Ay başındaki "Masa krizi" esnasında gündeme yeniden sokulan "Kazanacak Aday" kavramının tekrar üstünden geçmekte fayda var. Zira her ne kadar kriz çözülmüş gibi dursa da ve aday artık belli olsa da bu kavram yine ara pası olarak ortamlara atılıyor.
Aslında şu yazıda ufak bir değinme yapmıştık. Tekrarlama gibi bir niyetimiz yok ama sözü yine oralardan almak zorundayız.
Kazanacak aday kavramı aslında uzun zamandır Türkiye'nin gündeminde yer alıyordu. Fakat o zamanlarda da, (tıpkı şimdilerde olduğu gibi) içi doldurulmadığından kazanacak aday hep yanlış yerlerde arandı. Bunu dillendirenlere göre adayın 'sağa' çekmesi isteniyordu. AKP'den oy devşirebilecek, özellikle de CHP ile pek bağı olmayacak, tercihen muhafazakar ve milliyetçi bir aday gerekiyordu.
Esasında bu stratetji denendi de. Ve başarısız oldu. Buna rağmen Ekmeleddin İhsanoğlu fiyaskosundan sonra dahi yine ezberlenen formülde adaylar (Abdullah Gül, Ali Babacan, İlhan Kesici) zaman zaman öne çıktı. Zaten toplum iyi okunmadığı için bu isimlere gidiliyordu ama aynı zamanda bu ezberlere takılıp kalmışken toplumun dinamikleri ve öncelikleri değişiyordu. Yani bahsedilen bu figür, giderek "mutlak doğru" olmaktan uzaklaşıyordu. Zaten mutlak doğru sanıldığında ve uygulandığında da başarı gelmemişti.
2017 referandumu bu açıdan önemli bir eşikti. Oraya döneceğiz.
Ardından 2018 seçimleri geldi. Bu sefer "kazanacak adayı halk belirlesin" gibi resmen açıklanmamış ama uygulanmış bir strateji gelişti. Akşener'in "Halka gidelim" çağrısına ne kadar da benziyor aslında...
O stratejinin sonucunda bütün muhalif adaylar seçime girdi. Buna göre; aralarından biri ikinci tura kalacak, Erdoğan ile kapıştığında da diğer adayları destekleyenler ona verecekti. Fakat ilk aşamada plan patladı; ikinci tur olmadı bile...
Yine de o günün şartlarında bu stratejilerin öne çıkması abes değildi. Biz de zaten aslında sonuçlar üzerinden okuyoruz. Fakat o günlerden sonra halen bu kavram üzerinde durulması oldukça yersizdi. Gelinen noktada "kazanacak aday" diye bir kavram giderek gücünü kaybetti. Artık her aday kazanacak durumdaydı.
Tabi ki 2109 yerel seçimlerindeki büyükşehir zaferlerine rağmen o günlerde bunu söylemek imkanszıdı. Ve o günlerden itibaren kazanacak aday sıfatının altını dolduran tek isim bana göre Ekrem İmamoğlu'ydu. Halen de en yüksek oy potansiyeli onda. Fakat hem onun yargıyla boğuşması hem de diğer adayların da kazanacak hale gelmesi İmamoğlu'nu o sıfattan uzaklaştırdı. Yeni sıfatı "Seçime girebilseydi rekor oyla seçilecek aday" oldu.
Tam da işler bu noktaya gelmişken, ilmek ilmek örülmüşken, şartlar herkes için müsait olmuşken Meral Akşener'in "Kazanacak aday" diye tutturmasının iki ihtimali olabilir. Ya bir akıl tutulması, ya da seçimi kazanacak adayın kendi istediği aday olmasını tercih etmesi (veya tersten okuyacak olursak; tercih etmediği adayın kazanmasını istememesi).
Erdoğan'ın son seçim zaferlerinin hiçbirinde Türkiye bu halde değildi. Dolar 20'lere dayanmamış, çöküş dönemini somut bir simgeye çeviren deprem yaşanmamış, devamında artan toplumsal muhalefet hiç bu kadar göz önünde olmamıştı.
Yani en iyi döneminde bile yüzde 50'yi bazen yakalayan bazen göremeyen Erdoğan'ın yeniden yüzde 50 üzerinde olması hayal ötesi bir durum. Tabi ki seçim matematiğinde durum farklı olabilir. Yani "Erdoğan kesin kaybetti", "Diğer aday kesin kazandı" demek mümkün değil. Fakat Nagehan Alçı'nın bile son 1-2 yılda "Rejim" diye adlandırdığı bir dönemde Türkiye'nin sadece iki ideolojiye sahip olduğunu söylemek mümkün: Erdoğanizm ve antierdoğanizm.
Anti taraf kesinlikle yüzde 50'nün üzerinde, bana göre yüzde 60'a yaklaşıyor. Önemli olan soru ise şu: Seçime girecek adayın bu yüzde 60'tan 51 çıkarabilecek mi?
Bana göre 6 Şubat atmosferinden sonra (ve 2 Mart krizine kadar) her aday yeterli çoğunluğu çıkarabilirdi. Erkan Baş'ın da son bir senedir çok güzel tasvir ettiği gibi; "ikinci turda oy verebileceğimiz bir adayımız olursa, onu ilk turdan çıkaralım" dediği o doğru aday yeterliydi. Zira artık Erdoğancı seçmenden oy devşirmeye gerek kalmamıştı. Antierdoğancılardan oy almak yeterliydi. Haliyle sağa çekmek gerekmezdi.
Peki kim bu anticiler? Kaba bir şekilde çuvala atalım. Tabi ki CHP seçmenleri, yakın dönemde Erdoğan'la iş tutmamış ve karşısında durmuş milliyetçiler, bir zamanlar AKP ile yürüyen ama şimdilerde muslukları kesilen liberaller, solcular, Kürtler, AKP'nin eski küskünleri...
Bu sayı yüzde 60'u geçer bile. İşte bu nedenle Kemal Kılıçdaroğlu da en az Mansur Yavaş kadar kazanacak adaydı. Fakat İyi Parti'nin yarattığı kriz, Kılıçdaroğlu algısının yeniden sarsılmasına neden oldu. Her ne kadar Kılıçdaroğlu son bir ayda sahada ve masada muhteşem bir performans sergilese de, geçmişinden kalan tortuların yüzeye çıkarılması nedeniyle yeniden bir riskle karşı karşıya kaldı. Üstelik AKP seçmeninin masasında değildi bu kriz; bizzat kendi havuzunda durduk yere "İstenmeyen adam"a döndü.
Mesela 2 Mart'a kadar esamesi okunmayan Muharrem İnce, o kriz zamanı üç gün boyunca bir alternatif olarak sunulmasının ekmeğini yemeye devam ediyor. Alacağı oyun düşük olacağı kanısındayız ama o ufak farkın belirleyici olması da muhtemel. Havaya girmesinin nedeni 2 Mart krizinden kaçanların onda toplanması. Üçüncü aday başka biri olsa, o insanlar oraya gidecekti. Zira rahatsız oldukları Kemal Kılıçdaroğlu'ydu, önemli olan ona tepki göstermekti. Ve Meral Akşener o krizi yaratmasaydı, bu rahatsızlık o kadar da belirgin olmayacaktı.
Oysa Kılıçdaroğlu da bahsettiğimiz yüzde 60'tan oy alabilecek, en azından bir kısmında fire yaşasa da çoğunluğu sağlayabilecek bir adaydı. Bu konuda Mansur Yavaş'tan daha dezavantajlı olmadığını, yukarıda referans gösterdiğim yazıda da belirtmiştim.
Seçim stratejisi: Hedeflenen yüzde 60
Peki bu yüzde 60'ı nasıl test edebildik? İşte onun için 2017 referandumuna gitmek lazım.
Ben son 20 yılda sonuca etki edecek bir seçim hilesi olduğunu düşünmeyenlerdenim. Fakat bir istisnam mevcut. O da 2017 referandumu. 2017 referandumu, net bir Erdoğan ve anti Erdoğan seçimiydi. Ve seçimin esas hakkı anti tarafın kazanmasıydı.
Yine de o kıl payı geçen referandum döneminde bile Türkiye bugünkünden çok daha farklı noktaydı. Doların 4 lira olduğu (ve buna "çok" denildiği), mülteci sorunun gündemde olmadığı, işlerin biraz daha iktidar lehinde olduğu bir dönemdi. Buna rağmen AKP istediğini elde ederken zorlanmıştı. Halkın yarısı bu sisteme karşıydı.
Aradan beş sene geçinde içler değişti. Artık futbolcular güçlü bir Türkiye için mesaj göndermekten çekiniyor. Tribünler 10 sene aradan sonra "istifa" diye bağırıyor ki bunu en son yaptıklarında AKP tek başına hükümet kuramayacak noktaya gelmişti. Hal böyleyken yüzde 60'lık bir havuzun olduğunu iddia etmek hiç de saçma değil.
Fakat yine de bu, öne çıkan adayın yüzde 60 oy alacağını ve hatta kazanacağını göstermez. Özellikle İyi Parti'nin son çıkışının ardından milliyetçi cephenin çok da mutlu olmadığını görüyoruz. Zaten onları Erdoğanizm'den uzak tutan ufak tefek pürüzler var. Yani bu seçimi ölüm kalım seçimi gibi görmemeleri gayet muhtemel. Yani Akşener de ölüm ve sıtma olarak nitelendirdiğine göre; iki tarafı kıyaslayınca çok da keskin bir noktada kalmıyorlardır.
Yine de özellikle ekonominin belirleyici bir referans olduğu da gerçek
Haliyle seçimin nasıl kazanılacağı da burada bir işaret veriyor. Krizleriyle, 90'ları anımsatan koalisyon görüntüleriyle, mutsuz suratlarıyla, bakanlık pazarlıklarıyla önümüze çıkan altılı masa; yeniden fabrika ayarlarını hatırlamalı.
O fabrika ayarında masanın ne amaçla kurulduğu yazıyor. Yani "Cumhur'a karşı hepimiz bir arada olabiliriz, önceliklerimizi öteleyebiliriz ve bu sayede seçimi kazanabiliriz" mesajı. Masanın ilk günlerinde verdiği bu mesaj değerliydi. Haliyle ortaya çıkacak aday da bu mesajı temsil eden biri olmalıydı. Kemal Bey buna uygun bir isim. Zira o yüzde 60'ın sevmediği biri değil. Asıl nefreti, AKP'nin kutuplaştırması sayesinde karşı tarafta duran yüzde 40'tan alıyor. Onların oyuna talip olmasına gerek kalmadı. Zaten o tarafın oyunu değiştirmesi de pek mümkün değil. Zira tip olarak da biraz CHP'nin 1940'lı yıllarını andıran, zorlasak İsmet İnönü'ye benzeyen, Ecevit gibi kasket takabilecek sembolleşebilecek bir fizikten bahsediyoruz. Sanki CHP alerjisi olan halka bir CHP çiz desek bize bu görüntüyü çizer. Erdoğan'ın marjinalleştirmesi de ekmeğe sürülen yağ...
Bu dezavantaja rağmen kendisi geri kalan yüzde 60'ın rahatsız olduğu bir isim değil.
Son bir aya kadar sokakta sıklıkla duyduğumuz bir cümle vardı; "Abi Kemal Bey iyi ama bu halk ona oy vermez"
Oysa bu kişilere "Sen oy verir misin?" diye sorduğumuzda hiçbiri vermem demiyor, hatta "Veririm, keşke kazansa" diye devam ediyordu.
Öyleyse matematik ortada. Sen, ben ve havuzun içindeki herkes oy verirse seçim kazanılıyor. Bu arada "Siz Anadolu'yu bilmiyorsunuz" diyenlere de bir cevabımız olacak ama o da başka yazılarda. Zaten bu noktada Anadolu'ya çok ihtiyaç da kalmıyor. Zira seçmenin önemli bir kısmı zaten büyükşehirlerde. O büyükşehirleri de yakın dönemde ittifak unsurları kazandı. Ve referandum yine akıllarda olmalı...
Seçim stratejisinin de o koalisyon görüntüleri ve Kemal Kılıçdaroğlu figürü gibi kavramlardan arınması lazım. Bu seçimin, bir geçiş dönemi olduğunun anlatılması gerek. "Bunlar nasıl ülke yönetecek şimdiden kavga ediyorlar" imajının ortadan kalkması onun yerine "Biz ülke yönetmeyeceğiz, yönetiliebilir bir ülke devredeceğiz" mesajı vurgulanmalı. Zira şu anda ülke yönetilemiyor.
Ülkenin tali sorunlarına eğildiğinizde muhakkak birileri rahatsız olacak veya memnun olmayacak. Fakat o sorunlar, şu andaki esas problemlerin tartışılmasının da önünü tıkıyor. Kızılay'ın çadır sattığı, depremzedeye konteynerin gönderilmediği, yoksulluğun derinleştiği, kiraların arttığı bir dönemde başka başka sorunlar üzerinden vaatler vermenin hiç bir faydası yok. Zira onlar ne toplumun önceliği ne de karşınızdakinin yapamayacağı şeyler...
Öncelikle referandum ile gelen bu ucube sistem ortadan kalkacak, ardından da herkes meşrebine göre oy verecek ve en yüksek oy alanlar denetlenme mekanizmalarının işlediği ortamda ülkeyi yönetmeye talip olacak. Olay bundan ibaret... Oylanacak olan budur! Ne Kılıçdaroğlu, ne başka bir aday, ne CHP, ne ittifak! Halkın da görmek istediği budur!
Keşke tam da bu dönemde Kemal Kılıçdaroğlu, "Ben partisiz cumhurbaşkanı olacağım ve size istediğiniz hükümeti seçebileceğiniz bir ortam bırakacağım. Samimiyetime inanmanız için de CHP genel başkanlığından istifa ediyorum" diyebilseydi. Seçimin kaderini belirleyen hamle olurdu. Fakat ne yazık ki yara alınan Mart krizinin ardından yapılan adaylık açıklamasında o sürecin çok sonralara bırakılacağı ifade edildi. Bana göre yanlış hamle..
Yine de hiçbir şey bitmiş değil. Toparlayacak olursak; önemli olan bu seçimi partiler ve ittifaklar arasında geçen sıradan bir yarış gibi göstermekten kaçınıp, kritik bir eşiğe çevirmektir. Bunu başardığınız anda "kazanacak aday" arayışı anlamsız kalır, zira öyle bir ortamda kazanamayacak aday yok!
4 yorum:
peki sence ne olmalı? bir de onu yaz.
bence 5 yıllık görev süresinin ilk 3 senesinde başkanlık yetkileri çatır çatır kullanılmalı. akp de akpliler de yaptıkları yemekten bir güzel yemeli. intikam anlamında söylemiyorum. bazı konularda ciddi değişimler ve hızlı kararlar ancak bu şekilde alınabilir. son 2 sene ise parlamenter sisteme geçiş yönünde adımlara geçilmeli.
göreve gelip hiçbir şey yapmayıp tüm mesaiyi sistem değişikliğine harcayıp 2 sene sonra yeniden seçim yapmak "2 senede çivi çakmadılar çivi" diyen ve tekrar rekor oy alan bir akp ile sonuçlanır.
Bu soru çok katmanlı ve çok farklı cevapları var. O nedenle seçimden sonra cevaplamakta fayda var.
En basitinden ne olursa olsun her partinin bir ideolojik bagajı var. O nedenle oy yüzdeleri bile stratejiyi belirler.
Yine de temelde bazı yol haritaları belli olmalı tabi. Mesela ben de başkanlık yetkilerinin kullanılmasından yanayım. Sadece yargılanma anlamında değil; 20 senedir devletin her kademesine yerleşen vasıfsız kadroları değiştirebilmek için de bu gerekli.
Öte yandan bir sonraki seçim iki sene sonra mı 4 sene sonra mı olur bilmem ama o döneme kadar AKP'nin kalacağını sanmam. Yerine BKP gelir; o da rekor oy alabilir tabi)) Yine de ben AKP'nin denklemden çıktığı bir düzlemde ittifakların ve partilerin de böyle kalacağını tahmin etmiyorum. Çok fazla kadro değişimi görebiliriz.
o kitle kaybolmuyor haklısın. kronik muhalif asırlık çınar chp hep yerinde durdu ama karşısındaki değişti. dp, ap, dyp, anap.. bazen 15 bazen 20 sene.. bazen doğal yolla bazen darbe ile.. bi şekilde öldüler. akp'nin de ölme vakti geldi (inşallah)
o kitleyi iyi parti bünyesine katabilir mi? zor görünüyor. bana deva partisi bu ceketi giyecek gibi geliyor..
iyi parti'de o kitleyi dahil etme potansiyeli vardı ama bence heba ettiler.
deva ciddi bir aday ve bence uzun vade için yerini ayırtarak hareket ediyor.
bu arada zafer partisi bile oradan bir şeyler kazanabilir...
ama bundan sonraki dönemde (seçim izin verirse) orjin noktası "erdoğan" olmayacağı için; yani siyasi söylemler erdoğan veya antierdoğan üzerinden kurulmayacağı için, bence çok acayip değişimler görebiliriz. mesela iyip ile mhp'nin ayrı ayrı durmasının bir nedeni kalmaz. veya tam tersi solda bir bütün olarak kalmanın da bir anlamı kalmaz. mesela chp'nin sosyal demokratları tip'e, hdp'nin bir kısmı da buraya kayabilir. hdp daha şahin bir partiye dönüşebilir. tahmin tabi ki bunlar; hatta farazi tahmin ama esas söylemek istediğim; seçim sonrası 1-2 senede çok büyük değişimler olabilir. bu seçimde yüzde 3-4 alamayan bir parti; bir sonraki seçimde yüzde 15'leri görebilir.
o nedenle en azından iki ay sonraki oy sayılarını görmek lazım. hiç olmazsa kim ana sahnede daha çok görünecek bilmemiz gerek.
Yorum Gönder