahminim ülkenin yüzde 20'si; ama yarısı da değil) artık yavaş yavaş toplumsal hayattan uzaklaşmanın ütopik hayallerini kurarken, bu uzlaşma çabasını izlemek bana iyi gelmedi.

Tabi bu da filme değil, bize ait bir sorun. Adamlar Türkiye'yi ve Türkiye toplumunu düşünecek değil. Hatta direkt ABD üzerinden okumak gerekir. Filmin 2016 yapımı olduğunu ve Trump'ın başkan adaylığı ve seçim zaferi esnasında çekildiğini hatırlamak lazım.

Öte yandan kendimize iye mesajlar alacaksak, Captain Fantastic'te evlatlarını tek bir stille yetiştirmeye çalışan, dışarıyı düşman gibi gören, dışarıdan saldırı geleceğine inanan ve altındakilere bunu inandıran, bu nedenle kendisinin sorgulanmasına izin vermeyen ve buna kızan, kapalı ve tek bir liderin en sonunda devrildiğini, devrilmese de halkın isteklerine boyun eğdiğini görüyoruz. Tabi orada devreye aile bağı ve evlat sevgisi giriyor ve metaforumuz yine tıkanıyor.

Tabi Captain Fantastic'ten ne kadar negatif cümlelerle bahsetsek de; konusuyla, metaforuyla, atmosferiyle; bizim filmimiz. Yani sonuçta bunlar gerçek sinema; bir Captain America değil. Son dönemin popüler işleri Marvel filmleri sinema aşkımızı düşürüp sinema platformlarını domine edince, Captain Fantastic gibi örnekler çöldeki vaha gibi oluyor. Tam da bu noktada Captain Fantastic'ten çok daha iyisi olan Walkabout'u yeniden hatırlatalım. 1970'lerin sinemasının şu andan daha güzel olduğunu bir kez daha vurgulayalım.

Son cümleyi de Captain Fantastic için kuralım ve keşke daha güzel olsaydı diyelim.


Hiç yorum yok: