Perşembe, Mart 2

Power



Distopik filmleri ikiye ayırmak mümkündür.

Birinde, dünya tamamen yıkılmıştır. Yeni bir yaşam inşa edilir. Ve başka bir mekan-gerçeklik algısı ortaya çıkar. Will Smith'in bomboş New York sokaklarına tek insan olarak gezdiği I Am Legend filmi gibi mesela. O gökdelenlerin, reklam panolarının, trafik ışıklarının artık bir anlamının olmadığı ve her şeye yeniden başlandığı o an...

İkinci bir senaryo ise genellikle ABD'nin vasat sinema filmlerinden sıkça gördüğümüz türdür. Uzaylı istilası veya bir doğal afet olur (sıradan bir doğal afet değil tabi, göktaşı falan çarpıyordur), dünyanın sonu yaklaşır, tehlike giderek büyümektedir ama insanlar aynı şekilde yaşamlarına devam eder.

Son 25 günde; 11 il ilkini, geri kalanlar ise ikincisini yaşıyormuş gibi hissediyorum. İkinci grupta yer alan benim kendi hissettiğim duygu tam olarak böyle değil ama sokakta gördüğüm manzara biraz bunu andırıyor. Kalabalık sokaklarda, metrolarda, alışveriş merkezlerinde insanlar korku dolu gözlerle bakıyorlar, birbirleriyle devamlı olası İstanbul depremi hakkında konuşuyorlar ama bir yandan da aynı yollardan işe gidip aynı yemekleri yemeye devam ediyorlar.

Olması gereken zaten hayatın devam etmesi. Benim tarafım o. Bu korkuları üzerimizden atıp yola devam etmemiz lazım. Fakat korku da sahici bir duygudur. Böyle anlarda ayıplanacak bir his değildir. Hatta kişiyi dinç de tutabilir. O nedenle korkana da saygı duyarım. Yeter ki korku paniğe dönüşmesin. Fakat ikisini, yani hayatın devamını hem korkuyu çok yoğun bir şekilde beraber yaşamak, bana tam bir distopik bir film sahnesi gibi geliyor.

Zoban'ın sık sık Tribün Dergi forumlarında kullandığı bir replik vardı. Tam hatırlamıyorum ama kaba taslak şöyle bir şeydi; "Kahve servisimiz beşinci katta devam etmektedir"

Bir gün ona bunun ne olduğunu sordum. Meğer yıllar önce izledikleri bir filme aitmiş. Yine böyle bir distopik filmde, yine böyle bir tehlikenin göbeğinde yaşayan insanlar bir plazada yaşamlarına devam ederken, rutin bir anons olarak bu söylenirmiş.

Filmi izlemedim, adını da hatırlamıyorum ama o sahneyi kafamda çok net canlandırmıştım. Ne olduğunu tahmin edebiliyordum.

Alışveriş merkezlerine gitmeye devam ediyoruz. 25 gündür değişen bir şey olmadı. Aynı rutin oralarda da devam ediyor. İnsanların tedirginliği gözlerinden okunuyor ama son birkaç günde biraz olsun azalmaya başladı. Yemekler yeniyor, güvenlik aramaları devam ediyor, otoparklara arabalar park ediliyor.

O alışveriş merkezlerinden birindeydim geçenlerde. Yine arka fonda çalan hafif müzik bize eşlik ediyordu. Yaklaşık 20 dakikada bir ise deprem bölgesi için yardım anonsu geçiyordu.

Yardım noktalarından bahsedilip, ihtiyaç listesi sıralanıyor: "Kuru gıda, konserve, çocuk bezi, ped, powerbank, uyku tulumu, battaniye..."

Anonsu duyduğum her defasında powerbank'e şaşırdım. Bir eleştiri değil tabi ki. Powerbank'in ne kadar önemli bir malzeme olduğunun farkındayım.

Fakat bizim kafamızda felaket senaryosuyla powerbank ihtiyacı uyuşmuyor.

Yani şöyle...

Ülkenin bir yerinde çok büyük bir yıkım yaşandı. Bir bölge neredeyse yerle bir oldu. Oradaki insanların yeniden hayata başlaması lazım. Fakat gerçekten de; kelimenin tam anlamıyla bu yeniden başlama noktası sıfır noktasına çok yakın. Önce temel ihtiyaçlar temin edilerek yola devam edilecek. Biz de bu ihtiyaçları sağlamakla sorumluyuz. Aslında devletimizin sorumluluğu da, iş bize düştü. Sonuçta bu insanlar, yeni doğan bir bebek gibi ya da dünyaya düşen ilk insan gibi hayata yeniden başlayacaklar.

Öyleyse akla ilk önce şunlar geliyor. Barınma, yemek, içecek, sağlık... Kuru gıda, konserve, çocuk bezi, uyku tulumu, ilaçlar....

Tam oranın manzarasını ve ihtiyaçları bir arada tasavvur ederken, powerbank'i duyunca "Bunun burada ne işi var" diye sorasım geliyor. Tabi bir yandan da ne kadar önemli ve faydalı olduğunu biliyorum.. 

Distopik bir film sahnesinin içindeymiş gibi olmanın en net örneklerinden biri gibi geliyor kulağa. Beşinci katta kahve servisinin devam etmesi de çok gülünçtü ama belki o da çok absürd değildi büyük ihtimalle. Edebiliyorsa etsin zaten.

Bir eleştiri değil bu yazdığım. "Nasıl powerbank'e ihtiyaç duyarlar" demiyorum. 

Ya da belki de bu ihtiyaç listesinin eleştirisi değil, bizim yaşam kültürümüzün eleştirisidir. Onu da bilmiyorum. Test etmek de istemem açıkçası.

Diğer yandan AFAD'ın deprem çantası listesine bakıyorum. Yaklaşık 20 senedir yatağının yanında deprem çantası bulunduran biri olarak yazıyorum, bazı maddeler sanki 1939 Erzincan depreminden kalmış gibi...

Mesela pilli radyo? Mobil telefonların olduğu, arabaların olduğu bir çağda pilli radyoya gerek var mı gerçekten? Veya bir miktar nakit para. Yani deprem çantasını alıp sokağa çıkabilecek zamanın varsa, cüzdanını alırsın gibi geliyor bana. Onun için nakit para bulundurmak daha mantıklı. Fakat onu geçtim kredi kartlarının olduğu bir çağda neden nakit paraya ihtiyaç olacak? Ya da ne kadar büyük bir felaket olacak?

Tapu belgesi, diploma, zorunlu deprem poliçesi vs gibi belgeler; 2023 yılında "sıfır noktasına düştüğünde muhakkak yanında olması gereken eşyalar" mıdır? 

Belki yazının ilk kısmında yazdığımla çelişeceğim ama mesela pilli radyo yerine powerbank veya en azından telefon sarj aleti (benim çantamda var) daha makul değil mi? Bunlar mesela AFAD'ın listesinde yok...

Sanki, eski dönem ile teknoloji çağının hızla yer değiştirdiği bir zaman diliminin tam ortasındayken hangi hayatı yaşadığımızı halen bilmiyoruz. 

Bunun cevabını da sert bir yolla öğrenmek istemem. Yine de insana powerbank'tan önce 'power' lazım böyle anlarda... Onu da çantaya veya yardım kolisine sığdırmak kolay değil.

Hiç yorum yok: